fatura etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fatura etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Enerji krizinin dünü ve bugünü

Halkın yarısından fazlası enerji faturalarını ödemekte zorlanıyor. Hükümet sorumlunun küresel fiyatlardaki artış olduğunu söylese de zamlarda enerji ve faiz politikalarındaki yanlışların payı net bir şekilde görülüyor.

Özgür Gürbüz-BirGün / 27 Mayıs 2022

Metropoll araştırma şirketinin 2022 Mart ayında yaptığı araştırmada elektrik ve doğalgaz faturalarını ödeyemeyenlerin oranının yüzde 19 olduğunu belirtmişti. Enerji faturalarını ödeyen ancak çok zorlananların oranı ise yüzde 57. Türkiye’de halkın yarısından fazlası her ay enerji faturalarını korkuyla bekliyor.

Koronavirüs sonrası artan talep ve üretimde yaşanan güçlüklerle tetiklenen, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle büyüyen enerji krizinin faturaların artışında bir rolü olduğu gerçek. Ancak faturalardaki artışı sadece bu iki olayın sonucuymuş gibi gösterip dünü unutursak hata yaparız. Karşımızda 20 yıllık bir iktidar ve onun politikalarının da etkisiyle artan enerji fiyatları var.

Koronavirüs salgını 2019’un sonunda ortaya çıktı, Türkiye’de elektrik fiyatlarının yükselişe geçtiği zaman ise 2019’un başı, salgından bir yıl önce. TMMOB Makine Mühendisleri Odası (MMO) Enerji Çalışma Grubu, Türkiye Enerji Görünümü 2022 raporunda, 2019’dan günümüze kadar olan dönemde elektrik fiyatlarının birinci kademe için yüzde 85, ikinci kademe içinse yüzde 215 oranında arttığını tespit etmiş. Sanayi için fiyat artışı yüzde 360, ticarethaneler içinse yüzde 283. Sadece evimizde kullandığımız elektriğe değil, mal ve hizmet üretenlerin kullandığı elektriğe de çok yüksek oranda zam yapılmış. Enerji maliyeti artınca, ekmekten süte her şeyin fiyatı artıyor haliyle.

Adım adım sorgulayalım… Türkiye 2021 yılında ürettiği elektriğin yüzde 32’sini doğalgazdan, yüzde 18’ini ithal kömürden ve yüzde 13’ünü de yerli kömürden üretmiş. Doğalgaz ve ithal kömürün payı yüzde 50’yi buluyor ve ikisi de yurt dışından alınıyor, son bir yıl içerisinde de fiyatları arttı. Ancak, Türkiye’de elektrik fiyatının artmaya başladığı 2018 ve 2019 yılarında bu iki kaynağın elektrik üretimindeki payı son 20 yılın en düşük seviyelerindeydi. Fiyat artışları ithalatın düşük olduğu dönemde başladı.

Elektrik faturalarındaki artışı petroldeki artışa bağlayabilir miyiz, ona da bakalım. Doğalgazın fiyatını da etkileyen varil petrolün fiyatı 2011, 2012 ve 2013 yıllarında da bugünkü gibi 110 dolar civarındaydı ama 2011 yılında konutlarda 1 kilovatsaat elektrik için vergiler dahil 27,24 kuruş ödüyorduk. Şimdi ise en az 126 kuruş ödüyoruz, neredeyse beş kat fazlasını. Demek ki içeride bir sıkıntı var. Bir örnek daha verelim. 2012 yılında Brent petrolün varili 111 dolarken istasyonda benzinin litresi ortalama 4,5 liraya satılıyordu, şimdi 22 TL. Taşıma maliyetleri artışıyla açıklanacak bir fark değil bu.

O zaman büyüteci başka bir yere tutmalıyız. Elektrik fiyatları 2021’in sonunda iki kat kadar artıyor. Elektrik fiyatındaki artışla kurdaki artışın grafiğini üst üste koyduğunuzda ikiz kardeşler gibi birbirine benzediklerini görüyoruz. Faiz politikasındaki yanlış adımlarla yükselen dolar, ithal enerjinin maliyetini de artırıyor. Türk Lirası değer kaybetmese, zamların etkisini daha az hissedeceğiz.  Faturayı biz ödüyoruz ama aslında faturayı bu yanlış faiz politikasında ısrar eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kesmeli. O da seçmenin bileceği iş.

