Nükleer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nükleer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Nükleer enerjinin durumunu rakamlar anlatıyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 17 Şubat 2025

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası geçen hafta Ankara’da Dünya Nükleer Endüstrisi Durum Raporu’nun tanıtımı için bir dizi etkinlik düzenledi. Raporun sonuçlarını baş yazarı ve koordinatörü Mycle Schneider aktardı. 2024 raporunun yazarlarından biri olduğum için ben de sunumları Ankara’da izledim. 2007 yılından bu yana düzenli yayımlanan bu nükleer külliyata siz de worldnuclearreport.org adresinden ulaşabilirsiniz.

Beş yüz sayfayı aşan bu rapor nükleer karşıtı veya yanlısı bir rapor değil, rakamlarla durumu ortaya koyuyor, değerlendirmeyi size bırakıyor. Ben de Schneider’in sunumundan aldığım notları sizlerle yorum yapmadan paylaşıyorum.

  • 1996 yılında nükleer santrallar küresel elektrik üretiminin yüzde 17,5’ini karşılıyordu, 2023 yılında bu rakam yüzde 9,15’e geriledi.
  • Nükleer santralların toplam elektrik üretimi 2023’te 2600 teravatsaat (TWh) oldu, 2006 yılındaki zirvenin 60 TWh gerisinde kaldı.
  • 2005 ila 2024 yılları arasında 104 yeni nükleer reaktör işletmeye alınırken 101 tanesi de kapatıldı. Bu 104 reaktörün neredeyse yarısı (51) Çin’de yapıldı. Çin’i hesaba katmazsanız aynı dönemde dünyada kapatılan reaktör sayısı yapılandan 48 adet fazla.
  • 2024 sonunda dünyada 411 nükleer reaktör çalışıyordu, 2002’de bu rakam 438’di.
  • Halihazırda yapımı süren reaktör sayısı 61 (29 adedi Çin’de) ancak çok gecikmiş inşaatlar veya küçük reaktörler de bu listede yer alıyor, yapımına 1985 yılında başlanan Mochovce-4 gibi.
  • Dünyadaki reaktörler oldukça yaşlı. Yaş ortalaması 32’yi geçiyor, ABD’deki filonun ortalaması 43’ü, Fransa’da ise 39’u buluyor.
  • Yaşlı reaktörlerin üretim rakamları düşüyor. Fransa ve Belçika örneklerinde net bir şekilde görüldüğü gibi, iki ülkede de filo ilk 10-15 yılda yüksek üretim rakamlarına ulaşırken, yaşlandıkça yaklaşık yüzde 20 oranında daha az üretim yapa hale gelmişler, ani düşüş ve inişler yaşamışlar.
  • Nükleer reaktör inşaatlarında maliyeti artıran faktörlerden biri yapım sürelerinin uzaması. Yapımı süren 61 reaktörden 24’ü gecikmiş durumda. Akkuyu’daki 4 reaktör de bu listede. Bu konuda en iyi örnek olarak gösterilen Çin de bile gecikmeler daha sık görülmeye başlanmış. Schneider bunu “nükleer enerjinin negatif öğrenme eğrisi” olarak tanımlıyor. Gerçekten ilginç, daha çok reaktör yaptıkça maliyetlerin ucuzlamasını, yapım süresinin kısalmasını beklersiniz ama nükleer alanda tersi oluyor.
  • Amerika ve Fransa’nın başını çektiği, 2050’ye kadar nükleer enerji kurulu gücünü üçe katlama çağrısının ardında iklim krizinden çok jeopolitik nedenler olduğunu belirten Schneider, bu çağrıyı yapan ülkelerin çoğunda, ABD ve Fransa da dahil olmak üzere halihazırda yapımı süren bir nükleer reaktör bile olmadığının altını çiziyor.
  • Dünyada nükleer santral yapımında Rus ve Çinli firmaların net hakimiyeti var. Kore ve İngiltere’deki ikişer üniteyi saymazsanız geri kalan tüm reaktörleri bu iki ülkenin firmaları yapıyor. Bu da Batı’da sıkça dillendirilen “nükleer enerji geri geliyor” iddiasının karşısına, “kim yapabilecek” sorusunu koyuyor. Schneider, ABD veya Avrupa’da ambargolar yüzünden Rusya veya Çin’in nükleer reaktör yapamayacağına, Güney Kore’nin KHNP’si ve Fransız EDF’nin de zaten ciddi borç yükü altında olduğuna dikkat çekiyor.
  • Medyada sıkça yer alan Küçük Modüler Nükleer Reaktörlerin (SMR) geleceği ise anlatılanın aksine büyük bir soru işareti taşıyor. Henüz tasarımların onaylanma aşamasını bile geçememiş bu projelerin tahmini maliyeti, pahalı olduğu için eleştirilen büyük reaktörlerin bile üstüne çıkıyor. Bu yüzden de başta ABD’deki Nuscale projesi olmak üzere birçoğu kâğıt üstünde kalıyor.
  • Nükleer santraldan elektrik üretmenin maliyeti son 15 yılda yüzde 49 oranında artarken, güneşte yüzde 83, rüzgârda yüzde 63 oranında azalmış. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre batarya destekli güneş elektriğinin maliyeti bile şimdiden nükleerden ucuz ve 2030’da kilovatsaat başına 4,5 sentlere kadar düşecek.
  • AB’de rüzgâr ve güneşin toplam elektrik üretimi nükleeri çoktan geçmiş durumda. Çin’de ise güneş enerjisinden üretilen elektrik ülkedeki tüm nükleer santralların üretiminden fazla. Rüzgar santralları da nükleer santralların toplam üretiminin iki katı kadar elektrik üretiyor.

