Rusya’nın süresi doldu, hükümetten çıt çıkmıyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 8 Mayıs 2025

Foto: Akkuyu Nükleer A.Ş.
Türkiye ile Rusya 12 Mayıs 2010 tarihinde Akkuyu’da dört üniteli (reaktör) bir nükleer santral yapmak üzere anlaştı. Anlaşma Resmi Gazete’de 6 Ekim 2010 tarihinde yayımlandı. Anlaşma Rusya’ya önemli avanatjlar sunsa, piyasa fiyatının çok üzerinde dolara endeksli bir alım garantisi verse de bir maddesi Rus tarafına işleri sıkı tut diyordu. Madde 6, fıkra 2.

Altıncı maddenin ikinci fıkrasında şöyle yazıyor: Proje Şirketi, Rus Tarafı'nın tam desteği ile NGS inşasının başlaması için gerekli tüm belgeler, izinler, lisanslar, rızalar ve onayların verilmesinden itibaren yedi yıl içinde Ünite 1'i ticari işletmeye alır.” Anlaşmaya göre ilk ünitenin devreye girmesinden sonra birer yıl arayla diğer ünitelerin de devreye alınması gerekiyordu.

Türkiye Akkuyu Nükleer Santralı’nın sahibi Rus proje şirketine gerekli son izni 2 Nisan 2018 tarihinde verdi. Akkuyu Nükleer Santralı’nın 1. ünitesine inşaat lisansı verildi. Bir gün sonra, 3 Nisan 2018 tarihinde de inşaat başladı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın veri tabanında da yazan tarih bu. Rusya’ya tanınan yedi yıllık süre bir ay önce doldu ancak Akkuyu’da elektrik üretimi başlamadı. Peki şimdi ne olacak?

Anlaşmada bu durumda ne olacağı yazılmış. 10. maddenin son fıkrası aynen şöyle diyor: “NGS'nin ünitelerinden herhangi birinin, işbu Anlaşma'da programlanan tarihten daha geç işletmeye alınması halinde, ESA'da öngörülen mücbir sebep durumları hariç olmak üzere, satılacak elektriğin fiyatı ESA hükümlerine göre ayarlanacaktır.” ESA dedikleri Elektrik Satın Alma Anlaşması; özünde de bir al ya da öde hükmü var. ESA’ya göre Türkiye ilk 15 yıl boyunca Akkuyu’da üretilen elektriğin yarısını kilovatsaatine 12,35 ABD Doları sent ödeyerek satın almak zorunda. Bu köşede defalarca yazdık, aynı elektrik için güneş ve rüzgâra kıyasla yaklaşık dört kat daha fazla para ödenecek. Çanakkale, Osmangazi köprülerindeki tuzak burada da var. Kazası, sızıntısı, atığı ve dışa bağımlılığı da bela. Anlaşma imzalandığında dolar kurunun 1,52 TL olduğunu da anımsatalım. Şimdi kur 39 TL’ye dayandı. Akkuyu devreye girerse elektrik faturalarına zam gelmesi kaçınılmaz.

10. maddede belirtildiği gibi, Rusya’nın gecikmesi satın alınacak elektriğin fiyatının ESA’ya göre değiştirilebilmesine fırsat sağlıyor. Eğer bir mücbir sebep yoksa. Almanya’nın Rusya’ya Ukrayna savaşı nedeniyle uyguladığı ambargo mücbir sebep kabul edilebilir. Rusya ambargo nedeniyle Almanya’dan gerekli parçaları alamadığını ve Çin’de yeniden yaptırdığını açıklamıştı. Buraya kadar tamam ama mücbir sebep kabul edilse bile bunun Rusya’ya ne kadar ek süre kazandırdığını bilmiyoruz.

Zaten ESA’nın hükümlerini de bilmiyoruz. EÜAŞ’a (Elektrik Üretim Anonim Şirketi) ESA hükümlerini sordum, beklediğim gibi gizlilik nedeniyle paylaşılamayacağı söylendi. Türkiye anlaşmadan doğan hakkını kullanıp Rusya ile masaya oturdu mu, Rusya mücbir sebep öne sürdü mü ya da iki taraf hangi koşullarda bir uzatma anlaşması yaptı bilmiyoruz. Türkiye pahalı nükleer enerjiden kurtulmak için ayağına gelen fırsatı değerlendirdi mi yoksa geri mi tepti onu da bilmiyoruz. Tüm nükleer süreç gibi bu kısım da şeffaf olmayan bir şekilde yürütülüyor.