MMO Enerji Çalışma Grubu Üyesi Orhan Aytaç, elektrik fiyatlarının artışında dolar üzerinden alım garantisi verilen santralların da payı olduğunu söylüyor. Aytaç, “İthal yakıt fiyatlarının zıplamaya başlamasından önceki dönemde Türkiye’deki elektrik fiyatlarını YEKDEM (Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması) artırıyordu. Başlangıçta o fiyatlar yenilenebilir enerjinin devreye girmesi için gerekliydi deniyor. Diyelim başlangıçta o fiyatlar mecburdu ama 2015-2020 arası uygulanacak fiyatlar farklı olabilirdi. 2013 yılında 2015-2020 için de döviz bazında aynı fiyatlarla devam edilmesi kabul edildi. Bu adımlar daha sağlıklı bir şekilde atılsaydı, özellikle kooperatiflerin, birliklerin desteklenmesiyle güneş enerjisinin kullanımı artırılabilir ve ithal etmek durumunda olduğumuz fosil yakıtlara ihtiyacımız azalabilirdi. Bu da fiyatları düşürürdü” diyor.

İşin en çarpıcı kısmı da bu. Fiyatını belirleyemediğimiz petrol, kömür ve doğalgaz kullanmaktan vazgeçerek daha ucuza elektrik üreten güneş ve rüzgar gibi kaynaklara geçme konusunda yavaş davranmasak enerji faturaları bu kadar kabarmayabilirdi. Bugün son güneş enerjisi yarışmasında ortaya çıkan fiyat kilovatsaat başına 2,5 sent iken ithal doğalgaz ve kömüre aynı elektrik için yaklaşık 10 sent ödeniyor. Mersin’deki nükleer santral devreye girerse ona da 12,5 sent ödenecek. Faturaları düşürmek için elinizde araç var ancak hükümet onları kullanmamakta ısrarcı. Türkiye’nin enerji verimliliği ve tasarrufu potansiyelinin göz ardı edilip, enerji tüketimini teşvik eden politikaların desteklenmesi de cabası. Son 19 yılda 1 milyona yakın konut yapan TOKİ’nin binalarının kaçının çatısında elektrik üreten güneş paneli var? Yanıt sıfır olursa şaşırır mısınız?

Enerji dönüşümünden enerji faturalarına giden yol

Sosyal medya “faturamı ödeyemiyorum” paylaşımlarından geçilmiyor. Enerjide devrim niteliğinde bir değişiklik şart. Peki, nasıl yapacağız?

Özgür Gürbüz-BirGün Pazar/20 Şubat 2022

Kime dokunsak enerji faturalarından yakınıyor. Kazancımız faturaları ödemeye yetmiyor. Aldığımız hizmetin kalitesi düşük. Enerji sektörü birkaç şirketin kontrolünde. Enerji dönüşümünün, başka bir deyişle, enerjide devrim niteliğinde bir değişikliğin şart olduğu ortada. İyi ama nasıl yapacağız? Üretim ve dağıtımı kamulaştırsak tüm sorunlar çözülür mü? Uygun her yere güneş paneli koyarsak iklim krizi başta olmak üzere çevre sorunları biter mi? Başka bir dünya hepimizin istediği ama o dünyanın resmini nasıl yapacağımızı yeterince konuşmuyoruz.

Resmin özelliklerini ise biliyoruz; doğaya en az zararı verecek, iklim krizine yol açmayacak, daha fazla enerji tüketmeyi değil enerjiyi verimli kullanmayı öne çıkaracak, istendiğinde erişilebilir olacak ve temel ihtiyaç olduğuna göre kimse yokluğunu çekmeyecek.