‘Nükleer güç’ Türkiye’ye yayıldı

Özgür Gürbüz-BirGün / 7 Şubat 2025

Gaziemir'de nükleer atıkların bulunduğu saha
En sonunda istenen oldu. ‘Nükleer güç’ diye diye başımızın etini yiyenler, nükleer gücü Türkiye’nin dört bir yanına yaymayı başardı. Türkiye’ye nasıl ve nereden getirildiği bir türlü ‘tespit edilemeyen’ nükleer atıkların olduğu İzmir’in Gaziemir ilçesindeki eski kurşun fabrikası, ‘nükleer gücü’ tüm memlekete yayıyor.

Nasıl mı? Anlatalım. 2024 yılının Temmuz ayında yaklaşık 18 yıl önce varlığı ortaya çıkan bu atıkların oradan alınması amacıyla bir çalışma başlatıldı. Çevre Bakanlığı, TENMAK (Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu) ve NDK’nin (Nükleer Düzenleme Kurumu) dahil olduğu bu süreçte sahanın atıklardan temizlenmesi işi Ekovar adlı bir şirkete verildi. Ekovar kalabalık bir mahallenin ortasında yer alan bu alanda çalışmalara başladı.

Yukarıda saydığım üç kurumun uygun gördüğü ‘Çevresel Temizleme Planı’nda atıkların işlenmesiyle ilgili önemli bir kıstas belirlenmiş. Yapılan işi basitçe anlatmak gerekirse, atık bulaşmış alanlarda radyasyon seviyesine bakılıyor, radyasyon seviyesine göre çıkan atıklar ilgili bertaraf tesislerine gönderiliyor. Radyasyon ölçümü sonucu doz hızı saatte 80 nanosiverti geçerse atıklar radyoaktif atık kabul ediliyor, düşükse tehlikeli atık sınıfına alınıyor ve Türkiye’deki tehlikeli atık bertaraf tesislerine gönderiliyor. 79 olursa tehlikeli atık, 81 olursa radyoaktif atık.

Elbette burada birkaç temel sorun var. Radyasyon seviyesinin güvenliği, ölçümlerin denetimi ve Türkiye’de radyoaktif atıkların saklanması için uygun bir tesisin olmaması. Bertaraftan kasıt aslında atıkları doğadan ve insanlardan yalıtmak çünkü radyoaktif atıkları yok edebilecek bir teknoloji de dünyada yok. Firmanın yeterliliği ve işin özenle yapılıp yapılmadığı da sorgulanıyor. Süreci takip eden Avukat İpek Sarıca, radyasyon ölçümleriyle ilgili sorumluların imzalarıyla ilgili şüpheler olduğunu ve suç duyurusunda bulunacaklarını söylüyor. Her işyerinde gördüğümüz formalite imzalarla onaylanıyor olabilir mi bu kritik ölçümler?

Öncelikle bu sınır değer meselesinin dünya çapında tartışmalı bir kavram olduğunu belirtelim. Yıllar geçtikçe insanların maruz kalabileceği sınır değerler düşürülüyor. 1980’lerde normal bir birey yılda 5 milisivertten fazla radyasyona maruz kalmasın deniyordu, 1990’larda bu oran 1 milisiverte düşürüldü. Bilimin bir risk gördüğü ortada. Çernobil kazasından Sanayi ve Ticaret Bakanı olan Cahit Aral her ne kadar “biraz radyasyon iyidir” demiş olsa da radyasyonun hiçbir dozu güvenli değil ve tıbbi tedaviler gibi zorunlu haller dışında radyasyondan uzak durmalıyız.

