CHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Halkın gerçek gündemi AKP’ye hezimeti yaşattı

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Nisan 2024

CHP, 31 Mart 2024 yerel seçiminden, muhalefetin büyük bir bölümünün de desteğini alarak büyük bir zaferle çıktı. Devletin tüm imkanlarını kullanan, medyanın büyük bölümünü kontrol eden, DEM partisinin güçlü olduğu yerlerde taşıma asker ve polis oylarını bile devreye sokan tek adam iktidarının ortakları ise büyük bir hezimet yaşadı. Montaj videolar, yapay tartışmalar, yurt dışı kökenli gündemlerle her seçimde asıl sorunların konuşulmasının önüne geçen iktidar, bu defa gündemi değiştiremedi. Muhalefet belki de ilk kez bu oyuna düşmedi. Yoksulluk, emekli maaşları, artan kiralar, kredi kartı borçları, okullardaki aç çocuklar, istismar haberleri, kadın cinayetleri, güçlenen tarikatlar, umudunu yitiren gençler, ucuz gıda kuyrukları, ranta kurban edilen doğa ve Filistin’i konuşan halk, sandıkta da tercihini gerçek gündemi doğrultusunda kullandı.

Sarayın şatafatlı yaşamı emekli maaşına yenildi. “Van minüt” edebiyatı ile kazanılan seçimler, İsrail’le ticaretin gerçekliğiyle kaybedildi. Dini, çocuk istismarından dolandırıcılığa kadar kullanan bu yeni düzenin oyuncularının ‘siyasal İslam’ maskesi düştü.

Seçimin çok sayıda kazananı var. Halkın gündemindeki yoksulluk sorununu en iyi gören ve çözüm üretmeye çalışan başkanlardan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş onlardan biri. Tarihi bir fark atarak tekrar seçildi. AKP iktidarı zamanında zenginleşen partililer, tarikatlar, yandaş şirketler yüzünden toplumda şeffaflık, liyakat ve dürüstlük arayışı artmıştı. Bir zamanlar “iki anahtar” söylemiyle oy isteyen AKP ise seçmenin karşısına 600 daireli adayıyla çıkarak bildiğimi okurum mesajı verdi ve kaybetti.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Altılı Masa’nın farklılıklarının getirdiği yükü omuzlarında taşımak zorunda kalan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu bu seçime sadece Ekrem İmamoğlu olarak girdi. Bu onu daha da özgür kıldı, seçim kampanyasını istediği gibi yürütmesini sağladı. İstanbul’un sesi gürleştikçe Türkiye’deki diğer illeri de etkiledi. Genel seçimlerde altı partinin çıkaramadığı tek sesi çıkarmayı başardı. İyi bir ekip, basit ama etkili sloganlar, başarılı icraatlar İmamoğlu’nun halka yakın karakteriyle birleşince, Erdoğan ve arkadaşlarını üçüncü kez mağlup etmeyi başardı.

İmamoğlu’nun Türkiye’ye verdiği önemli bir ders daha var. Çılgın projelerin değil, halkın gereksinimini karşılayan icraatların kazanacağını gösterdi. Kanal İstanbul veya üçüncü köprü gibi dev bütçeli, doğa düşmanı projeler yerine, meydan düzenlemeleri, metro çalışmaları, kreşler, yurtlar, kadınlara öncelik veren destek projeleriyle “küçük işlerin büyük başarılar” kazanabileceğini herkese gösterdi. Uçak inmeyen havalimanları, araç geçmeyen köprülerle halkın parasını birkaç şirkete transfer eden ve onları yoksullaştıran iktidara karşı önemli bir çıkıştı bu.

Seçimin bir başka galibi de Özgür Özel oldu. Kısa zamanda çok da kolay olmayan bir değişimi hayata geçirdi. Parti içinde koltuklarına yapışmış birçok kişiyi karşısına alması, aday belirlemede yeni yöntemler denemesi cesaret gerektiren işlerdi. CHP’ye yıllardır kazanamadığı, sağın kalesi kabul edilen birçok belediye başkanlığını getirerek, oy oranını da AKP’nin üstüne çıkardı. Sadece memleketi Manisa’ya değil, bölgeye de hâkim olduğunu Denizli, Kütahya, Afyon ve Uşak’ta alınan sonuçlarla ispatladı. Partide genç isimlere ve seçimde de kadın adaylara daha fazla yer verdi. Seçime girdikleri 107 kadın adaydan 35’i başkanlık koltuğuna oturdu. İzmir’in neredeyse yarısı kadın belediye başkanlarınca yönetilecek. CHP’nin kazandığı dört büyükşehir, iki il, 28 ilçe ve 1 belde belediyesini artık kadın başkanlar yönetecek. Yıllardır sağ partilerin elinde olan Korkuteli ve Üsküdar’ın kadın adaylarla kazanılması üzerinde konuşulması gereken hamleler. Kadınlardan söz açılmışken, adı sık sık Hizbullah’la birlikte gündeme gelen Batman’da ipi önde göğüsleyen DEM Partili Gülüstan Sönük’e de ayrı bir parantez açmak gerek. Onun Batman’da vereceği mücadele Türkiye’deki kadın hareketi ve laiklik açısından da büyük önem taşıyacak.

Çevre mücadelesi için de bu seçimden birkaç güzel sonuç çıktı. Nükleer karşıtı hareketin yakından tanıdığı Metin Gürbüz Sinop Belediye Başkanı seçildi. Artvin Belediye Başkanı Bilgehan Erdem’i Cerattepe’deki madene karşı yürütülen mücadeleden de tanıyoruz. Osman Belovacıklı, Gerze’de termik santralı ilçeye sokmayan direniş sırasında belediye başkanıydı şimdi yeniden seçildi. İzmir’de Karabağlar, uzun yıllar Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanlığı yapmış Helil İnay Kınay’a emanet edildi. Amasra’da termik santrala net bir şekilde hayır diyen isimlerden Recai Çakır güven tazeledi. Akbelen direnişindeki destansı mücadelesiyle herkesin saygı ve sevgisini kazanan Necla Işık, İkizköy’ün yeni muhtarı oldu; “sistemin surlarında gedik açıldı”.

