Türkiye bu fırsatı kaçırmamalı

Özgür Gürbüz-BirGun / 26 Mayıs 2023

Türkiye, kendimi bildim bileli badireler atlatıyor. Darbeler, ekonomik krizler, katliamlar, terör saldırıları, anti demokratik yasalar… Bu badirelerin her biri toplumun belleğinde bir başka yara açıyor. Sorunu çözseniz bile yara kolay kolay kapanmıyor. Hepimiz adeta yaralarımızdan besleniyoruz. Mağduruz ve karşı tarafın mağduriyetini görmekte zorlanıyoruz.

Türkiye zor bir ülke çünkü birbirimize benzemiyoruz. En büyük yanılgımız da birbirimize benzediğimizi düşünmemiz. Bireylere biçilen “ortak kimlik elbisesi” kimsenin üzerine oturmuyor. Üstüne, son yıllarda bu kimlik iyice daraltıldı, birçoğumuz nefes alamaz hale geldik. Ne herkes Türk ne herkes Sünni bu ülkede. Kendisini Müslüman diye adlandıranların ortak bir yaşam tarzı, kıyafeti de yok. Laik bir devlette yaşamak istediklerini söyleyenlerin de Diyanet veya dini işlere ayrılan vergiler konusunda ortak bir görüşü yok örneğin. Kürtlerin ana dil konusundaki taleplerine evet diyen Türkler de var hayır diyen de. Cemevlerinin ibadethane olduğunu anlayan Sünniler de var, hâlâ inkâr eden de. Kadın ve erkeklerin ne giyeceğini belirlemek isteyenler de var, insanların kıyafetiyle ilgilenmeyenler de. Evet, farklıyız ama Türkiye’deki herkesin birlikte, huzur içinde yaşama şansı var. Bu şansın adı demokrasi.

Farklı Sesler Birleşirse Şarkıya Dönüşür
Birbirinden bu kadar farklı yaşam tarzına, siyasi görüşe, etnik ve dini temellere sahip toplumların aynı ülkede huzur içinde yaşamaları mümkün mü? Evet, mümkün. Demokrasi bunun için var ve bunun yolu da farklı siyasi hareketlerin birlikte çalışmasından geçiyor. Bizim gibi birbirine benzemeyen bireylerden oluşan ülkelerde koalisyonlar bu yüzden başarılı oluyor. Farklı grupların birlikte yönetimde olması, başta ülkedeki azınlıklar olmak üzere o ülkedeki herkesi kapsayacak, kimseyi mağdur etmeyecek politikaların hayata geçirilmesini sağlıyor. Son 21 yıldır ülkeyi kutuplaştıran, birbirine düşman eden tek adam zihniyetinin tersine birlikte yaşamayı öğreniyor ve öğretiyor. Bu süreç aslında toplumun kaynaşmasını ve gerginliklerin azalmasını sağlıyor. Uzlaşma kültürü siyasetin tepesinden sokağa kadar yayılıyor. Ütopyadan bahsetmiyoruz, Avrupa’da koalisyonla yönetilmeyen sadece üç dört ülke kaldı.

Avrupa Koalisyonlarla Yönetiliyor
Dünyanın en büyük ekonomilerinden Almanya’da yıllardır koalisyonlar iş başında. Mevcut koalisyonda Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Liberaller var. Ekonomi zayıflamıyor, sokakta kimse birbirine saldırmıyor. Komşumuz Bulgaristan dört gün önce dönüşümlü başbakan sistemiyle koalisyon hükümetinde anlaştı. Finlandiya’da koalisyon görüşmeleri sürüyor, görüşen partiler arasında Finlandiya’daki İsveçliler Partisi bile var. İtalya’da sol koalisyon vardı şimdi sağ koalisyon iş başında. İspanya’da ise sol koalisyon var. Hollanda’da dört partili bir koalisyon ülkeyi yönetiyor, Slovenya’da üç partili. Belçika belki de en ilginç örneklerden biri. Üç resmi dili olan ülkeyi şu anda yedi partiden oluşan bir koalisyon yönetiyor, ülkenin battığı falan yok. Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Kosova, Makedonya aklıma gelen diğer koalisyon hükümetleri.