Sahada çalışan işçilerin durumu ise endişe verici çünkü sahadaki radyasyona sadece bir saat değil günlerce maruz kalıyorlar. Özel elbiseler giymeleri, vardiyalarının düzenlenmesi gerekir ama öyle bir durum yok. Emrez Mahallesi’nde oturanlar ise 24 saat orada. Çalışmalar sırasında radyasyon yayılıyorsa risk altında olabilir. Sahadan gönderilen atıkların miktarı ve nereye gönderildiği de önemli. İstanbul Çekmece’deki nükleer araştırma merkezi, Kocaeli’ndeki İzeydaş, Bilecik’teki Vezirhan Çimento Fabrikası gibi birçok yere Gaziemir’den yola çıkan kamyonların gittiği biliniyor. İşleri yürüten Ekovar’a, Torbalı’da atık ara depolama izni de verilmişti. Gaziemir’den oraya nakledilen radyoaktif ya da tehlikeli atıklar da olabilir. Atık taşıyan kamyonların üzerlerine branda bile olmuyor. Atıklar götürüldükleri yerlerde yakılıyor mu, depolanıyor mu yoksa gömülüyor mu bilmiyoruz. Tespit edilen Europium 152’nin radyoaktivitesinin geçmesi için 135 yıllık (10 yarılanma süresi hesabıyla) bir süreye ihtiyaç olduğunu hatırlatalım.

Aslan Avcı Döküm Sanayi ve Ticaret’a ait Gaziemir’deki eski kurşun fabrikasında ne kadar radyoaktif atık olduğu da net değil. Radyoaktif atığın kurşun gibi başka metal atıklarla karıştığı, toprağa da bulaştığını biliyoruz. 250-300 bin ton radyoaktif cüruftan bahsediliyor. Miktar çok, tehlikeli atık alma yetkisi olan her tesis potansiyel alıcı konumunda. Nükleer elektrik santralını dilimize ‘nükleer güç santralı’ diye çevirip, buradan siyasi mesajlar vererek Türkiye’ye nükleer santrallar kurmak isteyen zihniyeti tebrik etmeli. Yukarıda özetlediğimiz gibi ‘nükleer gücü’ tüm Türkiye’ye yaymayı başardılar. Bedelini hepimiz ödeyeceğiz.

Sağcılar neden rüzgârı sevmez

Özgür Gürbüz-BirGün / 16 Ocak 2025

Alice Weidel
Almanya’nın aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif Partisi (AFD) lideri Alice Weidel, partisinin kurultayında yaptığı konuşmada, elektrik üretiminde kullanılan rüzgâr türbinlerini, “utanç yel değirmenlerini yıkacağız” sözleriyle eleştirdi. Weidel’in utanç duyduğu değirmenler, 2024 yılında Almanya’nın elektrik ihtiyacının yüzde 33’ünü karşıladı.

AFD’nin 23 Şubat’ta Almanya’da yapılacak erken genel seçim için hazırladığı programda dahası da var. Rüzgâra tamamen karşı çıkarken açık alanlar, ormanlar ve tarım arazilerinde güneş enerjisine de izin vermeyeceklerini söylüyorlar. Tarım arazileri ve ormanları anlayabiliriz güneş panellerinin altında tarım yapmaya izin veren projeleri bile ayırma gereği duymamışlar. Programlarında odunu yeniden enerji kaynağı olarak destekleyecekleri bile yazıyor.

Rüzgâr, güneş ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarına karşı çıkmak sadece Alman sağcılarına özgü bir tavır değil. İngiltere’de Muhafazakâr Parti’nin 2015 yılında uygulamaya koyduğu kanunlar, karada kurulacak rüzgâr türbini projesinin durdurulması için bir kişinin bile itiraz etmesini yeterli kılmıştı. Benzer bir kuralın nükleer veya termik santrallar projelerinde uygulandığını hiç duydunuz mu?

Yenilenebilir enerji kaynaklarına da itiraz edilir elbette hatta bazen gereklidir. Sağ partilerin itirazlarının gerekçesi ise genelde doğanın veya yaşamın korunması değil. Nefrete varan bu ‘gerçek istemezükçülüğün’ motivasyonu aslında nükleer, kömür, petrol ve gaz gibi diğer enerji kaynaklarının sağladığı hakimiyeti korumak.

Büyük santrallar ve sınırlı kaynaklara dayalı bir enerji politikası sizi birkaç şirkete ya da devlete bağımlı kılar. Fiyatı belirler, çok kızdırırsanız elektriğinizi kesmekle bile tehdit ederler. Örneğin, Mersin’de kurulacak bir nükleer santralın Türkiye’nin elektriğinin yüzde 10’unu üretmesi iyi bir şey değil aksine, Türkiye’nin elektrikte bir Rus şirketine ciddi oranda bağımlı olması, elektrik fiyatlarında da bu santralın belirleyici rol üstlenmesi demektir. Güneş veya rüzgar daha küçük ölçekli olduğu için böyle bir hakimiyet kuramaz.

Çatınıza ya da site bahçesine kurduğunuz güneş panelleriyle bu bağımlılığı zedeler, oyunu bozarsınız. Almanya’da olan da bu. 2020 yılında Almanya’da kurulu güneş panellerin yüzde 32’sine bireyler, yüzde 16’sına da çiftçiler sahipti. Almanya’da elektrik üretiminin yüzde 14’ünü karşılayan bu panellerinin neredeyse yarısı bireylerin elinde. Şirketlere ve büyük sermayeye yakın partilerin bu durum karşısında Weidel gibi cinnet geçirmesi normal.