Sarayın surlarının yıkılması için dört yıl mı yoksa daha kısa bir süre mi bekleyeceğimizi ise belediyelerin performansı gösterecek. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı için artık bir umut var, en önemlisi bu umuda sıkı sıkıya sarılmak.

CHP’nin değişim sürecinden çıkarılacak dersler

Özgür Gürbüz-BirGün / 8 Kasım 2023

Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası CHP ‘tu kaka’ ilan edilmişti. Ana muhalefet partisi rolü bile tartışılıyordu. Özgür Özel ve ekibinin başarısından sonra CHP’nin muhalefetin güçlü bir bileşeni olma olasılığı tekrar belirdi. Bunu yapan da genel başkan değişikliği değil, değişimin giderek zorlaştığı ve kabullenmenin arttığı Türkiye’de, bir siyasi kuruma bağlı kişilerin özgür iradeleriyle seçim yapabilmeleriydi. Çıkar ilişkileri, manipülasyon ve yalanlarla dolu siyasette ‘özgür irade’nin başkaldırısı önemli bir umut kaynağı oldu.

Şimdi herkes Özgür Özel’in muhalefeti yeniden birleştirip, iktidara bir seçim yenilgisi yaşatıp yaşatamayacağını soruyor. Yanıtını muhtemelen yerel seçimlerden önce alamayacağız. Umutsuzluk hastalığına yakalanmış muhalifleri hasta yataklarından kaldırdığı ve yüzleri güldürdüğünü ise sanırım hepimiz görüyoruz.

Türkiye’de muhalefeti iktidara taşıyacak formülü bulmak kolay değil, işin içinde ittifaklar, atılması gereken cesur adımlar var. Öncesinde ise yapılacak bazı basit ama önemli işler var. Gündemde CHP olduğu için onun üzerinden örnekler vermek daha anlamlı ama iktidara yürümeyi hedefleyen her partinin ‘yapılacaklar’ defterinde olması gereken bir liste bu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylıktan çekilmesine karşı çıkan partililere ait görüntü, işe nereden başlanacağını da anlatıyor aslında. CHP’nin karar alma mekanizmalarının çalışmadığına, organizasyon becerisini yitirdiğine yıllardır tanıklık ediyoruz. Sadece son seçim döneminden Kurultay’a kadar giden sürece bile baksak onlarca hata sayabiliriz. Muhalefetteki partilerin ilk işi, kurum içi çalışmayı sağlam temellere oturtmak olmalı. İktidara yürüyecek bir partinin çarkları kusursuz işlemeli ve bunu halka gösterebilmeli. Partiniz kuracağınız hükümetin ipuçlarını verir. Liyakat, planlama, iletişim stratejisi, teknolojik altyapı, işbölümü ve karar alma mekanizmaları sizin ülkeyi nasıl yöneteceğinizi de gösteren örnekler.

Şimdi, Özgür Özel’in ikinci tur sonunda başkanlığa seçildiğinin açıklanacağı anı hatırlayalım. CHP’nin 38, Olağan Kurultayı’nın Divan Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tüm çağrılarına rağmen boşalmayan bir kürsü vardı ekranlarda. CHP’nin 13 yıl sonra seçilen yeni genel başkanını kürsüde tek başına gösteren net bir kare göremedik. Özgür Özel konuşmasını bir kalabalığın içinde yapmak zorunda kaldı. Halbuki, bu karenin yeni bir liderin doğuşunu müjdeleyen ilk kare olması nedeniyle önemi büyüktü. Kürsünün etrafının boşaltılamaması, medya için uygun bir yerin ayarlanamaması partinin dağınıklığını ve etkisizliğini de gösteriyordu. Aynı sorunu, Kılıçdaroğlu’nun Yavaş ve İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı Yardımcısı Adayı olacağını açıkladığı gün de yaşamıştık; Selvi Kılıçdaroğlu o karenin içinde kalmıştı. Bir seferlik bir hatadan bahsetmiyoruz. Kurultay’da düzeni sağlayamayan, medyaya vereceği fotoğraf karesini planlayamayan bir partinin seçimde sandıklarda organize olabileceğini, ülkede düzeni sağlayabileceğini düşünmek zor.

Organizasyon kabiliyeti ve iletişim stratejisini küçümsemeyin. CHP son seçimde yaptığı bu tarz hatalar ile hem seçimi kaybetti hem de gelecek seçimleri riske attı. Altılı Masa’nın adayını belirlemeyi son günlere bırakması, mutabakat metnini alelacele hazırlaması, küçük partilere verilecek milletvekili sayısını olası bir referanduma göre hesaplanmaması, kaybedilen seçim sonrası istifayı geciktirmek gibi onlarca hatayı yan yana koyduğumuzda bugüne nasıl geldiğimiz de görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı için iki önemli adayını, Yavaş ve İmamoğlu’nu, seçimin zora girdiği anlarda kamuoyuna açıklama yapmak için sahaya sürmesi ve onların imajını zedelemesi de bir sonraki seçimi bile etkileyecek hatalardı. Partinin basın sözcüsünün, genel başkan yardımcılarının, önde gelen kurmaylarının o gece neden sorumluluk almadığını ben hâlâ merak ediyorum. Muhalefetin tüm bileşenleri bu hatalardan ders çıkartmalı.  

Muhalefette doğruları kabul ettiremeyiz düşüncesiyle eğrilere razı gelme düşüncesi artık sona ermeli. Dünyada değişimi başlatan partilerin çoğunun çılgın fikirleri vardı. Almanya’da bugün iktidar ortağı olan Yeşiller, Avrupa’nın sanayi devinde, nükleer enerjiye karşı bayrak açarak ülkenin tüm enerji politikasının değişmesini sağladı. Neo-liberal politikaların kıskacındaki Türkiye’de halkın onları bu darboğazdan kurtaracak radikal fikirlere ihtiyacı var. Korkmamalıyız!