İklim krizine neden olan kaynaklar belli; petrol, kömür ve doğalgaz kullanılmayacak. Nükleer santralların kaza, sızıntı ve atık sorunu çözülemedi, seragazı emisyonları konusunda da masum değil; rüzgara göre 6 kat daha fazla emisyona yol açıyor. Amacımız doğayı korumak ve gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmak. Bu durumda geriye yenilenebilir enerji kalıyor. Barajların doğaya verdiği zararı da yaşayarak öğrendiğimize göre onları da listeden çıkartabiliriz. Kötü uygulamaları örnek almadan, güneş, rüzgar, biyokütle, jeotermal, dalga ve hidrojenle yola devam edebiliriz. Endüstriyel bir toplumda yaşayacaksak eldeki kaynaklar bunlar. 

Yenilenebilir yeter mi?

Yenilenebilir enerjinin talebi karşılama sorunu da yok. 2019 yılında küresel enerji tüketimi 65 petavatsaatti (PWh). Bugünün teknolojisiyle sadece güneşten 5800 PWh elde edebiliyoruz ve halihazırda bu potansiyelin yüzde 60’ı ekonomik. Türkiye’de de petrol ve gaz yok ama rüzgar ve güneş bol. Burada sorun potansiyel değil, onu değerlendirmek için kullanılacak kaynakların eldesinde doğaya verilecek zarar. Bu yüzden de enerji tüketimini azaltmayı ve enerjiyi verimli kullanmayı her şeyin önüne koymalıyız. Yoksa bir çıkmaz sokağa gireceğiz.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA), 2050 yılında sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutacak bir senaryoda, enerji tüketimini yüzde 10 oranında azaltmak, talebin neredeyse yüzde 90’ını yenilenebilir enerjiden karşılamak mümkün diyor.

Güneş, rüzgar pahalı mı?

Şimdi maliyetlere bakalım. Enerji sektöründe kabulü yüksek olan Lazard şirketinin 2021 sonuna dayanan hesaplamalarına göre büyük ölçekli güneş ve rüzgar santrallarından elektrik üretmenin kilovatsaat başı maliyeti 2,6 ila 3 sent aralığına gerilemiş görünüyor. Türkiye’deki son ihalelerde de bu fiyatlar ortaya çıktı zaten. En ucuz seçenekler güneş ve rüzgar, onu bazı doğalgaz santralları ve jeotermal enerji izliyor. Ardından kooperatiflerce kurulan güneş santralları geliyor. Kömür, güneş termal santrallar, nükleer ve bireylerin çatılarına kurdukları güneş panelleri bu sırayı izliyor. Fiyatı belirleyen onlarca etken var elbette; örneğin sosyal maliyetler burada yok. Buna rağmen güneş ve rüzgarın başını çektiği yenilenebilir enerji kaynakları açık ara önde. Ucuz enerji istiyorsak adres belli.

Güneş batınca ne olacak?

Rüzgar ve güneş gibi bazı kaynaklar sürekli elektrik üretmedikleri için yokluklarında sistemi biyokütle, jeotermal, hidrojen ve batarya sistemleriyle desteklemek gerekecek. Güneş enerjisinin depolama destekli uygulamalarında maliyetler artsa da 5-10 yıl içinde depolama maliyetlerinin de hızla düşmesi bekleniyor. Bu teknolojilerin en büyük avantajlarından biri de sizi şebekeden bağımsız hale getirip, dağıtım şirketlerinden kurtarması olabilir. Bir sitede veya köyde, küçük bir güneş ve rüzgar gücünü, biyogaz santralı ya da elektrik depolama sistemiyle desteklediğinizde tüm faturalarla vedalaşabilir, yatırımın maliyetini çıkardıktan sonra çok daha ucuza elektrik üretebilirsiniz. Çatınıza koyacağınız güneş panelleri ve bir depolama sistemiyle bağımsızlığınızı ilan edip, petrol fiyatı arttı, doğalgaz zıpladı haberleriyle ilgilenmezsiniz. Güneşin yakıt maliyeti yok.

Enerji nerede kullanılacak?

