Köln’deki çocuklara kitaplarla “Merhaba” denecek

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk /31 Ağustos 2009

Köln Kültür Vakfı tarafından 14.’sü düzenlenen “Uluslararası Çocuk ve Gençlik Kitapları Günleri” 6 Eylül tarihinde başlıyor. Her yıl farklı bir ülkenin onur konuğu olduğu kitap şenliğinde bu yılın onur konuğu Türkiye oldu. Etkinliğin amacı, Köln’de yaşayan edebiyat meraklılarına, diğer ülkelerden örnekler sunmak ve çocuk ve genç kitaplarını tanıtmak. Etkinliğin başlığı da, “Merhaba – Türk Çocuk ve Gençlik Kitapları Haftası” olarak belirlendi.

Aralarında Behiç Ak, Yalvaç Ural, Mavisel Yener, Aytül Akal ve Fatih Erdoğan’ın da bulunduğu 12 çocuk kitabı yazarı, etkinlik boyunca Köln’deki çocuklara kitaplarını okuyacak. Kitaplar ayrıca Almanca olarak da çocuklara okunacak. Etkinlikler boyunca film gösterileri, panel ve sergilerde gerçekleştirilecek. Boyalıkuş İllüstratörler Grubu da kitap günleri süresince bir sergi açacak. Boyalıkuş İlüstratör Grubu’ndan Hatice Akbıçak Günel, “Çalışmalarımızla Türkiye’de olduğu kadar yurtdışında yaşayan çocuklara da ulaşarak, onların hayal dünyalarına seslenme fırsatını bulacağız. Köln’de düzenlenen “Türk Çocukları Kitap Günleri”, kuşkusuz bizler açısından özel bir anlam taşıyor. Etkinlik kapsamında ağırlıklı olarak Türk Çocuk Kültürü’nden esinlenerek oluşturacağımız illüstrasyonlardan oluşan bir sergi açıyoruz” diyor.

Kazdağları’ndaki yangında sabotaj şüphesi

Kazdağları’ndaki yangında sabotaj şüphesi Çarşamba gecesi başlayan ve dün öğleden sonra kontrol altına alınan Kazdağları’ndaki yangının çıktığı noktada geçen hafta üç farklı yangının daha çıktığı ancak büyümeden söndürüldüğü belirlendi.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 28 Ağustos 2009*

Balıkesir’in Edremit ilçesinde Çarşamba gecesi başlayan ve 160 hektar ormanlık alanın kül olmasına neden olan yangının çıkışıyla ilgili soru işaretleri sabotaj olasılığını güçlendiriyor. Dünyanın oksijeni en bol bölgelerinden Kazdağları’nda çıkan yangın ile ilgili olarak konuştuğumuz Mehmetalan köyü muhtarı Metin Aktaş, aynı noktada son bir hafta içinde başlayan ve büyümeden söndürülen diğer üç yangına dikkat çekiyor.

Bir haftada dört yangın
Bölgedeki ilk yangın geçtiğimiz perşembe günü Ortaoba ile Mehmetalan köyleri arasındaki zeytinliklerde, son büyük yangının çıktığı noktaya 500 metre uzaklıkta başlamış. Yakındaki ormana sıçramadan söndürülmüş. Ertesi gün aynı yerin 500 metre yukarısında ikinci kez yangın çıkmış, arazörler ve köylülerin yardımıyla bu yangında zeytinliklerden ormana sıçramadan söndürülmüş. Cumartesiyi yangınsız atlattık diyen Aktaş, pazar günü ise ilk yangının 1000 metre üzerinde yangın çıktığını bunu da söndürmeyi başardıklarını belirtiyor. Üç gün sonra çıkan ve 160 hektar ormanlık alanı etkileyen yangın ise ilk yangın yerinin 500 metre aşağısında başlamış. Gece olması nedeniyle hava ekiplerinin desteği olmadan yapılan çalışmalar bu defa yangının büyümesini engelleyememiş. Aktaş, son yangına ilk müdahale eden görgü tanıklarının, yangının üç ayrı noktadan başladığını söylediklerini belirtiyor.

“Köylülerin ormanla bağı koptu”
Balıkesir Valisi Yılmaz Arslan da, yangının çıkış nedenini araştırdıklarını ve sabotaj da dahil olmak üzere her ihtimali araştırdıklarını belirtiyor. Güre Belediye Başkanı Kamil Saka, altın aramak isteyen firmalardan, teröristlere kadar birçok şeyin konuşulduğunu söylüyor ve “Her şey olabilir” diyor. Yangın çıkan Pınarbaşı mevkiinde altın aramak için izin alındığı, altın arama çalışmalarında Milli Park alanı içerisinde kalan ve zeytinliklere yakın olan bölgelerin arama çalışmalarının önündeki en büyük engeller olduğu biliniyor. Saka, ormandan bağı koparılan köylülerin ilgisizliğinden de yakınıyor. “Binlerce yıldır bu ormanlar ayaktaysa bu insanlar sayesinde ayakta. Eskiden sahiplenirlerdi, şimdi kahvede oturuyorlar. Buna bir çözüm bulmak zorundayız. Ormanla iç içe yaşayan insanları ormandan kopardılar. Ekmeğini buradan çıkaran insan buna müsade etmez” diyor. Başka bir ayrıntıya da dikkat çeken Saka, her yıl Ağustos ayında Kazdağları’nda düzenlenen Sarıkız Şenliği’ne bu yıl sınırlı sayıda köylünün katılımına izin verildiğini, diğer girişlerin ise para karşı yapıldığını, bu nedenle de halkın kızgın olduğuna dikkat çekiyor. Sarıkız şenliklerinin binlerce yıllık Alevi-Bektaşi geleneği olduğunu söylüyor.
*tam metin

Desa'da sendikayla anlaşma sağlandı.

Desa'da sendikayla anlaşma sağlandı. Yaklaşık iki yıldır, Deri-İş'e bağlı işçilerle DESA arasında süren anlaşmazlıkta çözüm sağlandı. DESA grevi, türbanlı Emine Arslan adlı işçinin tek başına fabrika kapısında yaptığı grevle kamuoyunun gündemine gelmişti.

Özgür Gürbüz - Gzt. Habertürk Ekonomi /27 Ağustos 2009*

Dünyaca ünlü firmalara tedarikçi olarak çalışan ve aynı zamanda kendi adıyla da satış yapan DESA’yla Deri-İş sendikası arasında iki yıldan sonra anlaşma sağlandı. DESA grevi, kamuoyunda özellikle Sefaköy’deki fabrikanın kapısında tek başına greve çıkan türbanlı işçi Emine Arslan ile gündeme gelmişti. Firma ve sendika arasında anlaşma sağlanamaması yüzünden, Düzce’de 15 ay, Sefaköy’de ise Emine Arslan tek başına 11 ay süren greve çıkmışlardı. Deri-İş’in Avrupa çapında DESA ürün ve ürünleri satan “Marks and Spencer” gibi mağazalara karşı yaptığı kampanya ise işe uluslararası bir boyut kazandırmıştı.

İşveren ve sendika işçilerle toplantı yapacak
DESA ve Deri-İş arasında yapılan protokolle Uluslararası Tekstil Hazır Giyim ve Deri İşçileri Federasyonu (ITGLWF), Avrupa Tekstil Hazır Giyim ve Deri İşçileri Konfederasyonu ve Temiz Giysi Kampanyası adlı sivil toplum örgütünün uluslararası boyutta yürüttüğü kampanya bitmiş oluyor. Protokol uyarınca Desa, işçilere sendika haklarının güvence altına alındığına dair yazılı bir belge dağıtmayı, işten çıkarılan altı sendika üyesiyle birlikte altı üyenin daha işe dönmesini, kesilen siparişlerin geri dönmesiyle bu sayının arttırılmasını garanti ediyor. Deri-İş ile uluslararası kampanyaya destek veren sendika temsilcileri, Sefaköy ve Düzce fabrikalarında işvereninin de katılacağı ortak toplantı yapmayı da kabul etti.

36 yıllık imaj 12 ayda zedelendi
Önümüzdeki günlerde Suudi Arabistan’da mağaza açacak olan DESA Yönetim Kurulu Başkanı Melih Çelet varılan son noktayı, “Mahkeme kararları şirket aleyhine sonuçlanmış tazminat ödenmesiyle konu kapanmıştı. Biz, görüşmelere devam ettik. Sonuçta çalışanların lehine olan bir durum ortaya çıktı” şeklinde özetliyor. Yönetim olarak işçilerin sendikaya girmelerini engelledikleri iddialarını da reddeden Çelet, yapılan protokol gereği işlerin açılması halinde Nisan 2008’deki kadroyu tekrar işe alacaklarını söylüyor. Sendikaya girip girmeme konusunda kararı bundan sonra bin 700 işçinin vereceğini söyleyen Çelet, “36 yıldır yaptığımız her şeyin 12 ay içinde nasıl yok olduğunu gördük. Bunların herkesin yaşadığı tecrübe olmamasını istiyoruz. DESA bir dünya markası. Ülkenin imajını zedeleyecek konuma taşımak yanlış” diyor.

*Orjinal metin

Masadaki balyoz davasında beraat

Kaçak inşaatı protesto etmek için Bodrum eski belediye Başkanı’nın masasına balyoz bırakan Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Bilge Contepe beraat etti. Mahkeme, Ceza Kanunu’nda makam odasındaki masaya balyoz bırakmanın suç olarak tanımlanmadığına hükmetti.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk/22 Ağustos 2009*

Türkiye’nin çevre hareketi siciline “Balyoz Davası” olarak geçecek olan, Bodrum’daki kaçak inşaat protestosuyla ilgili davadan beraat kararı çıktı. Dava, 2004 yılında dönemin belediye başkanı Mazlum Ağan tarafından, adını sık sık çevresel değerleri korumak için yaptığı protestolarla gündeme getiren Bilge Contepe’ye karşı açılmıştı. Bugün, Yeşiller Partisi’nin eş sözcülüğünü de yapan Contepe, “Diamond of Bodrum” adlı otel hakkında çıkan yıkım kararını, yıkacak alet bulamadığı için uygulayamadığını söyleyen Ağan’ın masasına yıkımda kullanması için balyoz bırakmıştı. O sırada yerinde olmayan eski belediye başkanı daha sonra Contepe’ye dava açmıştı.

Ceza Kanunu’nda tanımı yok
Beş yıl sonra sonuçlanan davada, Contepe’nin suçlu olmadığına karar verdi. Mahkemenin aldığı kararda, makam odasına balyoz bırakmanın Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak tanımlanmadığına dikkat çekmesi de benzer protestolar için ilginç bir emsal dava olma şansı verdi. Mahkeme masraflarının karşılanması da Hazine’ye bırakıldı. Davaya konu olan otelin inşaatı 2002 yılının ortalarında başlamış, Bodrum’daki çevreciler ve Mimarlar Odası’nın tepkilerine neden olmuştu.

