Rüzgar enerjisi sektörü 13 milyar euroluk ciroya ulaştı

Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi ve Greenpeace, 2050 yılında dünyanın ihtiyacı olan elektriğin üçte birinin rüzgar enerjisiyle karşılanabileceğini öne süren bir rapor yayınladı. Raporun en büyük dayanağı cirosu 13 milyar euroyu bulan rüzgar enerjisi sektörü.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ekim 2006

Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi ve Greenpeace tarafından açıklanan "Küresel Rüzgar Enerjisi Görünümü 2006 raporuna göre, rüzgar enerjisi 2050 yılına kadar dünya elektrik ihtiyacının yüzde 34'ünü karşılayabilecek potansiyele sahip. Bu hedefe ulaşıldığı takdirde yine 2050 yılına kadar toplam 113 milyar ton CO2'in atmosfere salınmasını da engellenmiş olacak. Uluslararası Enerji Ajansı'nın tahminlerini baz alarak hazırlanmış raporun en büyük dayanağı da hızla büyüyen rüzgar enerjisi sektörü.

1995'te 4 bin 500 megavat (MW) olan dünyadaki toplam kurulu güç bugün 59 bin MW. Rüzgar enerjisi sektörünün yıllık cirosu ise 13 miyar euro ve dünya çapında 150 bin kişiye iş sağlamış durumda. Raporun hazırlayıcılarından Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi Başkanı Arthouros Zervos, elektrik talebindeki artışı karşılamaya yetecek kadar rüzgarın estiğini ve bu raporun rüzgar enerjisinin gelecek için bir rüya olmadığını ispatladığını belirtiyor. Zervos, "Önümüzdeki yıllarda alınacak politik kararlar dünyanın ekonomik ve çevresel durumunu belirleyecek" yorumunu yapıyor. Raporun hazırlayan iki kuruluştan biri olan Greenpeace'in Yenilenebilir Enerji Direktörü Sven Teske, "Rüzgar enerjisi küresel ısınmayla olan savaşta anahtar olan CO2 emisyonlarını hissedilir derecede indirir. 2020 yılına kadar 1990 rakamlarının üçte biri, 2050 yılına kadar da yarısı kadar olan gerekli emisyon indirimi ancak rüzgar enerjisinin enerji sektöründe önemli bir rol oynamasıyla sağlanabilir" diyor. Teske, rüzgar enerjisinin bu rolü dünyanın ortalama sıcaklığının 2 dereceyi geçmesinden önce oynamasının önemli olduğunun da altını çiziyor.

Yılda yüzde 28 büyüme
2005 yılı rüzgar enerjisi için yine bir rekor yılı oldu. 60 bin MW sınırına dayanan kurulu güç sadece 2005'te bir önceki yıla göre yüzde 28 arttı. Kümülatif artış hızı ise yüzde 24'lerde. Aşırı talep yüzünden türbin bulmakta zorlanan ve fiyat artışıyla karşılaşan yatırımcılar buna neden olarak ABD'de artan talebi gösteriyor. 2005 yılını 9 bin 149 MW'ı bulan kurulu güçle ABD, Almanya (18428 MW) ve İspanya'nın (10027 MW) ardından üçüncü bitirdi. Aşırı talepten doğan fiyat artışına rağmen rüzgar enerjisinin büyümesinin ardında 20 yıl öncesine göre üretilen her kilovatsaat elektriğin yarı yarıya ucuzlamış olması yatıyor. Kürese Rüzgar Enerjisi Raporu, tüm bu rakamlar, ülkelerin hedefleri ve gerekli politikaların hayata geçirilmesi durumunda 2050 yılında dünya elektriğinin üçte birinin rüzgardan sağlanabileceğini ileri sürüyor. Raporda referans senaryonun yanısıra orta ve yüksek olmak üzere 3 ayrı senaryo üzerinden tahminler yapılıyor. Referans senaryoya göre 2020'de 11 bin megavatın üstünde yeni rüzgar gücü ilave edilirken, orta dereceli senaryoda bu rakam 73 bin, yüksek senaryoda ise 186 bini buluyor.

Referans senaryoya göre rüzgar enerjisi yatırımları ve istihdam

2007 2008 2010 2015 2020
Eklenen kapasite(MW) 10.371 10.713 11.506 11.784 11.784
İlk yatırım maliyeti (Kw) 968 955 933 900 879
Yıllık yatırım (milyon euro) 10.041 10.232 10.732 10.610 10.355
Toplam istihdam 197.208 234.698 241.484 280.866 322.729

Doğa dostu kumaşa ilgi Yeşim Tekstil'i organik ürüne yöneltti

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / 14 Ekim 2006

Doğa dostu ürünlere olan talebin giderek artması Yeşim Tekstil'i de organik ürün üretimine yöneltti. Toplam üretimi içinde organik ürünlerin oranını yüzde 5'e getiren Yeşim Tekstil, ilk organik üretimine 2001 yılında Nike için başlamıştı. Soya ve bambu gibi ürünlerden de kumaş üreten firma, Control Union adlı firma tarafından yapılan inceleme sonucunda Sürdürülebilir Tekstil Sertifikası'nı (Sustainable Textile Certificate) almaya da hak kazandı.
Yeşim İşletme Müdürü Mustafa Demiralay, tarımdan sonra tekstil sektöründe de organik üretimin önem kazandığını ve Yeşim Tekstil’in bu tarz kumaş üretebilmek için gerekli olan bilgi ve teknolojiye sahip olduğunu söylüyor.

Organik pamuk üretimi artıyor
Demiralay, son yıllarda müşterilerin talepleri doğrultusunda organik pamuktan yapılmış ipliklerden kumaş üretimi yaptıklarını belirterek “Organik pamuk üretimi her geçen gün daha fazla artıyor ve Türkiye şu an dünyanın en büyük üreticisi durumunda. Organik pamuk elyafı, doğal ortamda, hiçbir kimyasal kullanılmadan yetiştirilen pamuklardan üretiliyor" dedi.

Organik pamukta Türkiye en büyük üretici olurken bambu ve soya elyafı Asya’da yetişiyor, Türkiye'de iplik haline getiriliyor. Demiralay, "Bambu ağacından çekilen liflerden oluşan iplik, pamuktan daha parlak, dökümlü, su emiciliği yüksek ve doğal anti-bakteriyel özelliğe sahip kumaşa dönüşüyor. Soya da bitkinin liflerinden elde ediliyor. Bu bitkiden oluşan iplikle örülen kumaş, kaşmire ve yünlü kumaşa benzeyen, yumuşak, dökümlü, ultraviyole ışınlarına karşı dayanıklı, vücut ısısını regüle eden ve doğal anti-bakteriyel özellik taşıyor” açıklamasını yapıyor.

Yeşim Tekstil'de bu ürünler birbirine karıştırılarak yeni kumaşlar da üretiliyor. Bambu ve soya bitkileri Türkiye'de yetişmediği için bu kumaşların yüzde 30 ile 50 oranlarında daha pahalıya mal olduğunu belirten Demiralay, "Talep artarsa üretim de artar ve fiyatlar düşer" diyor. Firma yetkilileri, başta Nike ve GAP olmak üzere birçok müşterilerinin doğa dostu kumaşları tercih ettiğini belirtiyor.

Sinop'a yer lisansı için uluslararası heyet gidiyor

Sinop'a yer lisansı için uluslararası heyet gidiyor

Sinop'a kurulması düşünülen nükleer santral için alınması zorunlu olan yer lisansının ön araştırmalarını yapmak için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'ndan bir heyet önümüzdeki hafta Sinop'a gidecek.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ekim 2006

AKP Hükümeti'nin tekrar gündeme getirdiği nükleer santral projesi için adı ön plana çıkan Sinop'a yer lisansı alınması için çalışmalar başlatılıyor. Önümüzdeki hafta içinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'na (UAEA) bağlı bir heyet Sinop'a giderek ön çalışmalara başlayacak. Ankara'da Türkiye Atom Enerjisi Ajansı (TAEK) ve ilgili kuruluşlarla da temaslarda bulunacağı beliritlen heyet, öncelikle Sinop'a yer lisansı verilmesi konusundaki kriterleri değerlendirecek.

Sinop'a nükleer santral kurulması için en temel kriterlerden biri Birleşmiş Milletler'e bağlı olarak çalışan UAEA'nın onayladığı yer lisansına sahip olmak. Türkiye adına başvuruyu TAEK yapmakla yükümlü. UAEA, başvuruya olumlu yanıt verirse Sinop'a nükleer santral kurulması yönündeki çalışmalar daha da netlik kazanacak. Mersin il sınırları içerisinde yer alan Gülnar ilçesine bağlı Akkuyu beldesi, şu an için Türkiye'de nükleer santral kurmak için yer lisansına sahip olan tek alana sahip. Buna rağmen AKP hükümeti, Akkuyu'nun Akdeniz gibi önemli bir turizm bölgesinde olması, soğutma suyu olarak kullanılacak deniz suyunun Karadeniz'e göre daha sıcak olması ve stratejik kaygılar nedeniyle lisans işlemleri tamamlanmış Akkuyu'dan vazgeçip nükleer santral için Sinop'a yöneldi. Son zamanlarda Enerji Bakanı Hilmi Güler'in açıklamalarında Akkuyu'nun tekrar gözden geçirildiği ima edilse de yer lisansı çalışmalarının başlaması, Sinop için çalışmaların devam ettiğini gösteriyor.

Öte yandan nükleer karşıtları, 1976'da Akkuyu için alınan yer lisansının eski olduğunu öne sürerek geçerli sayılamayacağını öne sürüyor. 1976'da Çevre ve Orman Bakanlığı'nın dahi olmaması ve santrale 25 kilometre öteden geçtiği öne sürülen Ecemiş fayı ile ilgili tartışmalar bu konudaki temel argümanlar olarak göze çarpıyor.

Çevreciler Cargill'in kapısına dayanacak

Özgür Gürbüz- Referans Gazetesi / 10 Ekim 2006

Çevreciler ve bazı siyasi parti temsilcileri Bursa'daki Cargill fabrikası ile ilgili kapatma kararının uygulanıp uygulanmayacağını yerinde görmek için yarın fabrikanın önünde toplanacak. Bilindiği gibi nişasta bazlı şeker üreticisi Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin faaliyet gösterdiği Orhangazi ilçesi sınırlarındaki Karapınar bölgesi, Bakanlar Kurulu tarafından Özel Endüstri Bölgesi olarak ilan edilmiş, Danıştay'ın bu kararı bozmasıyla da fabrikanın kapanması gündeme gelmişti. Orhangazi Kaymakamlığı'nın Bursa Valiliği'ne gönderdiği yazıda fabrikanın yarın sabah saat 10.00'da kapatılacağı belirtildi. Konu hakkında görüşlerini sorduğumuz Bursa Valiliği ise "Yasal süreç devam ediyor" açıklamasını yaptı.

Kapatma kararının uygulanmasını isteyen ve aralarında Türk Mimar ve Mühendisler Odası Birliği (TMMOB), Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP), Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği (DOĞADER) gibi kuruluşların bulunduğu bir grup da "temsili mühürleme" için yarın saat 10.00'da fabrika önünde toplanacak. Bursa'dan iki otobüsle Cargill'in yolunu tutacaklarını söyleyen ÖDP Bursa Yönetim Kurulu Üyesi İkbal Polat, "Yargı kararlarının gereğinin yapılmasını ve kamu idaresinin görevini yerine getirmesini bekliyoruz" açıklamasını yapıyor.

Petrol piyasası Danıştay kararını bekliyor

EPDK tarafından 28 dağıtım şirketine kesilen cezayla ilgili tebliğgatı alan petrol şirketleri yürütmeyi durdurma kararı almak için Danıştay'ın yolunu tutuyor. Danıştay'ın vereceği karara göre daha önce lisansız akaryakıt sattığı için ceza alan bayiler de yeniden mahkeme yolunu tutabilir.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ekim 2006

Bu ayın başında Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK) tarafından 28 ana dağıtım firmasına tebliğ edilen cezaları haksız bulan petrol şirketleri birer birer Danıştay'ın yolunu tutuyor. 28 dağıtım şirketinin yaklaşık 24'e yakınının Danıştay'a başvurduğu gelen haberler arasında. İçlerinde Shell, Petrol Ofisi, BP, Opet ve Total gibi dev şirketlerin de bulunduğu firmalara kesilen toplam ceza 1 milyar 600 milyon 835 bin 180 YTL'yi buluyor.

Dağıtım firmaları Danıştay'dan kararın iptali ve yürütmenin durdurulması lehinde bir karar çıkmasını umuyor ancak böyle bir kararın çıkması halinde sektörün önüne çözülmeyi bekleyen başka sorunlar çıkıyor. EPDK, dağıtım şirketlerine kestiği cezaya gerekçe olarak lisansız bayilere akaryakıt sağlamayı göstermişti. Bu konuda bayileri de "es" geçmeyen EPDK, daha önce de yaklaşık bin 800 bayiye lisansız akaryakıt sattıkları için bayi başına 57 bin 156 YTL'lik ceza kesmişti. Bayilerde tıpkı dağıtım şirketleri gibi bu karara itiraz etmiş ve Danıştay'a başvurmuşlardı. Danıştay bu başvuruları incelemiş ve idari veya teknik hatalardan kaynaklanan (bayi adının yanlış yazılması gibi) bir neden olmadığı takdirde hepsini reddetmişti. Eğer Danıştay, dağıtım şirketlerinin yürütmeyi durdurma talebine olumlu yanıt verirse daha önce ceza alan bayilerin de tekrar önceki karara itiraz etmesi kaçınılmaz gibi görünüyor.

Petrol piyasasının önündeki bir başka engel ise Danıştay'ın kararı tebliğgat tarihinden itibaren 1 ay süren ödeme süresinden sonra alması. Bu durumda EPDK dosyaları Maliye Bakanlığı'na, Maliye Bakanlığı'da Vergi Dairesi'ne göndermek zorunda kalacak. Vergi Dairesi'nden ödeme emri çıkarılacak ve firmalara gönderilecek. Firmalar bu aşamada süresi 7 gün olan ödeme emrinin iptali için bir dava daha açabilecek. Böyle bir dava belirsizliği daha da uzatacak. Öte yandan tartışmaya konu olan bir başka konu ise, 57.156 YTL idari para cezasının uygulanmasıyla ilgili olan 563/598 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararı. Bu kararın Anayasa'nın ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu öne süren Avukat Gökhan Candoğan kararın iptali için başvuruda bulunmuş. Candoğan, cezaların her bayi için aynı olduğunu bunun da Anayasa'nın 13. maddesindeki ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu söylüyor. Avukat Candoğan, Sinop'taki bir bayi ile İstanbul'un işlek bir semtindeki bayinin aynı cezaya tabi tutulmasının bu ilkeyle bağdaşmadığını ve hem bayilere hem de dağıtım şirketlerine verilen cezalarda bu ilkenin gözardı edildiğine dikkat çekiyor.

Benim Memurum Nükleeri Sever!

Hükümetle çevreciler arasında sık sık tartışma konusu olan nükleer enerjinin tehlikeli olup olmadığı konusu devlet memuru olmak isteyenlere soru olarak soruldu. Nükleer santraller için dikkatli davranılırsa tehlike yaratmaz diyenler memur olma şanslarını arttırırken, nükleer santraller tehlikelidir diyenler puan kaybetti.