Enerji üretimi ve dağıtımını tamamen kamulaştırsak bile bir maliyeti olacak. İletim ve dağıtım hatlarının bakımı, santralların işletmesi gibi hizmetlerin de karşılanması şart. Kamunun kâr beklemeden bu hizmetlerini sunduğunu düşünürsek faturaların biraz hafifleyeceği ortada. Ancak burada bizi bekleyen bir tehlike var. Çok ucuz enerji tüketimi artırabilir, enerjinin verimli kullanılmasının önüne geçebiliriz. Doğu Bloku’ndaki sorunlardan biri de buydu, o ülkelerde enerji yoğunluğu çok yüksekti. Enerji üretirken ödediğimiz bedeli fiyata yansıtmanın bir yolu, kullanılan alana göre fiyatlandırmak olabilir. Ekmek üreten bir fabrikaya verilen elektriğin fiyatıyla, lüks bir ürün üreten fabrikaya verilen elektriğin fiyatı farklı olmalı. ÖTV ve vergi kalemleri daha çok tüketiciyi ilgilendirdiği için üretim aşamasındaki karar verme süreci üzerinde etkisiz kalabiliyor. Ucuz enerjiden çok enerjinin verimli kullanılmasına ve kimsenin temel ihtiyaç haline gelen enerjiden mahrum kalmamasına odaklanmalıyız.

Başka bir “kamulaştırma” mümkün

Mümkün olan herkesi, evinin çatısında, köyünde, sitesinde ve apartmanında elektrik üretmeye teşvik edebiliriz. Enerji kooperatifleri, belediyelerin kuracağı enerji şirketlerine ortaklık ve daha pek çok farklı yolla üretimi başka türlü “kamulaştırabiliriz”. Enerjide kendine yeten her köy, kasaba iletim ve dağıtım kaynaklı maliyetlerin düşmesine, kayıpların azalmasına yarar. Resmi rakamlara göre iletim ve dağıtım kaybı yüzde 10 civarında. Yarıya indirmek iki büyük kömür santralının üretimine eş elektrik demek.

Türkiye ısrarla yenilenebilir enerjiyi şirketler aracılığıyla geliştirmeye çalışsa da bireyler veya kooperatiflerle yola çıkmak da mümkün. 2019 yılında Almanya’daki 120 bin megavatlık yenilenebilir enerji kurulu gücünün yüzde 40’ına çiftçiler ve bireylerin sahip olduğunu düşünürsek, devletin doğru yönlendirmeleri, enerjide 4-5 şirkete bağlı kaderimizi kökten değiştirebilir. 2019’da Almanya’nın yenilenebilir enerji kurulu gücü 120 bin megavatı geçiyordu. 50 bin megavatına yakınının bireylerin elinde olması demek neredeyse bugün Türkiye’deki tüm barajların, rüzgar ve güneş santrallarının yurttaşların elinde olması anlamına geliyor. Tarlalarda çiftçilere ait rüzgar türbinleri, köylerde biyogaz tesisleri ve kentlerde de evlerin çatılarında fotovoltaik paneller var. Enerji kooperatifleri de oldukça yaygın. Kamulaştırmayı tartışırken halkın enerji üreticisi ve tüketicisi olduğu başka bir modelin mümkün olduğunu unutmamalıyız.

Havuç olmadan sopa olmaz 

Enerjiyi daha az kullandıracak ve bunu teşvik edecek bir sisteme ihtiyacımız var. Kademeli fatura gibi, “havuç ve sopa” içeren uygulamalarla az kullanımı teşvik etmekte bir sakınca yok. Ancak, insanların tasarruf yapabilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmadan çok tüketeni cezalandırmaya kalkarsanız kademeli tarifede havuç kalmaz, sadece herkesi sopalarsınız. AKP’nin yaptığı da buydu ve sopayla karşılaşan insanlar isyan etti. Daha iyi yalıtımlı binalar, enerjiyi tasarruflu kullanan ev aletleri veya ulaşım araçları, elektrik üreten güneş panelleri için vergi indirimi veya uygun kredi gibi hiçbir aracı halkın kullanımına sunmayan iktidar partisinin yurttaşlara “artık az enerji harcayın, harcamazsanız daha çok ödeyin” demesi haklı olarak herkesi isyan ettirdi. Acı çekiyoruz ama iyi tarafından bakalım. Yeniden kuracağımız Türkiye’nin enerji politikası nasıl olmalı, onu tartışmaya başladık.