Otelin imar planlarına aykırı olarak iki değil sekiz kat yükseklikte ve bahçe payı bırakılmadan inşa edilmeye başlanmasına yönelik iddialar mahkemeye taşınmış, çevrecileri haklı bulan yerel mahkemeden yıkım kararı çıkmıştı. Bodrum’un Kumbahçe Mahallesi’nde yapılan otel hakkındaki yıkım kararının uygulanmamasına kızan çevrecilerle birlikte otelin maketini belediye önünde temsili olarak yıktıklarını belirten Contepe balyoz hadisesini, “Biz davalarla uğraşırken otelin kabası bitti. Belediye yazılar yazdık ama gelen cevaplar bizi oyalamaya yönelikti. İki yılda iki dava açtık ve kazandık. Bu arada otel bitmeye başladı. Başkan, ‘ihale ettim, ihaleye yanıt veren firma, alet edevat bulunamadı’ dedi. Ben de yıkım için ana malzeme olan balyozu kendisine vermeye gittim ama yerinde olmadığı için masasına bıraktım” sözleriyle anlatıyor.

*tam metin

Dünyanın durumu parlak değil

Her yıl Worldwatch Enstitüsü tarafından yayımlanan “Dünyanın Durumu” raporu TEMA Vakfı ve Türkiye İş Bankası Kültür yayınları tarafından Türkçeye çevrildi. Hayrettin Karaca’nın tanıtımını yaptığı kitap, küresel ısınmanın durdurulması için fazla zaman kalmadığına işaret ediyor.

Özgür Gürbüz /19 Ağustos 2009

Dünyanın ortalama sıcaklığında meydana gelecek 1,5 ila 2 derecelik bir artış, Afrika, Asya ve Latin Amerika’da yüz milyonlarca insanın su sıkıntısı çekmesine neden olacak. Yetersiz beslenme, ishal, enfeksiyon, kalp damar hastalıkları artacak, sıcak dalgaları, seller ve kuraklıklar ölüm oranlarını arttıracak. Dünyanın ortalama sıcaklığının sanayi devriminden bu yana 0,78 derece arttığı göz önüne alınırsa felaket senaryosunun yukarıdaki tek parçası bile insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor ama insanları harekete geçirmeye de pek yetmiyor. TEMA Vakfı Onursal Başkanı Hayrettin Karaca, bu kayıtsızlığı görmüş olacak ki, “Dünyanın Durumu 2009” kitabının tanıtımını bizzat kendi yaptı. Karaca'nın çağrısına Melike Tol adlı İlköğretim öğrencisi de küçük bir konuşmayla destek verdi.

Ucuz otomobil sorunu büyütüyor
“Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ni (IPCC) dinlemedik, dinlemeye de niyetimiz yok” diye söze başlayann Karaca, “Geleceğimiz için bu kitabın tanıtılmasında yarar var. Küresel ısınmayı durdurmak için ulusal ve yerel olarak çözeceğimiz sorunlar var. Çözümezsek başımıza geleceği bir Allah biliyor” diyerek durumu özetliyor. IPCC, ortalama sıcaklıktaki artışın 2 dereceyi geçmemesi gerektiğini söylüyor. Küresel ısınmaya yol açan petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıt tüketimine devam edilmesi küresel ısınmayı durdrumayı zorlaştırıyor. Raporda, Hindistan tarafından üretilmeye başlanan ve 2 bin 500 dolardan satılacak Tata marka otomobillerin getireceği ek tüketime, Çin’deki ucuz ürün üretimi sonucu artan seragazı emisyonlarına dikkat çekiliyor.

Dünyanın Durumu 2009’da küresel ısınmayla mücadelede tarımın rolüne de özel bir bölüm ayrılmış. Gübreleme, büyükbaş hayvan yetiştirme ve diğer birçok tarımsal faaliyet alanında kullanılacak değişik tekniklerle seragazı azaltımı konusunda ipuçları verilen bölüm doğal ormanlardaki karbon rezervini korumanın önemine de değiniyor. Tarım konusunda Türkiye’de TEMA Vakfı tarafından yapılan 50’ye yakın kırsal kalkınma çalışmalarını örnek gösteren Karaca, bu projelerin örnek olarak kalmaması ve devlet politikası olması gerektiğini de söylüyor.

****
Nestle’ye boykot kitabı
Konuşması sırasında özellikle aşırı tüketim konusunda uyarılarda bulunan Karaca, çevreci yaşam biçimini gerektiğinden fazla tüketmemek olarak niteliyor. 7 yıldır vejetaryen olduğunu söyleyen Karaca, bebek mamalarını alışkanlaık yapacak şekilde imal eden Nestle’ye karşı boykot çağrısı yapan bir kitabı gazetecilere tavsiye etti. “Çocuk öldürmek istiyorsan kola iç” diyen Karaca, kolaya verilen paraların Afganistan ve Irak’ta silaha dönüştüğünü söyledi.

Temiz Enerji Kaynakları - 5

DEPONU PANCARLA DOLDUR

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk/19 Ağustos 2009

Türkiye’de biyoyakıtla çalışan ilk araçlar Ankara’daki Atatürk Orman Çiftliği’ndeki traktörler oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün ‘petrolde dışa bağımlılık kritik zamanlarda sorun yaratır’ düşüncesiyle harekete geçirdiği proje sonucu, 1934 yılında bitkisel yağdan elde edilen ilk biyoyakıt başarıyla kullanıldı. Daha sonra unutulan biyoyakıt üretimi 73’deki büyük petrol krizine rağmen, 2000’li yıllara kadar pek akla gelmedi. Halbuki, petrol kriziyle birlikte biyoyakıtlara yaptığı yatırımı arttıran Brezilya, bugün akaryakıt ihtiyacının yüzde 40’ından fazlasını biyoetanolden karşılar hale geldi.

Tesisler atıl vaziyette
Brezilya’da etanol üretimi için ağırlıklı olarak şeker kamışının kullanılması, işçi maliyetlerinin ucuzluğu bir avantaj. Benzinle harmanlanarak kullanılan biyoetanol üretimi mısır, buğday ve patates gibi nişastalı ve şekerli bitkilerden yapılıyor. Pankobirlik tarafından kurulan yılda 84 milyon litre üretim kapasiteli tesis ise şeker pancarından yakıt üretebiliyor. Türkiye’de yıllık benzin tüketiminin yüzde 5’ine denk düşen 190 milyon litrelik biyoetanol üretim kapasitesi mevcut. Kanola, aspir, ayçiçeği ve soya gibi bitkilerden elde edilen, hem saf hem de harmanlanarak kullanılan biyodizel kapasitesi de yılda 1,5 milyon tonluk üretim yapabiliyor. Tüm bu yatırımlara rağmen hem biyodizel hem de biyoetanol üreticilerinin yüzü gülmüyor. Sektör temsilcileri, biyoyakıtların kullanım zorunluluğunun olmaması ve sadece yüzde 2’lik harmanlama oranın ÖTV’den (özel tüketim vergisi) muaf tutulmasının yeterli olmadığından şikayetçi. Hammadde olarak kullanılan ürünlerin temel gıda maddeleri olması da ayrı bir tartışma konusu. 2008 yılında çıkan gıda krizinde, mısır, buğday gibi temel gıda bitkilerini üreten çiftçilerin karlı biyoyakıt üretimini tercih etmesinin rolü olduğu iddia edilmiş ve biyoyakıt üretiminin gıda fiyatlarını arttırmasından yakınılmıştı. Bu nedenle biyoyakıt üretiminin devlet eliyle iyi planlanması şart.

Petrol fiyatı arttıkça akla geliyor
Biyoyakıtların sorunları sadece ÖTV’den ibaret değil. Ekonomik olarak kullanılabilmeleri için desteklenmeleri ya da petrol fiyatlarının yükselmesi gerekiyor. Tarımda kullanılan ilaç ve gübrelerdeki yüksek KDV oranları maliyetleri arttırıyor. Petrolün varil fiyatları 90 doları geçtiğinde biyoyakıt kullanmak daha ekonomik hale geliyor. Geçtiğimiz yıl fiyatlar 100 doları geçtiğinde Türkiye’de birçok lisansız biyodizel tesisi kurulmuştu.

***
ÇÖPTEN ELEKTRİK
Biyoyakıt sınıfında sayabileceğimiz bir başka enerji kaynağı da biyogaz. Biyogazın en büyük avantajı organik atıklardan elde edilebilmesi ve doğalgazın kullanıldığı her yerde kullanılabilmesi. Dolayısıyla biyogazdan elektrik üretmek de mümkün. Kent çöplerinden, hayvan gübresi ve tarımsal atıklara kadar birçok organik ürün hammadde olabiliyor. Sadece Almanya’da 4 bin biyogaz tesisi var. Birçok yenilenebilir enerji kaynağı gibi biyogaz da Türkiye’de yaygınlaşmak için Meclis’teki yasayı bekliyor. Yasa değişikliği, biyogazdan üretilen elektriğin ilk 10 yıl için kilovatsaat başına 14, sonraki 10 yıl içinse 8 avro cent’ten alınmasını öngörüyor. örnek

***
İNEK GÜCÜYLE GİDEN TREN
İsveç’te et üretimi için kesilen ineklerin kullanılmayan iç organları, kompostlanarak biyogaz elde ediliyor. Aynı doğalgaz gibi kullanılabilen biyogaz, İsveç’te Vastervik ve Linkoping kentleri arasında yolcu taşıyan trenin yakıtını oluşturuyor. Biyogaz kullanımı sayesinde küresel ısınmaya katkı da azaltılmış oluyor. Linkoping’de sadece trenler değil belediyedeki 60 otobüs de biyogazla çalışıyor.

***
UZMAN GÖRÜŞÜ

Petrol tüketiminin yüzde 6’sı ‘çotanaktan’ sağlanabilir
Tamer Afacan Albiyobir Yön. Kur. Başkanı

- Türkiye’nin biyoyakıt potansiyeli nedir?
İşin gerçeği, ciddi bir araştırma yapılmış değil. Türkiye petrol zengini bir ülke gibi bu araştırmaları yapmıyor. 2005 yılında ABD Tarım Bakanlığı’nın davetiyle gittiğimiz gezide azgın çim denen bir bitkiden etanol üretildiğini gördük. Bir de baktık ki bizde “dallı darı” denen bitki bu. Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dilek Kazan, fındığın yeşil kabuğundan (çotanak) petrol tüketiminin yüzde 6’sı kadar biyoetanol üretileceğini söyledi ama gerisi gelmedi.

- Biyoyakıtların avantajları nedir?
Yerli kaynak oldukları için enerjide arz güvenliğinin sağlanmasına katkı sağlar. Küresel ısınmaya yol açan fosil yakıt kaynaklı karbondioksit salımını azaltır ve sözleşmeli tarıma geçmek için fırsat yaratır. Yalnız bunun için tarımda ciddi bir planlama yapılmalı. - Gıda krizine yol açmaz mı? Gıda krizinin asıl nedeni iklim değişikliği ve Hindistan ile Çin’deki refah artışı. Her bir Çinlinin ikişer yedek çamaşır alması halinde dünya pamuk piyasasını düşünebiliyor musunuz?