Bindik bir alamete gidiyoz kıyamete…

İspanya’yı kim elektriksiz bıraktı?

Özgür Gürbüz-BirGün / 1 Mayıs 2025

Foto: Red Electrica
İspanya, Portekiz ve Fransa’nın bazı bölgelerindeki büyük elektrik kesintisinin ardından herkes suçluyu aramaya koyuldu. Enerji dönüşümüne karşı çıkan nükleer ve termik santral savunucuları araştırma sonuçlarını beklemeden yenilenebilir enerjiyi suçlu ilan etti. Medyayı da kontrol eden bu güçler sayesinde yenilenebilir enerjiyi sorumlu kılan haberler yayılmaya başladı. Halbuki bu kesinlikte bir suçlamayı yapabilecek bilgi şu anda kimsede yok. İddialar mantıklı bir temele de dayanmıyor. 2015’de Türkiye’de, 2003’te ABD ve Kanada’da, aynı yıl İtalya ve İsviçre’de benzer şebeke çökmeleri oldu. Nedeni de yenilenebilir enerji değildi.

Elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payının çok yüksek olması şebekenin çökme nedeni olarak gösteriliyor ancak bu İspanya ve Portekiz için yeni bir durum değil. Elektrik şebekesi çökmeden önceki üretimlere baktım. Güneş enerjisinin üretimdeki payı yüzde 52,67, rüzgârın ise yüzde 14,64’tü. Baz yük olmayan diğer yenilenebilir enerji kaynaklarını da eklesek yüzde 70’i buluyor. Oranlar yüksek ama ilk değil.

İspanya 16 Mayıs 2023’te tam dokuz saat boyunca yüzde 100 yenilenebilir enerjiyle elektrik talebini karşılamıştı. Bu yılın 16 Nisan’ında da yine birkaç saat boyunca sadece yenilenebilir enerji ile elektrik üretimi yapmıştı. Portekiz 2023 yılında altı gün boyunca yüzde 100 yenilenebilir enerjiyle hayatını sürdürdü. Nükleer santralı olmayan Portekiz’de termik santralların elektrik üretimindeki payı geçen yıl sadece yüzde 10’du. Bu deneyimler yenilenebilir enerjinin çok olmasının şebekeyi çökerttiği iddiasına kuşkuyla bakmamıza neden oluyor.

İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, sistemin çökmesinin fazla yenilenebilir ya da az nükleer santralla bir ilgisi olmadığını açıkça söyledi. Bağımsız araştırmaların sonuçlarını bekleyip şebekede reform yapacaklarını da ekledi. Bir parantez açıp elektrik kesintisi nedeniyle nükleer santrallara ne olduğunu da anlatalım. İspanya’daki yedi nükleer reaktörün dördü kesinti sırasında çalışır durumdaydı. Şebekenin çökmesiyle dışardan aldıkları elektrik kesildi ve acil durum ilan edildi. Pek bilinmez ama nükleer santrallar için şebeke bağlantısı elzemdir. Elektrik kesilince santrallardaki dizel jeneratörlerle durumu kontrol altına aldılar. O jeneratörler çalışmasa Fukuşima ya da Çernobil’de yaşananları İspanya’da da görebilirdik.

Resmi analizler olmadan tahminde bulunmak hoş olmasa da sorunun elektrik üretim biçiminden değil şebekenin bu üretime hazır olmamasından kaynaklandığını söylemek mümkün. İspanya’dan bu yönde çağrılar da geldi ama herhalde içinde kamulaştırma geçtiği için ana akım medyada çok da yer almadı. Ecologistas en Acción, özelleştirilen ve beşte bir hissesi kamuda kalan Red Electrica’nın yenilenebilir enerji üretimini büyük firmalarının kaderine bıraktığına dikkat çekiyor. Planlama, elektrik depolama, yer ve kaynak seçimi gibi tercihlerin şirketlere bırakılması sonucu bazı bölgelerde yığılma olduğunu, bunun da sistemdeki dalgalanmalara yanıt vermeyi zorlaştırdığını belirtiyor. İspanya’da olan bitenden dolayı güneşi rüzgârı suçlamak yerine gerekli dersleri çıkarıp, özelleştirilmesi 2026 sonuna bırakılan TEİAŞ’a sahip çıkmaya ne dersiniz?