Enerji sektöründeki dev oyunculara, sermayeye yakın duran sağ partilerin rüzgâra, güneşe gıcık olmasının asıl nedeni bu. Manzara veya doğa umurlarında olsa asit yağmurlarından iklim krizine, nükleer atıklardan radyoaktif serpintiye kadar dünyanın karşılaştığı en büyük belaların sorumlusu termik ve nükleer enerji santrallarına karşı çıkarlardı. Otomobil yerine toplu taşıma talep ederlerdi. Tam tersine, üretim amaçlarının bireyler üzerinden toplumsallaştırılmasına ya da zenginliğin paylaşılmasına itiraz ediyorlar ve bu uğurda iklim krizini bile inkâr edebiliyorlar.

Söz Almanya’dan açılmışken, sıkça gündeme getirilen, ‘Almanya nükleer enerjiye geri dönecek mi’ sorusuna da yanıt verelim. Seçim öncesi partilerin programlarına baktığınızda, Yeşiller ve Sosyal Demokratlar’ın bu soruya net bir “hayır” yanıtı verdiğini görüyoruz. Sol Parti’den ayrılan Sahra Wagenknecht Birliği de küçük modüler reaktörler de dahil olmak kaydıyla yeni nükleer santrallara hayır diyor. Sol Parti nükleerden zaten hiç bahsetmiyor. Sağa baktığımızda ise Hıristiyan Demokratlar’ın kapatılan reaktörlerin yeniden açılması için uzmanlara danışacaklarını, liberallerin ise bu kararı santral sahiplerine bırakacaklarını görüyoruz. Bu iki söylem de nükleer enerji açısından iyi haber değil. Nükleer enerjiye geri döneceklerini kesin bir dille söyleyen tek parti ise bu yazıda değindiğimiz, aşırı sağcıların desteklediği AFD. Bir yanda odun bir yanda uranyum yakacaklar.

Güneş ve rüzgar 21 yılda nükleeri geçti

Özgür Gürbüz-BirGün / 26 Aralık 2024

Teknolojik ve düşünsel gelişmeler eskiye oranla daha hızlı paylaşılıyor ve yaygınlaşıyor. Bu da dönüşümleri hızlandırıyor. Enerji dönüşümünün tarihi bu durumun en güzel örneklerden birini sunuyor.

1900 yılında dünyanın nihai enerji tüketimini karşılamada biyokütlenin rolü kömürden fazlaydı. Odun ve tezekten bahsediyoruz. 50 yıl sonra kömür ilk sırayı aldı, biyokütlenin katkısı kömürün yarısı kadardı ama hâlâ petrolden fazlaydı. 2000’e geldiğimizde liderlik koltuğuna oturan petrol, küresel nihai enerji tüketiminin üçte birini karşılar hale geldi. Onu kömür ve gaz izliyordu. 2000 yılında güneş ve rüzgarın katkısı yüzde 0,07’ydi. 25 yıl önce bu iki kaynak enerji üretiminde yoktular desek yeridir.

2023 sonunda ilk üç değişmedi ancak 23 yıl önce “yok” dediğimiz güneş ve rüzgarın nihai enerji tüketimindeki payı hidroelektriği yakaladı. 2024 sonunda bu ikilinin enerji arzına katkısı muhtemelen nükleer enerjinin payının iki katı olacak. Yok sayılan bu enerji kaynakları çeyrek asırdan kısa bir sürede, 60 yıllık nükleer enerjiyi, 130 yıllık hidroelektriği geride bıraktı. 2025 yılında, büyük bir olasılıkla, rüzgar enerjisinin tek başına küresel enerji tüketimini karşılamada nükleer enerjiden daha fazla katkıda bulunduğunu gösteren resmi rakamlara da ulaşacağız. Güneşin nükleeri geçmesi de 2025’te olmazsa 2026’da olacak.

Hep iyi haber vermek zor. Yenilenebilir enerji kaynaklarındaki yükseliş nedeniyle artış hızları yavaşlasa da dünyanın enerji tüketimini karşılamada fosil yakıtların (petrol, kömür ve gaz) hükümdarlığı sürüyor. Payları yüzde 76 seviyesinde. Fosil yakıtlarla vedalaşmak zorundayken bu oran size korkutucu gelebilir ama teknolojinin de desteğiyle enerji dönüşümünün çok hızlı gerçekleşebildiğini unutmayalım.

Küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutmak için 2035’e kadar seragazı emisyonlarını 2019’a kıyasla yüzde 57 oranında azaltmak zorundayız. İki derecenin altında kalmak içinse yüzde 37. Bu hedeflere de ancak fosil yakıtlarla güle güle diyerek ulaşabiliriz. Misafir uğurlarken yaptığımız gibi kapıda sohbeti uzatmamaya dikkat etmeliyiz. Iskaladığımız her hedef bizi daha sıcak bir dünyaya götürüyor ve bu da onlarca canlı türünün yok olmasıyla sonuçlanabilir. Isınmayı ne kadar geç durdurursak, olması gereken derecelere geri dönsek bile tür kayıpları nedeniyle aynı gezegende yaşamayacağız. Aynı iklim koşullarına da geri dönemeyebiliriz.

Enerji dönüşümünü hızlandırmanın tek yolu daha fazla yenilenebilir enerji kullanmak değil. Enerjiyi verimli kullanmak ve tüketimi de gerçek ihtiyaçlarla örtüşen bir duruma getirmek önceliklerimiz olmalı. Zengin ülkelerde enerji talebinin azaldığını görüyoruz. Bunun bir bölümünün de enerjiyi verimli kullanmakla ilgili olduğunu verilere dayanarak söyleyebiliriz. 2023 yılında enerji yoğunluğu tüm dünyada yüzde 1 oranında düştü. Daha az enerjiyle aynı işi yapmayı öğrendik. Avrupa Birliği’nde ise bu düşüş yüzde 5 gibi bir rakama ulaştı. Ukrayna-Rusya savaşından sonra yüzleşilen enerji kriziyle mücadele etmek adına alınan önlemlerin etkisi büyük. Neydi bu önlemler? Tüketim toplumunun sevmeyeceği, ısıtma ve soğutmada getirilen sınırlamalar, toplu ulaşımı özendiren tedbirlerden bahsediyoruz. Fransa’da 100 metrekarelik bir evin 20 dereceye kadar ısıtılması, soğutma da ise klimaların oda sıcaklığı 26 dereceye düşünce durdurulması gibi. Bu önlemler işe yaradı.

2025 yılına girerken amacımız hem yerel çevre sorunlarını azaltmak hem de küresel iklim değişikliğini durdurmak. Enerjide bunu yapmanın reçetesi yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi az çok belli. En büyük eksiklik ise sadece teknolojiye güvenmek. Enerji kullanımı nasıl bir yaşam istediğimizi de belirleyen bir faktör. Enerji talebini aslında arzuladığımız, kurguladığımız ya da bize dayatılan yaşam tarzımız belirliyor. Çoğu zaman bizi neyin mutlu veya mutsuz ettiğini düşünmeden aldığımız kararlar endüstriyel hayatın sınırlarını çiziyor. Yılda 30 gün tatil yapan bir kişiyle 15 gün tatil yapanın, paylaşım ekonomisiyle tüketim ekonomisini benimseyen bir kişinin enerji tüketimleri aynı olamaz. Yaşam tarzıyla enerji ihtiyacı arasındaki çelişkiler politika oluşturmayı da zorlaştırıyor. Yeni yılda emisyon azaltırken bu açığımızı da kapatmalıyız. Yeni yılınız kutlu olsun!

Google nükleerci mi oldu?

Özgür Gürbüz-BirGün / 31 Ekim 2024

Foto: adaderena.lk
Haftalardır nükleer lobinin yeni bir pazarlama atağına maruz kalıyoruz. Microsoft, Amazon ve Google gibi teknoloji devlerinin yapay zeka nedeniyle artan elektrik talebinin bir bölümünü nükleer enerjiden sağlayacağı haberlerini okuyoruz. Etkili bir halkla ilişkiler kampanyası çünkü teknoloji ve bilimle ilgilenenlerin örnek aldıkları şirketlerin nükleer enerjiye ilgisi nükleer enerji karşıtlığını çürütmede önemli rol oynayabilir. Ekonomi gazeteleri çoktan bu haberleri köpürte köpürte verdi bile. Türkiye’de yabancı basından alıntılar görmeye başladık. Peki, gerçekte neler oluyor?

Ukrayna-Rusya savaşıyla birlikte başta ABD, Fransa ve Birleşik Krallık’ın olduğu Batı ülkeleri Rusya’nın enerji kaynaklı gelirlerini ve bu yolla ülkeler üzerinde kurduğu hakimiyeti kırmak için harekete geçti. Öyle ki çevre örgütleri bile bu boykot çağrılarına alet edildi. İsrail söz konusu olunca aynı örgütlerden bir başka boykot kampanyası çıkmadı tabii. Önce Rusya’nın gaz satışına darbe vurdular. Sonra ABD, Avrupa’yı kendi gazıyla ihya etti ve böylece yepyeni bir pazara da kavuştu. Özetle ABD bir taşla iki kutu* vurdu.