Çok Adam Türkiye’nin Umudu
“Tek adam iktidarına biat etmemiz için” uydurulan koalisyonların ülkeyi batıracağı elbette bir başka yalan. Ya da montaj ya da gençlerin “kıvrak” zekâsı... Tam tersine, Türkiye’yi yeniden normalleştirebilecek tek ilaç, Kemal Kılıçdaroğlu’nun önemli bir liderlik becerisiyle kurduğu, sağından soluna birçok insanın desteklediği bu koalisyon. Koalisyon içinde göçmen politikasını ırkçılığa varmadan sağlam bir yere oturtacak, ekonomiyi işçi sömürüsüne uzanmadan makul bir iyileştirmeyle sınırlayacak dengelerin olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de demokrasi yerleşmeden bir görüşün tek başına, denetimden uzak bir şekilde iktidar olmasının ülkeyi ne hale getirdiğini son 21 yılda deneyerek gördük. 21 yıl öncesine göre daha yoksul, daha mutsuz, daha kutuplaşmış ve daha antidemokratik bir ülkede yaşıyoruz. Şimdi gidişatı tersine çevirme zamanı.

Türkiye’nin yeniden demokratik bir topluma dönüşmesi için 28 Mayıs’ta sandığa gitmek, sonrasında sandıklara sahip çıkmak şart. Çok partili koalisyonun desteklediği güçlü bir başkan Türkiye’yi yeniden düzlüğe çıkarabilir.

İkinci turda kazanmak için

Özgür Gürbüz-BirGün / 17 Mayıs 2023

Milletvekili Genel Seçimi ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nin ilk turu bitti. Anadolu Ajansı’nın 16 Mayıs 2023 verilerine göre, Cumhurbaşkanlığı yarışında Recep Tayyip Erdoğan’ın oy oranı yüzde 49,24, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise yüzde 45,06 oldu. Sinan Oğan yüzde 5,28, adaylıktan çekildiğini açıklayan Muharrem İnce ise yüzde 0,42 oranında oy aldı.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura giderken önümüzdeki tablo bu. Anketlerin hemen hemen hepsi yanıldı. Cumhurbaşkanlığı seçiminden Kılıçdaroğlu’nun önce çıkacağını söyleyen Orc Araştırma, Saros, Piar, Alf, KONDA, Artıbir Area, Ser-Ar, Metropoll, Gezici ve Aksoy adlı araştırma şirketlerine seçmen ters köşe yaptı. Erdoğan’ın ilk turda seçimi kazanacağını belirten Optimar, Genar gibi şirketler de aynı kaderi paylaştı. Görebildiğim kadarıyla sokağı iyi okuyabilen iki anket şirketi var. Betimar ve Asal. Betimar, Erdoğan’ın yüzde 49,1, Kılıçdaroğlu’nun ise yüzde 45 oy alacağını tahmin ederek neredeyse sonuca çok yakın bir değerlendirme yapan tek araştırma şirketi oldu.

İnce ve Oğan’ın oyları Kılıçdaroğlu’na yakın
Asal’ın Erdoğan’ın yüzde 49,1, Kılıçdaroğlu’nun 46,3 aldığı 27 Nisan – 2 Mayıs tarihleri arasındaki araştırmasını da yabana atmamak gerek. Asal, seçimlerin ikinci tura kalması halinde Kılıçdaroğlu’nun farkı kapatacağını ama Erdoğan’ın seçimi yüzde 50,8 oranla kazanacağını da anketinin sonucu olarak duyurmuştu. Farkın kapanmasının muhtemel nedeni, ilk turda Muharrem İnce’ye oy vereceğini söyleyen yüzde 2,7’lik bir kitle ile, Sinan Oğan’a oy vereceğini söyleyen yüzde 1,9’luk kitlenin, ‘ikinci turda oyunuzu kime verirsiniz’ sorusuna çoğunlukla Kılıçdaroğlu demesi. O ankette İnce ve Oğan’ın oylarının yaklaşık üçte 2’si, iki adayın kaldığı durumda Kemal Kılıçdaroğlu’na gidiyor. Oğan ve İnce’nin seçmen kitlesini düşündüğümüzde bu akıl yürütmenin tutarlı olduğunu düşünebiliriz.