İklim ve çevre sorunları nedeniyle elektrik üretiminde kullanabileceğimiz kaynaklar belli. Bu kaynakları kullanmak için mikro şebekelere, tüketimle üretimi birbirine yakınlaştırmaya, elektrik depolama sistemlerine ihtiyacımız var. Teknik açıdan bakarsanız bu yapılabilir. Almanya Federal Ağ Ajansı’nın (BNetzA) İspanya ve Portekiz'i karanlığa sürükleyen elektrik kesintisinin bir benzerinin Almanya'da yaşanmasının mümkün olmadığını, elektrik tedarik sistemlerinin birçok koruma mekanizmasına sahip olduğunu söyleyen açıklaması buna işaret ediyor. Ben biraz farklı düşünüyorum. Sorun sadece teknik olsaydı çözümü de bulunurdu elbet ama işin içinde kendimizi kaptırdığımız tüketim toplumu, giderek artan enerji tüketimi ve bunu modern bir dünyayla eş tutan tutarsız bir insan davranışı da var. Sorunun o kısmını çözmek yapay zekadan çok samimi bir devrim gerektiriyor.

Deprem ülkesinde nükleer santral

Özgür Gürbüz-BirGün / 26 Nisan 2025

Foto: O. Gurbuz / Hatay
Bugün Çernobil Nükleer Santral kazasının 39. yıldönümü. Nükleer kazalar bir doğal afet olmasa da ardından karşı karşıya kalınan sorunların bazıları doğal afet sonrasında yaşananlara çok benzer. Binlerce insanın tahliye edilmesi gerekir, sağlık muayeneleri, üretim tesislerinin veya sahalarının kullanılamaması nedeniyle hızla alternatif üretim yöntemlerinin bulunması gibi.

1986 yılında radyoaktif bulutlar Türkiye’ye ulaştığında o zamanki hükümetin tek yaptığı radyasyonun çaya, fındığa bulaştığını inkâr etmek olmuştu. Hiçbir şey olmamış gibi yaşamamızı istediler. Elde ne karşılaştırma yapacak geçmişe ait sağlam veriler vardı ne de kaza sonrası kapsamlı bir sağlık taraması yapıldı. Türk Tabipler Birliği ve Hopa Belediyesi’nin 2006 yılında yaptığı ortak çalışma hariç. Hopa’da son üç yılda meydana gelen ölümlerin yüzde 47’sinin nedeninin kanser olduğunu böyle öğrendik. Çayda radyasyon olduğunu da ODTÜ Kimya Bölümü’nden Dr. Olcay Birgül, Dr. İnci Gökmen ve Biyoloji Bölümü’nden Dr. Aykut Kence’nin hazırladığı raporun basına sızmasıyla öğrenmiştik. Nükleer santral kurma hayalinin peşindeki hükümet nükleere zeval gelmesin istiyordu. Yurt dışına ihraç edilen fındığın itibarını koruma, ambardaki çayın parasını çıkarma derdindeydi.

Marmara’daki depremlerden sonra bugünkü hükümetin izlediği politikalar da bana aynı o yıllarda yapılanları çağrıştırıyor. Halbuki yapılacak iş belli, İstanbul’un bir bölümünü başka illere taşımalı, yeni iş olanaklarını yıkıldı yıkılacak denen bu kente değil, Anadolu’nun farklı bölgelerine dağıtmalıyız. Kenti yenilerken beton binaların değil, yeşil alanların sayısını artırmalıyız. Bu sadece bizi depremden korumaz, hava kirliliğiyle, trafik sorunuyla, kaynak israfıyla hayatımızın kalitesini düşüren birçok etkeni de alır götürür.

Türkiye büyük bir ülke ve İstanbul boşaltılabilir. Sosyal konutlarla dar gelirlilere de fırsat sunacak yeni yerleşim yerleri kurulabilir. Hatta akılcı politikalar ve teşviklerle kentten kırsala göç teşvik edilebilir, gıda üretimi sorunu bile çözülebilir. Hiç kimse kaynak var mı diye de sormasın. Koltuk sevdası için siyasi rakibi Ekrem İmamoğlu’nu hapse attırıp, ardından da dövizi baskılayabilmek için 52 milyar dolarlık bir kaynağı harcayan hükümetin bahanesi yok. Tek bildiğim mevcut iktidarın bizim iyiliğimizi düşünmediği. 