- Biyogazı doğalgaz şebekesine vermek mümkün mü?
Metan sayısını yoğunlaştırarak şebekeye vermek mümkün. Bunun örnekleri var. Uzak yerleşim yerlerine küçük sistemler kurmak da iletim maliyetlerinden kurtulmak açısından faydalı. 2023’de yüzde 23 sloganımız var. Akaryakıtta karışım oranının yüzde 23 yapmak istiyoruz ama petrol lobisi Türkiye’nin yüzde 2 oranında bile bağımsızlığını kazanmasını istemiyor.

***
YANLIŞ BİLGİ
Birçok yenilenebilir enerji kaynağının aksine biyoyakıtlar aynı biyokütle gibi depolanabiliyor, ihtiyaç olan yerlere nakledilebiliyor. Biyogaz gibi kaynaklar ise, bulundukları yerlere yakın kullanıldıklarında iletim maliyetlerinden kazanç sağlıyor. Bir köyün tarımsal atıklarla kendi yakıt veya enerji ihtiyacını sağlması, pahalı görünen biyoyakıtları iletim maliyetinden kurtardığı için daha ekonomik yapabiliyor.

***
RAKAMLARLA TEMİZ ENERJİ

Rüzgar istihdam yaratıyor
Avrupa Birliği’nde rüzgar enerjisi sektörü ciddi bir istihdam kaynağı haline geldi. Sadece imalat, kurulum ve mühendislik hizmetlerinde çalışan sayısı 2008 yılında 108 bini geçti.

ÜLKE SAYI
Almanya 38000
Danimarka 23500
İspanya 20500
Fransa 7000
İngiltere 4000
İtalya 2500
Belçika 2000
Hollanda 2000
İsveç 2000
Yunanistan 1800
Diğer 5300
TOPLAM 108600
Kaynak: EWEA

Güneşle ısıtma Türkiye'de yaygın
Güneş enerjisiyle çalışan su ısıtma ve ısınma sistemleri en çok Çin’de kullanılıyor. Çin’i, dünyadaki güneş kollektörlerinin yüzde 5,8’ine sahip Türkiye izliyor. Ülkeler ve kurulu güç oranları:
ÜLKE ORAN (%)
Çin 66,7
AB 12,3
Türkiye 5,8
Japonya 4,1
İsrail 2,8
Brezilya 2
ABD 1,3
Avustralya 1
Hindistan 1,2
Ürdün 0,5
Diğer 2,4

Kaynak: REN 21

* Yenilenebilir enerji giderek ucuzluyor
Temiz enerji kaynaklarının maliyeti bulunduğu yere göre değişse de 2007 yılında yapılan bir araştırma dünyadaki yaygın sistemlerin kilovatsaat elektrik üretimi için fikir veriyor.

KAYNAK Kilovatsaat maliyeti (Dolar cent)
Küçük hidro 4-7
Rüzgar (kara) 5-8
Rüzgar (açık deniz) 8-12
Biyokütle santrali 5-12
Jeotermal 4-7
Güneş fotovoltaik (çatıda) 30-50
*
Güneş termal CSP (yoğunlaştırılmış) 12-18
Biyogaz (şebeke bağlantısız) 8-12
Küçük rüzgar türbini (ev tipi) 15-35

SICAK SU / ISITMA
Biyokütle 1-6
Güneş kollektörü (su ısıtma) 2-20
Jeotermal ısıtma/soğutma (ısı pompası vb.) 0,5-2

BİYOYAKITLAR
Etanol (Şeker kamışı- pancar-mısır) 25-30 cent/litre
Etanol (Tatlı sorgum – buğday) 40-50 cent/litre
Biyodizel 40-80 cent/litre

Kaynak: REN21 Global Status Report

-BİTTİ-

Temiz Enerji Kaynakları - 4

DOĞALGAZIN EN CİDDİ RAKİBİ: JEOTERMAL

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 18 Ağustos 2009

Enerji deyince akla çoğu zaman elektrik enerjisi geliyor. Oysa, ısınmadan ulaşıma kadar birçok alanda elektrik enerjisi dışında başka kaynaklar kullanıyoruz. Neredeyse tamamı ithal edilen doğalgazın sadece yarısı elektrik üretmek için kullanılırken yüzde 22,5’i evlerde ısınma amaçlı, yüzde 27,5’i ise sanayide kullanılıyor. Elektrik üretiminde doğalgazdan vazgeçsek bile evlerde kullanmak zorundayız çünkü elektrikle ısınmak çok daha pahalı.

5 milyon konut ısıtılabilir
Dünyanın en büyük yedinci jeotermal enerji potansiyeline sahip Türkiye’de bugün jeotermal enerjiyle ısınan konut sayısı 150 bin. İzmir Balçova 30 bin konutla başı çekiyor. Onu Afyon, Balıkesir gibi iller izliyor. Türkiye Jeotermal Enerji Derneği Başkanı Orhan Mertoğlu, mevcut potansiyelin, Ankara’nın iklim şartlarına sahip 100 metrekarelik beş milyon konutu ısıtabileceğini söylüyor. Üstelik en yüzde 50 daha az ödeyerek. Belediyelerin maddi sorunlar yüzünden yeterli ilgi gösteremediği jeotermalle ısınma konusuna devletin İller Bankası aracılığıyla destek vermesini de istiyor. 1973 yılında Türkiye’de jeotermalle ısıtılan sera miktarının iki dönüm olduğunu belirten Mertoğlu, şimdi bu rakamın iki bin dönüme çıktığını söylüyor. Elektrik üretiminin ucuzluğuna değinen Mertoğlu, santrallerin 7-8 yılda ilk yatırım maliyetini geri ödediğini, en eski santral olan Kızıldere’de kilovatsaati 2 avro cent’e üretim yapılabildiğini söylüyor.

Elektriğin yüzde 5’i yeraltından gelebilir
Yeraltı suyu sıcaklığının 150 dereceyi geçtiği yerlerde üretim kuyusundan alınan buhar, türbin ve jeneratör vasıtasıyla elektrik enerjisine çevrilebiliyor. Kaliforniya eyaletinin elektriğinin yüzde 5’i, İzlanda’da ise ülkenin elektrik ihtiyacının yüzde 20’si jeotermalden karşılanıyor. Türkiye ise altı ana sahanın özel sektöre verilmesi ile kurulu güç kapasitesini 100 MW’a çıkarmayı başardı. Mertoğlu, yıl sonunda 110 MW’ı bulması beklenen kurulu gücün 2 bin MW’a kadar çıkabileceğini ve şu andaki elektrik talebinin yüzde 5’ini karşılamaya yeteceğini belirtiyor.

***
DÖRT MİLYON TON KÖMÜRE DENK ODUN VAR
Türkiye’nin birincil enerji tüketiminin yüzde 3’ü odun, yüzde 2’si de hayvan ve bitki artıklarından karşılanıyor. Planlı bir çalışma, çalı çırpı diye küçümsenen ormanlarımızın aslında yüzde üçlük enerji tüketiminden daha fazlasını karşılamasına olanak sağlayabilir. Orman Genel Müdürlüğü, Türkiye genelinde ortalama 6 milyon ton orman emvalinin biyoenerji kaynağı olarak kullanılabileceğini, 22 milyon ton olan ithal kömürün 4 milyon tonunun odunsu biyokütle kaynaklarıyla ikame edilebileceğini belirtiyor. 2015’e kadar Türkiye’nin tükettiği elektriğin yüzde 1’ini karşılamak da hedefler arasında.

Bartın Üniversitesi Orman Fakültesi Dekan Yrd. Prof. Dr. Nedim Saraçoğlu, birincil enerji üretiminde biyokütlenin payının yüzde 10’ları bulduğuna dikkat çekiyor ve enerji ormancılığıyla bu oranın daha da artacağını söylüyor. Saraçoğlu, “Enerji ormancılığı için çoktan deneme alanları kurulmuş olmalıydı. Geç kalındı, ilerisi görülmedi, biyoenerjinin önemi fark edilmedi” dese de gelecek için umutlu. Her ülkede farklı ağaç türlerinin yetiştirilmesi gerektiğine dikkat çeken Saraçoğlu, bölgeden bölgeye ağaçların büyüme hızının değiştiğine dikkat çekiyor. Karadeniz’de kızılağaç, Akdeniz’de okaliptus iyi sonuç veriyor. Enerji ormancılığı için hızlı büyüyen ve kalorisi yüksek olan ağaçlar ekiliyor, belli bir olgunluğa gelince ağaçlar kesilip yakılarak ya ısınma ya da elektrik üretiminde kullanılıyor. ‘Ne yapılmalı’ sorumuzu Saraçoğlu, “Odun ve tarımsal atıkları yakacak tesisler kurulmalı. Enerji üretimi amaçlı ağaç yetiştirmek isteyen şirketlere 49 yıllığına arazi tahsis edilmeli. Şirketlere ‘oto-prodüktör’ kapsamında enerji ormanı kurmaları için izin verilebilir. Enerji ormanları kurulursa köylüler de kazançlı çıkar” şeklinde yanıtlıyor.

Yılda 2 bin kazan üretiyor
Malatya’da 28 yıldır kazan imalatı yapan Mimsan firması son beş yıldır biyokütle kazanları da üretiyor. Endüstriyel tesislerin atıkları ve evler için yılda farklı tipte 2 bin kazan ürettiklerini belirten Genel Müdür Ahmet İlhan, çöp atıklarından pamuk şiftine, meyve çekirdeklerinden çay artıklarına kadar her türlü ürünü yakabilen kazanlar sayesinde ısı ve elektrik üretilebilir diyor. “Çevre ve Enerji Bakanlığı’na proje verdik. Türkiye’de biyokütle potansiyelini sadece orman varlığı olarak algılamak yanlış. Tarımsal atıklar, her yıl yakılan anızlar, ve seralardaki atıklar kullanılabilir. Endüstriyel uygulamalar daha karlı” diyen İlhan, “Atığı olan firmalar için biyokütle büyük avantaj” diyor.

***
UZMAN GÖRÜŞÜ

“Türkiye’nin tüm enerji talebini karşılayabilir”
Prof. Dr. Halim Gürgenci Queensland Üniversitesi (Avustralya) Jeotermal Enerji Merkezi Müdürü

- Türkiye jeotermal kaynaklarını iyi kullanıyor mu?
Türkiye’de vizyon çok sınırlı jeotermal konusunda. Kanun bile mineralli sular ve jeotermal kaynaklar diye çıktı, ikisini aynı kefeye koymuşlar. Türkiye’de altı tane havza var ve altısı da ihaleyle verildi. O zaman neyi konuşuyoruz diyorlar. Kendi kendine, suyun basıncıyla çıkan kaynaklar bunlar. Yakın yüzey jeotermal kaynağı olup da kullanmayan ülke yok. Bizde geç de olsa başladı.