Halka doğrudan ve kesintisiz ulaşmayı başaracak bir örgütlenme, gözümüzde büyüttüğümüz endişe bulutlarını dağıtabilir. İktidarın medya ve manipülasyon gücüne meydan okuyabilir. Değişimi gösterenin isimler değil icraatlar olduğunu unutmayalım.

CHP Akkuyu için Meclis Araştırması istedi

Özgür Gürbüz-BirGün / 23 Mayıs 2019

Gündeme bomba gibi düşen Akkuyu Nükleer Santralı’nın temelinde çatlaklar oluştuğu haberi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni de hareketlendirdi. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, konuyla ilgili Meclis Araştırması açılması için 20 milletvekilinin imzası bulunan dilekçeyi partisi adına Meclis Başkanlığı’na iletti.

CHP, başvuru dilekçesinde, Akkuyu Nükleer Güç Santralı inşaatıyla ilgili bugüne dek yaşanan teknik sorunların gelecekte yaşanmasının önüne geçmek adına inşaat alanında gerekli analiz ve araştırmaların yapılıp yapılmadığının, inşaatın uluslararası standartlara uygunluğunun sağlanıp sağlanmadığının bağımsız olarak araştırılmasını istedi. CHP’nin teklifi ön görüşmeden sonra kabul edilirse bir Meclis Araştırması Komisyonu kurulacak ve bu komisyon isterse kamu kurumları, üniversite ya da meslek örgütleri gibi kuruluşlardan bilgi alabilecek veya inceleme yapmalarını isteyebilecek.

Meclis Araştırması için yapılan başvurunun gerekçesinde şu açıklamaya yer verildi: “Türkiye için yeni olduğu kadar riskli bir teknoloji olan nükleer, ciddi endişeler yaratmaktadır. Bu endişelerin haklılığı basına yansıyan haberlerle bir kez daha kanıtlanmıştır. Akkuyu Nükleer Santralı inşaatının henüz ilk aşamasında, santral temel yapısının bazı bölümlerinde oluşan çatlakların projeyi denetlemekle yükümlü olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) yetkililerince tespit edildiği inşaatı üstlenen şirketin açıklamasıyla da kabul edilmiştir. Çatlak oluşan bölümlerin kırılarak yeniden beton dökülmek sureti ile onarıldığı ancak aynı yerlerde yeniden çatlakların oluştuğu anlaşılmıştır”.

CHP’nin Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, gerekçe kısmında Rus nükleer santralının denetimini yapan TAEK’in bağımsız bir kuruluş olmadığına da dikkat çekiyor. Rusya ile Türkiye arasında imzalanan milletlerarası bir anlaşmayla yapılan bu santralın devlet tarafından yapıldığına dikkat çekilen metinde, bir devlet kuruluşu olan TAEK ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulan Nükleer Denetleme Kurulu’nun (NDK) devlete bağlı kuruluşlar olması nedeniyle bağımsız bir denetimden söz edilemeyeceği belirtiliyor. Biçer Karaca, “dolayısıyla nükleer santralın bugüne kadarki yapım sürecinin TAEK tarafından yapılması uluslararası kurallara aykırıdır” diyor.

Meclis Araştırması açılması talep edilen metinde, nükleer santralın Akdeniz fay hatlarına yakınlığına da vurgu yapılmış. ÇED olumlu kararının iptali için açılan ve Danıştay’da görülüp sonlanan davada, davacı tarafların zemininin sorunlu olduğunu belirttiklerini hatırlatan CHP, bilirkişi heyetinden zemin örneği alınmasının talep edildiğini ancak bilirkişi heyetinin bu talebi dikkate almadığını da belirtiyor. Akkuyu’daki nükleer santralın bir ünitesini 2023’e yetiştirme çabaları sürerken, “saha çalışmalarının yeterli olmadığı”, “deprem konusunun göz önünde tutulmadığı” gibi temel itiraz noktaları ekseninde açılmış davalar da sürüyor.

***

“Akkuyu’da çalıştırmalar durdurulmalı”
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz
Akkuyu’daki gelişmeler üzerine bir açıklama yapan TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, “Bilindiği gibi temel çatlağı çok önemli bir teknik konu olup gerçek nedeninin bulunup gerekli tedbirler alınmaz ise üzerine yapılacak yapının güvenilmez olmasına neden olur. Bir nükleer santralın temelinin güvenilmez olması ise kesinlikle kabul edilebilecek bir husus değildir ve bir felakete neden olacağı kesindir. Böyle bir felakete neden olunmaması için Akkuyu Nükleer Santralı yapım çalışmalarının durdurulması gerekmektedir” dedi.

***
“Oldu bittiye getirilmemeli”
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca
Nükleer santral gibi bir inşaat faaliyeti; her aşamasında etkin ve bağımsız denetimi gerektiren, oluşabilecek tüm risklerin doğru hesaplanıp, giderilmesi elzem bir süreç. Bu konuyla ilgili hiçbir şeyin üstü örtülmemeli, oldu bittiye getirilmemeli. Akkuyu'da yapılmak istenen nükleer santrale ilişkin kamuoyuna yansıyan görüntü; inşaatın aklın ve bilimin gerekliliklerine göre değil, gündelik siyasi çıkarlar doğrultusunda devam ettiği yönünde. Bu sorunun giderilmesi toplumun her kesiminin içine sinecek bir denetim ve takip süreciyle mümkün olacak. Bizler için aslolan siyasi çıkarlar değil, insanla birlikte doğanın tüm unsurlarının sağlıklı ve güvenli bir biçimde yaşamasını teminat altına almaktır. Bu tüm yöneticilerin de asli sorumluluğu olmak zorundadır.

Enerjide hangi parti daha çevreci

Özgür Gürbüz-BirGün/28 Mayıs 2018

Seçim tarihi yaklaştıkça seçmenlerin karar verme süreci kolaylaşıyor. Seçim bildirgeleri, liderlerin vaatleri ortaya çıktıkça oy vereceğimiz partinin bize nasıl bir gelecek hazırladığına dair öngörülerimiz netleşiyor. Parti bildirgeleri bize bu bilgiyi veriyor. Şimdi satırların izin verdiği kadarıyla AKP, CHP, HDP ve İyi Parti’nin enerji konusundaki görüşlerini özetlemeye çalışayım.