Özgür Gürbüz

Beş milyon kişinin girdiği 2006 Kamu Personeli Yerleştirme Sınavı'nda (KPSS) sorulan bir soru nükleer enerji konusunda hükümetin görüşünü anlatır gibiydi. Genel yetenek sınavının A kitapçığında sorulan 28 numaralı soruda verilen metinde nükleer enerjinin tehlikeleri ateşin tehlikeleriyle kıyaslandı. Ateşin de kontrol edilmezse zararlı olabileceği ama bu nedenle "kötü" olarak nitelenemeyeceği örnek gösterilerek nükleer enerjinin kontrol edildiği sürece yararlı olacağı mesajı verildi. Yanıt anahtarında doğru seçeneğin "C" şıkkı olarak verildiği KPSS sorusu şöyle:

Eğer kendinize çevreci diyorsanız, nükleer enerjiye hemen "kötü" damgasını yapıştırmaya adaysınız demektir. Oysa, "Ateş iyi mi, kötü mü?" diye sorulsa ne dersiniz? Ateş, her yıl binlerce dönüm ormanımızı yakıyor. Kazayla evlerimiz, teknelerimiz yanıyor. Buna rağmen ateşe kötü diyebilir miyiz? Diyemeyiz; çünkü uygarlığın başlangıcı ateştir. Tıpkı ateşin gelip ormanlarımızı yakması gibi, nükleer enerji de zararlı olabilir.Yapmamız gereken şey, onu kontrol altında tutmaktır.

Bu parçada nükleer enerjiyle ilgili olarak anlatılmak istenen
aşağıdakilerden hangisidir?

A) Zararlarından nasıl korunulacağı konusunda çeşitli çalışmalar yapılmaktadır.

B) Günümüzde oldukça önemli bir yere sahiptir.

C) Üretilirken ve kullanılırken dikkatli davranıldığı sürece, herhangi bir tehlike yaratmaz.

D) Hangi alanda kullanılırsa zararsız olacağı henüz saptanmamıştır.

E) Çevreye ve canlılara vereceği zararlar uzun yıllar sürecektir.

KPSS sınavında sorulan soruyu değerlendiren Nükleer Mühendis Prof. Dr. Tolga Yarman, " Ateş, ya da yazıdaki benzetme itibariyle "nükleer enerji" üretilirken ve kullanılırken dikkatli davranıldığı sürece herhangi bir tehlike yaratmaz, deniyor. Burada her ikisi de bir "meşale ateşi" olgusuna indirgenmiş. Dünyanın en büyük nükleer felaketleri azami dikkatin işletme (kullanım) üzerinde olduğu zamanlarda olabilmiştir" diyerek tepkisini dile getiriyor.

Rakamlar dünyanın durumunu iyi göstermiyor

İşyerinizin penceresinden baktığınızda göremiyor olabilirsiniz ama dünyada geçen yıla oranla daha çok bisiklet var. Bisiklet sayısındaki artışa ve varil fiyatlarının 70 dolarlarda seyretmesine rağmen petrol tüketimi ise hala artıyor. Tüketim arttıkça da yaşlı gezegenin dayanma gücü azalıyor.

ÖZGÜR GÜRBÜZ - Referans / Eylül 2006

On yıl önce size obezitenin bulaşıcı hastalıklar kadar tehlikeli hale geldiğini söyleseler inanır mıydınız? Sanırım hayır. Halk arasında şişmanlık olarak geçen ve vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan obeziteden muzdarip insan sayısı dünyada 300 milyon civarında. Mısır ve Kuveyt'te nüfusun yüzde 30'dan fazlası obez. Bu iki ülkede obez olanların yüzde 40'tan fazlası kadın. Beterin de beteri var, Pasifik Okyanusu'ndaki ada devletlerden Nauru'da obezite oranı nüfusun yüzde 80'i. Endüstriyel ülkelerde sağlık harcamalarını yüzde 12'si obeziteyle doğrudan ilgili. Tüm bunlar obeziteyi bildiğimiz sarılık, sıtma gibi hastalıklar kadar tehlikeli yapıyor. Worldwatch Enstitüsü tarafından hazırlanan Hayati İşaretler (Vital Signs 2006-2007) raporu obezite gibi dünyanın pek konuşulmayan durumunu çarpıcı rakamlarla ortaya koyuyor.

Herşeyden önce nüfusun artmaya devam etiğini söylemekte yarar var. 1999 yılında 6 milyar olan dünya nüfusu 2005'te 6 milyar 450 milyon oldu. 2005 yılı hububat üretimi de buna artışa paralel olarak arttı ve 2 milyar tonu geçti. 1999'da bu rakam 1 milyar 882 milyon tondu. Nüfus artışı zirve yapmasına rağmen mısır ve buğday üretimleri bir önceki yıla göre düştü. 2005 yılında yaşanan kuraklık, dünya mısır üretiminin yüzde 42'sini üreten ABD'de yüzde 7'lik bir düşüşe yol açtı. İklim değişikliğinden bahsetmeden kuraklıktan bahsetmek olmaz. Kötü haber mi istiyorsunuz, işte size küresel ısınmanın son durumu. Küresel ısınma konusundaki tüm girişimlere rağmen atmosferdeki karbondioksit miktarı 7 milyar 570 milyon tonu buldu. Kyoto için baz alınan 1990 yılına göre 1 buçuk milyar ton daha fazla. Yerkürenin ortalama sıcaklığı arttıkça hava olaylarıyla bağlantılı felaketlerin vereceği ekonomik zararın artacağını söyleyenler son iki yıldaki astronomik rakamlara dikkat çekiyor. 2005 yılında bu rakam tam 204 milyar doları buldu. Sadece 1 yıl önce 109, 1980'de ise 14,5 milyar dolardı. Sanırım bu noktada 2005'te Amerika'nın kapısını çalan Katrina'yı anımsamakta fayda var.

Hava olayları bağlantılı ekonomik kayıpları (milyar dolar)

YIL Ekonomik Kayıp Sigortalı Kayıp
1980 14,5 2,4
1985 23,7 6,2
1990 58,1 20
1995 85,6 15,2
2000 39,2 9,5
2002 57,3 13,6
2003 60,8 16,2
2004 109,1 43,4
2005 204 92,2
Kaynak: Münih RE

Bunca iç karartıcı rakamdan sonra güzel şeylerden bahsetmek de gerek. Dünyamızda bir önceki yıla göre daha çok bisikletimiz var örneğin. Bisiklet üretimi tarihinde dördüncü kez 100 milyon sınırını aşarak 101 milyonu yakaladı. 1988'de 105 milyon bisikletle üretim rekoru kıran sektörün lideri pazarın yüzde 60'ına sahip olan Çin. Bisikletlerle ilgili ilginç bir istatik de 2001'den bu yana elektrikli bisikletlerin satışının 10 kat artarak 10 milyonu bulması. Satışların artışı bir anlamda "para" demek olduğu için küresel ekonominin durumuna bakmanın tam zamanı. Ekonomideki büyüme 2005'te yeni bir rekora imza attı. Gayrisafi Küresel Hasıla (GKH), yüzde 4.6'lık bir artışla tarih içindeki en yüksek değeri olan 59,6 trilyon dolara ulaştı. Bu rekorda, GKH'nin yüzde 21'ini oluşturan ABD'deki yüzde 3,8'lik artışın rolü büyük. Bu artışın arkasında da Amerika'daki ev fiyatlarındaki yükselişin getirdiği zenginlik yatıyor. Katrina kasırgası olmasaydı 60 trilyon sınırının geçilmesi kaçınılmaz gibiydi. Bir başka aktör ise GKH'nin yüzde 14'ünü oluşturan Çin'deki 7.8'lik büyüme. Tüm bu büyüme rakamlarını aldatıcı buluyorsanız Amerika'daki "Redefining Progress" örgütünün alternatif analizi tam size göre. Gerçek İlerleme Göstergeci (Genuine Progress Indicator-GİG) büyümeyi size gayrisafi milli hasıladan (GSMH) kirletilen çevresel değerleri ve diğer ekonomik zararları çıkardıktan sonra veriyor. Hesabı böyle yapınca ABD'nin GSMH'sında 1972 ile 2002 yılları arasında meydana gelen yüzde 79'luk büyümenin GİG'e göre sadece yüzde 1 olduğunu görüyorsunuz. Yeni ekonomik analizler, dünyanın geri gelmeyecek çevresel değerlerinin harcanarak yaratılan büyümeyi sürdürülebilir bulmadığı için ekonomik büyümeyi yeniden tanımlama yoluna gidiyor.

Gayrisafi Küresel Hasıla
Yıl Toplam (trilyon dolar) Kişi başına (dolar)
1970 17,9 4829
1980 26,6 5977
1985 30,6 6311
1990 36,7 6946
1995 41,4 7277
2000 49,9 8212
2005 59,6 9233
Kaynak: IMF

Dünyada ya da bir ülkede üretilen ürün ve servislerin sayısındaki artışla reklamlar arasında doğrudan bir ilgi olduğu kesin. Elektrikli diş fırçasının tüketiciden gelen bir ihtiyaçtan yola çıkarak üretildiğini söyleyen pek az ekonomist kaldı. Bu yüzden de 1950 yılında 50 milyar dolar olan küresel reklam harcamaları da GKH gibi bir rekora imza atarak tüm dünyada 570 milyar doları buldu. Yani, dünyadaki her insan için reklam firmaları yılda 88 dolar harcıyor. Bölgeler arasındaki farklar da dikkat çekili. Reklam harcamalarının yüzde 42'si Kuzey Amerika'da yapılıyor ve yine Amerika kişi başına harcamada 933 dolarla başı çekiyor. En büyük 100 küresel reklam ajansının ana para kaynağı da otomobil reklamları. 100 firma harcadığı 96 milyar doların yüzde 24'ünü otomobil reklamlarına harcadı.

Bölgelere göre reklam harcamaları
Avrupa %27
Kuzey Amerika %42
Afrika/Ortadoğu %5
Güney Amerika %5
Asya-Pasifik %21
Kaynak: ZenithOptimedia

Reklamlar işe yarıyor mu sorusuna en iyi yanıtı sanırım cep telefonu satışları veriyor. Dünyada cep telefonu abonelerinin sayısı 2004'te 1 milyar 750 milyonu buldu. Bazı kaynaklar 2005'te bu rakamın 2 milyar 100 milyon olacağını söylüyor. İnternet abone sayısındaki yükseliş de benzer bir eğilim izliyor. 15 yıl önce 1 milyondan az olan abone sayısı 400 milyon civarında. Gartner pazar araştırma firması telefon satışlarının ekonomik değerinin 2005 yılı için 816,6 milyon olduğunu söylüyor. En çok cep telefonu abonesi olan ülke sıralamasında bu defa Amerika lider değil. Çin'de 394 milyon abone var ve daha da ilginci sadece 2004 yılında satılan telefon sayısı 92 milyon. Bu durumda dünya motorlu taşıt filosunun Hindistan'la beraber yüzde 4,7'sine sahip Çin'de daha çok kişinin araba kullanırken cep telefonuyla konuşacağını tahmin etmek yanlış olmaz sanırım. Dünyadaki otomobil üretimindeki artış da bunu destekliyor. 2005 yılında 45 milyon 600 bin yolcu taşıyan araç üretildi. Araçların hala büyük bir çoğunluğu benzinle çalışıyor. Tüketilen benzinin yüzde 44'ü ABD'deki, yüzde 14'ü ise Batı Avrupa'daki otomobillerin depolarına dolduruluyor.

Bölge ve ülkelere göre benzin tüketimi

Amerika %44
Batı Avrupa %14
Batı Yarımküre (Batı Avrupa hariç) %11
Doğu Avrupa ve eski Sovyet Ülkeleri %6
Afrika %3
Japonya %5
Çin ve Hindistan %5
Diğer Asya ve Pasifik ülkeleri %12
Kaynak: EIA

Hayati İşaretler raporunun belki de en can alıcı istatistiklerinden biri de savaşlar ve çatışmalarla ilgili. Lübnana'a yeni bir barış gücü gönderecek olan Birleşmiş Milletler'in (BM) tüm barış güçleri için yaptığı harcamalar da 2005 yılında yeni bir rekora imza attı ve 5 milyar dolar sınırını ilk kez aştı. BM'nin barış gücünün yüzde 71'inin askerler tarafından oluşması da ilginç bir "ironi" olarak göze çarpıyor. Gönüllülerle beraber toplam personel 85 bini buluyor. Barış gücü harcamalarının artırır da silahlanma faaliyetleri durur mu? 1991 yılından bu yana 1 trilyon doların altında seyreden silah harcamaları 2004 yılında 1 trilyon 24 milyar dolara ulaştı. İşin daha da garibi dünyadaki çatışma ve savaşların sayısı da 1990'lardan bu yana en düşük sayı olan 39'a kadar inmiş. Bunların 28'i savaş statüsünde. Bu üç ayrı istatistik daha yoğunluklu savaşlar yaşandığı anlamına da geliyor olabilir.

BM Barış Gücü harcamaları
YIL Harcama (Milyar dolar)
1986 0,378
1990 0,632
1995 4,063
2000 2,926
2002 2,812
2004 4,558
2005 5,003
Kaynak: BM ve Worldwatch

Savaşlar, taşıt sayısı, akaryakıt ve cep telefonu gibi bireysel elektronik aletlerini kullanmada ortaya çıkan artış hiç kuşkusuz en çok eski dünyayı zorluyor. Elektrik üreten güneş fotovoltaik panellerde yılda bin 727 megavatı bulan yıllık üretime, rüzgarda 2005'te eklenen 11 bin 770 megavatlık yeni kapasiteye ve su ısıtmak için kullanılan 18 milyon metrakareye eşdeğer güneş toplaçlarına rağmen dünya hala sıkıntılı. Mercan kayalıklarının yüzde 20'si yokoldu ve yüzde 24'ü de yokolmak üzere. Kötümser tahminlere göre 2100 yılında bildiğiniz kuş türlerinin yüzde 40'ının soyu tükenebilir. 2000-2005 yılları arasında dünya ormanlarının yüzde 1'i yani 36 milyon hektarı daha hayata elveda dedi. Sadece ekolojik sorunlar değil sosyal sorunlarda dünyanın boğazındaki kementi daraltmaya devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü, 1 milyardan fazla insanın güvenli ve temiz bir içme suyuna ihtiyacı olduğunu söylüyor. Tüm bu rakamlar şu soruyu akla getiriyor: Dünya dönmeye devam ediyor ama nereye kadar?

Şapkayla para topladılar 120 milyar bütçeli festival yaptılar

Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde birkaç genç kurdukları masanın önündeki kalabalığa hararetle birşeyler anlatıyor. Gazeteciyiz meraklıyız ya, yanaşıyoruz masaya. "Nasıl bir şey bu Barışarock?" diye çekinerek soruyor masaya yaklaşmış gençlerden biri. "İyi bir şey" yanıtı geliyor, yanındaki arkadaşı da ekliyor: "Biz karşı festivaliz".


Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ağustos 2006

Bu hafta sonu İstanbul'da 4'üncüsü gerçekleşecek olan Türkiye'nin en büyük "muhalif" festivali bir rekora hazırlanıyor. Geçen yıl 30 bine yakın kişinin geldiği ücretsiz festivale bu yıl 40 bin kişi bekleniyor. 2003 yılında "Rock şişede durmaz" sloganıyla yola çıktılar. "Küresel kapitalizmin simgesi" olarak niteledikleri Coca Cola'nın rock festivali düzenlemesinden rahatsız olan birkaç genç ve onlara destek veren sanatçıların gayretleriyle sıfır parayla yola çıktılar ve bugün 120-130 bin YTL bütçeli bir konser organize eder hale geldiler; üstelik ücretsiz! Sahnede şarkı söyleyen sanatçılar, afiş asan, standlarda broşür dağıtan gençlerin hepsi gönüllü. Sadece güvenlik elemanları profesyonel çalışacak, o da yasalar gereği zorunlu tutulmuş. Barışarock, Coca Cola'nın 4-5 milyon dolarla ölçülen bütçeli festivaline rakip olarak görülüyor.