Peki, itibardan ödün vermeyen hükümet ne yapıyor? Kanal İstanbul’la yüz binlerce insanı daha deprem riski altında yaşamaya çağırıyor, kentin su ve yeşil alanlarını betona boğuyor. Deprem anında kentten kaçışı zorlaştırmak için Avrupa yakasında yaşayanların önüne dev bir su kanalı daha koyuyor. Nüfus ve ziyaret yoğunluğunu artırmak için ülkenin finans merkezini İstanbul’a taşıyor. Korunması gereken alana dev bir havalimanı, köprü ve bağlantı yolları yaparak kenti kuzeye doğru genişletiyor. Kentsel dönüşüm maskesiyle dört katlı binaların yerine iki üç kat yükseklikte hatta Fikirtepe örneğinde olduğu gibi onlarca kat yükseklikte binalar kurarak, müteahhitlerine para kazandırmaya çalışıyor, bizi betona hapsediyor. Deprem olduğunda halkın kaçacak yerleri, yolları, parkları varmış yokmuş diye hiç ama hiç düşünmüyor.

İstanbul’u rant ineği gibi gören, en olmadık projelerle sağıp, keselerini en kısa sürede doldurmaya çalışan ağalara benziyorlar. Biz marabalarına değil ekecek, afet altında sığınacak bir karış toprak bile bırakma niyetleri yok. Beyoğlu’nda depremden kaçıp sığınabileceğiniz yegâne yer olan Gezi Parkı’nı korumak için çabalayan arkadaşlarımızı üç yıldır hapiste tutuyorlar. Haklılar içerde, suçlular dışarda, adalet ise ortada yok.

Çernobil’le başladık nükleerle bitirelim. Bir deprem ülkesinin üç köşesine nükleer santral kurmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıyayız; Mersin, Sinop ve Kırklareli. Nükleer reaktörlerin depreme dayanıklı olduğunu dinleyip duruyoruz ancak nükleer kazaların reaktör binalarındaki hasarlardan çok, santrala elektrik götüren iletim hatlarındaki kesintilerle, acil durum jeneratörlerinin durmasıyla, su pompalama sitemlerindeki arızlarla ilgili olduğundan kimse bahsetmiyor. Olası bir depremde rahatlıkla zarar görebilecek bu yapılardan kimse bahsetmiyor. Akdeniz’de tsunami riski bile var. Santrallarda çalışan personelin depremde nasıl tepki vereceği, hangi tuşa basacağı bile büyük önem taşıyor. Elektrik arzı fazlası, elektriği daha ucuza farklı kaynaklardan üretme şansı olan Türkiye gibi bir deprem ülkesinde nükleer santral ısrarı neden? Yoksa turpun değil ama rant ineğinin en büyüğü nükleer heybesinde mi gizli?

Devlet desteği yazılır kaynak transferi okunur

Özgür Gürbüz- BirGün / 17 Nisan 2025

Elektrik ve gaz faturaları artık ödenmesi zor meblağların yanında bir de mesajla evimize geliyor. Faturanın sonunda, “devlet desteği sonrasında ödenmesi gereken fatura tutarı” adlı bir yazı var. Hükümet, aslında sizin enerji bedeliniz daha çok ama ben karşılıyorum diyerek hem siyasi mesaj veriyor hem de ileride yapacağı zamlara sizi hazırlamaya çalışıyor. Önümüzdeki günlerde iddia edilen devlet desteğinin giderek azalacağını ve faturaya yansıyan kısmın büyüyeceğini göreceğiz.

Bir devlet desteği var ama halka değil, birkaç şirkete yapılıyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) 22 Mart’ta aldığı bir kararla bu defa da elektrik tedarikçisi şirketlere kaynak transferinin yolunu açtı. 13400 sayılı EPDK kararıyla, elektrik tedarik şirketlerine Son Kaynak Tedarik Tarifesi’ndeki (SKTT) tüketicilere satacakları elektriğin o yıl içinde en az yüzde 50’sini EÜAŞ’tan temin etme fırsatı verildi. Satacağınız elektriği kamudan alabilirsiniz dendi. EÜAŞ artık görevli tedarik şirketlerine aktif elektrik enerji bedelini kilovatsaati 48,21 kuruştan satabilecek.