Kömür
AKP iktidarda kalırsa daha fazla kömür santralı yapacağını, kamunun elindeki kömür sahalarını da özelleştirmeye devam edeceğini açıklamış. En az 5 bin megavat (MW) gücünde yerli kömürle çalışan santral yapma hedefleri var. Bildirgede bu kadar çok kömür olunca hava kirliliği konusunda ne yapacaklar diye baktım ama tek bulduğum izleme istasyonlarının sayısının artıracakları bilgisi. Hava kalitesi başlığı altında gürültü kirliliğinden bile bahsedilmiş ancak havanın kirli olduğundan bahsedilmemiş, haliyle çözüm için herhangi bir hedef koyulmamış. Bildirgede kentlerin havası temizlendi deniyor ama bildiğiniz gibi en son Çevre Mühendisleri Odası 81 ilden sadece altısının havasının temiz olduğunu açıklamıştı. Türk Toraks Derneği ve diğer sivil toplum örgütleri de benzer raporlar yayımlamıştı.

CHP hava kirliliğini azaltacak önlemlere öncelik vereceğiz, doğalgaz altyapısı olan kentlerde yakıt yardımını kömür yerine doğalgazla yapacağız demiş. Daha fazla örnek yok ama hava kirliliği sorununu kabul etmiş. AKP gibi termik santrallarda verimli ve yüksek teknoloji kullanma vurgusu var hatta bu teknolojilerin kullanılmasını yasal zorunluluk haline getireceğiz diyerek bir adım öne geçmişler. Zira, AKP döneminde özelleştirilen termik santrallara adeta çevreyi kirletme hakkı verilmiş, en basit filtreler bile olmadan çalıştırılması için Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle çevre mevzuatına uyum konusunda muafiyet getirilmişti. Anayasa Mahkemesi’nden dönen değişiklik ısrarla yeniden yasalaştırılmıştı.

İyi Parti kömür santralları kuracağını belirtmiş. Uygun teknolojik çözümler denmiş ama kömürle ilgili hava kirliliği veya başka bir çevre sorunundan bahsedilmemiş. Üç partinin kömüre karşı tavır almadan iklim değişikliğiyle nasıl mücadele edeceği kocaman bir soru işareti olarak havada asılı kalmış.

HDP ise sermayenin çıkarı için yapılacak termik santral gibi uygulamalara son vereceklerini söylemiş. Bu söylem geçen seçimde de vardı ve çok net değil. Kamu yaparsa sermayenin çıkarı olmayacağı için onay veriliyor mu sorusu geliyor aklıma. Bildirgede ayrıca “Ormanların, derelerin, havanın, suyun, taşın, toprağın, ağacın, kurdun, kuşun, böceğin, tüm yaşamın haklarını koruyacak, yaşamın bilgisini savunacağız” denmiş.

Nükleer
AKP tahmin edileceği gibi Mersin, Sinop ve üçüncü bir yere nükleer santral kurmaktan bahsediyor. İşin ilginç tarafı, yabancı şirketlerin elindeki bu projelerle dışa bağımlılığın azaltılmasının hedeflendiği söylenmiş. Yakıtından, işletmesine yabancılara bağlı santrallarla bu iş nasıl olacak belli değil.

CHP bir önceki seçime göre tabanına kulak vermişe benziyor. Sinop ve Mersin projelerini gözden geçireceklerini, uluslararası yükümlülükler çerçevesinde mümkünse iptal edeceklerini yazmışlar. Bir başka yerde ise “Mevcut nükleer enerji teknolojilerine dayalı, sorunlarını giderememiş riskli santrallerin, ülkemizde kurulmasına izin vermeyeceğiz” deniyor. Bana fisyonla değil füzyonla gel diyorlar. Bu da nükleer santrallara güle güle demek aslında. CHP, diğer partilerin değinmediği nükleer silah konusunda da barışçıl bir tavır sergilemiş. Nükleer ve kimyasal silahların bölgede ve dünyada yayılmasına karşı mücadele edeceklerini söyleyen tek parti olmuş.

İyi Parti nükleer enerjiyle ilgili bir şey söylememiş. HDP’nin tavrı ise net; Sinop ve Mersin’deki projeleri iptal edeceğini söylemiş.

Sorunlar nükleer ve kömürle sınırlı değil ama bu iki örnek partilerin bakışını görmek için bize fırsat veriyor. Biraz da çözüm tarafına yani ne yapacaklarına bakalım.

İklim değişikliği
AKP’nin iklim değişikliği ile mücadelede “yeşil büyüme” sloganını seçtiğini ve akıllı şehirlere odaklandığı görülüyor. 2016 yılında Paris Anlaşması’nı imzaladık denmiş ama sürecin tamamlanmadığından ve Türkiye’nin anlaşmaya taraf olmayan 23 ülkeden biri olduğu es geçilmiş. İklim fonlarından en çok yararlanan ülkelerden biri olmasına rağmen hâlâ Yeşil İklim Fonu’ndan para alınmaya çalışılacağı belirtilmiş. Seragazı azaltım hedefi ise yok. Paris onaylanmadığı için havada kalsa da 2030’a kadar artıştan azaltma hedefi var. Kamu alımlarında çevre dostu ürün tercihi, Ankara’dan başlayarak hastane ve AVM gibi merkezlerde “sıfır atık” politikası ve atıkların kaynağında ayrıştırılması gibi iklimle ilgili öneriler dikkat çekici. Ağaçların korunmasından çok fidan dikimine odaklanıldığını, fidan ithalatının önüne geçmek için de önlem alınacağı da gözümden kaçmadı. Tersi daha kolay olurdu sanki.