Festivalden aylar önce hazırlıklar başlıyor. Haftada en az iki kez toplanıyorlar. Her toplantının sonunda katılımcılar arasında bir şapka dolaştırılıyor. Herkes üç-beş kuruş para atıyor şapkanın içine. Bu yıl toplanan miktar bin YTL'yi geçmiş. Bu para daha çok afiş ve broşürlere gidiyor. Bu yıl tam 100 bin el ilanı, 30 bin çıkartma ve 30 bin afiş basıldı. Ayrıca ilk kez "billboard"lara da ilan verildi. Birçok baskı işi gönüllü matbaalar tarafından karşılansa da haliyle şapkadan çıkan paradan daha fazlasına ihtiyaç duyulunca başka formüller de düşünülmüş. Yer kirası, güvenlik, sahne ve billboardların masrafı alanda yiyecek-içecek servisi yapan firma tarafından karşılanıyor. Alana yiyecek getirmek bu yüzden yasak ama oldukça uygun fiyatlarla yapılan servisten pek şikayet eden de yok. Zaten fiyatları da yine gönüllüler belirliyor.

Sahneye çıkacak grupların seçimi ise içlerinde müzisyenlerin de olduğu bir grup tarafından yapılıyor. İçlerinde işin başında beri her taşın altına elini koyan Moğollar Grubu'nun bas gitaristi Taner Öngür gibi yıllarını müziğe vermiş sanatçılar da var. Rock müzik yapan amatör gruplara ve Barışarock'un ilkelerine uygun profesyonellere her zaman kapıları açık. Her yıl ayrı bir temayla düzenlenen festivalin bu yılki teması "savaş" olunca, bir istisna olarak rock müziği dışında müzik yapan Kardeş Türküler'e de yer vermişler. Yabancı grupların yanısıra, Mor ve Ötesi, Bulutsuzluk Özlemi, Redd, Yaşar Kurt, Çamur ve Kurtalan Ekspres bu hafta sonu sahne alacak 29 gruptan bazıları. Çamur grubundan Çağatay Kadı, orada olmalarını azıcık düşünen insanların savaşa karşı olmaması, nükleere karşı durmaması mümkün değil diyerek açıklıyor. Kadı, "Bizim becerebildiğimiz en iyi eylem müzik yapmak. Barışarock'ta çalmak farklı. Oraya gelen insanların sizinle aynı hayat görüşünü paylaştığını bilmek işi çok eğlenceli kılıyor" diyor.

100'den fazla STK stand açıyor
Barışarock'un bir başka özelliği ise sadece müzik festivali olmaması. Bu yıl belki de Türkiye'de bir rekora imza atarak 100'den fazla sivil toplum kuruluşu (STK) standlarıyla orada olacak. DİSK'ten Gökkuşağı Vosvosları'na, Yeşiller'den Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu'na kadar onlarca STK bir anlamda Sarıyer Mehmet Akif Ersoy Piknik Alanı'nda buluşuyor. Konserler devam ederken film ve belgesel gösterileri, tiyatro atölyeleri ve ekoloji olimpiyatları gibi etkinlikler de müzik dinlemeye ara verenleri bekliyor. Muhalif olduğu kadar renkli ve eğlenceli bir festival olan Barışarock'un kapısı ırkçılar, savaştan medet umanlar, doğaya zarar verenler dışında herkese açık. Hem de beleş! Bazı gazetelerden davetiyeleri keserek ya da "beleşix"ten indirerek festivale ücretsiz girebiliyorsunuz.

Konser programı
26 Ağustos Cumartesi 27 Ağustos Pazar
12:00 The Blow Up's (İngiltere) Pinhani
12.45 Yolgezer Işığın Yansıması
13.30 Erdal Bayrakoğlu Soulitary
14.15 Gevende Koma Rewşen
15.00 Karagüneş Nidal
15.45 Çilekeş Anima
16.30 False in Truth Catafalque
17.15 Deli Karakedi
18.00 Çamur Turgut Berkes
18.45 Zardanadam Redd
19.30 Demirhan Baylan Demir Demirkan
20.15 Aylin Aslım Yaşar Kurt
21.00 Moğollar Kurtalan Ekspres
21.45 Mehmet Ali Alabora konuşması ve Savaşa Karşı Ses Çıkar BGST Kardeş Türküler ve 45'lik şarkılar
22.00 Mor ve Ötesi Bulutsuzluk Özlemi
22.45 Final Final

Dilovası'nda araştırma "ticari sır" engeline takıldı

Özgür Gürbüz - Ağustos 2006

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün rakamlarına göre Türkiye’deki ölümlerin yüzde 12,5’u kanser nedeniyle. Dilovası'nda ise kanserden ölüm oranı Türkiye ortalamasının yaklaşık üç katı. Araştırmayı Dilovası Belediyesi'yle beraber Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi yapmış. Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu bu rakamları doğrulamak için nüfus ve hastane gibi sekiz ayrı kayıdı kontrol ettiklerini belirtiyor. Kocaeli'nin tehlike haritasını çıkarmak için yaptıkları diğer bir çalışmada ise "ticari sır" engeline takılmışlar. Kocaeli'nde kullanılan hammaddeler nereden geliyor, hangi süreçlerden geçiyor öğrenememişler. Hamzaoğlu, "İtfaiye Müdürlüğü'ne bile verilmeyen bilgiler var. Bir yangında, İtfaiye bile bazı işletmelerde hangi maddeyle karşılaşacağını bilmiyor. Bunları bilsek hangi önlemler alınacağını da tahmin edebiliriz" diyor. Araştırmaya "ticari sır" nedeniyle valiliğin izin vermediği öne sürülüyor.

1 Ocak 1995 ile 10 Ekim 2004 tarihleri arasında Dilovası'nda toplam 494 ölüm gerçekleşti. Sekiz yılda gerçekleşen ölümlerin yüzde 32,3’ü kanserden. Bu ölümlerin yüzde 44’ü akciğer, yüzde 19,5’u da mide kanseri olarak kayıtlara geçmiş.

Nükleer santralin sökümü 100 yıl sürecek

Tüm dünyada nükleer enerji yeniden tartışılmaya başlanırken santrallerin atıkları ve sökümü hükümetleri korkutuyor. İngiltere'de bu yı sonunda devreden çıkacak Sizewell A reaktörünün söküm işlemlerinin tamamlanması için 100 yıldan fazla bir süre gerekecek.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / Ağustos 2006

1980'li yıllardan itibaren nükleer atık ve güvenlik sorunları yüzünden popülaritesini yitiren nükleer enerji, önümüzdeki yıllarda ortaya çıkması beklenen enerji arzı sorunu nedeniyle tekrar tartışılmaya başlandı. Diğer seçeneklere göre ilk yatırım maliyeti çok daha yüksek olan ve 250 bin yıl kadar radyoaktif kalan atıklara henüz kalıcı bir çözüm bulamamış olan nükleer endüstrinin bugünlerdeki en büyük sorunu ise söküm maliyetleri ve işlemlerin zorluğu. Reuters'in İngiltereNükleer Tesisler Müfettişliği'ne dayandİngiltere'de bu yıl sonunda kapanacak olan Sizewell A reaktörünün bulunduğu alanın tamamen temizlenmesi 2110 yılında bitecek. 1966 yılında çalışmaya başlayan 420 megavat toplam güce sahip iki reaktörden oluşan santralin ilk olarak sökülecek türbin ve ek binalarının ise 2017'ye kadar tamamlanması umuluyor.

İngiltere'deki Nükleer Söküm İdaresi'ni (Nuclear Decommissioning Authority) asıl telaşlandıran ise bu değil. İngiltere'de halihazırda 23 nükleer reaktör çalışıyor ve bunların birçoğu yaş haddinden dolayı emekli olmak üzere. Öte yandan çok küçük (toplam kurulu güçleri 1200MW kadar) ve daha çok askeri amaçlara hizmet etmiş 22 reaktör ise zaten kapatılmış durumda ve sökülmeyi bekliyor. İdare'nin yaptığı hesaplara göre atıkların nereye konulacağı sorusunun yanında işin faturası da el yakacak. Tüm bu söküm çalışmalarının tamamlanması için tahmin edilen rakam 130,8 milyar dolar. İngiltere hükümeti yaşlanan bu reaktörlerin yerine yenilerinin konulması konusunda bu rakamları analiz ederek karar vermesi için bir komisyon görevlendirdi. Geçen hafta yaptığı konuşmayla, komisyon raporunu beklemeden nükleer enerjiye "yeşil ışık" yakmak isteyen Tony Blair ise hem parti içinde hem de kamuoyunda ağır eleştirilere uğradı.

Karaca: "Ekonomi çökerse çöksün"

Özgür Gürbüz / Mart 2006

Avrupa Birliği(AB) müzakere sürecinde Türkiye'nin tarım ve çevre politikalarını etkilemek ve kamuoyunu bilgilendirmek için "ABce" adı altında biraraya gelen Buğday Derneği, Çekül Vakfı, Doğa Derneği ve TEMA Vakfı, dünya su günü dolayısıyla ilk görüşlerini su politikaları üzerine açıkladı.

Toplantıda TEMA Vakfı adına söz alan Hayrettin Karaca, tüketim alışkanlıklarıyla ilgili sert eleştiriler yaptı. Karaca, yapılan toplantı gibi birçok toplantı yapıldığını ama sistemin çözümü tıkadığını söyledi. Karaca, "Hakkımdan fazlasını almayacağım(tüketmeyeceğim), çatlasan da patlasan da almayacağım. Ekonomi çökerse çöksün!" diye konuştu. Karaca, köy çeşmelerinin yüzde 70'inde suyun tükendiğine dikkat çekerken, ABce grubunun dönem sözcülüğünü yapan Doğa Derneği adına Genel Müdürü Güven Eken konuştu. Eken, "En geç 2007 sonuna kadar Su Çerçeve Yasası çıkarılarak suyun kim tafaından ne ölçüde kontrol edileceği belli olmalı" dedi. Eken, hiçbir suyun aslında boşa akmadığını, boşa akıyor denen akarsuların bile insanlara soludukları temiz hava ve yedikleri yiyecekleri sağlayan kaynaklar olduğunun unutulmaması gerektiğine dikkat çekti. AB'yle gelecek en önemli değişikliğin entegre havza yönetiminin Türkiye'ye yerleşmesi olacağını da sözlerine ekledi.

Çin nükleere temkinli yaklaşıyor

Son 20 yılda ortalama yüzde 9.5'ları bulan büyüme hızı, 1 milyar 300 milyonu bulan nüfus ve 2004'te 4 bin 600 dolara ulaşan kişi başına düşen milli gelirle devamlı büyüyen Çin'de enerji ihtiyacı da hızla artıyor. Buna rağmen Çin, nükleere temkinli yaklaşıyor.

Özgür Gürbüz - Analiz / Şubat 2006

Çin'i, sadece dünyanın en büyük barajına ya da seddine sahip ülke olarak tanımlarsak haksızlık etmiş oluruz. Çin aynı zamanda dünyanın en hızlı ve düzenli olarak büyüyen ekonomisine de sahip. Son 20 yılda ulaştıkları yüzde 10'lara varan ortalama büyüme hızının, gelecek 5 yılda da yüzde 8'lerde seyretmesi bekleniyor. 2006-2010 yılları arasında bu büyüme hızının da yüzde 8'lerde seyretmesi bekleniyor. Tüm bu rakamlara rağmen, bugün toplam elektriğin yüzde 2'sini sağlayan nükleer enerjinin, 2020 için tasarlanan tüm projeler hayata geçse dahi, toplam kurulu güç içinde payının yüzde 5'i geçemeyeceği tahmin ediliyor. 2003 yılı rakamlarına göre 338 GW'lık (gigavat) kurulu güce sahip olan Çin'in kapasitesinin 253 GW'ı termik santrallerden, 83 GW'ı hidroelektrikten ve sadece 2 GW'ı nükleerden oluşuyor. Üretilen 1 trilyon 807 milyar kilovatsaatlik elektriğin de sadece 42 milyon kilovatsaati nükleerden geliyor.

Geçtiğimiz günlerde TÜSİAD ve Boğaziçi Üniversitesi'nin konuğu olarak Türkiye'ye gelen Çin, Silah kontrol ve Silahsızlanma Grubu Araştırma Bölümü Direktörü Teng Jianqun, Çin'de daha az nükleer santral olmasının tamamen politik bir karar olduğunu söylüyor. Jianqun, "Hindistan'da sanırım 15'ten fazla nükleer santral var. Çin'de bu sayı daha az. Bu santraller 1990'larda faaliyete geçti. Nükleer enerjinin ilk kullanılmaya başlanmasının ardında askeri nedenler vardı. Çin, enerji kaynaklarında çeşitliliğe gitti ve nükleeri en son seçenek olarak gördü" diyor. İşletmede 9 santrali olan Çin'in inşaa halinde olan 1 ve planlanan 4 nükleer santrali daha var.

Çin'in hızla büyüyen ekonomisi, enerji ihtiyacını da arttırıyor. 2004 yılında ihraç edilen petrolün kullanılan petrol içindeki oranı yüzde 48'lere kadar çıktı. Dünyanın en çok kömür kullanan ülkesi olan Asya'nın dev ülkesi, yılda 957 milyon ton petrole eşdeğer kömür kullanıyor. Bu yüzden de iklim değişikliğine neden olduğu bilinen sera gazları içinde başı çeken karbondioksit emisyonlarında, 1 milyar tonun üzerinde bir rakama ulaşmış durumda. Yine de bu rakam her gün Çin'den 3 kat daha fazla petrol kullanan ve nüfusu Çin'in neredeyse 5'te 1'i olan ABD'den daha az. Dünyanın en çok karbondioksit emisyonuna neden olan ABD'de ise yılda 1 milyar 616 milyon ton karbondioksit atmosfere salınıyor.

Jianqun, Çin'in kalkınmasının büyük ölçüde enerjiyle, özellikle de petrolle bağlantılı olduğunu söylüyor. Nükleer enerjide bir başka çeşit enerji kaynağı ama kolay değil diyen Jianqun,"Sadece teknik olarak değil, güvenlik açısından da kolay değil. Çevrenin korunması açısından; eğer nükleer santral kaynaklı bir kaza olursa sonuç felaket" diyor. Jianqun Avrupa ve Çin'in enerji politikalarınındaki farklılığı da şöyle açıklıyor: "Çin petrolü elektrik üretmek için kullanmıyor örneğin, sadece ulaşımda kullanıyor. Su, kömür, petrol, rüzgar ve nükleer gibi başka seçeneklerimiz de var ama Çin'in en büyük enerji kaynağı kömür". Jianqun, "Bugün, birçok Batı ülkesi kendi ülkelerinde nükleer santral kurmaya sıcak bakmıyor. Çin'in de bazı nükleer planları var. Teknolojinin kontrol altında tutulabileceğini düşünüyorum ama yine de kimse bilemez" diyor.

Çin ve bazı ülkelerde petrol kullanımı

Günlük petrol kullanımı ve net ithalat* Kişi başı petrol kullanımı**

Çin 6.7 (3.2) 1.9
Hindistan 2.6 (1.7) 0.9
Almanya 2.6 (2.6) 11.9
Japonya 5.3 (5.3) 15.2
ABD 20.5 (13.3) 25.3

*Milyon varil---ithalat rakamları parantez içinde
**Yıllık, varil örneğin: Çin'de kişi başına her yıl 1,9 varil petrol kullanılıyor.