Bunun üzerinden eldeki seçim sonuçlarına bakarak bir projeksiyon yapalım. İnce ve Oğan’ın oyları, bir yönlendirme olmazsa ve Asal’ın anketindeki gibi (3’te 2’si Kılıçdaroğlu’na şeklinde) dağılırsa, Erdoğan’ın oylarında yüzde 1,76, Kılıçdaroğlu’nun oylarında ise yüzde 3,52’lik bir artış görülecek. Aradaki fark,yüzde 2,5’a inecek. Bu durumda Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a oy vermiş kişilerden yaklaşık yüzde 1,3’ünün oyunu alması halinde ikinci turda Cumhurbaşkanı olabilir. İlk turdaki sonuçlara ve milletvekilleri seçim sonuçlarına bakarak moralini bozanlarla öncelikle bu tahmini paylaşalım. Tüm bu hesaplamaların seçime aynı sayıda kişinin katıldığı durumda geçerli olduğunu hatırlatalım. Bir milyonu bulan geçersiz oyun azalması, katılımın artması başka bir hesabı da beraberinde getirir elbette. AKP’den alınacak oylarda da Hüda-Par ve Yeniden Refah Partisi nedeniyle arka plana itilen Cumhur İttifakı’ndaki kadınlar ve milliyetçiler hedeflenebilir.

Seçmen yine fikir değiştirebilir
İkinci turda Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanması sanıldığı gibi mucizevi bir durum değil. Özellikle de seçimden hemen önce yapılan çok sayıda anketin tam tersi bir durumu anlattığını hatırlarsak. Bu şirketlerin birçoğu yıllardır güvenilir sonuçlar sunan araştırma şirketleriydi. Manipülasyondan çok seçmenin yüzde 4’e yakın bir kesiminin, seçime çok az bir gün kala fikrini değiştirdiğini gösteriyor. Bu seçmenler 12 gün içinde yeniden kazanılabilir ve durum tersine dönebilir. Mesele, onları son anda karar değiştiren nedeni bulmakta. Ya AKP’nin bir icraatı, vaadi veya söylemi onların fikrini değiştirdi ya da muhalefetin. Seçimin son günlerini hatırlamakta fayda var.

AKP’nin özgün bir vaadi yok
AKP, seçimin son günlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun memur maaşlarıyla ilgili vaadini de sahiplendi ve kamu işçilerinden sonra memura da gülücükler dağıttı. Bu ekonomik krizdeki yurttaşların bir bölümünün oylarını geri almasına neden olmuş olabilir. Bir yandan da Millet İttifakı’nı PKK ile birlikteymiş gibi gösteren iftira kapsamında değerlendirmesi gereken videolar gösterdi. Parti örgütleri ve yakın gruplar da bu iftiraları destekleyecek bildiriler dağıttı, afişler astı. Camilerde mitingler düzenledi. Bahçeli de konuşmalarıyla farkında olmadan son günlerde gündemi dağıttı.

Millet İttifakı Cephesi ise özellikle son haftalarda, özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağzından sürekli hesap sorma konusunu dinledi. Kılıçdaroğlu, memur maaşlarından aile sigortası gibi maddi kaynak gerektiren vaatlerinin kaynağını soranlara açıklamak için bu hesap sorma konusunu gündeme getirse ve “Beşli Çeteye” odaklanmaya çalışsa da bu hesap sormanın kendisine de uzayabileceğini düşünen geniş bir kitleyi endişeye düşürmüşe benziyor. Hesap sorma süreci ya daha iyi açıklanmalı ya da seçim sonrasına bırakılmalı.

Cumhur İttifakı’nın yeni bir vaadi olmadığını seçim öncesi gördük. Bu durumda ekonomiyi, gelir dağılımındaki bozukluğu ve adaletsizliği düzeltemeyeceklerini itiraf etmiş oldular. Seçmen bunun farkında olmayabilir çünkü muhalefet zamanının büyük bir bölümünü kendine yöneltilen suçlamalara yanıt vermekle harcadı. Muhalefet, başka bir Türkiye hayalini daha iyi tasvir etmeli. İnsanlar normali unuttu, gözlerinin önüne getiremiyor olabilirler.