CHP, AKP’nin aşırı tüketimle doğaya zarar verdiğine değinmiş ve çözüm için yeşil ekonomiye geçişi önermiş. Düşük karbonlu sektörlere ve yeşil teknolojilere yatırım yapılacağı vurgulanmış. ÇED sürecini etkin uygulamanın yanı sıra sivil toplumun uzun zamandır dillendirdiği “Sosyal Etki Değerlendirmesi”nin de sürece ekleneceği vurgulanmış. İklim değişikliğinden en çok etkilenecek çitfçi, balıkçı ve tarım işçilerini koruyacak politikalar uygulanacağı belirtilmiş. Paris ve toplam seragazı azaltımıyla ilgili bir hedef yok ama deniz ve demiryoluyla birlikte toplu ulaşımı, verimli uygulama ve ürünleri teşvik ederek seragazı emisyonlarını azaltmayı amaçladıkları yazılmış.  Bu arada hem AKP hem de CHP’nin emisyon yerine kullanılan “salım” kelimesini yanlış yazıp “salınım” yazdıklarını da belirtmeliyim.

İyi Parti, iklim değişimi kaynaklı zararlardan korunmak için gerekli önlemlerin alınacağını söylerken HDP konuya değinmemiş.

Enerji hedefleri
AKP önümüzdeki dönemde yerli ve yenilenebilir kaynaklara önem vereceğini söylüyor. Bu hedefin içinde oldukça tartışmalı HES yatırımlarına Ilısu (Hasankeyf) ve Yusufeli gibi iki büyük barajın yanında 10 bin MW’lık onlarca hidroelektrik santralın eklenmesi de var. Güneş ve rüzgar enerjisinde de 1000 MW’lık büyük projelerden bahsediliyor. İktidar partisinin tüm planlarının büyük şirketler ve elektrik üretiminde merkezileşme üzerine kurulu olduğunu söylemek mümkün. Burada hem CHP hem de İyi Parti daha farklı bir yol öneriyor.

CHP de AKP gibi yerli ve yenilebilir enerji dese de çözüm yolunu birkaç şirketten değil halktan ve devletten geçirmeye çalışmış. Örneğin, apartmanlarda güneş paneli kullanacaklara sıfır faizle kredi vermeyi, ısı yalıtımı ve panel yatırımının mali yükünü karşılama sözü vererek, sorunu yine güneşle ama daha küçük ve faydası halka gidecek yatırımlarla çözmeyi amaçlamış. Sokak aydınlatması için de güneş enerjisini önermiş. Bor madenlerini özelleştirmeyeceklerini, özellikle kamuya ait madenlerin rödovans sözleşmelerini iptal edip kamulaştırılacağını söylemiş.

İyi Parti de “yalnızca makro ve büyük ölçekli projelere değil, mikro ölçekli projeleri de ön planda tutan düzenlemeler yapılacaktır” diyerek çağa daha uygun çözüm önerileri sunmuş. Çatılarda güneş panelleri, bireylerin kurulum yapmasını sağlayacak düzenlemeler yenilenebilir enerji hedefleriyle iç içe yer almış.

HDP’nin Cumhurbaşkanlığı Bildirgesi’nde “Güneş ve rüzgardan yararlanarak her eve temiz ve ucuz enerji sağlayacağız” sözü durumu özetliyor. Tasarruf öne çıkıyor, yerelde üretime vurgu yapılıyor. Su ve elektrik kullanımında, asgari ihtiyaç miktarına kadar ücretsiz sunulması vaadi de önemli.

Bu bölümde CHP’nin hedefleri daha detaylı, İyi Parti’yle birlikte bireysel üretime, mikro çözümlere yönelmeleri ülke için umut veriyor.

Bildirgelerde benim gözüme çarpanlar bunlar. Detaylar için sizleri de okumaya davet ediyorum.

Karar sizin!

Not: Bu değerlendirme yapılırken AKP'nin Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Genel Seçim Beyannemesi 2018, CHP Seçim Bildirgesi 2018, İyi Parti Parti Programı, HDP Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçim bildirgelerinden faydalanılmıştır.  İyi Parti henüz seçim beyannamesini açıklamamıştı.

Koalisyon önce sokakta olur

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Haziran 2015

Türkiye’de muhalefetin gönlünden geçen AKP’siz bir koalisyon. Bunu herkes biliyor. Türkiye’de muhalefet bir kez daha ‘ne istemediğini’, ‘ne istediğinden’ daha iyi biliyor. Öyle ama bu sorunu çözmüyor.

AKP’siz koalisyon formülü bir tane. Yeterli çoğunluk için CHP, HDP ve MHP’nin birlikte hükümet kurması gerekiyor. MHP ve HDP’nin yanyana gelmeyeceğini düşünürsek bu düşük bir ihtimal. CHP, iki tarafla da uzlaşabilecek tek parti gibi. Dışarıda kalan partinin hükümete güvenoyu vermesiyle bir azınlık hükümeti kurulabilir.

MHP’nin, CHP-HDP azınlık hükümetine güvenoyu vermesini seçmenine anlatması zor. HDP’nin CHP-MHP hükümetine verdiği güvenoyunu açıklaması da. Yine de HDP içindeki yapılar uzlaşma konusunda MHP’den daha ileride gözüküyor. Kısacası, içinden ‘adalet ve kalkınma’ geçmeyen en yüksek olasılık, CHP-MHP azınlık hükümetine HDP’nin dışardan destek vermesi. Bu iş elbet hatırla, emanet oyla açıklanacak kadar basit değil. Bir siyasi anlaşma gerekecek.

Bu anlaşmanın, çözülmeyi bekleyen Kürt sorunu, Anayasa değişikliği gibi nedenlerden dolayı dört yıllık bir dönemi kapsayacağını düşünmek iyimserlik. Kurulacak azınlık hükümeti aslında bir seçim hükümeti olacak. Bu, asgari müştereklerde anlaşılırsa aslında pazarlığı kolaylaştıran bir faktör olabilir. Türkiye’nin 13 yıldır mahkum bırakıldığı antidemokratik rejimin sonunu da getirebilir. Tek şart, her partinin ve seçmeninin bir süre fedakarlık yapması.