AKP'ye üç taraftan baskı var

Avrupa Parlamentosu Türkiye Karma Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, müzakere sürecinin başlamasıyla AKP'nin milliyetçiler, AKP'ye oy verenler ve AB tarafından baskı altına alındığını söyledi.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Aralık 2005

Dün Türkiye'deki temaslarını bitiren Joost Lagendijk, AKP hükümetinin üzerindeki baskıların 3 Ekim'den sonra daha da arttığını söyledi. "AB treni rayından çıkıyor mu" sorumuza, "3 Ekim'den sonra, hatta öncesinde, hükümete iki taraftan baskı gelmeye başladı. Daha çok sesleri duyulan ve görülen milliyetçiler ve bir diğeri de AKP'ye oy veren, İmam Hatip okulları ve türban konusunda verdikleri sözleri tutmasını isteyen kesimler". Baskı yapan üçüncü tarafın ise politik reformları hayata geçirin diyen AB olduğunu söyleyen Lagendijk, "Bazen AB'ye giden yol size oy verenlerin, milliyetçilerin sevmediği işleri yapmayı gerektirir. Sanıyorum bunu şimdi anlamaya başladılar. Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'yle bir problem yaşadılar, sadece bir tane, ve AB'ye girmek isteyip istemedikleri konusunda karar vermeye çalışıyorlar" şeklinde konuştu.

Ordu hakkında verdiği demeçlerle ilgili olarak, demokratik ve şiddetsiz bir çözümü savunduğunu yineleyen Joost Lagendijk, "Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümünde Başbakan sorumlu olmalı. Sorunun şiddetle çözüleceğini savunan herkesi eleştiriyorum. Benim için Şemdinli olayı, güvenlik güçlerinin bir bölümünün provokasyonuydu. Gazetelerde okuduğum bunlar. Güvenlik güçleri o insanların neden orada olduğuyla ilgili soruları yanıtlamak zorunda. Evet, PKK provokasyonlar yaptı ama ordu da ağır bir karşılık verdi" dedi.

Kıbrıs konusunda Güney Kıbrıs'ı çözüm yolunu tıkamakla eleştiren Yeşil milletvekili, bu konuda AB'yi sözünde durmamakla eleştiren Türkiye'nin haklılığını vurguladı. Lagendijk, "Geçen yıl AB'nin Kuzey Kıbrıs'taki izolasyonun kaldırılması yönündeki taahhütü doğru gerekçelere dayanıyordu ama şu ana kadar gerçekleşmedi. İngiltere, Alşmanya ve Fransa gibi büyük üyeler çözümü engelleyen Güney Kıbrıs'ı yeterince sıkıştırmıyorlar. 24 ülkeye karşı 1 ülke çözümü bir yıldır tıkıyor" şeklinde konuştu.

Türkiye'de özgürlükçü, sol tendanslı bir Yeşil parti olsa işlerinin daha kolay olacağını söyleyen Lagendijk, Yeşillerin en iyi çalıştığı kesimin AB yanlısı muhafazakar AK parti, alternatifin de CHP ve MHP gibi milliyetçi partiler olduğundan yakınarak, "Türkiye'deki yeşillerin gidecek çok yolu var ama Yeşil Parti'nin kurulması Türkiye'deki siyasi yelpaze için iyi olacak" dedi.

Türkiye'nin AB'deki ilk müslüman ülke olacağını söyleyen bir gazeteciyi sözcüklerini dikkatli seçmesi konusunda uyaran Lagendijk, "Ben Türkiye'nin müslüman bir ülke olduğunu hiç bir zaman söylemedim ve söylemeyeceğim. Türkiye çoğunluğun müslüman inanca sahip olduğu bir ülke, ikisi farklı şeyler. AB'de müslüman, katolik, protestan ve benim gibi ateist milyonlarca insan var. Bu yüzden de Türkiye'deki çoğunluğun müslüman olması AB üyeliği için engel değil" dedi.

Temiz enerjinin önlenemeyen yükselişi

Temiz enerjinin önlenemeyen yükselişi

Dünyanın artan enerji ihtiyacı ve klasik enerji kaynaklarının yarattığı çevre sorunları arasında sıkışan enerji sektörünün imdadına yenilenebilir enerji kaynakları yetişti. 2004 yılında dünya elektriğinin yüzde 4'ü temiz enerji kaynaklarından üretildi, toplam yatırımlar 30 milyar doları buldu.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi /Kasım 2005

"Yenilenebilir enerji artık büyük bir sektör" diyor Worldwatch Enstitüsü'nün hazırladığı "Yenilenebilir Enerji 2005, Küresel Durum Raporu"nun baş yazarı Eric Martinot. Raporun bulduğu rakamlar da öyle. 2004 yılında tam 30 milyar dolarlık yatırım yapılan sektör 2004 yılında üretilen toplam elektriğinin yüzde 4'ünü üretti. Kömür, doğal gaz ve nükleer gibi santral gibi konvansiyonel kaynaklara yapılan yatırımın 150 milyar dolar civarında olduğu düşünülürse temiz kaynakların büyüme hızı daha da iyi anlaşılabilir. 2004 yılında rüzgar, küçük hidroelektrik(1), güneş, jeotermal ve biyokütle gibi kaynaklar 160 Gigavat'lık (GW) elektrik üretme kapasitesine ulaşmış durumda.

Bu kaynakların her geçen gün daha çok kullanılması büyük firmaların da ilgisini çekiyor. General Electric, Siemens, Sharp ve Shell gibi firmalar da bu kaynaklara yatırım yapmaya başladılar. 20 ülkeden 100 araştırmacının hazırladığı rapor, yenilenebilir kaynakların hızla büyüdüğüne dikkat çekiyor. Örneğin güneş toplaçlarıyla sularını ısıtan ev sayısı 40 milyona yaklaşıyor ve bu sistemlerin birçoğu son 5 yıl içerisinde kuruldu. Toplam kurulu panellerin yüzde 60'ı Çin, yüzde 11'i Avrupa Birliği ve yüzde 9'u da Türkiye'de. Güneş enerjisinden elektrik üreten ve bunu enterkonnekte şebekeye aktaran fotovoltaik sistemler ise yüzde 60'lık büyüme hızıyla en hızlı büyüyen enerji kaynağı. Japonya, Almanya ve ABD'nin başını çektiği ülkelerin çatılarında artık 400 bine yakın güneş paneli var ve kurulu güç 1.1GW'tan 1.8GW'a ulaştı. İkinci en hızlı büyüyen temiz enerji kaynağı ise rüzgar enerjisi. Yıllık yüzde 28 büyüme hızına sahip sektörün en çok kurulu güce sahip ülkesi 17 bin Megavat (MW) civarındaki güçle Almanya. Biyodizel'de büyüme oranı yüzde 25, şebeke dışı fotovoltaik panellerde 17, jeotermal ısıtmada 13 ve ethanol kullanımında yüzde 11 oranında gerçekleşti. Petrol fiyatlarının artmasıyla daha çok gündeme gelmeye başlayan ethanol ve biyodizel gibi biyoyakıtların üretiminin 33 milyar litreyi aştığı görülüyor. Dünyada kullanılan yüzde 3'lük benzinin yerine bugün biyoyakıtlar kullanılıyor kısacası. Bu konuda başı çeken Brezilya'da, dizel araçlar dışında kullanılan toplam yakıtın artık yüzde 44'ü ethanol.

Bütün bu büyüme rakamlarının arkasında hükümetlerin yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik giderek artan destekleri yer alıyor. Bugün, dünyada 48 ülkenin yenilenebilir enerjileri destekleyen hükümet politikaları var ve bunların 14'ü gelişmekte olan ülkelerde. Birçok ülke, yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğin gelecek 10 yıl içinde toplam elektriklerinin belli bir bölümünü sağlamasını hedefliyor ve bu oran ülkeden ülkeye, yüzde 5-30 arasında değişiyor. Dünya Bankası, Almanya Kalkınma Kredileri Kuruluşu gibi fon sağlayıcılardan gelişmekte olan ülkelere giden yardımlar bu büyümenin arkasındaki nedenlerden ve yılda 500 milyon doları buluyor. Bir başka etken de, Avrupa, ABD, Kanada, Avustralya ve Japonya'da sayıları 4.5 milyonu bulan ve elektriğini temiz enerji kaynaklarından almayı tercih eden tüketiciler. Tüm bunların sonucunda artık 1 milyon 700 bin kalifiye ve iyi ücret alan kişinin çalıştığı bir sektör var dünyada. 2004 yılı için bu büyük pazarın liderleri de, biyoyakıtlarda Brezilya, fotovoltaik'te Almanya, güneşten su ısıtma sistemlerinde Çin ve rüzgarda İspanya.

Türkiye "güneş enerjisi" diye de adlandırdığımız su toplaçlarında Dünya'da ülke olarak Çin'den sonra ikinci sırada yer alsa da, 80 bin MW'larda tahmin edilen büyük rüzgar potansiyeline ve Almanya'dan çok daha iyi olan güneş ortalamasına rağmen fotovoltaik paneller ve rüzgarda oldukça gerilerde yer alıyor. Türkiye'nin rapora da yansıyan ve kayda değer gelişme gösterdiği bir başka sektör ise jeotermal. 2000 yılından günümüze, ev ısıtmasında jeotermal enerjiyi kullanma oranı yüzde 50 arttı ve yaklaşık 70 bin ev jeotermal enerjiyle ısıtılıyor. Dünya lideri İzlanda'da bu oran yüzde 85.

Türkiye'nin raporda eksikliği fark edilen bir başka konu da yerel yönetim düzeyinde temiz enerji planlarının olmayışı. Barselona, Oxford, San Fransisko ve Toronto gibi kentler, kendilerine karbondioksit indirimleri için hedef belirliyor, çatılardaki güneş panellerinin sayısını arttırmak için politikalar oluşturuyor. Örneğin, Oregon, Santa Monika, Kaliforniya belediyeleri kendi binaları için gereken elektriğin tamamını "yeşil" enerji kaynaklarından alacaklar. Bu listede henüz Türkiye'den bir kent yok.

Bazı AB dışı ülkelerin yenilenebilir enerjiden elektrik üretim hedefleri

ÜLKE HEDEF YIL TOPLAM ELEKTRİĞİN %

İsrail 2016 5
Çin 2010 10
Mısır 2020 14
Güney Kore 2010 7
Malezya 2005 5



Şebekeye bağlı yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretim maliyetleri

TÜRÜ KİLOVAT/SAAT MALİYETİ (US sent) ANALİZ

Büyük Hidro* 3-4 İstikrarlı fiyat
Küçük Hidro** 4-7 İstikrarlı fiyat
Rüzgar 4-6 1990'a göre maliyetler yarıya düştü Rüzgar Açıkdeniz 6-10 Pazar büyüdükçe fiyatlar düşecek
Biyokütle 5-12 İstikrarlı fiyat
Jeotermal 4-7 1970'e göre maliyetler düştü daha da düşmesi bekleniyor
Güneş Çatı fotovoltaik paneller 20-40 Fotovoltaik modüllerdeki fiyatların
düşmesiyle maliyetler azalıyor
Güneş Termal 12-18 1980'de 44 olan fiyat 12 cent'lerde

SU ISITMADA
Biyokütle 1-6 İstikrarlı fiyat
Güneş Enerjisi 2-25 İstikrarlı fiyat ve az oranda düşüş bekleniyor
Jeotermal 0,5-5 Maliyetler düştü ve düşüyor

BİYOYAKITLAR BENZİN EŞDEĞERİ LİTRE FİYATI
Ethanol 25-30 sent Benzin eşdeğeri litresi İstikrarlı fiyat ve az oranda düşüş bekleniyor
Biyodizel 40-80 sent Benzin eşdeğeri litresi İstikrarlı fiyat ve az oranda düşüş bekleniyor

* 10 MW'dan büyük
** 10 MW'dan küçük

(1) Çin'de 50MW, Brezilya'da 30MW ve diğer yerlerde 10MW'ın aşağısında kurulu güce sahip hidroelektrik santraller küçük hidro kapsamında değerlendirilmiştir.


Cargill'in kapatılması büyük haksızlık olur hükümet arkamızda

ABD'li gıda devi Cargill'in Bursa İl Çevre ve Orman Müdürlüğü'nün aldığı, Orhangazi Kaymakamlığı'nın 11 Ekim'de uygulayacağını duyurduğu kapatma kararında gözler valilikten gelecek cevaba çevrildi.

Metin Can - Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 7 Ekim 2006

Türkiye'de yaklaşık 8 yıldır faaliyette olan ve bugüne kadar hakkında 6 dava açılan Cargill'in başı bu sefer de kapatma kararı veren Bursa İl Çevre ve Orman Müdürlüğü ve Orhangazi Kaymakamlığı ile dertte. Türkiye'nin nişasta bazlı şeker üretiminin yüzde 56'sını gerçekleştiren ABD'li gıda devi Cargill'in Murahhas Azası Mustafa Sayınataç, "Kaymakamlığın elinde bulunan kapatma kararı bugüne kadar karşılaştığımız en ciddi sorunlardan biri. Fabrikanın kapatılması büyük bir haksızlık olur. Çünkü ortada büyük bir yanlış anlama var. Bugüne kadar bütün hükümetler arkamızda durdu. Bugünkü hükümet de arkamızda. Çünkü bizim her şeyimiz yasal ve çevreye en küçük bir zararımız yok" dedi.
Bursa Orhangazi Kaymakamlığı'nın aldığı kapatma kararı, Cargill hakkında daha önce açılan davalara dayanıyor. 1998 yılında tarım arazisi üzerinde kurulduğu gerekçesi ile hakkında dava açılan firma, bugüne kadar birçok benzeri dava ile de mücadele etti ve mahkemeden birçok kez kapatma kararı çıktı. Ancak bugüne kadar alınan kapatma kararları uygulanmadı. Son olarak Bakanlar Kurulu Cargill sorununa çözüm bulmak için çevresinde bulunan 20'nin üzerinde fabrikayı da içine alan araziyi endüstri bölgesi ilan etti. Ancak Bakanlar Kurulu'nun bu kararı Bursa Barosu'nun Danıştay'a yaptığı itiraz üzerine bozuldu. Bu da Cargill'in kapatılmasını yeniden gündeme getirdi. Danıştay'dan çıkan son karar üzerine Bursa Orhangazi Kaymakamlığı devreye girerek 11 Ekim saat 10.00'da gerçekleştirilecek kapama işlemini "gizli" ibareli yazıyla valiliğe bildirdi ve yetkililerin görevlendirilmesini istedi. Şimdi gözler Bursa Valisi'nden gelecek yanıta çevrildi.