Elektrik faturasını devletin ödemesi sorunu çözmez

Özgür Gürbüz-BirGün/14 Şubat 2019

Tanzim satış, nasıl Türkiye’nin tarımsal üretim sorununu çözemeyecekse ihtiyacı olan ailelerin elektrik faturalarının devletçe karşılanması da enerji yoksulluğu sorununu çözemeyecek. Sorunun krize dönüşmesini öteleyecek o kadar.

Düzenli sosyal yardım alan ailelerin 150 kilovatsaate kadar (yaklaşık 80 TL’lik faturaya eş) yaptıkları tüketimin devlet tarafından karşılanacağı bir ay önce duyuruldu. Bu yardım en az 5 kişilik aileler için geçerli. İki kişilik ailelerde 75 kilovatsaate düşüyor, aile üye sayısına göre değişiyor. Faturalarını ödemekte zorlanan ve elektriksiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalan aileler için elbette iyi bir haber ama nereye kadar? Seçimden sonra devlet bu karardan vazgeçerse ne olacak? “Bana balık verme, balık tutmayı öğret” diye boşuna dememişler. Burada yaptığımız balık tutmayı öğretmek değil.  

Zor durumdaki insanların faturalarını ödemek yerine devlet neler yapabilirdi, onu tartışalım. Örneğin, evlerinin yalıtım giderlerini karşılayabilir, böylece daha kalıcı bir çözüme imza atabilirdi. İyi bir yalıtımla ısınma giderlerini yüzde 30 ila 50 arasında azaltmak mümkün. Yalıtım tüm apartmanı kapsayacak, zor diyebilirsiniz ama istenirse formüller bulunur. Yapılabilecek daha pratik işler de var. Buzdolabı gibi çok elektrik tüketen cihazları enerji tasarruflu modellerle değiştirerek, elektrik faturalarını hemen azaltacak bir işe imza atılabilirdi. Gelin hesap kitap yapalım.

Buzdolaplarımız, evimizdeki elektrik faturasının üçte birinden sorumlu. 80 TL’lik bir fatura, enerji verimli bir buzdolabının kullanılmasıyla 65-70 TL civarına inebilir. Hükümet, yardım kapsamında evdeki ampulleri de verimlileriyle değiştirebilir; 10 liraya yakın tasarruf da oradan yapılabilir. Eve girmişken enerji tasarrufunun nasıl yapılacağı örneklerle anlatılabilir. Sadece bu üç hamleyle fatura bedeli 60 TL’ye kadar indirilebilirdi. Böylece, devletin karşılamaya çalıştığı fatura yükü giderek azalırdı. LED ampullerin ömürlerinin yaklaşık 10 yıl, buzdolabının 15 yıl olduğunu düşünürseniz uzun vadede devletin ne kadar karlı çıkacağını görebilirsiniz. Devletin yapacağı yardım yılda 240 TL azalır, ortalama sekiz yılda buzdolabı ve ampul yatırımı geri ödenmiş olurdu. Enerji tüketiminin azalmasıyla enerjide dışa bağımlılığın azalacağını, çevrenin korunacağını da unutmayalım.

Oysa şimdi yapılan fatura yardımı aileyi devlete daha çok bağımlı yapıyor. Elektrik tüketimini azaltma hedefi yok. Ekonomik kriz derinleşir veya bu politikadan vazgeçilirse yardım kesilebilir. Yardım kesilirse aile yine enerji yoksulu olacak. Halbuki enerji tasarrufu adımları kalıcı. Sayıları 2,5 milyonu bulan desteğe muhtaç ailelerin enerji yoksulluğunu bir ay için değil, 10-15 yıl için azaltabilir.