MHP’nin HDP’nin istediği Anayasa değişikliğine evet demeyeceği ortada.
HDP’nin ana dilde eğitim talebini MHP kabul etmeyecek.
CHP zorunlu din dersi kaldırılsın, seçmeli olsun dese büyük bir olasılıkla MHP itiraz edecek.
Çözüm süreci belki bir süre rafta bekleyecek.

Örnekler çoğaltılabilir. Madalyonun diğer yüzüne de bakalım. Azınlık ya da seçim hükümeti şunları yapabilir.

Seçim barajını indirip, bir daha hiçbir partinin ülkeyi diktatör gibi yönetmesine izin vermeyebilir.
Başkanlık sistemi tartışmalarını çöpe atıp, Kaçaksaray’ı halkın kullanımına açabilir.
Hasıraltı edilen yolsuzluk dosyalarını ortaya çıkarıp, gerçekleri ortaya çıkarabilir.
YSK’den RTÜK ve TRT’ye kadar birçok kurumu özerkleştirebilir.
Sayıştay’ı yeniden çalışır hale getirip, adalet sisteminde yapılacak gerekli düzenlemelerle hukukun üstünlüğü yeniden sağlanabilir.
Nükleer santral projelerini iptal edip, 77 milyonun hayatını kurtarabilir.
YÖK kaldırılabilir, Cemevleri’ne ibadethane statüsü tanınabilir.

Olası kısa süreli koalisyonların çevre konusunda kalıcı etki bırakması nükleer gibi belli başlı projeler dışında zor. 3. Havalimanı iptal edilebilir. Hasankeyf, 3. Köprü gibi konularda ise işlerin yarım bırakılması gibi cesaretli kararlar alınabilir mi emin değilim. Yönetmelikleri, iklim müzakarelerini etkileyecek çalışmalar da koalisyonun ne kadar süreceğine bağlı. Hepsinin ön koşulu ise anlaşmak çünkü partilerin seçim bildirgeleri çevre konusunda çok belirgin ya da gerçekçi olmayan ifadeler içeriyordu.

Bu kadarı bile Türkiye’yi son 13 yılda yaşadığı karanlık günlere bir daha dönmemek üzere değiştirebilir. Bunun için sadece partilerin değil onlara oy verenlerin de anlaşması gerek. Sosyal medyada muhalefete oy verenlerin yazdıklarına bakarsanız asıl sorunun Meclis’te değil sokakta olduğunu görürsünüz. Kırmızı çizgilerin haddi hesabı yok.

Muhalefetin AKP ile koalisyona karşı çıkmaları anlaşılır bir durum. Böyle bir koalisyonun yukarıda saydıklarımızı gerçekleştirme şansı zor. Diğer seçeneklere karşı çıkmalarını anlamak ise çok zor. Bir koalisyon olmazsa erken seçimden başka bir seçenek yok. Böyle bir durumda aynı Meclis tablosunu kim garanti edebilir?

Yaşadığımız, takip ettiğimiz siyasi hayattan soğumamak elde değil ancak bu bile ‘kötünün iyisi’ diye bir seçenek olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sokaktakiler işi yokuşa sürerek partilerini köşeye sıkıştırdıkça bu seçenek de ortadan kalkabilir. O nedenle önce sokakta asgari müşterekler üzerinden bir koalisyon kurulmalı. Biz bunu Gezi’de yapmıştık yine yapabiliriz.

Sıfırlama sırası sizde

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Haziran 2015

Mutsuz evliliklerde eşlerin birbirine tatsız yakarışlarından biri, “hayatımı yedin”dir. 7 Haziran’da milyonlar sandığa, “Hayatımı yedin(iz)” diye söylenerek gidecek. Yemek fiilinin her anlamda hakkını verdiklerini bilerek.

13 yıl, dile kolay. 13 yıl önce başka bir ülkede yaşıyorduk. Demokrasiyi oturtmaya çalışan sancılı bir ülkede. O zaman sorsaydınız “en kötüsü bu” derdik. Şimdi ise her sabah kalktığımızda “en kötüsü dündü” diyoruz. Her gün daha kötüye giden bir ülkedeyiz. Özal ile başlayan ‘çağ atlama’ sloganlarına gülüyorduk ama Erdoğan hükümetleriyle çağın gerisine düştük.

Bugün Türkiye’de ‘imam nikahı’ numarasıyla kadınları köleleştirmeyi savunan bir hukuk sistemi var. Kadınların dünyanın birçok gelişmiş ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkının tanındığı ülkenin geldiği nokta bu.

Bugün Türkiye’de taraf tutan, taraf tutmayanı bertaraf etmek için hukuken bir bahane bile uydurma gereği duymayan mahkemeler var. Sahte delillerle insanları hapse atan, bu sahte delilleri göre göre gerçekmiş gibi haber yapan ‘gazeteciler’ var. Siyasetçi değil ahlak zabıtası kesilenlerin yolsuzluk kasetleri var. Dindarmış gibi yapanların boş zamanlarında dini “bakara makara” diyerek tiye alması var. Madende işçi arkadaşını kaybeden işçiye tekme atan danışman var. Sonucunda birbirine bağıran çağıran, farklı düşündüğü için karşısındakini öldüren bir halk var. Karısına, sevgilisine aşkını onu öldürerek gösteren erkekler var. 13 yılda ülkeyi getirdikleri nokta bu. Biz ‘konuşurken’ yaptıkları bu. Artık şiddet ve nefretin olmadığı bir ülkeyi hatırlamayan çocuklar var.  

7 Haziran seçiminde AKP’nin yenilmesi veya HDP’nin barajı geçerek Meclis’teki dengeleri bozması halinde bu Türkiye sıfırlanacak. İlmek ilmek dokuyarak yaratacağımız yeni bir ülkeye uyanacağız.

25-30 yaşlarındaki insanlar ilk defa yeni bir lider görecek. Başbakan-cumhurbaşkanı tanımları değişecek. Ülkeyi yönetenlerin işinin ülkede yaşayanları azarlamak olmadığını öğrenecekler. Siyasetin hakaretle değil mizahla, nükteyle yapıldığı günleri görecekler. Türkiye’de nefretle, kinle, ötekileştirerek ve hakaretle siyaset yapma biçimi sıfırlanacak.