- Avustralya’da başka bir yöntem üzerinde çalışıyorsunuz...
Avustralya’da 4-5 bin metre derinlikte neredeyse sınırsız bir kaynak var. 270-280 derecede sınırsız bir ısı var. Elektrik üretimi için çok ideal. Klasik teknikten farklı olarak iki farklı kuyu kazıp, birinden su basarak aşağıdaki kayalar arasına gönderiyorsunuz. 280 derecelerde ısınan su diğer kuyudan geri geliyor. Petrol kuyularında kullanılan tekniğe benziyor. Maliyet artıyor ama Türkiye’de bu yöntemle elde edilebilecek çok ciddi bir kaynak var.

-Diğer yenilenebilir kaynaklara göre jeotermalin avantajı nedir?
Diğer yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ekonomik olarak baş edecek bir kaynağın 150 derece olması gerekli. Jeotermalin maliyet dışında en büyük avantajı ise baz yük santrali gibi çalışması. Sürekli bir kaynak olduğu için diğer kaynakları tamamlayabiliyor. Türkiye’deki jeotermal potansiyeli, Türkiye’nin tüm enerji talebini karşılayacak düzeyde, bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum ancak bunun nasıl kullanılacağı konusunda çalışmalar yapılmalı.

***
4 milyona mal oldu, 4 ayda geri ödedi
OYKA’nın Çaycuma Kağıt Fabrikası’ndaki biyokütle kazanı Temmuz 2008’den beri selülöz ve kağıt üretimi sırasında kullanılan kazanla beraber kullanılıyor. İki kazandan elde edilen buharın türbinden geçirilmesiyle elektrik üretiliyor ve fabrikanın ihtiyacının yüzde 40’ı karşılanıyor. Son bir yılda 30 milyon kilovatsaat elektrik üreten ve 4 milyon TL’ye mal olan biyokütle tesisi, kendisini 4 ayda amorti etmiş.

***
Yanlış Bilgi
Biyokütle kaynaklarından olan odunun yakılmasıyla atmosfere verilen karbondioksitin (CO2) küresel ısınmaya yol açtığı temiz enerji kaynakları konusundaki yanlış bilgilerden. Bitkiler, büyümeleri sırasında karbondioksit alıp oksijen verdikleri için yakıldıklarında çıkardıkları CO2 miktarını sıfırlar ve bu yüzden temiz enerji sınıfında yer alırlar.

***
Biyokütle Kaynakları
1. Odun ve orman artıkları,
2. Geleneksel tarım ürünleri
3. Enerji ormanları
4. Hayvan atıkları
5. Çöplük gazı
6. Belediye katı atıkları
7. Tarımsal ve endüstriyel atıklar
8. Kauçuk atıklar.

YARIN (GÜN 5 ): Atatürk'ün önderlik ettiği temiz enerji hangisi / Biyodizel hayal mi oldu? / Rakamlarla yenilenebilir enerji

Temiz Enerji Kaynakları - 3

AVRUPA’NIN EN RÜZGARLI ÜLKESİ

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 17 Ağustos 2009

2008 yılı sonunda dünyadaki rüzgar çiftliklerinin kurulu gücü 120 bin megavata (MW), Türkiye’nin tüm santrallerinden oluşan kurulu gücünün yaklaşık üç katına ulaştı. Bu kurulu gücün son sekiz ayda ürettiği elektrik miktarı, siz bu yazıyı okuduğunuz sırada Türkiye’nin 2008 yılında tükettiği miktara eşit olacak. Sekiz aylık çalışma süreleri boyunca da, küresel ısınmaya yol açan 115 milyon ton karbondioksitin atmosfere salınmasına engel olacaklar. 115 milyon ton, Türkiye’nin bir yılda enerji sektörü kaynaklı olarak atmosfere saldığı karbondioksit miktarının yarısı.

Rüzgar var ama yelkenler şişmiyor
Türkiye’deki rüzgar kurulu gücü bugün 500 megavatı (MW) geçti. Lisans almış projeler ise 3 bin MW civarında, bu projelerin yarısında inşaat devam ediyor. 2009 sonunda Türkiye’de üretilen elektriğin yüzde 1’i rüzgardan elde edileceğe benziyor. Bu, hidroelektrik dışında kalan yenilenebilir enerji kaynakları için tarihi bir rakam. Türkiye’nin barajından, termiklerine tüm santrallerinin ulaştığı toplam güç ise 43 bin MW’a yaklaşıyor. Enerji Bakanlığı tarafından yapılan hesaplamalar 48 bin MW’lık ekonomik rüzgar potansiyeline işaret ediyor ve bu rakamlara denizlerde kurulabilecek türbinler dahil değil. İspanya ve İngiltere ile potansiyel açısından yarışan Türkiye, nüfusun kentlerde toplanmış olması ve türbin kuracak boş alanların büyüklüğüyle bir adım öne çıkıyor. Buna rağmen her yıl mevcut kapasiteye 2-3 bin MW rüzgar ekleyen Almanya, ABD ve İspanya gibi ülkelere göre gemi fazla hızlı yol almıyor. Rüzgar var ama yelkenler şişmiyor.

Rüzgar Enerjisi Santralleri Yatırımcıları Derneği (RESYAD) Başkanı Salahattin Baysal, sorunun potansiyelden çok teknik ve bürokratik olduğuna işaret ediyor. Baysal, rüzgar enerjisi sürekli olmadığı için, bir trafoya bağlanacak rüzgar kurulu gücünün, trafonun kısa devre gücünün yüzde 5’i ile sınırlı olduğunu söylüyor. Bu sorunu çözmek için sıcak yedek tabir edilen, baraj, termik santral gibi bir gücünüzün olması ve ihtiyaç halinde devreye girmesi gerekiyor. Baysal’ın çözüm önerisi şu anda çalışmaları süren UCTE’ye, yani Avrupa şebekesine bağlanmak ve olası üretim azalmasında yedek gücü oradan karşılamak. “TETAŞ’ın 2020 yılı projeksiyonunda rüzgar kurulu gücünün 19 bin 500 MW olarak belirtilmesi bu yüzden” diyen Baysal, rüzgar çiftliği için yapılan 78 bin MW’lık başvurunun yaklaşık 60 bininin bu nedenle lisans alamayacağını tahmin ediyor.

YEŞİL YAKALI İŞÇİLER GELİYOR
Rüzgar enerjisinin bugün dünyanın 70 ülkesinde kullanılıyor olması, onun çevreci, ucuz, hızlı kurulabiliyor ve istihdam yaratıyor olmasından kaynaklanıyor. Bugün sadece Avrupa’da 108 bin kişi rüzgar enerjisi sektöründe direkt (imalat, dizayn, bakım) olarak çalışıyor. Dolaylı istihdam (yönetici, muhasebe, nakliye) hesaba katıldığında bu rakam 154 bini geçiyor. Kurulan her 1 MW’lık türbin, o yıl için Avrupa’da 15 kişiye iş sağlamış. Direkt olarak çalışanların yüzde 60’ı türbin ve yedek parça üretiminde iş buluyor. Rüzgar enerjisi gelişmesine bugünkü gibi devam ederse 2020 yılına gelindiğinde, sadece rüzgar enerjisi sektöründe çalışan yeşil yakalıların sayısı 330 bini bulacak.

Bu fabrikanın kanatları var
Esen rüzgarın iş yaratma potansiyeline Türkiye’nin tek rüzgar türbini kanat fabrikası bu konuda iyi bir örnek. İzmir’deki tamamı dünyanın en büyük rüzgar firmalarından Enercon’a ait fabrikada 400’ün üzerinde kişi çalışıyor. 2002 yılında üretime başlayan fabrika 2,3 MW büyüklüğüne kadar türbin üretebiliyor. Üretilen türbinlerin yüzde 60’ı Akdeniz Bölgesi’ne ihraç edilirken geri kalanı da Türkiye’deki talebe karşılık vermeye çalışıyor. Rüzgar enerjisinin faydaları elektrik üretmesi, çevreci olması ve istihdam yaratması ile sınırlı değil. Ucuza elektrik üretmesi de bir başka mahareti. Avrupa Rüzgar Enerjisi Birliği’nin Mart 2009 tarihli araştırmasına göre, türbinin bir yıl içinde tam kapasite çalıştığı saatlerin toplam 1700 saat olduğu, kuvvetsiz rüzgarların olduğu yerlerde bir kilovatsaat elektriğin üretim maliyeti 8, kuvvetli olduğu yerlerde ise 5 avro cente düşüyor. Türkiye’de Çanakkale ve Ege’deki birçok santral bu rakamın da altında elektrik üretebiliyor. Zaten RESYAD Başkanı Baysal da, uzun vadeli bakıldığında, hiçbir enerji kaynağının yenilenebilirden ucuz olamayacağını söyleyerek bir anlamda bu çalışmayı destekliyor.

***
UZMAN GÖRÜŞÜ

“Elektriğin yüzde 20’si rüzgardan karşılanabilir”
Murat Durak TÜREB (Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği) Yön Kur. Bşk.

- Sizce Türkiye’de elektriğin ne kadarı rüzgardan sağlanabilir?
ürkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 15-20’si rüzgardan sağlanabilir. 2020 için yüzde 20 hedeflienir ve başarılırsa bu çok iyi bir sonuç olur. Bugün rüzgar kurulu gücü çok düşük, toplam kurulu gücün sadece binde 12’si.

- Neden, sorunlar mı var?
İletimle ilgili bir sorun var. İletim kapasitesinin zayıflığı, bağlanacak noktaların trafo merkezleriyle ilgili sorunlar büyük rüzgar santrallerin şebekeye bağlanmasını engelliyor. TEİAŞ’ın alt yapı ihtiyacı var.

-78 bin MW’lık lisans başvurusu oldu ama sonuçlanan çok az.
Önümüzdeki aylarda lisans karmaşası sona erecek, bir yönetmelik bekleniyor. TEİAŞ, lisans başvurularını değerlendirmek için bir yarışma düzenleyecek. Yenilenebilir Enerji Yasası’nda değişiklik içeren tasarı da olumlu.

- Ali Babacan tasarıya itiraz etti ve yasa Meclis’ten geçmedi ama...
Sayın Babacan’a bazı şeyler tam olarak anlatılmamış, o açıklamalar yapılacaktır. Rüzgardan üretilen elektriğin kilovatsaatine 7 avro cent’ten aşağı fiyat verilmemeli. Rüzgar santrallerinin Türkiye’ye yayılması için bu değişiklik faydalı, TEİAŞ da bunu istiyor.