***

Geçtiğimiz hafta Avrupa Parlamentosu Milletvekili Rebecca Harms ve Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin davetiyle Brüksel’de “Nükleer Enerjinin Durumu” adlı bir konferansa katıldım. Nükleer enerjinin dünya çapında gerileyişini gösteren çarpıcı rakamları sizlerle paylaşayım.

Uzun süre elektrik üretmeyenler toplam reaktör sayısından düşüldüğünde, dünya çapında çalışan nükleer reaktör sayısı 416. 2002 yılında bu sayı 438’di. Avrupa’da 10 yıldır tek bir yeni reaktör devreye alınmadı. Nükleer reaktörler yaşlanıyor. Reaktörlerin ortalama yaşı dünyada 30, Avrupa’da ise 34. Tasarım ömrü 40 yıl olan bu reaktörlerin ömrü uzatılıyor ama bu da riski artırıyor. Güneş enerjisinde maliyetler son 10 yılda yüzde 88 azalırken, nükleerde yüzde 23 artmış. Nükleer atık sorununa kalıcı çözüm mümkün görünmüyor. Atıkların yeraltında depolanması düşünülüyor ama hayata geçiren bir ülke bile yok. Litvanya’daki Ignalina santralının söküm maliyetinin 3 milyar avroyu geçeceği tahmin ediliyor. Söküm ve atıklarla ilgili maliyetler başa bela.

Ve son not. İstatistiklere göre, yapımı süren sekiz nükleerden reaktörden birinden inşaat aşamasında vazgeçiliyormuş. O zaman Akkuyu için hâlâ şansımız var.

***
16 Şubat Cumartesi, saat 13.00’da İstanbul Mimarlar Odası’nda ÇYDD tarafından düzenlenen Yerel Yönetimler ve Çevre Politikaları panelinde” ulaşımda iklim dostu seçenekleri” anlatacağım, beklerim.

Elektrik ve doğalgaza her ay zam

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Eylül 2018

Elektrik fiyatlarına 1 Ağustos’ta yapılan zammın üzerinden bir ay geçtikten sonra bir zam daha geldi. Konutlarda elektrik fiyatları bu ay da yüzde 9 oranında artırılırken, son zamdan sanayici de yüzde 14’lük artışla payını aldı. Doğalgaz zammı da bir önceki ay olduğu gibi yüzde 9 oldu. Elektrik Mühendisleri Odası, “Türk tipi başkanlık sistemiyle” üç ayda bir yapılan gözden geçirme yerine her ay zam düzenine geçildiğine dikkat çekiyor. Anlaşılan padişah sevgisi gıda ve ulaşımdan sonra bir başka önemli ihtiyacı, enerjiyi de erişilmesi zor bir kaynak yapacak.

İşin şakaya gelir yanı yok. Son bir yılda evimizdeki elektrik faturası yüzde 33, sanayi, ticarethane ve tarımsal sulamada ise yüzde 44 zamlandı. Bizler faturaları nasıl ödeyeceğiz diye düşünürken, üretici de enerji maliyetini nasıl karşılayacağını düşünüyor. Doğalgaza bir ay içinde yapılan iki zammı da hesaba kattığımızda, gıdadan giyim ve hizmete her alanda yeni zamların geleceği ortada. Mutfaktaki ateş daha da körüklenecek, herhalde en kötüsü de bu.

Bu zamların arkasındaki nedenlerden biri Türk Lirası’ndaki feci değer kaybı. Türkiye doğalgazı yurt dışından alıyor ve dolarla ödeme yapıyor. Doların artışı işi zorlaştırdı. Zaten yıllardır doğalgazda destekle (sübvansiyon) ayakta duruyorduk, hükümet elektrik üreten santrallara verilen doğalgazda desteğin büyük bir kısmını geri çekti ya da ekonomik kriz yüzünden artık bu yükü taşıyamaz hale geldi. Sanayiciye verilen doğalgazda ise destek şimdilik sürüyor.