Burayı biz değil hükümet endüstri bölgesi ilan etti
"Gelinen nokta son derece üzücü" diyen Cargill Murahhas Azası Mustafa Sayınataç, yanlış yorumlamalar nedeniyle kapatma kararı alındığını söyledi. Sayınataç, şöyle devam etti: "Valilik 11 Ekim günü şirketi kapayabilir. Bize de bir tebligat yapıldı. Biz gerekli itirazlarımızı yaptık. 21 Eylül tarihinde Bursa Valiliği'ne yazdığımız yazıda yürütmeyi durdurma kararının Çevre ve Orman Bakanlığı Hukuk Müşavirliği'nin sunduğu hatalı hukuki görüş doğrultusunda alındığını ve valiliğin de kararı yanlış istikamette uyguladığını belirttik. Bu itirazı, 13 Eylül tarihinde valiliğe de yazılı olarak ilettik. Burayı hükümet endüstri bölgesi ilan etti. Biz etmedik!"
Cargill fabrikasının çevresinde 24 adet fabrika bulunduğunu, Türkiye'nin yüzde 90'ının tarım arazisi üzerinde sanayicilik yaptığını öne süren Sayınataç, "Danıştay'ın endüstri bölgesini iptal etmesi bizim kapanmamız anlamına gelmiyor. Ancak durum gerçekten üzücü. Sonuçta itirazımız kabul edilmeyebilir ve valilik şirketimizi kapayabilir. Şu an 3.1 milyon YTL'lik yatırım yapmış durumdayız. Bizim firmamızdan çıkan atık suyu çiftçiler sulama amaçlı kullanıyorlar" diye konuştu. "Kapatma kararı alınırsa Orhangazi halkı ayaklanır" diyen Sayınataç, "Burada tüm halk şirketimizi çok seviyor. Sadece birkaç kişi ve kurum yüzünden bugün bu noktaya geldik. Bu da gerçekten çok acı ve üzücü bir durum. 2006 yılında Orhangazi'ye 1.7 milyon YTL'ye ilköğretim okulu yaptık. Şimdi sağlık ocağı yapıyoruz. Türkiye'de üretilen mısırın yüzde 10'unu karşılıyoruz" dedi. İznik Gölü'nü kuruttukları yönündeki iddiaların doğru olmadığını, bu konuda DSİ'nin raporları bulunduğunu belirten Sayınataç, Cargill'in üzerine bu kadar gidilmesine bir anlam veremediklerini kaydetti.

Cargill'in geçmişi davalarla dolu
09.12.1997 Cargill Tarım San. ve Tic. A.Ş.’nin kurulmasına izin verildi.
17.06.1998 Bursa Valiliği İl İdare Kurulu, 1/1000 ölçekli hazırlattığı Mevzi İmar Planı'na istinaden inşaat ruhsatı verdi.
01.07.1998 Bursa 2. İdare Mahkemesi'ne hazırlanan Mevzi İmar Planı'nın İznik Nazım Planına uymadığı için dava açıldı.
14.08.1998 Bayındırlık ve İskan Bakanlığı plan değişikliğini onayladı ve ilk dava düştü.
27.06.2000 Bursa 2. İdare Mahkemesi imar planı ve yapı ruhsatının iptaline karar verdi.
24.07.2002 Bakanlar Kurulu faaliyetine devam etmesini uygun buldu.
26.12.2002 Danıştay 6. Dairesi, 1/25.000 Nazım İmar Planında yapılan plan değişikliğini iptal etti.
08.11.2004 Bursa 2. İdare Mahkemesi inşaat ve yapı ruhsatını iptal etti.
05.07.2005 Cargill’in bulunduğu alan Bakanlar Kurulu kararı ile “Özel Endüstri Bölgesi” ilan edildi.
20.03.2006 “Özel Endüstri Bölgesi” kararı hakkında Danıştay yürütmeyi durdurdu.
26.06.2006 Danıştay, "Özel Endüstri Bölgesi" kararının yürütmesinin durdurulmasına yapılan itirazı reddetti.
29.09.2006 Orhangazi Kaymakamlığı, Cargill'in 11 Ekim'de kapatılacağını bildirdi.

Validen savunma istenmişti
Cargill'le ilgili kapatma kararının uygulanıp uygulanmaması konusunda gözler Bursa Valiliği'nde. Cargill olayı 2005 yılında gündeme geldiğinde, o zamanın Bursa Valisi Kaan Oğuz Köksal hakkında Cargill'le ilgili kararları uygulamadığı gerekçesiyle soruşturma açılması için izin istenmişti. Hürriyet gazetesi yazarı Emin Çölaşan, Kaan Oğuz Köksal hakkında soruşturma açılması için istenen iznin Bakan Abdülkadir Aksu imzasıyla reddedildiğini yazmıştı. 3 Nisan 2006 tarihinde Yargıtay devreye girmiş ve Köksal'dan yazılı savunma istemişti.

Atıkları bize bırakmayacaklar

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler önceki gün yaptığı açıklamada* daha önce "satacağız" dediği nükleer atıkların başka ülkelere verilmesinin planlandığı sinyalini verdi. Güler, "Dünyadaki gelişmeleri yakından izliyoruz. Atıkları da bize bırakmayacaklar. Atığın kendisi de bir değer. Aynı zamanda yakıt özelliği olan ve başka amaçlarla kullanılabilecek maddeler" diyor. AK Parti'nin tabanındaki büyük bir kitle de dahil olmak üzere Türkiye'de hiç azımsanamayacak sayıda kişi nükleer enerjiye bölgede yaşanan gelişmelerden dolayı nükleer silah yapımına olanak sağlayacağından dolayı "şartlı" evet diyor. Bunun bir örneği de nükleer karşıtı hareketin ilk imzacılarından olan Doğu Perinçek'in İşçi Partisi. Bakanın açıklamaları ise zaten nükleer silahsızlanma anlaşmasına imza atmış Türkiye'nin nükleer atıklarla "haşır neşir" olmasına pek müsade edilmeyeceğinin sinyallerini veriyor. Güler, "Atıkları da bize bırakmayacaklar" diyor ve yakıtın yeniden değerlendirilmesi (reprocessing) dışındaki "başka amaçlar" kelimesiyle de bu konunun altını çiziyor.

Bilindiği gibi nükleer silah yapmak için ya İran gibi zenginleştirme tesisi kurarak ya da nükleer atıklar içinde yer alan Plutonyum'u kullanarak nükleer bomba yapabiliyorsunuz. AKP hükümetinin İsrail ve ABD ile yaşadığı gerginlik uluslararası arenada nükleer enerji uzmanlarına ister istemez Türkiye bir başka İran olur mu sorusunu sorduruyor. Geçtiğimiz aylarda yürürlüğe giren "Nükleer Enerjinin Barışçıl Kullanımına İlişkin İşbirliği Anlaşması" ve Hilmi Güler'in Amerika'da yaptığı gezide bu konu gündeme gelmiş olmalı. Güler'in dün gazetecilere yaptığı açıklama bu konunun mutabakata varan çözümü olabilir. Bu bir zamanlar, "Nükleer silah yapalım, Yahudinin kafasına atalım" diyen kesimler tarafından nasıl karşılanacak, o ise soru işareti. Çünkü bu kesimlerin çoğu silah söz konusu olmadığında yerli enerjiden yana net tavır koyuyor.

Özgür Gürbüz - Yorum / Ekim 2006

* Bakan Hilmi Güler'in açıklaması için:
http://www.emdistanbul.org/?hn=156

Nükleer santralde ihale olmayacak

Enerji Bakanı Hilmi Güler, kurulması düşünülen nükleer santral için ihale olmayacağını, en kısa zamanda işi en ucuza mal edecek firmanın santrali yapacağını söyledi.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi /5 Ekim 2006

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Dr. Hilmi Güler, nükleer enerji santrali için ihale yapılmayacağını ve en kısa zamanda en düşük fiyatla inşaatı yapacak firmaya işin verileceğini söyledi. Önceki akşam İstanbul'de Ekonomi Muhabirleri Derneği'nin davetlisi olarak katıldığı toplantıda gazetecilerin sorularını yanıtlayan Güler, nükleer enerji yasasını ihale yapılmayacak şekilde hazırladıklarını ve bir hafta içerisinde yatırımcılarla yapacakları toplantıda özel sektörden görüş alıp yasada son değişiklikleri yapacaklarını belirtti.

Toplantıda gazetecilerin sorularını yanıtlayan Güler, akaryakıt dağıtım şirketlerine verilen cezalar konusunda konu yargıda olduğu için konuşmaktan kaçındı ancak af çıkması için 330 milletvekilinin imzasına gerek olduğunu belirterek sektörün beklediği affın zor olduğu mesajını verdi. Konunun EPDK'yi ilgilendirdiğini belirten Güler, "bu konunun ilgilisi yetkilisi EPDK'dir. Onlar bu çalışmayı sürdürüyorlar. Biz yasayı çıkarttık. Yasayı çıkarırken de herkes bu toplantılara katıldı, görüşlerini belirttiler. Dolayısıyla, yargıya intikal eden bu noktada görüş bildirmek istemiyorum" dedi.

Dargelirliye 4 milyon ton kömür dağıtıldı
Doğalgazda bu yıl problem beklemediklerini ve üç ayrı fiyattan alınan doğalgazı tek fiyat yaparak fiyatı indirdiklerini belirten Güler, elektrik zamında tek yetkili olmadıklarını ve piyasa koşullarının önemli bir faktör olduğunu söyledi. Gazetecilerin soruları öncesinde bakanlığın çalışmaları hakkında da bilgi veren Güler, "Kömürde yaptıklarımız gözükmüyor. Terkedilmiş maden sahaları zarar edilmiş diye kapatılmıştı. Buraları tekrar üretime açtık. 14 bin kişiye istihdam sağladık. Hatta çıkardığımız 4 milyon kömürü yıkayıp, paketleyip evlere kadar götürüyoruz. Böylece dargelirli vatandaşlar soğuk kış günlerini sıcak geçiriyor" dedi. Kömürde Türk tipi bir model geliştirildiğini belirten Enerji Bakanı, "Gel, yatırımını yap, elektriğini üret ve bize karşılığında pay ver diyoruz. Petrol ve doğalgaz daki fiyatlar yüzünden kömür yok satıyor. Zonguldak'ta denizin altından kömür çıkarıyoruz". şeklinde konuştu.

Türkiye'nin "enerji koridoru" ülke konumundan "enerji terminali" olma yolunda ilerlediğini belirten Güler, "İthalatçı pozisyonumuza ihracatçı pozisyonumuzu katmayı düşünüyoruz. Ceyhan bölgesinde rafineriler, petrokimya tesisleri LNG terminalleri ve belki de gemilerin bakımı için tersaneler olacak. BTC yüzyıllık projelerden bir tanesi. Kazakistan'ın petrolü de buraya akacak. 4 milyar dolarlık projenin üçte ikisi Türkiye'deydi ve 1,4 milyar dolara bitirdik" açıklamasını yaptı. 300 milyon dolarlık bir meblağnın da kullanma izni verildiği halde kullanılmayarak hazineye aktarıldığını belirten Güler inşaat sırasında 10 bin kişinin çalıştığını belirtti.

Özel sektör parayı nereden bulacak?
Türkiye'nin elektrik ihtiyacına da değinen Güler, yüzde 8.2'lik büyümeyi esas alan yüksek senaryoya göre 2020 yılına kadar toplam enerji talebi yaklaşık 2,5 kat; elektrik enerjisi talebinin 3 kat, kömür talebinin 4 kat ve doğalgaz tüketiminin 2,2 kat artacağını belirtti. Güler, "Yeni kanun bize enerji yatırımlarını özel sektör yapsın diyor. Senaryolarımıza göre yıllık ortalama 4-5 milyar dolarlık yatırım gerekiyor. Yatırım kabilyeti 1 milyar dolar olan (geçmiş yılların ortalaması) bir özel sektör bu yatırımı nasıl yapacak? Bu soru önemli. 2020 yılına kadar elektrikte 105 milyar, tüm enerji yatırımlarında 128 milyar dolarlık bir kaynak lazım" açıklamasını yaptı.

Toplantıda "bor" konusuna da değinen Güler, boru çimentoda dayanıklılığı arttıran bir ürün olarak kullanacaklarını bunun da maliyeti düşüreceğini belirtirken tarımda da "mikro besleyici" olarak kullanılacak borun sarımsak, buğday, yonca, çilek ve fındıkta verimi arttıracağını söyledi. Bu oran sarımsak için yüzde 22.

İtalya'nın topuğundan gidecek
Enerji Bakanı Hilmi Güler gazetecilerin soruları öncesinde özellikle boru hatlarıyla ilgili projeler hakkında bilgi verdi. Projeler arasında Rusya'dan gelen doğalgazı taşıyan Mavi Akım'ın Ceyhan'a uzatılması, Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Macaristan üzerinden Avusturya'ya uzanacak 4 bin kilometrelik NABUCCO projesi de bulunuyor. Bakan Güler, Avrupa Birliği'nin Cezayir, Norveç ve Rusya'dan ibaret olan üç doğalgaz kaynağını bu projeyle 4'e çıkarmak istediğini ve 30 milyar metreküple başlayacak projenin 100 milyara kadar çıkacağını belirtiyor. Güler'in bahsettiği bir diğer projede "Şahdeniz projesi" olarak da adlandırılan Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattı BTC'nin kardeşi. Güler bu yıl içerisinde bitirilmesi planlanan projeyi şöyle açıklıyor: "Bu bu hattan gelen gaz, Türkiye'de kullandıktan sonra Yunanistan'a ve oradan da İtalya'ya gönderilecek. Meriç Nehri'nin 700 metre altından geçecek. Yunanistan üzerinden de bu boru hattı Adriyatik Denizi'ni geçecek ve İtalya'nın topuğundan İtalya'ya gidecek. Burası Fatih Sultan Mehmet'in Gedik Ahmet paşa zamanında bir süre için fethettiği bir yer".

Türkiye ile Almanya'dan enerjide ortaklığa gidiyor

Türkiye ile Almanya enerji yatırımlarında işbirliği yapacak. Ortak çalışma metni hazırlandığını belirten Alman Çevre Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanı Sigmar Gabriel, "Bu yatırımları sadece Türkiye olarak düşünmeyin, bölgeyi de kapsayan bir proje olacak. Jeotermal ve güneşte çok avantajlısınız. Almanya da bu konuda uzmanlara sahip. Stratejik ortaklıkta bunları Türkiye'nin gündemine sunacağız" dedi

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 4 Ekim 2006

Türkiye Almanya Başbakanı Angela Merkel'i ağırlamaya hazırlanırken ilk işbirliği imkanlar enerjide ortaya çıktı. Almanya ve Türkiye yenilenebilir enerji konusunda stratejik ortaklığa gidiyor. Her iki ülkenin bakanı iki ülkenin de önemli avantajları olduğunu, bu ortaklıkla avantajların projelere dönüştürüleceğini söyledi. Bu ortaklığa göre Türkiye'nin enerji potansiyeli, Almanya'nın teknolojisi kullanılacak. Alman Çevre Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanı Sigmar Gabriel, bir heyetin stratejik ortaklık üzerinde çalışarak bir anlaşma metni hazırlayacağını, sonra da bu anlaşmanın imzalanacağını belirterek, "Bu yatırımları sadece Türkiye olarak düşünmeyin, bölgeyi de kapsayan bir proje olacak. Jeotermal ve güneşte çok avantajlısınız. Almanya da bu konuda uzmanlara sahip. Stratejik ortaklıkta bunları Türkiye'nin gündemine sunacağız" dedi.

Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası İstanbul Şubesi tarafından dün İstanbul'da düzenlenen toplantıda konuşan Enerji Bakanı Dr. Hilmi Güler, Alman firmalarını yenilenebilir enerji konusunda Türkiye'de yatırım yapmaya çağırdı. Sürdürülebilir enerji sistemi dahilinde yenilenebilir enerji konusunda düzenlenen Alman-Türk konferansında Alman Çevre Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanı Sigmar Gabriel ile bir araya gelen Güler, "Size evlilik teklif ediyorum. Ben Almanları seviyorum. Tüm anlaşmalarda iki sıfır öndesiniz" diye konuştu.