Ardından sıra nükleere geldi. Uzun süredir bu alanda bizim de yakından tanıdığımız Rus devlet şirketi Rosatom tek başına at koşturuyordu. Çin dışında neredeyse dünyadaki tüm ihaleleri alıyor, eski Doğu Bloku ülkelerindeki Rus yapımı reaktörler de dahil olmak üzere bütün bu tesislere nükleer yakıt sağlıyordu. Ukrayna bile nükleer santrallarının yakıtını Rusya’dan almak zorundaydı. ABD ve müttefikleri bu oyunu bozmak için önce Westinghouse daha sonra da Fransız Framatom ile Rus tipi nükleer reaktörlere yakıt üretmeye başladılar. Yavaş yavaş nükleer yakıtta Rusya’ya bağımlılığı azaltmaya çalışıyorlar. Framatome üç gün önce Macaristan’ın Rus yapımı reaktörleri için anlaşma imzaladı örneğin. 2027 ilk yakıtın teslim tarihi.

Bu sürecin son adımı da Rusya’nın nükleer santral satışını durdurmak. ABD yetkilileri aylardır Avrupa’da ülke ülke gezip küçük modüler reaktör satmaya çalışıyorlar. Türkiye de bu ziyaretlerden sıkça nasibini alıyor ve hükümet de oltadaki bu yemi yutmuşa benziyor. Neden küçük nükleer? Çünkü büyük nükleer santrallar güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji santrallarıyla maliyet konusunda rekabet edemedi. En iyi teklifleri sunan Rusya’nın verdiği fiyatlar bile Akkuyu örneğinde görüldüğü gibi güneş ve rüzgardan 3-4 kat daha pahalı. Aynı elektriği daha pahalıya almak için garip sebepleriniz olmalı. O yüzden de nükleer pazarlamacıların yeni bir slogana ihtiyacı vardı. Ortada kocaman bir soru var haliyle. Küçük nükleer reaktörler, ölçek ekonomisinin aksine daha ucuz olabilir mi?

Bir yıl önce ABD’li Nuscale şirketinin küçük modüler reaktör projesinin yatma nedeni tam da buydu. 6 adet 77 megavatlık reaktörlerinin 2021’de bir kilovatsaat elektriği 5,8 sente (ABD Doları) üreteceği iddia edildi. İki yıl sonra, hadi yap denildiğinde, bu maliyetin 12 sentlere dayandığı (devlet destekleriyle 8,9) görüldü. İnşaatla beraber muhtemelen daha da artacaktı. Bu yüzden de küçük nükleer projesi kağıt üstünde kaldı. Bugün dünyaya nükleer santral pazarlamak isteyen Fransa’da yapımı 17 yıldır süren ve milyarlarca avro zarar eden sadece bir reaktör var. ABD de ise yapımı süren bir reaktör bile yok. Buna rağmen herkese nükleer öneriyorlar.

Gelelim teknoloji devlerine. Microsoft’un yeniden çalıştırılması için 20 yıllık anlaşma yaptığı Üç Mil Adası reaktörü dünyanın ilk büyük nükleer kazasına ev sahipliği yapmış santral sahasında ve 2019 yılında kâr etmediği için kapatılmıştı. Bill Gates’in yeniden açılması için anlaşma yaptığı reaktörün gücü sadece 835 megavat. Aşağı yukarı bizdeki bir termik santral kadar. Google’ın nükleer yatırımı 500 megavat, Yatağan termik santralından küçük. Amazon’un anlaşması 320 megavat için. Yatağan’ın yarısı kadar. Eğer siz nükleer enerjinin geri geldiğini bu üç örneğe bakarak iddia ediyorsanız işiniz hayli zor. Ancak, hepsini toplasanız Türkiye’nin bir yılda kurduğu güneş enerjisi gücünden az olan bu rakam, dünya kamuoyunu etkilemeyi başardı, ABD de muhtemelen bu niyetle firmaları arka arkaya bu anlaşmaları yapmaya ikna etti. Böylece önümüze, çalışan bir örneği olmayan, maliyeti, güvenliği, atık sorunu çözülmemiş küçük modüler reaktör efsanesi kondu. Satıcıların işi kolaylaştı. İşte bütün hikaye bu. Bakalım hangi ülkeler bu tuzağa düşmeyecek.

Yapay zekanın enerji talebi konusunda da atlanan birçok unsur var. O da bir başka yazının konusu olsun.

* Kötü örnek oluşturduğu için bir taşla iki kutu diyorum, yanlışlıkla yazılmadı.

Nükleer silaha gerek kalmadı

Özgür Gürbüz-BirGün / 15 Ağustos 2024

Amacım ukalalık yapmak değil, öyle anlaşılırsa peşinen özür dilerim ama bunları yazmak zorundayım…

Foto: Wikipedia
Akkuyu Nükleer Santralı yapılırsa Güney Kıbrıs’taki füzelerin menzilinde kalacağı haberini sanırım 1997 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde çalışırken yapmıştım. Nükleer enerjiyi savunanalar bunu bir fantezi olarak değerlendirmiş, ciddiye almamıştı. 2004 Kasım ayında, Elektrik Mühendisleri Odası’nın Elektrik Mühendisliği dergisine yazdığım, “Nükleer Lobi Kapıda, Sakın Açma” başlıklı yazımda ise nükleer kaza riskine dikkat çekerek, özellikle Japonya’da meydana gelen kazaları sıralamıştım. Şu cümleyi de ekleyerek: “Bırakın Çernobil’i, en modern teknoloji ve standartların eksik olmadığı Japonya’da bile kazaların ardı arkası gelmemektedir.” Nükleeri savunanlar ise bir daha Çernobil olmaz masalını anlatmaya devam etti. Yedi yıl sonra Fukuşima kazası meydana geldi. Çernobil’de bir reaktörün kalbinde erime olmuştu, Fukuşima’da üç reaktörde birden oldu.