Dış politika da sıfırlanacak. Komşularıyla kavga eden, onları tehdit edip, iç işlerine karışan Türkiye gidecek yerine “yurtta barış dünyada barış” diyen Türkiye gelecek. Tırlar sıfırlanacak, kasalarındaki silahlar boşaltılacak.

Ayakkabı kutularıyla iş yapanlar, eşe dosta sınav sorusu paslayanlar, tecavüzcüleri serbest bırakanlar, ayakkabı kutusu hırsızlarını koruyup, işçilerin grevlerini erteleyenler de sıfırlanacak.

İhalelerden alacağı paralar uğruna ülkeyi nükleer bataklığa sokanlar, ülkenin derelerini olmadık HES’lere teslim edenler, kömür için zeytine kıyanlar, rant için ormanları kesenler; hepsi sıfırlanacak. Seçimde iktidar değişirse yeni bir Türkiye kurma umudu hiç olmadığı kadar güçlenecek. 5 Haziran Dünya Çevre Günü gibi birçok önemli tarih, belki de bir süre sonra sorunlarla anılmayacak aksine kutlanacak. Böyle bir umut var çünkü herkes kötüyü gördü. Ortada kötünün tekrarına müsaade etmeyecek bir irade var. 

Seçimden istenilen sonuç çıkmazsa bir sıfırlama da orada olacak. Muhalefetin eski bildikleri sıfırlanacak. Yeni bir eylem planı, yeni bir örgütlülük gerekecek ama ne olursa olsun bir 13 yıl daha heba edilmeyecek. Bu maçın ikinci yarısı yok.

Parti bildirgelerine bel bağlanmamalı

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Mayıs 2015

İki hafta sonra seçim var. Partilerin çevre ve enerji vaatlerine bakıp bir değerlendirme yazısı yazma vakti. En kolayı AKP’nin bildirgesini değerlendirmek. “Her yer beton her yer rant” anlayışı yeni dönemde de devam edeceğe benziyor. Nükleer santral gibi geçmişin rüyaları enerji planlarına damgasını vurmuş. İnsan dostu, çevre dostu kentlerden bahsediliyor ama “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diye boşuna dememişler. Son 12 yılda kentlere doluşturulan binlerce insan ve binadan başka bir şey görmedik. Şehirde ağaç görenin ağlayası geliyor. Kentler öyle kalabalıklaştı ki, mecburen yapılan metrolar bile ihtiyaca yanıt vermiyor; hepsi tıklım tıklım. Metroların insandan çok ranta hizmet etmesi de ayrı bir dert. Metro hattı alışveriş merkezleriyle doluyor, bu merkezlere özel girişler sağlanıyor. Şu günlerde İstanbul’da iş saatlerinde metroya binen ya da yer bulup binebilen kendini Çin’de sanır.

CHP’nin projelerinin AKP’den farkı ise çevreye zarar vermeyecek olmasından çok, “zarar verir mi diye bakacağız ve soracağız” demesi sanki. Buna da şükür diyen çıkabilir tabii. Kimseyi kırmayalım türünden bir program yazılmış. Nükleere net hayır denmiyor gibi gözükse de atık sorunu çözülene kadar evet demeyiz denmiş. Atık sorununun çözülemeyeceği ortada. Bu cümleyle zaten nükleere hayır deniyor ama neden açıkça söylenemiyor anlamak zor. HES projelerine çekinceli yaklaşılması, iklim değişikliği vurgusu iyi ama program sadece ithal kömüre hayır deyince iklim konusu havada kalıyor. ‘Enerjide ihtiyacın karşılanmasında enerji arzının abartılı biçimde arttırılması yerine enerji verimliliğinin yükseltilmesini esas alacağız’ CHP’nin bu bölümdeki en olumlu cümlesi. Büyüme hızı saplantısı AKP’de olduğu gibi CHP’de de kendini gösteriyor.

HDP’de birçok konuda çizgiler daha net; örneğin nükleer karşıtlığı. Belirsizlik ise HDP’de de görülüyor. Sermaye birikimi için yapılan HES, nükleer, termik vb. enerji projelerine karşı çıkılıyor. İyi ama bu projelerin ekolojiye verdiği zararın tek kaynağı ‘sermaye birikimi niyeti’ değil. Yanlış HES projesi halk girişimi olsa çevreye zarar vermeyecek mi? Çevre ve enerji sorunları hemen hemen her yerde mülkiyet sorunuyla eşleştirilmiş. Sosyalizm çevre sorunlarını anlama konusunda çok yol kat etti ama HDP metnindeki ifadeler oldukça eski. HDP programı Türkiye’de karşıtlık üzerinden muhalefet edenleri mutlu edecek vaatlere sahip ama diğerleri gibi ne kadarı gerçekçi belli değil.

Özetlersek, 7 Haziran seçimleri öncesi parti bildirgelerine bel bağlamak iyi bir fikre benzemiyor. Partilerin iletişim stratejileri size vaatlerden fazlasını anlatıyor. AKP’nin derdi seçmenini korumak. Daha çok geçmişte yaptıklarını anlatarak oy istiyor. “Onlar konuşur, AKP yapar” sloganı kahve tartışmalarında AKP’li seçmen kullansın diye yazılmış. Reklamlarda da açıkça görülüyor. Karşı tarafı ikna edecek bir yanı yok ama oy kaybetmeyelim yeter düşüncesi hakim.

CHP, AKP’nin eski haline benziyor. Projeler açıklıyor, yeni seçmen kazanmaya çalışıyor. CHP ile eski AKP arasındaki en önemli fark ortadaki paranın daha adil dağıtılacağı ve ülkenin daha şeffaf yönetileceği iddiası. Emekli maaşı, ikramiye meselesi önemli. AKP gelirin birkaç elde toplanmasını istiyor, CHP ise daha fazla dağıtmak.