Rüzgar haritası çıkarılıyor
Konuşmasında Türkiye'nin yenilenebilir enerji potansiyeline dikkat çeken Bakan Güler, Türkiye'de birçok barajın inşa aşamasında olduğunu söyledi. Türkiye'de barajların çözüm beklediğini belirten Güler, "Temsan adlı bir fabrikamız da var. Birlikte üretip ihraç edebiliriz. Burada bir evlilik yapabiliriz" dedi. Toplantının Türkiye ve Almanya için dönüm noktası olabileceğini vurgulayan Güler, Almanya'nın teknolojisiyle Türkiye'nin yenilenebilir enerji potansiyeli birleştirildiği takdirde önemli bir stratejik kazanım sağlanabileceğini söyledi. Türkiye'nin yenilenebilir enerji konusunda bir cennet olduğunu söyleyen Güler, "Yaklaşık 10 bin megawatlık ispatlanmış rüzgar enerjisi kaynağı var. Bu rakamın 7-8 kat daha fazla olduğunu söyleyenler de var. Elektrik işleri etüd idaresi kasım ayında rüzgar haritasını ilan edecek. Biz rüzgardan çok şey bekliyoruz" dedi ve rüzgar enerjisi konusunda Almanlarla işbirliği yapmaya hazır olduklarınının mesajını verdi.

"Türkiye'nin potansiyelini değerlendirin"
Jeotermal enerji konusunda Türkiye'nin potansiyel açısından Avrupa birincisi olduğunu söyleyen Güler, 21 jeotermal sahasının sondajının yapıldığını ve altyapısının hazır olduğunu belirtti. Projeler için 'kılçıkları ayıklanmış bir balık' tabirini kullanan Enerji Bakanı, bu projelerde ortak çalışılabileceğini dile getirdi. Güneş enerjisi, biyodizel, biyokütle konularında da tek tek Türkiye'nin potansiyeline değinen Hilmi Güler, tüm bu potansiyelin değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.

Alman Çevre Bakanı Sigmar Gabriel ise konuşmasında dünyadaki enerji sorununa ve küresel ısınmaya değindi. Bugün 1.8 milyar insanın enerji erişimi olmadan yaşadığını anımsatan Gabriel, önümüzdeki onyıllarda ise nüfusun 6.5 milyardan 9 milyara çıkacağını, tüm bu insanların enerjiye ihtiyacı olacağını ve gaz ve petrol kaynakları kısıtlı olduğuna işaret etti. İklim değişikliğinin çok korkunç sorunlara neden olduğunu belirten Gabriel, geçen yıl meydana gelen Katrina Kasırgasını örnek verdi. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre savaşlardan daha çok insanın iklim yüzünden göç ettiğini değinen Çevre Bakanı, "Alman yenilenebilir enerji bir başarı hikayesidir. Almanya'da elektrik enerji üretetiminin yüzde 10-11'i yenilinebilir enerjiden kaynaklanıyor. 2020'de hedefimiz bu oranı yüzde 20'ye çıkarmak ve bu hedefin dörtte üçü rüzgar enerjisi olaca" diye konuştu.

Almanya'nın açık denizde 5 megawattlık rüzgar türbinleri kurmayı planladığını belirten Gabriel, denizin 40 metre altında kurulacak türbinlerle de enerji üretimine hazırlandıklarını söyledi. Yenilenebilir enerji kaynaklarının istihdam yaratması nedeniyle ekonomik gelişmeyle çatışmadığını dile getiren Gabriel, Almanya'da şu anda 170 bin kişinin yenilenibilir enerji sektöründe çalıştığına dikkat çekti. Almanya'nın tarihinde bu kadar kısa sürede böyle bir istihdam alanı açılmadığını vurgulayan Gabriel, "Biz daha işin başındayız" ifadesini kullandı.Gabriel, Almanya'da yenilenebilir enerjiye destek veren hükümetin bu desteğinin 3 kişilik aile için ayda 1.60 cent olduğunu ve çocukların geleceği için bu rakamın çok olmadığını söyledi.

Nükleer enerji iki bakanı ayırdı
Sinop Bizim Grubu adına iki bakana da soru yönelten Oya Koca, nükleere karşı 25 bin imza topladıklarını, 29 Nisan'da Sinop'ta miting yaptıklarını hatırlatarak, kamuoyunun bütün tepkilerine karşı Enerji Bakanı Hilmi Güler'den bir yanıt beklediklerini söyledi. Bu soru, tüm toplantı boyunca aynı görüşleri açıklayan iki bakanı ayrı düşürdü. "Nükleer enerjii konusunda kararlıyız. Ben de Karadenizliyim, Sinop için nükleer bir şans" diyen Güler, "Türkiye'nin tüm yenilenebilir enerji kaynaklarını kullansanız bile ihtiyacı karşılamıyor. Dünyada da nükleer rönesans başladı. İngiltere Başbakanı Tony Blair ve ABD Başkanı Bush nükleer ile ilgili yeni stratejiler belirledi" dedi. Bunun üzerine Almanya'dan örnek veren Gabriel, 2020 yılına kadar Almanya'nın tüm nükleer santrallarini kapatacağını ve nükleer rönesans konusunda da Hilmi Güler'e katılmadığını söyledi.

Enerji yoğunluğu düşürülmeden enerji sorunu çözülemez

Enerjide sorunların sadece yeni santral kurularak çözülemeyeceği bir çağa giriyoruz. Sınırlı ve giderek pahalanan kaynaklar, enerjiyi etkin kullanan ülkelere avantaj sağlıyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 4 Ekim 2006

Türkiye ne zaman yüksek büyüme rakamlarını yakalasa enerji talebinde ne kadar artış olacağıyla ilgili rakamlar sahneye çıkar. Daha sonra da hangi yılda enerji açığının yaşanacağı, hangi tip santrallerin gerektiği tartışılır. Tartışmalar gecikirse hızlıca kurulan doğalgaz santralleri sayesinde kriz önlenir ya da bir ekonomik kriz gelir ve bütün bu talep tahminlerini altüst eder. Hal böyle olunca, enerji sektörü ulusal bir plandan yoksun olarak kapanın elinde kalır.

Enerji savaşlarının yaşandığı ve üç ayrı kavramın; güvenlik, strateji ve çevrenin enerjiden ayrı düşünülmediği günümüzde ise durum daha da karmaşık. Herşeyden önce sınırlı kaynaklara dayalı planların ömrünün ne kadar olacağı belli değil. Ayrıca petrol, doğalgaz, kömür, uranyum gibi sınırlı kaynakların belirli bölgelerde ve ülkelerde olması güvenlik, fiyat ve stratejik sorunları da beraberinde getiriyor. Fiyat artışları ve güvenlik tehditlerine karşı yapılacak en akıllı yatırım ise "enerji yoğunluğu" dediğimiz, gayrı safi yurtiçi hasıla başına tüketilen birincil enerji miktarının azaltılması. Gelişmişlik artık ülkelerin ne kadar çok enerji tükettiğiyle değil, ne kadar az enerji harcayarak ne kadar çok ürettiğiyle ölçülmekte. Kimi hocalarımız hala Türkiye'nin gelişmiş ülkeler kadar tüketmediğine bakarak yorum yapsa da, tüm lambaların gece gündüz açık bırakılmasının tüketimi Avrupa seviyesine çekeceği ama ülkeyi bir adım öteye götürmeyeceği açık.

Türkiye yerinde sayıyor
Enflasyonun hesapları şaşırtmaması için 1995 fiyatları baz alınarak yapılan hesaplamalara göre, 1993 yılında Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'ya (GSYİH) 1000 euroluk katkı yapmak için 452,50 kilogram eşdeğeri petrol (KEP) harcayan Türkiye, 2004 yılında neredeyse aynı oranda, 452,45 kilogram enerji harcamakta. Kuşkusuz bunca teknolojik gelişmeye kayıtsız kalınması ve enerji yoğun teknolojilerin ülkeye girişinin sorgulanmaması büyük bir hata. Petrol ve doğalgaz gibi fiyatı hergün artan ithal kaynaklara bağımlı olunması ve enerji kaynakları içinde ithal kaynakların payının yüzde 70'leri bulması da enerji yoğunluğunun Türkiye için önemini arttıran bir başka etken. Bu durumda az enerjiyle çok iş yapmayı öğrenmek şart.

Türkiye'nin enerji yoğunluğu

YIL (1000 euro için KEP)
1993 452,50
1995 478,74
1997 476,49
1999 484,96
2001 494,18
2003 477,31
2004 452,45

Enerjide asıl iş talebi kontrol etmekte arzı değil
Bugünlerde yenilenebilir enerji alanında yaptıkları yatırımlarla gündeme gelen gelişmiş ülkelerin asıl başarısı enerji yoğunluğunu düşürmek oldu. Enerjiyi etkin kullanan ülkelerin başında dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip Japonya geliyor. Japonya'nın 1993 yılında ulaştığı 117,11 KEP'lik değere hala yaklaşmış başka bir ülke yok. Bugün Japonya 118,61 KEP ile başarısını sürdürürken en yakın değer Danimarka'nın 120,32 KEP değeri. Danimarka 1993 yılında 1000 euroluk ürün/hizmet yaratmak için 153,71 KEP harcıyordu ama istikrarlı politikalar onu dünya ikincisi yaptı. Belli bir noktdan sonra enerji yoğunluğunu düşürmek daha zorlaşıyor. 1993'te 146,44 KEP harcayan ve 2004'te 146,08 KEP'e ulaşan Avusturya son 10 yılda fazla ilerleme kaydetemese de enerjiyi en verimli kullanan ülkelerden biri. Türkiye gibi ülkelerin önünde ise çok basit önlemlerle alınaca büyük yollar var. Örneğin, tüm kamu kuruluşlarında veya okullarda verimli ampul kullanımını teşvik etmek ya da zorunlu kılmak gibi. Son yıllarda daha çok enerjiyi verimli kullanan beyaz eşyanın hayatımıza girdiği doğru ancak rakamların pek değişmediği ortada. Türkiye inşaat sektöründe, sanayide henüz istenilen yerde değil. Çimento, demir-çelik gibi enerji yoğun sektörlerin yaygınlaşması da işimizi zorlaştırıyor.

Enerjiyi etkin kullanan belli başlı ülkeler (KEP)


Ülke 1993 1996 1999 2002 2004
Japonya 117,11 121,33 122,01 119,00 ----
Danimarka 153,71 161,67 132,14 123,75 120,32
Almanya 183,36 179,15 163,90 158,74 158,80
İrlanda 239,02 213,37 187,73 166,14 156,88
Avusturya 146,44 150,99 139,60 139,87 146,08
Norveç 231,00 194,92 203,44 187,68 189,12
Fransa 209,05 209,25 191,03 186,05 185,48
İtalya 193,92 190,11 190,87 184,12 189,11

"En iyiler" grubunda yer alan ülkeler içinde İrlanda, Danimarka ve Almanya düşük değerlerine rağmen hala aşama katetmelerine rağmen diğer dört ülkenin iyi olan enerji yoğunluğu değerlerini sadece koruduklarının altını çizmekte yarar var. Lider japonya ise adeta sınırları zorluyor gibi. Bu grubu birinci lig kabul edersek ikinci lige İngiltere, Belçika, Yunanistan, İspanya, Kıbrıs Rum Kesimi, Hollanda, Portekiz ve İsveç'i, biraz zorlarsak Finlandiya, Malta ile ABD'yi de katabiliriz.

İkinci en iyiler (KEP)



Ülke 1993 2004
Belçika 244,29 208,20
İngiltere 269,94 207,19
Hollanda 236,42 203,20
Yunanistan 261,89 240,41
İspanya 215,16 222,54
İsveç 266,35 217,52
Finlandiya 312,73 272,07
Malta 337,04 292,35
ABD 381,52 313,83*(2003 rakamı)

En kötüler listesinde ise eski doğu bloku ülkeleri korkunç ortalamalarıyla ilk sıraları kimseye kaptırmıyor. Bu analizde ilginç bir başka nokta ise enerji kaynağının seçiminin enerji yoğunluğuna etkisi. Nordik ülkeler içinde ve Avrupa 15'te tek nükleer santral inşa eden Finlandiya enerjiyi en kötü kullanan kuzey ülkesi olarak göze çarpıyor. Büyük güç santrallerinin getirdiği alışkanlık olan fazla tüketme, sorgusuz harcama öğretisi Litvanya, Macaristan, Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde de kendini gösteriyor. Avrupa Birliği'ne giren ülkelerde belirgin bir iyileşme olduğunu belirtmekte yarar var. Nükleer enerjiden vazgeçen Belçika, İtalya, Almanya ve İsveç gibi ülkelerde karara paralel olarak enerjinin daha akıllı kullanıldığı da göze çarpıyor. Japonya ve Fransa enerjiyi etkin kullanan ve nükleer enerjiden vazgeçmeyen iki ülke olarak göze çarpıyor. Japonya'nın sınırlı kaynakları, Fransa'nın petrol ve doğalgaz bağımlılığıyla AB yönetmelikleri bu konuda etkili oluyor. Dünyada tüketim deyince akla gelen Amerika da bu konuda yoğun çaba harcıyor. 1993'te 381,52 KEP olan değer 2003'te 313,83 KEP'e kadar düşürülmüş.

Enerjiyi kötü kullananlar





Ülke 1993 2004
Bulgaristan 2305,57 1628,16
Romanya 1896,47 1226,95
Letonya 1217,49 696,29
Litvanya 1641,75 1135,57
Polanya 1615,21 596,59
Slovakya 1289,74 854,32
Çek Cumhuriyeti 1134,12 851,83
Macaristan 758,84 534,05

Tüm bu istatistikler ülkelerin gelişmişliği ve enerji ilişkisi hakkında size en doğru bilgiyi veriyor. Artık tüm dünyada gelişmişliğin tanımı az enerji kullanarak çok ekonomik değer yaratabilmek olarak ölçümleniyor. Türkiye enerji verimliliği kanunu ile geç kaldığı bu lige girmeye hazırlansa öncelikle enerjideki yeni yönetim trendi olan arzı değil talebi yönetmeyi kavramak şart. İşin mali boyutu hakkında şu ana kadar konuşmadık. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Teknoloji Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Muammer Kaya, sadece binaların yalıtımıyla yılda 3 milyar dolar tasarruf sağlanabileceğini söylüyor. Kısaca sadece inşaat sektörünün bakış açısını değiştirsek yılda 3 milyar dolar cepte kalacak. Tüm Türkiye'nin bakış açısını değiştirirsek ne kadar paranın cepte kalacağını da varın siz hesaplayın. Alışkanlıklarımızı değiştirmenin değil değiştirmemenin daha pahalıya patladığını göreceksiniz.

Afşin'in rehabilitasyon ihalesi 21 Kasım'a ertelendi

Türkiye'nin en büyük kömür santrallerinden Afşin-Elbistan termik santrali A ünitesinin rehabilitasyon projesi firmalardan gelen talep üzerine 21 Kasım'a ertelendi.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / 30 Eylül 2006

Verimli çalıştırılmadıkları için sık sık eleştirilere maruz kalan termik santrallerin rehabilitasyonu için düğmeye basan EÜAŞ yetkilileri, Afşin-Elbistan termik santrali A ünitesinin rehabilitasyonu için yapılacak ihaleyi 21 Kasım'a erteledi. Toplam 380 milyon dolar tutacak rehabilitasyon çalışmasına yoğun ilgi gösteren firmalar, ihale şartnamesine göre düzenlemek zorunda oldukları çözüm önerileri için, konunun teknik olarak zor bir konu olması nedeniyle, EÜAŞ'tan ek süre istedi. Dünya Bankası'nın 280 milyon dolar kredi verdiği proje için firmaların yaptığı teklifi olumlu karşılayan EÜAŞ yetkilileri de 10 Ekim'de yapılacak ihaleyi 21 Kasım'a erteledi.