İşin seçimleri ilgilendiren bir kısmı da var. Makine Mühendisleri Odası’nın “Elektrik ve Doğal Gaz Fiyatlarına Yapılan Son Zamların Analizi” raporu, Anayasa halk oylamasıyla başlayan ve 24 Haziran seçimiyle biten süre boyunca halkın tepkisini çekmemek için doğalgaz zamlarının nasıl ertelendiğini tek tek açıklıyor. Seçimler bitti, saraylarda oturma garantiye alındı, zamlar da serbest bırakıldı.

Elektrik tarafında yönetim krizinden de bahsetmek mümkün. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yıllardır ithal doğalgazdan kaçmak için her dereye HES, her ovaya termik santral kurmaya çalışıyor. Bu çabanın bir ölçüde başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Doğalgazın Türkiye elektrik üretimindeki payı 2017’de yüzde 37’e geriledi. Ancak, bir ara yüzde 50’ye yaklaşmış bu oranın azalması AKP’nin iddia ettiği gibi enerjide dışa bağımlılığı azaltmadı. Tasarruf ve enerji verimliliğine büyümeyi etkiler korkusuyla öcü muamelesi yapıldı. Doğalgaz gitti ithal kömür geldi. Enerjide dışa bağımlılık konusunda ithal petrole hiç dokunulmadı. Tersine köprü, havalimanı ve yollarla petrol tüketimi teşvik edildi. Böylece dışa bağımlılık yüzde 75’leri bile görerek rekor kırdı. İthalat yükseldi, dolardaki artış da üzerine tuz biber oldu. Yenilenebilir enerjiden kömüre, petrolden doğalgaza sonuçta tüm alım garantileri, ticaret dolar üzerinden yapılıyor. Tercihler, kilovatsaati 3-4 dolar sente elektrik üreten rüzgar, güneş yerine, 6 sentten elektrik satan kömür olunca fatura daha da kabarıyor. İptal edilmezse nükleer santrala verilen alım garantisinin 12,35 dolar sent olduğunu hatırlatalım. Elektrik zammını asıl o zaman göreceğiz.

Son durum şu. 2018’in ilk sekiz ayında ithal kömür santralları elektrik üretiminin yüzde 20’sini karşıladı, doğalgazla beraber elektriğin yarısı ithal kaynaklardan üretildi. 18 yıl önce Türkiye’de ithal kömürle çalışan bir santral olmadığını hatırlatalım.

Özelleştirme kısmını da atlamayalım. Bugün fon ve vergiler hariç 100 TL’yi bulan bir faturanın 30 TL’si iletim, dağıtım, kayıp ve kaçak bedellerine gidiyor. Dağıtım bölgelerini alan şirketlerin kayıp ve kaçak oranlarını düşürmek için yatırım yapacakları söylenmişti. Türkiye’de kayıp-kaçak oranı Dünya Bankası’nın son verilerine göre yüzde 15. Dünya ortalaması ise yüzde 8. Yedi yıldır bir ilerleme olmadı çünkü bu firmalar ihaleleri almak için dolar üzerinden borçlandılar. 45 milyar doları aşan borçları olduğu söyleniyor. Bırakın yatırım yapmayı, bedellerini bize ödeterek yardım alıyorlar.

Bir başka yazıda devam etmek üzere soralım. Bu özelleştirmeler yapılmasa ve devlet dağıtım şirketlerini elinde tutsaydı, tarihinin en kötü ekonomik krizlerinden birini yaşayan Türkiye’de, kâr derdi olmayacağı için vatandaşa şu son zammı yapmadan elektrik satamaz mıydı?

Hadi göbek atalım

Özgür Gürbüz-BirGün/11 Ocak 2015

Her şey Silifke’den Hasan Gültekin’in, elektrik faturasındaki kayıp-kaçak bedeline itiraz ederek Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’ne başvurmasıyla başladı. Hakem Heyeti Gültekin’i haklı buldu, 26 lirayı bulan kayıp kaçak bedelinin iadesini istedi. Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş. karara direndi. İş büyüdü ve dava Yargıtay’a taşındı. Yargıtay karar düzeltme talebini de geçtiğimiz günlerde reddetti ve tüketici lehine karar verdi. Sorun artık 26 lira meselesi değil. Türkiye’deki tüm elektrik abonelerinin dağıtım şirketlerine yıllardır ödediği kayıp-kaçak bedellerini geri isteme hakkı var.