Son Kaynak Tedarik Tarifesi’ne bağlı faturalara yansıyan elektrik bedeli ise serbest piyasada ortaya çıkan fiyata bağlı bir hesaba dayanıyor, sürekli değişiyor. Dönemlik PTF (Piyasa Takas Fiyatı) ile YEKDEM (Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekenizması) birim maliyeti toplamı, EPDK tarafından belirlenen KBK katsayısı ile çarpılarak bulunuyor. KBK, enerji tedarik maliyeti dışındaki diğer tüm maliyetlerle birlikte makul kâr katsayısı’ olarak tanımlanıyor.

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) bu formüle dayanarak Mart ayı son kaynak tedarik tarifesindeki enerji fiyatlarının meskenler için kilovatsaat başına 2,68 TL, diğer abone grupları içinse 2,8 TL olacağını tahmin diyor. Tedarik şirketi piyasadan ve EÜAŞ’tan (devletten) 48 kuruşa aldığı elektriği meskenlerde oturanlara 268 kuruşa, diğer abonelere de 280 kuruşa satıyor. Tedarik şirketleri piyasadan aldığı elektriğin üzerine kar koyup satacakken bir de EÜAŞ’tan ucuz elektrik verilerek destekleniyor. Sonuçta, 184 kuruşu bulan dağıtım bedeli ve vergiler de eklendiğinde bir kilovatsaat elektriğin bedeli SKTT tarifesinde olanlar için 511 kuruşa kadar çıkıyor. Devletin ucuza sattığı elektrik dağıtım ve tedarik şirketlerinin paylarıyla pahalı hale geliyor. SKTT tarifesinde artık apartmanlar, siteler ve birçok ticarethane var. Zamlı elektrik halkın birçok ürün ve hizmeti de zamlı alması demek. Faturada yazan devlet desteğinin halka ulaşmadığı kesin.

Elektrik piyasasını yakından takip eden elektrik mühendisi Olgun Sakarya, “EÜAŞ’tan düşük fiyatla satın alınan enerjinin son kaynak tedarik tarifesi kapsamındaki mesken, sanayi ve ticarethane abonelerine yüksek fiyattan satılması kamunun görevli tedarik şirketlerine kaynak aktarmasından başka bir şey değil. Kaldı ki ulusal tarifede görevli tedarik şirketleri için yüzde 2,38 olan kar oranının, son kaynak tedarik tarifesindeki abonelerde gerçek maliyetleri yansıttığı ifade edilse bile, meskenler için yüzde 5, diğer abone grupları için ise yüzde 9,38 gibi farklı bir katsayıyla çarpılarak elde edilmesi anlaşılır bir durum değil” diyor.  

Aynı EÜAŞ, dağıtım şirketlerine aydınlatma bedeli için kilovatsaati 380 kuruşluk bir tarife uyguluyor. Kayıp kaçak içinse istediği miktar 175 kuruş. Kayıp enerji bedelini faturalarımıza gizleyip bizden tahsil ediyorlar. Aydınlatma bedelini ise kamu ödüyor. EÜAŞ, kâr amacıyla kurulmuş özel şirketler olan tedarikçilere elektriği kamuya verdiğinden sekiz kat, yurttaşlara verdiğindense üç kat daha ucuza satıyor.

EMO bir fatura hesabıyla vurgunu ortaya koymuş. 1000 kilovatsaat elektrik tüketen bir konutun faturası 4 bin 591 lirayı buluyor. Bunun 2 bin 675 TL`si görevli tedarik şirketine, 1.365 TL`si dağıtım şirketine ve 551 TL`si ise vergilere gidiyor. EMO, konut kullanıcısına sunulan enerji için tedarik şirketinin EÜAŞ`a 482 TL ödeyeceğini vurguluyor. 2200 TL şirketin cebine giriyor. Dağıtım şirketinin masraflarının maliyeti de ayrıca tartışılmalı. Onlar da fatura bedelinin üçte birini kendi kasalarına aktarıyor.

Elektrik sektöründeki özelleştirmeler ve alınan yanlış kararlarla şirketleri zengin eden hükümet, bir de faturanızın şu kadarını biz ödedik diye mesaj gönderip bizi yeni zamlara hazırlıyor. Herhalde teşekkür etmemizi bekliyorlar.