21 Kasım'da firmalardan gelen şartnameleri inceleyecek olan EÜAŞ, daha sonra seçilen firmalar arasında bin 355 megavat (MW) kurulu güce sahip A ünitesi için ihale yapacak. Şu ana kadar ihale dosyası alan Alstom, Hıtachi, Babcock Service, Minex, Itochu, Ansaldo, Siemens, Skoda, Thyssenn Kurp, Teknotes ve Gama Endüstri ihaleye 3 ayrı konsorsiyum olarak girmeyi planlıyor. EÜAŞ Genel Müdürü Sefer Bütün, 2007 Nisan veya Mayıs ayında çalışmaların başlayacağını ve 2 yıl süreceğini söylüyor. Çalışmalar üretimin devam etmesi için 4 ünitede aynı anda yapılmayacak. Rehabilitasyon çalışmalarını kükürt ve katı partiküllerin tutulmasını sağlayan çevreci filtreler izleyecek. Elektrik Üretim A.Ş.'ne (EÜAŞ) bağlı santrallerin rehabilitasyonu için toplam 852 milyon dolar, santrallerin filtre sistemleri için ise 1 milyar 500 milyon dolar harcanması bekleniyor. Rehabilitasyonların tamamlanması halinde bugün yılda 21 milyar kilovatsaat (kWs) elektrik üreten santraller 2009 yılı sonunda 33 milyar kilovatsaat elektrik üretecek.

2009 sonunda 12 milyar kilovatsaat üretim artışı olacak
Bütün, "Sekiz santralde toplam 21 milyar kWs üretim yapabiliyoruz. Biz bunu bakım-onarım rehabilitasyondan sonra 33 milyar kWs'e çıkaracağız. Kademeli olarak artacak. 2007'de 21'i 25 milyara, 2008'de ise 28,5 milyara çıkaracağız. 2009 sonunda ise 33 milyar kWs üretim kapasitesine ulaşacağız" açıklamasını yapıyor. Sefer Bütün, ortalama bir hesapla, 800 milyon dolara 800 MW'lık bir santral kurulacağını ve bu santralin de 4,5 milyar kWs'e yakın elektrik üreteceğini söylüyor. Rehabilitasyon çalışmalarından beklenen ise 12 milyar kWs'lik bir artış. Bir başka deyişle santrallerin iyileştirilmesiyle sağlanacak üretim artışı 2 bin MW gücündeki yeni bir santralin üretimine bedel. Bütün, "Ayrıca rehabilitasyon projeleri çok daha çabuk oluyor. Yeni bir termik santral kurmak isteseniz 5 yıl sürer" diyor. Rehabilitasyon çalışmaları sonucunda atıl durumda bulunan kapasitelerini kullanmaya başlayacak santrallerden Afşin'de 4 milyar, Seyitömer'de 979, Tunçbilek'te 663, Orhaneli'nde 342 milyon kWs'lik üretim artışı hesaplanıyor. İhaleye katılacak firmaların 10 Ekim'e kadar tekliflerini vermesi gerekiyor. EÜAŞ, başvuruları değerlendirtikten sonra nihai teklifleri isteyecek.

EÜAŞ ayrıca, Avrupa Birliği yasalarına uygun olarak yeniden düzenlenen Hava Kalitesi Koruma Yönetmeliği uyarınca termik santrallerin baca gazı atıklarını da filtreden geçirecek. EÜAŞ'ın mevcut tüm santralleri gözden geçirilecek ve henüz baca gazı arıtması olmayan, elektromanyetik filtleri rehabilite edilmesi gereken tüm santraller için 5 yıllık bir dönemde 1 milyar 500 milyon dolarlık yatırım yapılacak. Kül tutucular ve kükürt arıtması için yapılacak bu çalışmalar için Bütün, "Beş yıl süremiz var. Bu süre içerisinde tümünü mevzuata uygun hale getireceğiz. Kangal, Afşin B, Orhaneli ve Kemerköy'de kükürt arıtması var; Yeniköy ile Yatağan'a ise yapılacak" açıklamasını yapıyor. Yeni yönetmelikte toz emisyonlar için eşik değer metreküp için 250 miligramdan 100 miligrama düştü.



Türkiye'nin stratejik enerji hamleleri bizi nereye götürüyor?

Türkiye'nin stratejik enerji hamleleri bizi nereye götürüyor?

Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının açılmasıyla Türkiye'nin dünya enerji piyasasındaki rolü daha hararetli tartışılmaya başlandı. Türkiye'nin stratejik rolüne vurgu yapanlar, merkez olacağını söyleyenler ve transit bir ülkenin ötesine geçemeyeceğini öne sürenler var. Acaba hangisi doğru? Türkiye hangi hedef için hangi adımları atmalı ya da atmamalı? İsrail'e mi yakın olmalı yoksa ABD'nin enerji politikalarını mı desteklemeli. Tarafları tartışıyor...

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Eylül 2006

Önümüzdeki birkaç yıl, enerji konusunda Türkiye'yi hem içerde hem de dışarda önemli adımlar atmaya zorlayacağa benziyor. Stratejik konumu nedeniyle bir enerji merkezi olmayı planlayan Türkiye'nin uluslararası anlamda bazı stratejik kararlara da imza atması gerekecek. Enerji merkezi olma yolunda ilk adım olarak görülen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattı geçen ay açıldı. Ancak projenin bu amaca hizmet etmediğini öne sürenler de var. Enerji konusundaki yazı ve araştırmalarıyla dikkat çeken Petrol Mühendisi Tufan Eğilmez, BTC ve kurulması düşünülen Samsun-Ceyhan (SC) boru hattından gelecek petrolün İsrail aracılığıyla Doğu Asya ülkelerine gönderileceğini ve Türkiye'nin sadece bir transit ülke olacağını öne sürüyor. Türkiye'nin enerji merkezi olması için boru hatları projeleri geliştiren BOTAŞ Genel Müdürü Hüseyin Saltuk Düzyol ise aynı fikirde değil.

Tufan Eğilmez
Yazar-Petrol Mühendisi
"Rusya, Büyük Ortadoğu Projesi'ni (BOP) kavrayamadığı için önce BTC'ye karşı çıktı ama artık değil" diyen Tufan Eğilmez BTC'den gelecek olan petrolün geleceğiyle ilgili de şu açıklamayı yapıyor: "BTC denizden yapılacak bir boru hattıyla İsrail'in Aşkelon Limanı'na bağlanacak. Oradan da İsrail'in Kızıldeniz'deki Elat Limanı'na. Bir yıl önce İsrailliler günde 3 milyon varil kapasiteye sahip boru hattının yönünü geri çevirdi. Elyat'tan ilk kez Rus petrolü Asya'ya ulaşacak. Rusya'nın en büyük sorunu Japonya, Hindistan ve Çin gibi muazzam petrol tüketen ülkelere petrolünü satamamaktı. Batıya boru hatları var ama doğuya çok pahalıya geldiği için yok. Süveyş by-pass ediliyor, BOP'un en can alıcı noktası da bu. Doğu denizlerinde hakimiyeti elinde tutan Arap petrolüne günde 3 milyon varillik bir rakip geliyor. Doğu denizlerine açılma İsrail limanlarından olacağı için de "vana" Türkiye'nin değil İsrail'in eline geçmiş oluyor" diyor.

Eğilmez, "Putin’in 28-29 Nisan 2005, Başbakanımızın da 1-2 Mayıs 2005 tarihlerindeki İsrail temaslarında bu konu görüşüldü. Aynı konu Erdoğan ve Putin’in 17-18 Temmuz 2005’te Soçi’deki görüşmelerinde de gündeme geldi. Daha sonra Enerji Bakanımızın İsrail seyahati ile de iyice pekiştirildi. Rusya, dolması mümkün görülmeyen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattını kendi petrolü ile dolduracak. Rus ve Kazak petrollerinin bir kısmı da günlük kapasitesi 2 milyon varil olacak Samsun-Ceyhan boru hattına verilecek" görüşünü savunuyor.

BTC'nin şu anda günde 34 bin varil kapasiteyle çalıştığını ve Azerbeycan petrolüyle ancak 225 bin varillik bir doluluğa ulaşılabileceğini söyleyen Eğilmez, günde 1 milyon varil olan kapasiteye ulaşmak için Rus petrolüne ihtiyaç olduğunu öne sürüyor. Bu petrolin talibi de yok diyen Eğilmez, "Petrol fiyatlarındaki yükseliş ABD'nin spekülasyonundan kaynaklanıyor, talep yetersizliğinden değil. Zaten Batı'nın tüm rafinerileri de Ortadoğu petrollerini işlemek için kurulu. Bakü'den gelecek kükürtsüz petrolü kullanmak için rafinerilerinde değişiklik yapmaları gerekiyor. Bu rafineri başına 1-2 milyon dolarlık bir değişiklik demek. Elinde yeterinden fazla ortadoğu petrolü var; neden yapsın? Ayrıca Irak'ın kapasite arttırımına gitmesi ve 1 milyon varil yerine 3 milyon varil üretim yapması da olası" açıklamasını yapıyor. Boğazlarla ilgili olarak ise İstanbul üzerindeki trafiğin artarak devam edeceğini düşünen Tufan Eğilmez, "Boğazlardan geçen petrol batıya, BTC'den giden ise ilave ve doğuya gidiyor" diyor.

Saltuk Düzyol
BOTAŞ Genel Müdürü
Saltuk Düzyol ise Türkiye'nin stratejik önemini kaybettiği haberlerinin yanlış olduğunu söylüyor. "İsrail'i bu projeye destek vermeye çalışan biziz" diyen Saltuk, "Irak boru hattı da tam kapasite çalışırsa üç hattın toplamı 4 milyon varili bulabilir. Aşkelon-Elat boru hattı ile Samsun Ceyhan birleşmesinin iyi bir opsiyon olacağını söyleyen biziz. Onların (İsrail) ilk amacı BTC'den akan petrolün bir bölümünü kendileri için almak. Mümkün olduğunca Akdeniz'e akan petrolü, boru hatlarıyla Güneydoğu Avrupa pazarlarına sunmak istiyorlar" diyor.

Türkiye'nin stratejisinin doğu-batı ve kuzey-güney koridorunda enerji merkezi olmak olduğunu hatırlatan Düzyol, "Türkiye'nin üzerinden ne kadar petrol ve boru hattı geçerse bu Türkiye'nin bölgesel anlamındaki istikrarına katkıda bulunacak ve ilave katma değer yaratacak. Boru hatları Türkiye'ye gelmeseydi bugün rafinerilerden bahsedilmezdi. Bunlar istihdama yarayacak, ekonomik açıdan Türkiye'nin gelişmesine katkıda bulunacak" yorumunu yapıyor.

Boru hatlarının inşa faaliyetlerinden işletilmesine kadar gelir elde edildiğini, pompa istasyonlarından gaz arzı yapılabileceğini ve aynı zamanda gelen petrolün bir bölümünün Türkiye'ye ayrılarak arz güvenliğine katkıda bulunacağını da sözlerine ekliyor. Saltuk'a göre İsrail'in lobi gücü uluslararası arenada azımsanamaz: "Rusya ve diğer ülkeler üzerinde İsrail'in lobi gücü var. İsrail'in işin içinde olması hem bizim hem de onlar için katkı sağlıyor. Hindistan ve diğer Asya ülkelerinde petrole yönelik talep patlaması var. Gelecek petrolü garanti etmeniz lazım yoksa kimse yatırım yapmaz. İlla Aşkelon-Elat'tan geçmesi gerekmiyor, tankerlerle Süveyş'ten de geçebilir".

Saltuk için Samsun-Ceyhan projesinin Türkiye açısından bir başka önceliği daha var; boğazlar. BTC'nin hazar petrolünü taşıdığı için boğazlara fazla katkısı olmadığını söyleyen BOTAŞ Genel Müdürü, SC olmazsa Kazak ve Rus petrolü Akdeniz'e boğazlardan geçerek inecek diyor. Saltuk, "70 milyon ton az bir rakam değil, boğazlardan geçenin yarısına yakın bir rakam. Piyasalarda artan bir talep var ve arz yeterli değil. Fiyatların yüksek olmasının bir nedeni de arz yetersizliği" diyor. Uluslararası petrol şirketleri boğazlardaki trafik sıkışıklığı nedeniyle her yıl 1 milyar dolara yakın zarar ediyor diyen Saltuk bütün bunların herekese fayda sağlayan projeler olduğuna dikkat çekiyor.

Necdet Pamir
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Genel Koordinatörü
Necdet Pamir, öncelikle Türkiye2nin konumuna dikkat çekiyor. Bir tarafta dünya petrol rezervlerinin yüzde 65, gaz rezervlerinin yüzde 30'undan fazlasına sahip Ortadoğu, diğer tarafta hiçbir zaman Ortadoğu'ya alternatif olamasa bile arz güvenliliğinin en önemli ilkelerinden biri olan kaynak çeşitliliğine hizmet edecek ve Ortadoğu'ya bağımlılığı azaltacak Hazar'ın arasında olduğumuza dikkat çekiyor. Pamir, "Hazar'daki ispatlanmış petrol rezervleri dünyadaki rezervlerin yüzde 2 ila 4'ü arasında. Rusya burada önemli bir aktör. Bilinen doğalgaz rezervlerinin yüzde 28'i Rusya'da, petrolde de sekizinci sırada. Türkiye böyle baktığınızda hem doğu-batı hem de kuzey-güney eksenli boru hatlarının odağında. Türkiye en genel hatlarıyla baktığınızda potansiyel olarak çok önemli bir konumda ama Türkiye bir terminal mi merkez mi olacak bu ise ayrı bir konu" diyor. Bugüne kadar yapılanları değerlendirmesini istediğimizde konu BTC'ye geliyor. BTC'nin ilk 16 yıl için varil başına 55 sent gelir getireceğini ve yılda 50-60 milyon dolardan başlayıp en tepe noktada 300 milyon dolar para kazandıracağını öğreniyoruz. BOTAŞ'ın işletme masraflarını düşmek kaydıyla. Pamir, "BTC'den geçecek petrol 12 yıl sonra 1 milyon varil. Dünyada günde bugün 84 milyon varil petrol tüketiliyor. 2010'da 90 milyon varil tüketilecek" diyerek geçen petrolün miktarı ve gelirden çok projenin stratejik önemine dikkat çekiyor. Şu anda üzerinde çalışılan diğer projeleri de özetleyen Pamir şöyle bir tablo çiziyor: "Şahdeniz gazının Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınması için boru hattı inşaatı başladı. Türkmenistan gazının satılması söz konusu ama bu projenin önünde büyük engeler var. Türkiye-Yunanistan hattı başladı. İran hattının ve Mavi Akım'ın İsrail'e uzanması mümkün. Bu projelerden bir transit geçiş geliri söz konusu ama asıl Türkiye'nin stratejik önemini arttıracaklar. Ancak bir o kadar da riskleri var. Kerkük-Ceyhan BTC'den daha yüksek kapasiteye sahip. 1,6 milyon varile ulaştığı zamanlar oldu ama Irak'ın işgalinden sonra çok sınırlı çalışıyor. Bir boru hattı hem küresel hem de bölgesel güçlerin saldırı odağında da yer alabilir".