Nükleer karşıtlarının nükleer enerji meselesine nükleeri savunanlardan çok daha fazla hakim olduğunu gösterecek daha çok örnek var. Rusya Ukrayna savaşı Zaporijya Nükleer Santralı’nı tehdit etmeden önce de defalarca nükleer santralların savaş ve terör saldırılarının hedefi olabileceğini yazmış, söylemiştik. Dört gün önce Zaporijya Santralı’ndaki soğutma kulelerinin birinden yükselen kara duman, tüm dünyanın gözlerini tekrar nükleer tehlikeye çevirdi. Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) santralda inceleme yapan heyeti, ilk raporunda lastik yakılması ve drone saldırısı iddialarını destekleyen bir bulguya rastlamadıklarını söylese de soğutma kulesinde hasar olduğunu ve bunun orta kısımlarda olduğunu doğruluyor.

Bildiğiniz gibi santraldaki ilk çatışma bu değil. Santrala giden ve soğutma sistemlerinin çalışması için hayati öneme sahip elektrik hatları da birkaç kez hedef alınmış ve devre dışı kalmıştı. O saldırılardan sonra santraldaki altı reaktör de durdurulmuştu. Yine de tehlike geçmiş değil çünkü santral sahasında kullanılmış nükleer yakıtlar var. Yakıtlar reaktörlerden çıkarılsa bile soğutulmaları için 10-15 yıl su dolu havuzlarda bekletilmeleri ve sürekli soğuk su pompalanması gerekiyor.

Nükleer tehlike Zaporijya ile sınırlı değil. Ukrayna’nın Rusya’nın Kursk bölgesine yaptığı saldırı, çatışmaların yaklaşık 50 km uzağındaki Kursk Nükleer Santralı’nı da tehdit ediyor. Rusya’nın Kursk Santralı’nda iki çalışır durumda reaktör var, iki yeni reaktörün yapımı da sürüyor. Bir tanesi bu yılın başında kapatılan iki reaktöre ait kullanılmış nükleer yakıtların sahada olma olasılığı da çok yüksek. UAEA, 9 Ağustos’ta Kursk Nükleer Santralı konusunda da tarafları uyaran bir mesaj yayımlamıştı.

Nükleer santralların savaşta hedef olduğu ve olacağı Rusya-Ukrayna savaşı ile iyice netleşti. Amacınız tarihin en alçak suçlarından birini işlemekse artık nükleer silaha ihtiyacınız yok. Türkiye’de nükleer santral isteyenlerin önemli bir bölümünün, nükleer santralı nükleer silahla karıştırdığını veya silah üretmek için nükleer santral istediğini gösteren araştırmalar var. Bu isteğin milliyetçi muhafazakâr cephe tarafından söze döküldüğünü de sokakta veya sosyal medyada biraz dolaşsanız görebiliyorsunuz. Bu kitle, Türkiye’nin nükleer silah yapmayacağına dair uluslararası anlaşmalara imza attığını veya Rusya’nın Akkuyu’daki santralından silah üretmek için hem Rusya hem de Türkiye’nin tüm dünyayı karşına alması gerektiğini bilmiyor. Nükleer silah üretmek için nükleer santrala sahip olmanın şart olmadığını da.

Türkiye’de bazı kesimlerin inanışının aksine, hedef olma riski nedeniyle nükleer santrallar artık bir ülkeyi güvenlik açısından da daha zayıf yapan bir unsur haline geldi. Bir nükleer santralın, nükleer silaha sahip olmayan başka ülkeler tarafından hedef alınabileceğini, Rusya ve Ukrayna’daki son gelişmeler bir kez daha ama hiç olmadığı kadar net biçimde herkese gösterdi. Yurtta barış, dünyada barış ilkesinden uzaklaşmış bir Türkiye için nükleer santral yapmak artık ateşle oynamaya benziyor. Bu uyarım, benzer hayallerle kandırılmış ve nükleer santral satılmış İran ve Mısır için de geçerli. Son olarak, nükleer santralın tüpgaz gibi patlamadığını da hatırlatalım.