- Rüzgar türbini üretmeye ne kadar uzağız?
Asıl sorun kanat değil jenaratör üretiminde. Bunları üreten dünyada 5-6 firma. Montajından işe başlamalıyız. Bugün Türkiye’de yaklaşık 5 bin kişi rüzgardan ekmek yiyor. Kule yapımcılarından, nakliyecisine. Pazar büyürse istihdama ciddi bir katkı olur.

***
“Yanlış Bilgi”
İskoçya’da yapılan çalışmalar bir rüzgar çiftliğine 350 metre uzaklıkta duyacağınız gürültünün şiddetini 35-45 desibel olarak saptamış. Sakin bir yatak odasında duyduğunuz ses 35, kalabalık bir ofiste duyacağınız ses ise 65 desibel civarında.

***
Dünyada kim en çok kullanıyor?
2008 yılı itibariyle ABD, uzun zamandır rüzgar enerjisinin lideri Almanya’yı geride bıraktı ve 25 bin 170 MW kurulu güçle birinci oldu. ABD’yi 23 bin 903 MW ile Almanya ve 16 bin 754 MW’la İspanya izliyor. 2020’de 100 bin MW rüzgar hedefleyen Çin’in kurulu gücü de 12 bin MW’ı geçti.

***
Dünyanın en büyük rüzgar türbini
Almanya’nın Emden kentinde kurulan Enercon firmasına ait bu rüzgar türbini 138 metre yüksekliğinde, pervane çapı ise 126 metre. 6 MW gücündeki türbinin, beş saniyede tam bir tur atabilen pervanesi, iki futbol sahasını yanyana koyduğunuzda bu yeşil alanı tarayacak büyüklükte. Yaklaşık 20 milyon kilovatsaat elektriği tek başına üretebiliyor. Almanya standartlarında dört kişinin yaşadığı beş bin evin ihtiyacını tek başına karşılayabiliyor.

YARIN (GÜN 4): 150 bin konut neyle ısınıyor? / Çalı çırpıdan enerji / Yılda 2 bin kazan üretiyor

Türkiye'nin temiz enerji kaynakları-2

ÇATILAR GÜNEŞE HASRET

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 16 Ağustos 2009

Yenilenebilir Enerji Yasası'nda değişiklik öngören tasarı, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan'ın itirazları nedeniyle Temmuz'da Meclis Genel Kurulu'ndan geri çekildi ve güneş panellerinin evlerin çatılarına yerleşmesi gecikti. Temiz enerjiye desteği artırmayı amaçlayan tasarı, evlerde elektrik üretimine de olanak sağlayacaktı. Yasa tasarısında, evlerden üretilecek güneş kaynaklı elektriğin kilovatsaati (kWs) için ilk on beş yıl 35; santrallerden üretilecek olan elektriğin kWs’i için de ilk on yıl 25, ikinci on yıl ise 20 avro cent ödenmesi öneriliyor. Tasarı önümüzdeki dönemde yasalaşırsa, "fotovoltaik pazarı”nın hareketlenmesi bekleniyor.

Güneşten elektrik üretimi
Fotovoltaik panel ve termal sistemlerde üretilen elektrik enerjisi ana elektrik şebekesine verilebildiği gibi bağımsız sistemlerle bir ev ya da işletmenin ihtiyacını karşılamak için de kullanılabiliyor. Şebekenin ulaşamadığı adalar, çiftlik evleri ve sulama sistemlerinde akülü sistemler öncelikli seçenek. Yenilenebilir enerjinin desteklendiği ülkelerde ise evlerin çatılarına konan panellerden üretilen elektrik şebekeye satılabiliyor. Evdeki tüketimin üretimden fazla olduğu anlarda ise şebekeden elektrik alımı yapılıyor. Alınan ve satılan elektriği kaydeden sayaçlar sayesinde alınan ve satılan elektrik hesaplanıyor. Avrupa'da evlerde üretilen güneş enerjisine kilovatsaat başına 30-40 avro cent civarı bedeller ödeniyor. Bu sayede panellere yaptığınız ilk yatırım bedeli karşılanıyor. Güneş enerjisinin en büyük avantajı da zaten bu. İlk yatırım dışında, bakım giderleri çok büyük bütçeler gerektirmiyor.

Kendin üret kendin tüket
Elektrik üretmek isterseniz ilk yatırım bedeli daha yüksek. Antalya civarında 100 metrekarelik, günde 8 kWs elektrik tüketen bir ev için 2 kWp gücünde bir fotovoltaik sistem yeterli olabiliyor. Bu sistem için çatıda, yan cephe ya da bahçede 16 metrekarelik bir alana ihtiyaç duyuluyor. Böyle bir sistemle bir ev, yılda 2 bin 920 kWs elektrik üretebiliyor. Bu da yıllık tüketim olan 2 bin 920 kWs (8x365) karşılıyor. Maliyeti 8 ila 11 bin avro civarında. Önemli olan evin şebeke bağlantısının bulunması. Sistem, gündüz üretim fazlasının şebekeye verilmesini, akşam paneller üretmediğinde elektriğin şebekeden alınmasını öngörüyor. Aksi halde aküye ihtiyaç duyuluyor ve maliyet artıyor.

DALGA GEÇİLEN KAYNAK UMUT VAAT EDİYOR

Birkaç yıl önce enerji dünyasının duayenlerine "dalga enerjisi" sorulduğunda, "dalga geçme" yanıtını verirlerdi. Artık durum değişti. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli için hazırlanan raporda, dünyadaki dalga enerjisi potansiyeli yılda 80 bin teravat saat (TWs) olarak gösteriliyor. Dünyanın enerji talebinin 16 bin TWs olduğu hatırlandığında rakamın büyüklüğü de ortaya çıkıyor. Gel-git, osmotik, okyanus termal enerji potansiyelleriyle bu rakam 92 bin TWs'i geçiyor. Tüm potansiyelin kullanılması şimdilik zor olsa da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. M. Sedat Kabdaşlı, birkaç kuşak sonra üretilecek santrallerin potansiyeli daha iyi değerlendireceğini söylüyor.

Dalgakıranlara santral önerisi
Türkiye'de yıllık 15-20 TWs potansiyele ulaştıklarını belirten Kabdaşlı, bunun jeotermal enerjiden daha yüksek bir potansiyel olduğuna dikkat çekiyor. Kabdaşlı, maliyetlerin de kilovatsaat başına 5-7 dolar cent civarında olduğunu belirtiyor. Dalga enerjisi santrallerinin kıyıya, kıyıya yakın bölgelere ve 100 metre açığa kurulabildiğini söyleyen Kabdaşlı, "Türkiye'de çok sayıda dalgakıran, elektrik santrali olarak inşa edilebilir. Hazır bir yapı olduğu için maliyet de düşüyor. Dalga santralleri yapmaya dalgakıranlardan başlanmalı" diyor.

***
Güneş enerjisi sistemleri 2

Fotovoltaik paneller
Güneş panelini oluşturan fotovoltaik hücreler sayesinde güneşten gelen ışınları elektriğe çeviren sistemlerdir. Birkaç panelin çatılara, binaların yan cephelerine monte edilmesiyle elektrik elde edilebileceği gibi, onlarca panelin “güneş tarlaları” şeklinde yanyana konulmasıyla elektrik santrali vazifesi de görebilirler.

Termal Güneş Enerjisi
Bu sistemler güneş enerjisini belli bir noktada yoğunlaştırarak havayı ya da sıvıyı yüksek derecelerde ısıtır ve bu sayede buhar elde ederek elektrik üretirler. İspanya'nın Sevilla kenti yakınlarındaki 11 MW’lık santral bu türün Avrupa'daki en büyük örneği. 115 metre yükseklikteki bir kule etrafına yerleştirilen 600 ayna (heliostat), güneş enerjisini kuledeki sıvıyı ısıtmak için yönlendiriyor. Üretilen elektrik 6 bin evin ihtiyacını karşılamaya yetiyor.

Güneş ocakları
Özellikle kent dışındaki alanlarda ve güneşin yılın büyük bölümünde kuvvetli olduğu bölgelerde çanak anten benzeri bir ocak, güneş ışınlarını merkezine yerleştirilen tencereye yansıtıp tenceredeki yemeği pişiriyor. Uygun malzemeyle kaplanan eski bir çanak anten de bu iş için kullanılabiliyor.

***
Uzman Gözüyle

"Konya'nın yüzde 2,5'u Türkiye'ye yeter"
Ecofys Türkiye Müdürü Haluk Sayar

- Türkiye'nin güneşlenme potansiyeli nedir?
Türkiye'nin güneşlenme şiddeti metrekare başına 1500 kWs civarında. Önemli bir kısmı Güneydoğu'da. Almanya'da bu rakam ortalama 1000 kWs. Buna rağmen fotovoltaik kurulu gücümüz yok denecek kadar az. İspanya'da güneş elektrik santrali kurulu gücü 15-20 MW'lara (megavat) ulaştı.

- Çatılarda fotovoltaik panel görecek miyiz?
Yasa olmadığı için bu paneller şebeke bağlantısı olmayan yerlerde kullanılıyor. Çatılara kurulabilmesi için yasal düzenleme şart. Elektrik santralleri için verilen teşvik de 25 avro cent'e çekildi. 28 olması daha uygundu. 1 MW gücünde bir güneş elektrik santrali kurmanın bedeli 4 milyon avro civarında. Buna rağmen iki girişimci, güneş hücresi üretimi için fabrika kurmak üzereler. TÜBİTAK'tan fon aldılar. Yasa çıkarsa üretim hızlanacak. Pazar olmadan üretim mümkün değil. Biran önce tarım dışı alanların büyük güneş santralleri için kullanılmasına yönelik envanter çalışması yapılmalı.

- Hava karardığında ne olacak?
Güneş enerjisi, rüzgar veya hidroelektrik santrallerle hibrid sistemler şeklinde kullanılabilir. (Güneş olmadığında barajlar çalışır, güneş enerji üretirken barajlarda su depolanır.) Ayrıca suyu güneş enerjisiyle gündüz barajlara pompalayıp gece barajlardan elektrik de üretebilirsiniz. Konya'nın yüzde 2.5'i fotovoltaik panellerle kaplansa Türkiye'nin ihtiyacını karşılayacak elektrik üretilebilir. 1000 kilometrekarelik bir alandan bahsediyoruz.

***
"Yanlış Bilgi"

Büyük dalga değil süreklisi makbul
Sanılanın aksine dalga enerjisi santralleri için yüksek dalgaların olduğu yerler değil yıl boyunca süreklilik gösteren, 1-1.5 metre boyunda dalgaların bulunduğu bölgeler uygun. Türkiye'de Çeşme, Çanakkale kıyıları ve Karadeniz avantajlı.

***
Dünyada kim en çok kullanıyor?
Dalga enerjisinin ilk ticari örneği Portekiz'de hayata geçti. 2.5 MW kurulu güce sahip bu santral, ürettiği elektriği şebekeye satan (kWs başına 23 avro cent) ilk ticari örnek. 1500 kişiye elektrik sağlayan proje 10 milyon dolara mal oldu. Portekiz dışında Fransa, İngiltere, ABD, Danimarka ve Norveç de dalga enerjisi üzerinde çalışan ülkeler.