Pamir, "Boru hatlarının olup olmamasının iradesi sizin elinizde değil. Örneğin ABD olmasaydı BTC'nin gerçekleşmesi çok zordu. Malum İsrail saplantımız var. Tabi ki İsrail'de kendi çıkarlarını kovalayacak. ABD, İsrail ve Türkiye'nin çıkarları kesişiyorsa, faydası varsa tamam. Yalnız risklere de bakmalı. Bölgede İsrail'in düşmanı ne kadar güç varsa devrede olacak. Buradan geçen petrolün İsrail'e, ABD'ye gidiyor olmasından çok dünya ticaretinin kesintisiz sürmesi, petrolün dolarla satıldığı sürece Amerikan ekonomisi için iyi bir şey. Amerika gerektiğinde körfeze müdahale ederek işine gelmediği zaman Çin'e, Hindistan'a hatta Avrupa'ya karşı o bölgeyi kontrol etmeye çalışıyor. Bu Carter Doktrini'nden beri böyle. Peki, ne yapalım o zaman? Boru hatları Türkiye'den geçmesin mi? Şu ana kadar yapılan anlaşmalara bakıldığında sadece transit geçiş ücretiyle idare ediyoruz. Örneğin Rusya ne yapıyor? Türkmen gazının bin metrekübünü 50-60 dolar gibi bir fiyattan satın alıyor ve bize 300 dolar fiyatlarla geliyor. Türkiye'de İran gazı için bu müzakereleri yapıyor ama başarılı olur mu bilinmez. Türkiye'nin burası merkez olacak sözünü söyleyebilmesi için bu tür anlaşmaları da başarıya ulaştırması lazım. Örneğin BTC'de fiyat belli ve değişme şansı yok. İlk 6 yıl için 250 bin varillik bir garanti var ve belki hesaplasanız BOTAŞ'ın masrafını çıkarmaz. Bu hatların Türkiye'nin değerini arttırdığına inanıyorum ama ne kadar iyi müzakere edildi, ne kadar bizim yararımıza, bunlar eleştirilebilir. Ben giderek daha fazla tek bir ülkeye (şu an Rusya) bağlı olmanın daha tehlikeli olduğunu düşünüyorum.

Türkiye'ye turist uğurlayan anne gözyaşlarını tutamadı

Bir yandan turist gelmedi deyip dizimizi dövüyor öte yandan da gelen turiste etmediğimizi bırakmıyoruz. Sorunları onların gözünden görmek için turist olduk turladık. Yıllardır turizmde patlama bekliyoruz ama hala Türkiye'nin nasıl bir yer olduğunu yabancılara anlatabilmiş değiliz. Amerikalı anne oğlunu uğurlarken başına birşey gelecek korkusuyla gözyaşları döküyor. Cesaret edip Türkiye'ye gelen ise yankesiciler ve taksicilerin eline düşüyor

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 9 Eylül 2006

Yıllardır Türkiye'yi kurtarmasını beklediğimiz turizmi kendi ellerimizle batırıyoruz. İstanbul'da son model gezi otobüsüyle tura çıkan turisti Taksim'de ikinci kata kadar çıkan sucular, Sultanahmet'te meydana inen halıcılar rahat bırakmıyor. Geceleri Taksim'de turistlere yaklaşan dolandırıcılar ise arkadaş numarasıyla yakaladıkları yabancıları tanıdıkları barlarda içirip, yüklü faturalar ödemeye zorluyor. İstanbul'u anlatan kitaplar buna benzer uyarılarla dolu. Terör, meşhur takscilerimiz ve yanıbaşımızdaki savaş da cabası...

Türkiye'ye gelen turistlerin rehber kitaplarında artık Türkiye'nin ne kadar misafirperver olduğu değil, turistleri nasıl dolandırıldığı yazıyor. Turistlerin gözünden Türkiye'yi görmek için tedbil-i kıyafet yaptığımız İstanbul turunda tanıştığımız Amerikalı Frank, daha konuşmamızın hemen başında bizi turist sanarak Taksim'deki şebeke hakkında uyarıyor. İki akşamdır Frank, Taksim'in göbeğindeki otelinden çıkar çıkmaz tanımadığı kişiler tarafından sıcak bir şekilde karşılanıyormuş. Neyse ki Frank, Amerika'dan İstanbul'a gelirken rehber kitabında bu şebeke hakkında yazılanları okumuş. Taksim'de turistlere yaklaşan, onlarla arkadaş olduktan sonra önceden ayarlanmış barlara götürüp korkunç faturaları ödemeye zorlayan bu şebeke her akşam Taksim meydanındaki polis kontrol noktasına 30 metre uzakta gezerken, 70 milyon patlayacak turizmin hayalini kurarak vakit öldürüyor.

Türkiye'nin modern ve güvenli olduğunu anlatmak gerek
Tursitlerin gözünden sorunları görmek için İstanbul'u Plan Tours tarafından işletilen çift katlı kırmızı otobüslerle ama "turist" kılığında turlamaya karar veriyoruz. Taksim'deki kırmızı kioskta fiyatlar yazılı olmasa da Sultanahmet'te euro cinsinden yazılı. Zaten Sultanahmet'teki kioska yaslanmış elindeki tesbihi sallayan görevliden de bilgi alabiliyorsunuz. Biletimizi alırken gişedeki görevli bana boğaz turlarından bahsediyor. İlgilenmediğimi görünce 100 YTL olan fiyatı 90'a indiriyor. Broşürde euro cinsinden fiyatlar var ama "bana kaça olur" dediğinizde bir indirim söz konusu. Her yarım saatte bir gelen otobüsü beklerken Orlanda şehrinin Ekonomik Kalkınma Direktörü olduğunu öğrendiğimiz William Franklin Blingsley'le (Frank) tanışıyoruz. Bir yandan yanımıza yaklaşan sucuları savuşturuyor bir yandan da Frank'ın Türkiye macerasını dinliyoruz. Geçen hafta patlayan bombalar Frank'ı değil ama annesini bir hayli korkutmuş. Anne Blingsley, havaalanında gözleri yaşlı uğurlamış Irak ve Suriye'ye yakın bir ülkeye giden oğlunu. Frank, Türkiye'nin Amerika'da yapılacak tanıtımında iki önemli nokta var diyor. Modern ve güvenli bir ülke olduğunu anlatmak. Otobüsün üst katında oturduğumuzda aşağıda savuşturduğumuz sucu çocuklardan biri karşımıza çıkıyor. Aynı su artık 50 kuruş değil 1 YTL. Olayın farkında olmama rağmen, turist olmadığımı açığa vurmamak için bile bile kazıklanıyorum: "One bottle please! (Bir şişe lütfen)"

Nasıl bulduğunu sorduğumuz İstanbul'un batıdaki kentlere benzemesinden korktuğunu söyleyen Frank, "İstiklal Caddesi'ne Virgin Megastore açılıyormuş. Bu cadde de umarım bizimkilere benzemez" diye hayıflanıyor. Trafikte çalınan kornalar, dur kalklar otobüsteki 10-15 turisti pek etkilemiyor gibi. Herkes Tarlabaşı'ndan inerken görünen Haliç manzarasını fotoğraflamakla meşgul. Yalnız konu Frank'ın memleketi Orlando'dan ve Florida'daki dev lunaparklardan açılınca bir İngiliz turist olarak Türkiye'de böyle bir parkın olmadığından yakınıyorum. Espriyi patlatıyor: "Burada taksiler var, hiç binmedin mi?". Sultanahmet ile Taksim arasında iki kez taksiye binmiş. İlkinde 7, ikinci de 15 YTL ödemiş. İkinci sefere, deli gibi araba süren şoför tarafından "lunapark farkı" eklenmiş olmalı. Frank sohbete ara verip makinasıyla otobüsün sol tarafına geçiyor. Tüm turistler patlamış su borusunun ortaya çıkardığı gölette oynayan çocukların fotoğrafını çekiyor.

İstanbul Amerika olmasın
Frank'ın uzman olduğunu öğrenince İstanbul hakkındaki görüşlerini soruyorum hep. Tarihi surların üzerindeki gecekonduları ilginç buluyor. Güzel yere ev yapmışlar diyor. Ev fiyatları yüksekse "Altın Boynuz"un etrafında duran eski evler neden boş ve yıkılmaya yüz tutmuş diye soruyor. Tur boyunca karşımıza çıkan tarihi eserler hakkında oldukça özlü bilgi veren tanıtımların çok kısıtlı olması ve tüm yol boyunca dinletilen aynı müzik Frank'ın canını sıkmış olmalı ki, bir süre sonra kulaklıkları boynunda aksesuar olarak kullanmaya başlıyor. Açıkçası Yenikapı'da tarihi surların yanından geçerken Haydarpaşa ve Selimiye Kışlası'nın tanıtımının yapılmasına ben de anlam veremedim. Dürbün lazım Haydarpaşa'yı görmek için. Frank'ın en büyük sorunu ise tur otobüsündeki tanıtım kasetinden çok İstanbul'un da batılılaşmadan nasibini alıp almayacağı. "Amerika'da hangi kente gitsem karşıma aynı mağazalar çıkıyor" diyen Frank, İstanbul'un da kendi dokusunu korumasını diliyor. Sultanahmet'te gerçek kimliğimizi söylediğimiz Frank'la vedalaşmadan önce yanımıza bir halıcı yaklaşıyor ve tur arkadaşımı dükkanına getirmem için bana telkinde bulunuyor. Arkasından her anlama gelecek bir "ne arıyorsunuz"la tüylerimizi diken diken eden saçları briyantinli iki gencin misafirperliğinden nasibimizi alıyoruz. "Hiçbir şey" deyince geldikleri gibi hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaşıyorlar. Hatta hiç durmadıklarını bile söylemeliyim. Daha fazla saldırıya maruz kalmamak için çareyi Tolga ile Türkçe konuşmakta buluyoruz.

Terör turist de getiriyor
Güney kentlerimizi vuran terör kimilerini ağlatsa da, İspanyol Angela Alcover ve Jose Fernandez çifti, düşen fiyatlardan yararlanarak İstanbul'a kişi başı 500 euroya 1 haftalık tatil satın almışlar. Uçak ve otelin dahil olduğu fiyatı çok iyi olarak değerlendiren Angela, gazetelerde 200 euroya kadar fiyat gördüğünü söylüyor. Dört yıldız denilen otelin İspanya standartlarına göre ancak iki yıldız edeceğini de ekleyen Angela'ya göre Türkiye'de en çok rahatsız olduğu konu fiyatların "Türkçe" konuşmayan insanları görünce artma eğilimi göstermesi. İspanya'nın resmi kanalı TVE'de çalışan Angela buraya tarih, insanlar ve de Türkiye'nin AB için hazır olup olmadığı konusunda fikir edinmek için gelmiş. Düşündüğünden daha iyi bulduğu Türkiye'yi, birkaç ay önce gittiği ve yine AB hayalleri kuran Fas'la kıyaslayarak fersah fersah önde olduğumuzu söylüyor. Sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim.


Hüseyin Kurtoğulları
Plan Tours Genel Müdürü

Turist olmayınca bizim için biraz kör bir yatırım oldu ama şerefi çok büyük. "City Sightseeing" gibi merkezi Londra'da olan ve dünyanın birçok kentinde tur düzenleyen çok büyük bir firmanın ortağı olarak bu işe girdik. Ancak yılda en fazla 8-10 bin kişi bu turu alıyor. 1 milyon euro yatırdık ancak 10 yıl olmasına rağmen hala bu parayı çıkaramadık. Dayanabildiğimiz kadar dayanacağız, biz bunu daha çok prestij için yapıyoruz. 3 adet, dünyada üstü spor araba gibi açılıp kapanabilen otobüslerimiz var. Yine, benzerlerinde en fazla 8 dilde olan tercüme olanağı İstanbul'da 11. Çok güzel anlatımları var. İstanbul gibi bir kentte olması gereken bir hizmet diye düşünüyoruz. Zamanında çok iyi bir iş yaptığımızı düşündük ama sadece şanı kaldı elimizde. Ücretlerimiz de yutdışındakilere göre daha ucuz ama yine de grup ve ailelere indirim uyguluyoruz. Ben bir ayrımcılık olduğunu düşünsem de yerli turistten 20 euro yerine 15 YTL alıyoruz. Fiyatlarımızda pazarlık yok ama çalıştığımız acenta ve otellere özel indirim uyguluyoruz. Biz çağdaş bir hizmet sunuyoruz ama karşılığını alamıyoruz. Dünyadaki örnekleriyle kıyasladığında çok arkalardayız. Yeni kiosklar koyduk, biz de eksik yok ama turist de yok. Türkiye'nin tanıtımı konusunda hiç kimse bir çaba harcamıyor.

Rıza Epikmen
TÜRSAB Yönetim kurulu II. Başkanı

Öncelikle turizmde "patlama" kompleksinden kurtulup kontrollü bir büyümeyi hedeflememiz gerek. Uzun vadeli hedefler belirleyip, bir artış eğilimiyle bu hedeflere ulaşmak lazım. Türkiye'de tesislerden yana sorunumuz yok. Büyük bir çoğunluğunda servis kalitesi de yüksek. Ancak otel 5 yıldızlı olsa da sokaklar 1 yıldız olunca otelin kalitesi de 3 yıldıza düşüyor. Turla gelen turistler problem yaşamasa da münferit gelenler sokaklarda yaşanan sorunlarla karşılaşıyor. Gelen turisti bu konuda uyarmak lazım. Bugün İtalya'ya gidip de yankesicilerle başı derde girmeyen yok gibidir. Bu, İtalya'ya giden turistin sayısını azaltmıyor. Paris'in arka mahallerinde de size herşeyi satmaya çalışan insanlar karşınıza çıkabilir, "hayır" der kurtulursunuz. Ancak bunun dışında kontrol edebileceğimiz sorunlar var. Örneğin 650 bin liralık plaka parası olan taksiler için 50 bin liralık yatırım zorunlu kılınabilir. Taksi şoförü olmak için sınava girilebilir. Hata yapan şoföre ilkinde ceza, ikinci de bir süreliğine taksicilikten men ve üçüncüsün de lisansının iptali gibi cezalar uygulanabilir. turistler yapay alanları tercih etmez. İtalya'ya gittiğinizde bir İtalyan gibi yaşamak istersiniz. Bu yüzden iş ahlakı standartlarımızı sadece turistler için değil kendimiz için de yükseltmeliyiz. Bugün Beyoğlu İstanbullular için de tehlikeli. Tanıtıma ayrılan bütçe de yetersiz ama bu konuda bakanlığın da pek suçu yok. 60 milyon dolar tanıtım bütçesi var ve 18-20 milyar dolar hedefleniyor. Yönetmelikler gereği tanıtım ihalesi her yıl yenilenmek zorunda ve ihalayi alan her yeni firma stratejinin değişmesi anlamına geliyor. Bakanlığın bütçesi de her yıl onaylandığı için uzun vadeli plan yapmak zor.

2010 yılında Avrupa'nın kültür başkenti olacak İstanbul için yapılan çalışmalar da biz de TÜRSAB olarak başından beri içindeyiz. Bugüne kadar STK ve devletin yaptığı en uyumlu işbirliklerinden biri. Rehavete kapılmadan çalışılıyor ve düzenli toplantılar yapılıyor. 2010 İstanbul için hem tanıtım hem de çehresini düzenleyip kültürel değerlerini orataya çıkarmak için bir fırsat. İstanbul'un seçilmesinde en büyük etken yapacağımız konserler ya da etkinlikler olmadı. "İstanbullu için ne yapacaksınız" sorusuna verdiğimiz yanıt oldu. Yapacağımız etkinliklere İstanbul'un her yerinden insanları ücretsiz servislerle getireceğiz aynı zamanda etkinlikleri merkzden diğer bölgelere yayacağız. İstanbullu müzesiyle buluşacak, sokak ve şehir panayırları olacak. İstanbullular İstanbul'u sahiplenecek.