Rusya çıkışı güven sorunu mu yarattı?
Kılıçdaroğlu'nun Rusya çıkışı da AKP tarafından yayılan, “Erdoğan kalırsa ülke dış güçlere karşı daha güvenli olur” iddiasını destekleyen bir etki yaratmış olabilir. Avrupa ve dünyanın Rusya’nın yanında ve karşısında diye ikiye ayrıldığını biliyoruz ancak Türkiye’de böyle bir ayrım yok. Aksine, Metropoll Araştırma Şirketi’nin 30 Mart 2022’de yaptığı bir araştırmada, katılımcıların yüzde 48’i durumdan NATO ve ABD’yi sorumlu tutmuştu. Buna Türkiye’deki ABD karşıtlığını da eklerseniz, kendisini ABD’ye karşı savunmasız gören ve bu durumda Rusya ile ilişkileri koparmak istemeyen ciddi bir kesimin Türkiye’de yaşadığını görürsünüz. Rusya’ya enerjide bağımlılığı da düşününce, Kılıçdaroğlu’nun açıktan Kremlin’i hedef alan bu çıkışının, AKP’nin ucuna “güvenlik” yemini koyduğu oltayla balık tutmasına neden olduğunu söyleyebiliriz.

Ne yapmalı?
Millet İttifakı’nın sosyal medya ve mitingler dışında sahada ne yaptığına çok hakim değilim. Özellikle İç Anadolu’da, kapı kapı çalışma yapılması, bu çalışmaların da ittifakın muhafazakar seçmene yakın Saadet, Deva ve Gelecek partili kadrolarca yapılması elzem gibi duruyor. Twitter ve muhalif kanallar İç Anadolu’ya ulaşmıyor olabilir. El ilanları, ev ziyaretleri, apartman toplantıları önemli. Dijital reklamlar da bu bölgelere odaklanmalı.

Toplumca hafızamızın da iyi olduğunu düşünmüyorum. Mitinglerde yapılacaklara odaklanmak iyi ancak Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasında yapılacak bir seçimde, Erdoğan’ın seçim sürecinde sakladığı yanlış icraatlarını anlatan videolara, Türkiye’ye mal olduğu sonuçlara daha fazla değinilmeli. Bu sadece yanlış faiz kararıyla eriyip giden Türk lirasıyla sınırlı değil. Afet ve felaketlerden sonra takınılan tavır, kutuplaştırıcı söylemler, dağıtılamayan 5 maske, enflasyon ve çadır satışı gibi onlarca kötü icraatı videolarla hatırlatmakta fayda var. Halkın derdini çok net bir şekilde anlattığı onlarca video var sosyal medyada, özellikle sokak röportajlarında. Unutmayalım, iletişimde gerçeklik çağındayız. Bir siyasetçiden çok adını tanımadığımız ama bizden ve gerçek biri olduğunu bildiğimiz kişinin sözü daha etkili olabiliyor bu çağda.

Milliyetçi oylar kazanılabilir mi?
Gerek Oğan’ın oylarından gerek Cumhur İttifakı’nın son haftalarda mitinglerde yaptığı vurgulardan, milliyetçi oyların Türkiye’de siyasette hâlâ belirleyici olduğunu anlıyoruz. Millet İttifakı’nda İyi Parti’nin bu konularda daha fazla öne çıkması gerek. Milliyetçi tabanda son zamanlarda göçmen karşıtlığıyla ilgili söylemler Kürtlerle ilgili söylemlerin önüne geçti. Milliyetçilerin yeni oy kaynağı aslında göçmenlerle ilgili sorunlar. Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu göçmen sorununun, AKP kaynaklı olduğu, başta Suriye olmak üzere dış politikada yapılan seçimlerin sorunu bu boyuta getirdiği ve dolayısıyla sorumlunun Erdoğan olduğu hatırlatılabilir. Erdoğan iktidarda kaldığı sürece milliyetçilerin itiraz ettiği AB ile yapılan anlaşmadan, sınırların kontrolsüzlüğüne kadar birçok durumun aynı kalacağını söylemek yanlış olmaz. Yunanistan’dan Suriye’ye kadar birçok ülkeyle savaşa gireceğimiz söylemlerinin bu iktidar döneminde ateşlendiğini, Türkiye’nin güvenliğinden endişe edenlere hatırlatmakta fayda var.

Sinan Oğan’ın kırmızı çizgi olarak belirttiği Hüda Par ve HDP ilişkisinde ise Millet İttifakı, Cumhur’a göre daha avantajlı. Cumhur İttifakı, Hüda Par ile Hizbullah ilişkisini reddetse de kendi seçmen kitlesini bile inandırması güç. Hüda Par’ı tarihlerinde ilk kez Meclis’e taşıyan parti de AKP oldu. Millet İttifakı’nın ise Yeşil Sol adı altında Meclis’e giren HDP kökenli milletvekilleriyle bir ittifakı yok. HDP zaten kendi seçmeniyle Meclis’e girebiliyordu. 12 günde Kürt sorununa çözüm bulmak ve HDP’nin milyonlarca oy alan meşru bir parti olduğunu anlatmak gerçekten zor. Ondan daha zoru ise Hüda-Par’ı ve MHP’nin Hüda Par’la aynı saflarda olmasını anlatmak.