***
Fotovoltaik güçte lider ülkeler ve kurulu güçlerinin gelişimi

ÜLKE - KURULU GÜÇ (MW) 2007 2008
İspanya 560 2511
ABD 207 342
Japonya 210 230
Almanya 1100 1500

Kaynak: Avrupa Fotovoltaik Endüstrisi Birliği

YARIN (GÜN 3): Avrupa'nın en rüzgarlı ülkesi / Bu fabrikanın kanatları var / Yeşil yakalı işçiler geliyor.

Türkiye'nin temiz enerji kaynakları-1

Yazı dizisi

Başlarken
...

Her insan hayatta kalmak için enerjiye ihtiyaç duyar ve enerji ihtiyacını güneşin büyüttüğü bitkilerden ve bitkileri yiyerek beslenen hayvanlardan sağlar. İnsanların kurduğu yeni yaşam modelleri ise besinlerden sağlanan enerjiden fazlasına ihtiyaç duyuyor. Isınmadan elektriğe, makinalardan ulaşım araçlarına kadar birçok noktada petrol, doğalgaz, kömür ve nükleer gibi sınırlı kaynakları kullanıyoruz. Kaynakların sınırlı olması, belli bölgelerde yoğunlaşması ve neden oldukları küresel ısınma gibi çevre sorunları insanları başka enerji kaynakları arayışına itiyor. Umut, güneş ve rüzgar, jeotermal, dalga, biyokütle gibi çevreci enerji kaynaklarında. Sınırlı kaynaklar açısından "enerji fakiri" olarak nitelenen ve dışa bağımlı olan Türkiye, temiz enerji kaynakları açısındansa oldukça şanslı.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 15 Ağustos 2009

GÜNEŞ YENİDEN DOĞUYOR

Türkiye güneş enerjisiyle güneydeki yazlıkların çatılarına konan panellerle tanıştı. Su ısıtmakta kullanılan bu paneller kısa sürede yaygınlaştı. Öyle ki Türkiye, Çin'in ardından güneş enerjisini su ısıtmakta kullanan ikinci ülke konumuna geldi. Türkiye'deki toplam kurulu güç kapasitesi 2007 sonunda 7.8 gigavat termale (GWt) ulaştı. Aynı yıl Avrupa Birliği'nin toplam kapasitesi 17 GWt'ye ulaşıyordu. Türkiye sadece AB'nin yarısı kadar bir kapasiteye sahip olmakla öne çıkmıyor aynı zamanda Avrupa'nın kullandığı panellerin birçoğunun üretimini de yapıyor. Güneş enerjisi sadece su ısıtma için kullanılmıyor. Trafik ışıklarından uzay araçlarına kadar onlarca alanda enerji ihtiyacı güneşten karşılanıyor. Maliyetler de giderek düşüyor.

Doğalgaz giren kente güneş girmiyor
Türkiye’de faaliyet gösteren güneş kollektörü üreticileri Türkiye ve dünya pazarlarında boy gösteriyor. Ezinç Metal A.Ş, 2003'ten beri dünyadaki en büyük üç üretici arasında. Avrupa ülkelerinin hemen hepsine, toplamda 59 ülkeye ihracat yapıyor. Firmanın kurucusu Nurullah Ezinç, 1978'te Kıbrıs'ta su ısıtmak için güneş panelleri kullanıldığını görüyor ve Türkiye'ye döner dönmez üretime başlıyor. Bugün fabrikada 285 işçi, yılda tamamı yerli, 400 bin metrekare panel üretiyor. Satış Denetleme Şefi Oğuz Öztürk, iç pazarın yaklaşık yüzde 40'ını, ihraç edilen panellerin yüzde 45'ini ürettiklerini söylüyor. Merdiven altı üretimden ve doğalgazın yaygınlaşmasından yakınan Öztürk'e göre, kalitesiz ürünler hem güneş enerjisinin imajını zedeliyor hem de kaliteli üretimi sekteye uğratıyor. "Yenilenebilir enerjide KDV hâlâ düşmedi. Güneş enerjisi desteklense kalitesiz ürünler piyasadan kalkar" diyen Öztürk, "Doğalgazın yaygınlaştığı yerlerde güneş enerjisi satışı düşüyor. Dünyada güneş yükseliyor, burada doğalgaz. Avrupa güneşe destek verirken, Türkiye'nin desteklememesi üzücü. Halbuki ciddi potansiyel var" sözleriyle sıkıntılarını aktarıyor. Güneş enerjisinin etkisi her mahalle, her apartmanda farklı. Bu nedenle farklı tarz ve modellerde paneller üretiliyor. Örneğin Karadeniz'de selektif yüzeyli panel seçmekte fayda var. Dört kişilik bir aile için su ısıtan konforlu bir sistemin maliyeti, ortalama 3 bin 500 TL.

***
Güneş enerjisi sistemleri

Güneş kolektörleri
Genelde suyla çalışan, güneş enerjisini ısı enerjisine dönüştüren sistemler. Çatılardaki sistemler örnek gösterilebilir. Paneller sayesinde ısıtılan su, borularla musluklara aktarılabildiği gibi gelişmiş sistemlerde pompa aracılığıyla ortam ısıtmasında dahi kullanılabiliyor.

Güneşle soğutma
Almanya'daki Solitem firmasında çalışmalarını sürdüren Dr. Ahmet Lokurlu'nun mucitleri arasında olduğu bu yöntem, güneş enerjisiyle suyu yüksek derecelerde ısıtıyor, Basınç uygulanarak buhar üretiliyor. Buhar iki kademeli bir makinede soğuk havaya dönüşüyor. Antalya Metro, Sarıgerme İber Otel Türkiye'deki örneklerinden. Evler için de benzer modeller geliştirilebiliyor: Böylece terleten güneş, klimanın yerine geçiyor. (FOTO var)

Güneşle aydınlatma
En büyük aydınlanma aracı olan güneş ışınları, uygun bir mimari planlamayla yapılarınızın en dip noktalarına kadar ulaştırılıp ampul vazifesi görüyor. TESCO-Kipa'nın Salihli'deki deposu ve satış alanı, güneş ışığını toplayıp yansıtan ve sıfır enerji tüketen bu lambalar sayesinde aydınlatılıyor.

***
Uzman Gözüyle

“Elektrik ihtiyacının iki katı güneşten sağlanabilir”
Prof. Dr. Şener Oktik Muğla Üniversitesi Rektörü

- Enerji talebinin ne kadarı temiz enerjyle karşılanabilir?
Yenilenebilir enerjilerin teknik potansiyeli dünyanın toplam enerji ihtiyacının yaklaşık altı katını karşılayabilir. Ancak bu dönüşümlerin büyükçe bir bölümü henüz ekonomik değil.

- Güneşten elektrik üretme potansiyelimiz nedir?
Bugünkü teknolojilerle, konvansiyonel yolla üretilen elektrik enerjisi maliyetlerine yakın elektrik enerjisi üretilebilecek bölgeleri dikkate alsak bile ülkemizin toplam potansiyeli 380 milyar kilovatsaatin (kWs) üzerinde. 2008 elektrik enerjisi tüketimi ise 200 milyar kWs civarında. Dolayısıyla ülkemiz elektrik ihtiyacının yaklaşık iki katı bugünkü teknoloji ile karşılanabilir.

- Türkiye'nin hedefiyle ilgili çalışmanız var mı?
Avrupa Birliği ülkeleri, 2020 yılına kadar en düşük senaryoda elektrik enerjisinin yüzde 3'ünü orta iyimser senaryoda yüzde 6'sını ve iyimser senaryoda yüzde 12'sini fotovoltaik (PV) yolla yani güneş enerjisinden elektrik enerjisini doğrudan sağlamayı öngörmekte. 2020’de ülkemizin elektrik enerjisi ihtiyacının 400 milyar kWs olacağını varsayıp, AB'nin en düşük senaryosundan yola çıkarak 12 milyar kWs fotovoltaik elektrik enerjisi hedeflemeliyiz. Bunun kurulu güç için anlamı 2020 yılına kadar yaklaşık 1000 megavat (MW) fotovoltaik güç santralinin kurulmasıdır. Bu ise, 3 ila 3,5 milyar dolarlık bir yatırımı gerektiriyor.

-Türkiye fotovoltaik hücre üretiminde geç mi kaldı?
Fotovoltaik göze (hücre) üretimi sürekli gelişen bir teknoloji, bütün ülkeler bu alanda yerini alma çabasında. Henüz geç kalınmış sayılmaz ancak yarışta yerimizi almalıyız.

***

Yerleşkenin elektriği güneşten
Muğla Üniversitesi adeta güneş panelleriyle inşa edilmiş. Merkez Yerleşkesi'nin 2008 yılında tükettiği elektriğin yüzde 4'üne yakını yerleşke içerisinde kurulmuş olan fotovoltaik panellerden sağlanmış. Öğrenci kafeteryasının ve araç parkının çatısı panellerle kaplanmış. Yerleşke içerisindeki aydınlatma lambaları güneş enerjisiyle çalışıyor. Daha da görkemlisi, rektörlük binasını kaplayan paneller. Bu bina Türkiye'de entegre şebekeye bağlı en büyük sistem. Tek başına yılda 48 bin kWs elektrik üretebiliyor. Bu rakamın ne kadar büyük olduğunu elektrik faturalarınıza bakıp anlayabilirsiniz.

***
Dünyada en çok kim kullanıyor?
1998 yılında hiç fotovoltaik paneli olmayan İspanya, 10 yıl içinde kurduğu 2511 MW'lık güçle dünya lideri konumuna geldi. Onu 1500 MW'la Almanya ve 342 MW ile ABD izliyor.

***
"Yanlış Bilgi"
Güneş enerjisinden ısı veya elektrik elde etmek için sanıldığı gibi oldukça sıcak bir hava ya da bol güneşli bir gün gerekmiyor. Her ne kadar bol güneş daha çok üretim anlamına gelse de bulutlu, güneşsiz bir havada da üretim gerçekleşebiliyor. Paneller, aşırı sıcaklarda verim kaybına bile uğrayabiliyor.

Türkiye, güneş enerjisiyle su ısıtma / ısınma kapasitesinde Çin’den sonra ikinci. Ülkeler ve kurulu güç oranları şöyle:

ÜLKE ORAN (%)
Çin 66,7
AB 12,3
Türkiye 5,8
Japonya 4,1
İsrail 2,8
Brezilya 2
ABD 1,3
Avustralya 1
Hindistan 1,2
Ürdün 0,5
Diğer 2,4

Kaynak: REN 21

YARIN: Çatılar güneşe hasret / Konya'nın yüzde 2,5'u Türkiye'ye yeter / Dalga geçilen kaynak umut vaat ediyor.