HDP’nin iletişim stratejisi ise kendisine yüzde 10 barajını geçirecek CHP ve sol oyları almaya dönük. Her şey Erdoğan karşıtlığı üzerine kurulmuş. “Barajı geçemezsek AKP tek başına iktidar, Erdoğan başkan” diyen ve bunun için CHP ve sol seçmenin oyuna ihtiyaç duyan HDP’nin partideki ‘yetmez ama evet’çilerle yollarını ayırmaması, yüzde 10 barajını müzakere masasına getirmemesi hedef kitleye ulaşmalarını zorlayabilir. Oy istedikleri kesim o yüzden bugün samimiyet sorgulaması yapıyor, koalisyon yaparlar mı diye tartışıyor. HDP’nin eylemleri iletişim stratejisiyle çelişiyor. Sloganların havada uçtuğu bir seçim izliyoruz. Seçmenin işi zor.

Siyasette eksen kayması

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Şubat 2014

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) siyasi yelpazede iyice sağa gittiği artık su götürmez bir gerçek. Yayın yasakları, siyasete yargı ve kolluk kuvvetleri yoluyla müdahale, tek adamcılık, demokratik protestolara karşı aşırı şiddet uygulama AKP’nin merkez sağdan sağa, hatta aşırı sağa geçtiğini gösteriyor. Kasım 2013’te merkez sağ partilerin üye olduğu Avrupa Halk Partisi’ndeki gözlemci üyeliğini bırakıp, Avrupalı Muhafazakârlar ve Reformcular İttifakı’na üye olmaları da bu kayışın bir başka göstergesiydi. Artık paranoyaya varan ‘darbe’ söylemleri, paralel, yatay ve yamuk devlet teorileri, herkesin kendisini yok etmek istediğini sanan bir dikta yönetiminin sayıklamalarını andırıyor. Tüm işaretler “aşırı sağı” gösteriyor…

Siyasi yelpazedeki bu değişiklik Cumhuriyet Halk Partisi’ni (CHP) de etkilemişe benziyor. Kılıçdaroğlu’nun gelişiyle “merkez sola mı gidiyor” denilen CHP, yerel seçimlerde gösterdiği bazı adaylarla aksi yönde seyrediyor, merkezi hedefliyor izlenimini uyandırıyor. “Önemli olan seçimi kazanıp, AKP’yi zayıflatmak ve düşüşü başlatmak” denebilir ancak söz konusu adayların galip gelmeleri halinde bildikleri sağ politikaları mı yoksa partinin istediği ‘sol’ politikaları mı uygulayacağı belirsiz. Söylemlerden yola çıkarak sonuca varmak zor. İşin içinde kentler olunca korumacı sol politikalarla, rantçı sağ politikalar arasında ciddi farklar olduğunu belirtmek lazım.

Yelpazenin sağ tarafı kalabalıklaştı. Boşalan sol tarafta ise Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Türkiye Komünist Partisi gibi az oy oranına sahip partilerle, birçok bileşenden oluşan Halkların Demokratik Partisi (HDP) kaldı. HDP bu boşluğu değerlendirip, CHP’nin sol seçmeninden oy almak istiyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Sırrı Süreyya Önder bunu açık açık söylüyor. Belki kendisi de farkında değil ama seçimi kazanmaktan çok CHP seçmeninin oylarını almaktan bahsediyor. Önder’e göre HDP İstanbul’da yüzde 20 oy alacak ve ertesi gün hepimiz ‘bambaşka bir ülkeye uyanacağız’. Hiç emin değilim. Önder CHP’den gelen oylarla yüzde 20’yi bulursa aksine aynı ülkede olacağız çünkü yüzde 20 Önder’e seçimi kazandırmayacak. İstanbul’u bu hale getiren Erdoğan-Topbaş yönetimi büyük bir olasılıkla bir beş yıl daha kenti yönetecek. Beş yıl sonra da İstanbul’dan geriye bir şey kalmayacak. Önder ‘herhalde’ bunun farkında değil. Tüm eleştirilerini CHP’ye yönelterek rakibinin Kadir Topbaş ya da AKP olmadığını belli ediyor.  

HDP daha önce CHP’nin yaptığı hatayı yapıyor. Solda tek biz varız diyerek sol seçmenin, ‘mecburen’ kendisine oy vereceğini düşünüyor. Şu ana kadar Önder’in İstanbul’un trafik sorununu nasıl çözeceğine, İstanbul’un kuzeyindeki yapılaşmaya nasıl dur diyeceğine, kenti nasıl küçülteceğine dair bir önerisini duymadım. Varsa yoksa Sarıgül. Baykal’ın Erdoğan ile yatıp kalktığı günleri hatırlatıyor.

HDP’nin kendisine CHP’yi hedef seçmesinin nedeni siyasi yelpazenin solundaki boşluk olabilir. Olabilir ancak HDP sol ya da sosyal demokrat oyları alabilmek için kendi içinde radikal değişiklikler yapmalı. Öncelikle Türkiye’yi bugünlere getiren ‘yetmez ama evetçi’ unsurları partiden atmalı. Referandumda çok tartmadan ‘evet’ oyu atmış, sonra pişman olmuşlardan bahsetmiyorum, bu işin bizzat kampanyasını yürüten 100-200 kişiden bahsediyorum. İkinci olmazsa olmaz da HDP’nin Kürt sorunu dışındaki sorunlarda da halkın yanında olacağını göstermesi. Solu temsil ettiğini söyleyen bir partinin sesi Gezi sürecinde, yolsuzluk meselesinde duyulmayacaksa ne zaman duyulacak? Ne zaman bu soruyu sorsak, “ama, çözüm süreci” deniyor. O zaman bu süreci şeffaflaştırın. Pazarlıkları biz de bilelim. AKP’ye referandumda evet diyerek güvenenlerin sonunu biliyoruz. Seçimden sonra iktidar istediğini alır, çözüm sürecini de rafa kaldırırsa şaşırmamalı.

Türkiye’deki seçim aritmetiği merkez sol ile solun birbiriyle beraber hareket etmesini gerektiriyor. Zor ama şart. Siyasette kayan eksen solda birliktelikle eski yerine oturtulabilir, dağılıp ayrışarak değil.