Son nokta ise elbette umut ve moralle ilgili. Muhalefetin seçimin başından beri en kötü olduğu alan iç iletişim oldu. İyi Parti’nin çekilmesinde, Muharrem İnce olayında, acelece atılan tivitler, sarf edilen sözler kazanılabilecek oyları kaybettirdi. Siyaset fevri hareketlerle yapılacak bir iş değil. Seçimler de sandıkları korumakla kazanılmıyor, aylar süren örgütlü çalışmalar ve uzun soluklu bir mücadele istiyor. Bunu yaptık mı, yapacak mıyız? En geç kaldığımız konu örgütlenme. Seçim sonucu ne olursa olsun bu konu artık ihmal edilmemeli. Sendikan, siyasi partin, derneğin yoksa geleceğin de yok.

Umutlu olmak için nedenimiz var
Muhalefet ve özellikle gençler iyi haberi yıllardır bekliyor, o yüzden de haklı olarak biraz sabırsızlar. 2019 Yerel Seçimleri ve bu seçimlerde AKP ve MHP koalisyonunun sürekli oy kaybettiğini, Meclis’te çoğunluğu alsalar da bir önceki döneme göre daha güçsüz olduklarını görmeyi unutuyoruz. AKP’nin tüm engellemelerine ve “yönetemez bunlar” iddialarına rağmen AKP’den alınan büyükşehirlerde halk ittifak adayı Kılıçdaroğlu'nu öne çıkardı. Bu da muhalefetin yönettiği kentlerde iddiasını sürdürdüğünü gösteriyor. Büyük bir olasılıkla bu kentleri gelecek seçimde de elinde tutmayı başaracak. 

Beklenti daha hızlı bir gerileme ama eşit şartlarda girilmeyen seçimlerde süreç o kadar hızlı ilerlemiyor. Örgütlü olmayınca da kırılganlığınız artıyor. Önümüzde kaybedilmemiş bir seçim var, o zaman kazanmak için sahaya çıkmak tek seçenek, gerisi vakit kaybı. Maç oynanmadan kazanılmıyor.

15 Mayıs börtü böceğin de bayramı olsun

Özgür Gürbüz-BirGün / 12 Mayıs 2023

AKP hükümetinin ekonomiyi krize soktuğunu, gelir adaletsizliğini büyüttüğünü, devlette liyakati
ortadan kaldırdığını, adalet ve hukuk kavramlarının içini boşalttığını duymayan kalmadı. Meydan ve sokaklarda haftalardır bunlar konuşuluyor. Muhalefet 21 yılın yanlışlarını teker teker hatırlatıyor. AKP’nin çevre politikalarıyla Türkiye’ye verdiği zarar ise meydanlarda pek dillendirilmiyor. Seçime iki gün kala birkaç örnekle hatırlamakta fayda var.

AKP, Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığından bu yana özellikle İstanbul’u yapılaşmaya açarak kenti bir rant alanına çevirdi. 1994’te 8 milyon olan nüfus, AKP döneminde ikiye katlandı. Yapılan üçüncü köprü ve havalimanıyla, kentin nefes almasını sağlayan Kuzey Ormanları büyük bir darbe daha aldı. Kentin kalan su rezervleri, korunan alanları yapılaşma tehditliyle karşı karşıya kaldı. İstanbul’un beklenen depremden az hasarla kurtulması için uzmanlar kentin nüfusunun azaltılmasını önerirken, AKP hâlâ kentin kuzeyinin yapılaşmaya açmaya çalışıyor. Kanal İstanbul projesiyle milyonları İstanbul’a davet ediyor, yeni çevre sorunlarına ve deprem sonrası kaosa davetiye çıkarıyor. Maraş Depremi’nden sonra bile İstanbul’da yeni yerleşim yerleri açacağını “müjdeleyen” hükümet, adeta bir akıl tutulması yaşıyor.