67 yaşındaki emekli Greenpeace eylemcisi

Önceki gün Ankara'ya gelen Rusya Başbakanı Vladimir Putin'in, Başbakan Erdoğan ile yaptığı nükleer enerji anlaşmasını protesto ederken gözaltına alınan ve polisin sert müdahalesine maruz kalan Greenpeace eylemcisi Perihan Pulat HABERTÜRK'e konuştu.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 8 Ağustos 2009
Fotoğraf: Greenpeace

Ankara’da Rusya Başbakanı Vladimir Putin’in Başbakan Erdoğan ile yaptığı nükleer enerji konusundaki görüşmeyi protesto ederken dün gözaltına alınan ve polisin sert müdahalesine maruz kalan Perihan Pulat, eylemlere devam etmekte kararlı. Gözaltına alındıktan birkaç saat sonra serbest bırakılan 67 yaşında, Sayıştay’dan emekli... Perihan Pulat, “Düşündüklerimi ufak bir eylemle de olsa kamuoyuna duyurabiliyorsam ne mutlu. Bugün çok mutluyum. Bana destek olan, bugün (dün) burada olan tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum” dedi.

Yüreği de genç
Perihan Pulat’ın boyu 1 metre 55 santim. Kilosu ise 45. Başabakan Tayyip Erdoğan’ın 2 metrelik özel korumaları tarafından içerisinde makinalı tüfek bulunan cipe taşınırken çekilen fotoğrafları uzun yıllar hatırlanacağa benziyor. On yıldır Greenpeace (YeşilBarış) çevre kuruluşunu takip ettiğini ve daha önce birçok eylemde yer aldığını konuşmamız sırasında öğreniyoruz. Meclis kapısındaki nükleer karşıtı eylemde, Japonya’nın balina katliamını protesto eden eylemde hep yer almış. Irak savaşından önce de sokaklardaymış. Greenpeace’le birlikten olmayı tercih etmesini, onların dirençli olmalarına ve hiçbir şirketten maddi destek almıyor olmalarıyla açıklıyor.

Fotoğraflarda oldukça genç göründüğünü söylediğimzde, yanıtı, “Yüreğim de çok gençtir” oluyor. Kötü bir şey yapmadıklarını ve emekten, doğadan yana tüm canlılar için mücadele ettiklerini belirtiyor.

“Elim ayağım tutarsa devam ederim”
Dün yapılan eylemde yanlış hiç bir şey yapmadığını, eylemin barışçıl olduğunu anlatan Pulat, “Üstümdeki gömleği çıkartmıştım. Elimdeki pankartı açmak üzereydim kendimi yerde buldum. Biri kolumu kıvırdı, biri de, 80-85 kilo ağırlığında olabilir, üzerime çullandı” sözleriyle yaşadıklarını anlatıyor. Duygusal olarak bu sert müdahalenin kendisini etkilemediğini belirten Greenpeace’in en genç eylemcisi, “İnandığım bir konuda fikirlerimi beyan ettim. Yazıları biraz daha uzun bir süre gösterebilseydim daha mutlu olurdum” diyor.

Yeşiller’den Kürt sorunun çözümü için 6 adım

Kürt sorunu hakkında görüşlerini açıklayan ve çözüm için bir rapor hazırlayan Yeşiller Partisi, PKK’nin silahlarını bırakması için gerekli ortamın sağlanmasını istedi.

Özgür Gürbüz / 8 Ağustos 2009

Geçtiğimiz yıl kurulan Yeşiller Partisi, Kürt sorununun çözümü için öneriler içeren bir raporu kamuoyuna açıkladı. Parti Eş Sözcüsü Bilge Contepe ve Merkez Yürütme Kurulu üyesi Ümit Şahin tarafından sunulan raporda, barışın sağlanması için altı somut adım önerildi. Sorunun çözümünde Kürt halkının muhatap alınmasını isteyen Yeşiller, bölge milletvekilleri ve belediye başkanlarının görüşlerine öncelik verilmesini istedi. İkinci adım olarak PKK’nin en kısa zamanda silahlı mücadeleyi reddettiğini açıklaması ve bunun için gerekli ortamın devlet tarafından hazırlanması talep edildi. Önerilerden biri ise, taş attıkları gerekçesiyle tutuklu bulanan çocukların serbest bırakılması için yasaların Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’yle tam uyumlu hale getirilmesi.

Yeşiller, mayınlı arazilerin organik tarıma uygun hale getirilmesini ve yöre halkına eşit olarak dağıtılmasının barış sürecine yardım edeceğini belirtirken, boşaltılan köy ve mezralara geri dönüş yolunun da açılmasını istedi. Yeşiller Partisi’nin önerdiği son adım ise Kürtçe eğitim, akademik çalışma ve yayın hakkı önündeki engellerin kaldırılması oldu.

Hakkari’ye barış ağacı
Raporun açıklanmasının ardından soruları yanıtlayan Parti Eş Sözcüsü Bilge Contepe, “Binlerce kişinin akan kanı hepimizi boğdu. Kürt sorununa şiddetsiz ve demokratik bir çözüm istiyoruz” dedi. Kadınlar olarak da “Barış Nöbeti” adında bir başka girişim başlattıklarını belirten Contepe, bugün (8 Ağustos 2009) Hakkari’nin Berçelan Yaylası’nda Kadınların Barış Girişimi adlı grup olarak barış çadırları kurup 24 saat nöbet tutacaklarını söyledi. Saat 10’da başlayacak nöbete Ankara, İzmir ve İstanbul’dan da destek verilecek ve kent merkezlerinde benzer nöbetler tutulacak. Contepe, Hakkari Özgürlük Parkı’na, kökleri doğa, gövdesi insanlık, dalları kültürler, meyveleri ise farklılıkları ve barışı simgeleyen bir fidan dikeceklerini açıkladı. Yeşiller, partileşmeden önce de, 1994 yılında benzer bir girişimde bulunmuş ve o defa da Tunceli’ye bir barış ağacı dikilmişti.

Nükleer silahlar Türkiye’nin olamaz!

Özgür Gürbüz / 5 Temmuz 2009

ABD’nin İncirlik üssünde olduğu söylenen nükleer bombalarla ilgili son günlerde medyada yine birçok haber yayımlandı. Bombaların varlığı, ne Amerikalı ne de Türkiyeli askeri ve resmi makamlar tarafından onaylanmış değil; inkâr da edil(e)miyor. Adana’daki İncirlik Amerikan Üssü’nde ne kadar nükleer bomba olduğu net olarak bilinmese de, sayı 40 ila 90 arasında değişiyor. Son 15 yıl içerisindeki tek gelişme, daha önce Balıkesir ve Mürted Üssü’nde de olduğu söylenen bu nükleer silahların hepsinin İncirlik’te toplandığı ya da iddiaların artık sadece İncirlik’e yöneldiği. Bu “üç maymun” politikasının aslında gizliden bir onay anlamına geldiği konusunda hem fikir olabiliriz. Bunu bir varsayım olarak değil herkesin bildiği ama ispatlayamadığı bir gerçek olarak da yorumlamak mümkün. Bu nedenle de tartışma sürüyor ama yanlış bir eksende.

Bombalar yasal değil
Ne zaman konu nükleer silahlar olsa, Türkiye’nin bu silahları istediği gibi kullanıp kullanamayacağı tartışılıyor. İşin etik tarafına dokunan da pek yok, hâkimiyetin Türkiye’de olması sanki bir başarı, olmaması da başarısızlık addediliyor. Kimse bombaların bu topraklarda bulunmasının yasal olmadığından bahsedemiyor haliyle. Hafızamız ve araştırma ruhumuzun kısıtlı olması da bundan 30 yıl öncesine geri dönüp araştırma yapmayı güçleştiriyor. Türkiye, 1969 yılında Birleşmiş Milletler’de imzaya açılan, “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması”na (NPT) taraf olmuş bir ülke. 28 Kasım 1979 tarihli Resmi Gazete’de bu karar yayımlandı. Anlaşma gereğince, 1967 yılından önce nükleer silaha sahip olan ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin nükleer silahı olan ülkeler olarak kabul edilir ve bu ülkelerin nükleer silahı olmayan ülkelere bu tip silahları temin etmesi, yapmaları için yardımda bulunmaları yasaklanır.

Özetlersek, ABD Türkiye’ye bu silahları veremez, verirse anlaşmayı ihlal etmiş olur. Bu da nükleer silah ticaretinin önünü açar. Türkiye’nin silahların varlığını kabul etmesi ve sahipliğini üstlenmesi ise, AB üyeliğinden, BM’deki rolüne kadar çok ciddi tartışmalara da yol açar. Bu yüzden Türkiye’nin ne kendi imkânları ne de başka yollardan nükleer silah sahibi olması, bulundurması mümkün değildir. Türkiye’nin nükleer silahların İncirlik’te saklanmasına sessiz kalması gibi bir zorunluluğu da yok. Yunanistan’ın yaptığı itirazlar sonucu 2001 yılında NATO üssünden silahların geri çekildiği, Almanya’nın Ramstein Hava Üssü’nden de 2005’de yine nükleer silahların geri alındığı biliniyor. Türkiye benzer bir iradeyi gösteremiyorsa bu tamamen mevcut hükümetin sorumluluğunda gerçekleşen bir eylemdir. Ya AKP bunu istemiyor ya da ABD’ye “One minute” demeye gücü yetmiyor.

Atom Enerjisi Ajansı denetlesin
İlginç bir durum daha var. Medyada çıkan bu haberler sonucunda Türkiye’nin, yine aynı anlaşma gereğince, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) tarafından kontrol edilmesi gerekir. Çünkü denetim hakkı UAEA’nındır. Türkiye bu hakkı kabul ettiğini, 20 Ekim 1981’de Resmi Gazete’de yayımlanan bir başka anlaşmaya imza atarak tanımıştır. Kamuoyu gerçekten merak ediyorsa, UAEA’na başvurmalı ve onları göreve çağırmalıdır. BU aslında nükleer silahların nasıl kontrolsüz yayıldığının da iyi bir örneği olabilir. UAEA’nın, Türkiye sınırları içerisinde bulunan Amerikan üssünü nasıl denetleyeceği ise ayrı bir soru işareti tabii.

Hiroşima’nın üzerinden 64 yıl geçti
Hiroşima’ya atom bombasının atılmasının 64 yıl sonrasında bu anlaşmanın önemi bugün daha fazla ön plana çıkıyor. Nükleer santral tacirlerinin, enerji darboğazı, iklim değişikliği gibi konuları fırsat bilerek yeniden çanta ellerinde dolaşmaya başladıkları bu günlerde, başlarındaki en büyük dert sattıkları her nükleer reaktörle artan nükleer silahlanma riski. NPT metninin ilk paragrafında da yazıldığı gibi, bu anlaşmaya taraf olan ülkeler, “Nükleer bir savaşın bütün insanlığa uğratabileceği yıkıntıyı ve böyle bir savaş tehlikesini önlemek için her türlü çabayı harcamayı göz önünde tutar” deniyor. Metin, “nükleer silahların yayılmasının nükleer savaş tehlikesini ciddi biçimde arttıracağına inanarak...” diye devam ediyor.