Akkuyu’daki gecikme Türkiye için bir fırsat olabilir

Özgür Gürbüz-BirGün / 11 Temmuz 2024

Geçen hafta bu köşede, Akkuyu Yönetim Kurulu üyesi Gennady Sakharov’un rüşvet nedeniyle
tutuklandığını Türkiye’ye duyurmuştuk. Akkuyu Nükleer bu konuda açıklama yapmadı. Onun yerine halkla ilişkiler ajansını devreye sokup, Hürriyet’ten bir gazeteciye santralı gezdirip, “her şey yolundaymış gibi yaz panpa” demeyi tercih etti. O da yazdı. Halbuki Akkuyu’da Rusya için yolunda giden bir şey yok...

Türkiye ile Rusya arasında 2010 yılında imzalanan uluslararası anlaşmayı hatırlayın. Anlaşmanın 6. maddesinin ikinci fıkrası şöyle diyor:

“Proje Şirketi, Rus Tarafı’nın tam desteği ile NGS inşasının başlaması için gerekli tüm belgeler, izinler, lisanslar, rızalar ve onayların alınmasından itibaren yedi yıl içinde Ünite 1’i ticari işletmeye alır. Ünite 1’in ticari işletmeye başlanmasından itibaren, Ünite 2, Ünite 3 ve Ünite 4’ü art arda bir yıl aralıklarla ticari işletmeye alır.”

Ne zaman verildi bu izinler? 2 Nisan 2018’de. Proje şirketi, yani Akkuyu Nükleer A.Ş. ertesi gün ilk nükleer reaktörün yapımına başladı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda da ilk ünitenin inşaatının başladığı tarih 3 Nisan 2018 olarak kayda geçti.

Uluslararası anlaşma Rusya’ya, gerekli izinler alındıktan sonra ilk reaktörü bitirme için yedi yıl süre vermiş. Bu süre 2 Nisan 2025 tarihinde dolacak. Bir yıl sonra (2026) ikinci ünitenin, 2027 ve 2028’de de üç ve dört numaralı ünitelerin yapımının tamamlanması gerekiyor.

Biliyoruz ki Akkuyu’da inşaat gecikti ve gecikmeye devam ediyor. Bizzat Rus tarafı söylüyor bunu. Akkuyu Nükleer A.Ş. Üretim ve İnşaat Organizasyon Direktörü Denis Sezemin, Nisan 2025’i hedeflediklerini söyledi. Bir ay önce TBMM’yi ziyaret eden Rusya Federasyonu heyeti ise bu tarihin 2025’in Ekim veya Kasım’ını bile bulabileceğinin işaretlerini verdi. Verilen tarihler oldukça kritik çünkü gecikmenin ötesinde, anlaşmanın en önemli şartlarından birinin yerine getirilip getirilemeyeceğini belirliyor. 10. maddenin son fıkrasına dikkat.

“NGS’nin ünitelerinden herhangi birinin, işbu Anlaşma’da programlanan tarihten daha geç işletmeye alınması halinde, Elektrik Satın Alma Anlaşması’nda (ESA) öngörülen mücbir sebep durumları hariç olmak üzere, satılacak elektriğin fiyatı ESA hükümlerine göre ayarlanacaktır.”

ESA, santralda üretilen elektriğin yarısının Türkiye tarafından 15 yıl boyunca 12,35 dolar sentten satın alınmasını öngörüyor. Rusya, ESA sayesinde aynı elektriği piyasa fiyatından en az iki kat yüksek bir fiyata; güneş ve rüzgardan üretilen elektrikten ise 4-5 kat pahalıya Türkiye’ye satabilecek. Böylece Rusya, 25 milyar doları bulan yatırımın parasını kısa sürede yüksek alım garantisi sayesinde çıkaracak. Şu ana kadar santrala tek kuruş harcamamakla övünen Türkiye ise santralın dört ünitesi çalıştığında sadece alım garantisi nedeniyle Rusya’ya her yıl 2 milyar dolardan fazla para ödemek zorunda kalacak. Bu da haliyle elektrik faturalarına yansıyacak.  

Gecikme yaşanırsa ESA yeniden pazarlık masasına yatırılabilir. Dirayetli bir hükümet bunu fırsata bile çevirebilir, çevre ve ekonomi için baş belası bu projeden kurtulmak için kullanabilir. Osmangazi, Yavuz Sultan Selim ya da Çanakkale Köprüsü benzeri bir alım garantisi tuzağından halkını kurtarmaya çalışabilir. Dirayetli bir hükümet olsa halkına bu tuzakları da kurmazdı elbet…

Dile kolay, alım garantisi yılda Rusya’ya en az iki milyar dolara varan bir ödeme anlamına geliyor. Şimdi kendimize soralım. Olası bir gecikmede sizce AKP bunu fırsata çevirip alım garantisini, projeyi yeniden masaya yatırmayı mı tercih eder yoksa Rusya’nın kendisine uygulanan ambargoyu mücbir sebep göstermesini kabul edip, Akkuyu’nun sahibine ek süre vermeyi mi?