İstanbul’da rant için yapılan ve yatırım diye duyurulan tüm bu projelerin daha küçük ölçekte, Türkiye’nin tüm kentlerinde hayata geçirildiğine de son 20 yılda tanıklık ettik. Doğal yeşil alanlar park ve bahçelere dönüştürülerek özelliğini kaybetti, rant aracı oldu. İstanbul’da yüzlerce AVM olmasına rağmen Taksim’deki son yeşil alana bile göz dikildi. Gezi Parkı direnişçileri olmasa, betona hapsedilmiş şehirlerimizde durum belki de çok daha kötü olacaktı.

Kent merkezlerindeki talan, kırsalda her nehrin üstüne konan barajlar, otellere peşkeş çekilen kumsallar, sanayi tesislerine feda edilen tarımsal ve korunan alanlarla sürdü. Bu talan sırasında sadece doğal çevre değil kültürel çevre kaybı da yaşadık. Dünya tarihinin en önemli merkezlerinden biri olmaya aday 12 bin yıllık Hasankeyf ve Allionai antik kenti barajlar uğruna suların altına gömüldü. 

Ulaşım politikasında da çevreci bir yol izlenmedi. Bir iktidar düşünün ki, Cumhuriyet tarihinin en büyük finansal olanaklarına sahip olmasına rağmen, ülkenin üç büyük kentini birbirine bağlayacak hızlı tren ağlarını 20 yılda öremedi. Ankara’dan İzmir’e, İzmir’den İstanbul’a hızlı tren yok. Demiryollarıyla kentler birbirine bağlansa yük taşıma potansiyeli sayesinde ticarete de katkısı olabilirdi. Hükümet ise kısa sürede tamamlandığı için seçmenin gözünü boyayan, iklim düşmanı hava yolunu önceliklendirdi.  

Enerji politikaları ise Türkiye’yi geçmişin dünyasına hapsetti. Mersin’deki nükleer santral projesi durdurulmazsa Türkiye tarihinin en kötü yatırım hamlesi olacak. Çalışmaya başlarsa Türkiye hem nükleer kaza riskiyle yaşamaya başlayacak hem de binlerce yıllık nükleer atık sorunuyla karşı karşıya kalacak. Santralın sahibi Rusya’ya da 60 yıl boyunca milyarlarca dolar ödenecek. AKP döneminde sayıları hızla artan ithal kömür santralları da hem dışa bağımlılığı artırdı hem de hava kirliliği ve iklim krizi gibi sorunların çözümünü zorlaştırdı. Avrupa’nın en güneşli ve rüzgarlı ülkelerinden Türkiye’de bu iki kaynağın gelişmesi, enerjinin verimli kullanılmasını sağlayacak tedbirlerin artırılması çok gecikti. Son yıllardaki olumlu gelişmeler de bir planlamadan çok piyasa koşullarının dayatmasıyla hayata geçirildi. Örneğin, 2013’te Türkiye enerjiyi verimli kullanmada Slovenya’dan iyiyken 2021’de gerisinde kaldı. Danimarka gibi örnek ülkeler ise aynı milli gelir katkısını Türkiye’den üç kat daha az enerji harcayarak yapar duruma geldi.  

Yenilenebilir enerji gibi çözümde rol oynayabilecek kaynaklar bile yanlış yer seçimleri, kâr odaklı planlar, eksik ÇED’ler ve hukuki süreçler nedeniyle bazı bölgelerde sorunun ta kendisi oldu.

Madenlerle yurdun delik deşik edilmeyen tepesi kalmadı. Birkaç şirket zenginleşecek diye, ihtiyaç ve gereksinim hesabı doğru dürüst yapılmayan projelere onlarca ruhsat verildi. Geriye Kaz Dağları’nda olduğu gibi tıraşlanmış ormanlar, Erzincan’da olduğu gibi siyanüre bulanmış topraklar kaldı.

21 yıllık iktidarın doğa talanı elbette bir yazıya sığmaz, bu örnekler diğerlerini de hatırlatacaktır. 21 yıllık icraatlar bize şunu gösterdi. Doğamızı korumak istiyorsak tüm eleştirilere kulaklarını tıkayan, dünyada doğanın önemini vurgulayan gelişmeleri görmezden gelen bu hükümetle Türkiye’nin doğal varlıklarını korumak mümkün değil. Bir değişim şart. O değişim sandıktan çıksın, 15 Mayıs sadece demokrasinin değil börtü böceğin, kurdun ve kuşun da bayramı olsun.