Hiroşima ve Nagasaki üzerinden geçen 64 yıl, dünyadaki insanlara sadece ve sadece bu anlaşmanın girişinde yer alan bu cümlelerin ne kadar doğru olduğunu defalarca kanıtladı. Buna rağmen, nükleer lobiler ve savaş tüccarlarının kafa karıştırmaya yönelik argümanları, insan aklının bir defa daha aklıselimden aklıevvelle kaymasına yol açıyor. Yol açıyor ki, medyada, sokakta nükleer silaha sahip olduğunda huzurlu bir gece uykusu yaşayacağını sananların sayısı artıyor. Komşusuna atacağı nükleer bombanın yarattığı radyasyon bulutlarının kendisine geleceğinden ya da benzer bir silahla kendisinin de vurulacağından habersiz bu insanlar, geldiğimiz noktanın 6 Ağustos 1945’e ne kadar yakın olduğunun ne yazık ki farkında değiller. İnsan, hayatta kalmak, barış içinde yaşamak için nükleer silahlara değil, suya, temiz havaya, yiyeceğe ve bir düşmana değil de dosta muhtaç olduğunu anladığı gün, işte o gün insan olacak.
Karşı Bisiklet Grubu, küresel ısınmaya dikkat çekmek, nedenleri ve çözümlerini anlatmak üzere Çanakkale'den İzmir'e kadar, beş gün sürecek bir tura başlıyor. Tur boyunca, küresel ısınma hakkında bilgilendirme yapılacak, kent merkezlerinde toplu bisiklet turları düzenlenecek.

Özgür Gürbüz / 5 Ağustos 2009

Küresel ısınma dünyanın karşılaştığı en önemli çevre sorunlarından biri ve sorunun çözümünde yaşam tarzımız da önemli bir rol oynuyor. Karşı Bisiklet Grubu, otomobil yerine bisikleti tercih edin diyor ve Çanakkale’den İzmir’e kadar olan 330 km’lik yolu 5 günde almak için pedal basacak. 5 Ağustos günü saat 19:00’da Çanakkale’de bir basın açıklaması yapıp kent içindeki destek için gelen bisikletçilerle tur atacak olan 8 kişilik ekip, 6 Ağustos’ta ise yola çıkacak. Küçükkuyu, Burhaniye, Dikili, Aliağa üzerinden İzmir’e varacak olan bisikletçiler, yol boyunca küresel ısınma konusunda halkla konuşacak ve el ilanları dağıtacak. Akşamları ise konakladıkları kentlerdeki bisikletçilerle beraber tur atıp, iklim değişikliğine neden olan etkenler, çözüm önerileriyle ilgili sunum yapacaklar.

Öğretmen de var, emekli astsubay da
Tura katılanlar arasında hayatını bisikleti sevdirmeye adamış bir rehber öğretmen de var. 47 yaşındaki Mehmet Savaşçıoğlu, okulunda ve yaşadığı kent İzmir’de bisikletin ulaşım aracı olarak yaygınlaştırılmasına çalışıyor. İşine devamlı bisikletle gidip geldiğini belirten Savaşçıoğlu, “Küresel ısınma tüm canlıların hayatını tehdit ediyor, ekolojik denge bozuluyor. Ekolojik dengenin bozulması sonucu yeni birçok hastalıkla karşılaşıyoruz” diyor. Bisiklet kullanımının yaygınlaştırılması için özel yollar yapılmasını isteyen. Savaşçığlu, bisikletin çevreci bir araç olmasının yanı sıra insan sağlığı için de faydalı olduğuna dikkat çekiyor. “Madde kullanmayın demekle olmuyor. Risk ortamlarından uzak tutmak gerekiyor. Okul zamanı turlar düzenleyerek pozitif örnekler göstermeye çalışıyoruz” yorumuyla da okullarda bisiklet kullanımın yaygınlaştırılmasının bir başka önemine değiniyor. Tura katılanlar arasında yine aynı yaşta olan bir emekli astsubayın yanı sıra, iki öğretmen ve dört üniversite öğrencisi de yer alıyor.

***
Karşı Bisiklet
40’a yakın üyesi olan İzmir merkezli, Karşı Bisiklet Grubu, küresel ısınma konusunu sürekli gündemde tutup, seragazı salımının azaltılması için hükümetlere baskı yapmaya çalışıyor. Otomotiv üretiminin sınırlandırılmasını isteyen grup, “Biz petrol şirketlerine çalışmak zorunda değiliz” diyor.

***
Araçların küresel ısınmaya katkısı
Gidilen her kilometre için kişi başına atmosfere verilen karbondioksit (CO2) miktarına bakıldığında, otomobiller 208 gramla başı çekiyor. Otomobil yerine kent içi otobüslere binerseniz bu rakam 89 grama düşüyor. Uzun mesafede ise otobüsler her kişi için kilometre başına 20 gram CO2 salıyor. Bisiklet için bu rakam “0” kabul ediliyor. Ayrıca, üretilen her otomobil için de atmosfere 5 ton CO2 bırakılıyor. (Kaynak: BBC)

Yılda 2 milyar içecek kutusu doğaya bırakılıyor

Türkiye’de her yıl 3 milyar 200 milyon civarında içecek kutusu üretiliyor. Daha çok süt ve meyve suları için kullanılan bu kutuların yaklaşık 2 milyarı toplanamıyor. Her bir kutunun doğada yok olması için 100-150 yıl gerekiyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 1 Ağustos 2009 *

Çevre kirliliğinin büyük bir parçasını da evimizden ve elimizden çıkan atıklar oluşturuyor. Plastik su şişelerinden, içecek kutularına, naylon torbalardan ambalaj malzemelerine kadar birçok farklı madde, kısa bir kullanım süresinden sonra çöpü boyluyor. Doğada yıllarca yok olmadıkları için ciddi çevre sorunlarına neden oluyor.

Yılda 3,2 milyar kutu
İçecek kutuları sıklıkla kullandığımız ambalaj malzemelerinden. Türkiye’de içecek kutu pazarı, 2008 yılında yaklaşık 3,2 milyar kutuluk bir hacme ulaştı. Tetra-Pak firması pazarın yüzde 87'isine hakim ve bu yıl içerisinde iç pazara verdiği 2 milyar 800 milyon kutunun yüzde 41’ini geri toplamayı başarmış. 2007 yılına göre bu rakam dört puanlık bir yükselişe işaret ediyor ve Tetra-Pak üreticisi ülkeler arasında Tetra-Pak Türkiye’yi altıncı yapıyor. Türkiye'deki tüm üretimin ise ancak yüzde 34'ü geri toplanabiliyor. Tetra-Pak Türkiye Çevre Müdürü Ferid Ekmekçioğlu, Türkiye’deki geri dönüşüm oranının, kayıt altına alınmayan “gizli geri dönüşüm” de hesaba katılırsa 41’in de üstüne çıkacağını söylüyor. Birinci sıradaki Almanya’da geri dönüşüm oranı ise yüzde 61. Dünyada ise geçtiğimiz yıl üretilen 141 milyar 379 milyon içecek kutusunun sadece 25 milyarı geri kazanılmış.

Kutuların yüzde 75'i kağıt oluyor
Ekmekçioğlu, 2008 yılında toplanan 17 bin 787 ton kutunun geri dönüştürüldüğünü, son yıllarda tetra-pak malzemelerindeki kağıdın da ayrıştırılarak geri kazanıldığını belirtiyor. Kağıt, plastik ve alüminyumdan oluşan tetra-pak kutuları ayrıca çeşitli mobilya eşyaları ve promosyon malzemelerine de dönüştürülebiliyor. 2008 yılında 3 bin tonluk içecek kartonu preslenerek ‘yekpan’ adındaki malzemeye dönüştürülmüş. İstanbul depreminden sonra yapılan prefabrik evlerde bile bu malzeme kullanılmış. “Yekpan” olarak adlandırılan malzemelere dönüştürmenin kutular için en ideal çevreci çözüm olmadığını kabul eden Ekmekçioğlu, “Yekpan’a 1995 senesinde başladık. Kağıt geri dönüşümü de Türkiye’de 1999 senesinde başladı. Şimdi kutuların neredeyse yüzde 75’den fazlası kâğıt geri dönüşümü olarak değerlendiriliyor ve bu oran kâğıt lehine giderek artıyor. Kâğıt, çevre açısından baktığınızda daha tercih edilen bir yöntem” diyor.

Kutuların karbon ayak izi azaltılıyor
Geri dönüşüm dışında enerji verimliliği üzerinde de çalışan Tetra-Pak, 2003- 2008 yılları arasında İzmir’deki fabrikasında üretimi yüzde 35 arttırmasına rağmen enerji kullanımını yüzde 27,7, su kullanımını ise yüzde 33 oranında azaltmayı başarmış. Gömüye giden atık miktarı da yüzde 85 azalmış. Bu sayede, kutu üretmek için harcanan enerji ve enerji kullanırken atmosfere bırakılan seragazı miktarı azalıyor. Ekmekçioğlu, küresel ısınmaya katkılarını azaltan bu tasarruf tedbirlerini müşterilerine de aktardıklarını ve üç büyük markayla çalışmalara başladıklarını belirtiyor.

***
“Ambalaj malzemeleri geri dönüştürülebilir olmalı”

Sennur Günenç
Çevre Mühendisleri Odası Katı Atık Komisyonu Üyesi

Ülkemiz gibi gelişmekte olan ve köylü nüfusun çok hızlı bir şekilde şehre göç ettiği yerlerde en büyük doğa sorunumuz dev çöp dağları. Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği gereği ulaşmak istediğimiz ilk hedef, tüketilen ambalaj malzemelerinin geri dönüştürülebilir maddelerden yapılması. İkinci hedefimiz ise noktasal kaynaklarda çıkan ambalaj atıklarının çöpe değil geri dönüşüm sistemine katılması. Böylece artan nüfusa karşılık azalan doğal kaynaklarımızı koruyarak gelecek nesillere ulaştırabiliriz. Teknik olarak bakıldığında Tetra-Pak malzemeyi oluşturan kağıt, plastik ve alüminyum malzemeler teknik olarak yüzde 100 geri dönüştürülebilir. Türkiye sınırları içerisinde bu tür malzemeleri - preslemek dışında- geri dönüştüren bir firma varsa, Çevre Mühendisleri Katı Atık Komisyonu olarak böyle bir teknolojiden haberdar olmayı çok isteriz. Bu kutular üç ayrı cins malzemenin karışımından oluştukları için doğada 100-150 seneden önce yok olmuyor.

*Tam metin