Enerji piyasası şimdi bu kararla yatıp kalkıyor. Bildiğiniz gibi TEDAŞ’ın elinde bulunan elektrik dağıtım sistemi 18 ayrı parçaya bölünmüş ve 12 milyar 700 milyon dolar karşılığında özelleştirilmişti. Özelleştirmeden önce de kayıp kaçak bedeli tüketiciden tahsil ediliyordu ama o zaman muhatap devletti. Milyar dolarları ihalelere yatıran şirketler dağıtım bölgelerini teslim aldıktan sonra da kayıp-kaçak bedelini tüketicilere yansıtmaya devam etti. Halbuki özelleştirmeler yapılırken bu şirketlerden kayıp-kaçak oranlarını aşağıya çekmeleri istenmiş, özelleştirmeler böyle savunulmuştu.

Enerji Bakanı Taner Yıldız Türkiye’de kayıp kaçak oranının yüzde 15 olduğunu söylüyor. Enerji santrallerinden dağıtım bölgelerine getirilirken meydana gelen ‘iletim kaybı’ dağıtım şirketlerinin sorumluluğunda değil. Dağıtım kaybından ise onlar sorumlu. 2013’te dağıtım kaybı 31,5 milyar kilovatsaat. Bunun yüzde 7’si teknik kayıp, kalanı kaçak elektrik. Şirketlere verilen elektriğin neredeyse beşte biri buharlaşıyor.

Dağıtım şirketlerinin bölgelerindeki kayıplardan (teknik nedenlerle kabul edilebilir kısmı hariç) ve kaçak elektrik kullanımından tüketici sorumlu tutulamaz. Faturalarınızda kuruş gibi görülebilir ama rakam az buz değil. Elektrik Mühendisleri Odası son üç yılda dağıtım şirketlerinin kayıp ve kaçaklar için elektrik abonesi tüketicilerden topladığı miktarın 13 milyar TL’yi bulduğunu açıkladı. Oysa bu konuda sorumluluk tüketicide değil dağıtım şirketlerinde.

Konu kaçak elektrik kullanımına gelmişken şunu da belirtelim. Sanıldığı gibi bu iş sadece Doğu’da olmuyor. Batı’da da kaçak elektrik kullanılıyor. Oranlar Doğu’da yüksek ama Batı’da da tüketim miktarı fazla. Vangölü dağıtım bölgesinde kayıp-kaçak yaklaşık 3,5 milyar, Boğaziçi bölgesinde ise 2 milyar kilovatsaat. Kaçak elektrik kullananların bir bölümünün elektrik parasını ödeyecek durumu yok. Nedeni fark etmez, kaçak elektriğin tüketiciye yüklenmesi kabul edilemez. Devlet istiyorsa elektrik parasını ödeyemeyenler için bir yardım fonu veya bir sosyal tarife oluşturabilir ama önce parası olup da elektrik faturası ödemeyenleri belirlemeli. Bu da tüketicinin işi değil, bu işten para kazanan dağıtım şirketlerinin işi.

Tek tümceyle söylersek Yargıtay çok yerinde bir karar vermiş. Sen, iletim kayıplarını azaltma, kaçakları yakalama, yoksullara bir çözüm üretme ama tüm bunların maddi sorumluluğunu faturasını düzenli ödeyen tüketicinin üzerine yükle. Türkiye gerçekten de girişimci için cennet gibi bir ülke!

Dağıtım şirketleri panikliyor. Herkes dava açar, yıllardır ödedikleri kayıp-kaçak bedellerini geri isterse ne yaparız diye korkuyorlar. Hükümet ne yapıyor dersiniz? Şirketlerin yardımına koşuyor. Yeni bir yasa hazırlayıp kayıp-kaçak bedelini resmileştirmeyi planlıyor. Kulislerde, mahkemelerin iadesini istediği kayıp kaçak bedellerinin bile faturalara yansıtılarak şirketlerin mağdur edilmeyeceği konuşuluyor.

Halk vergisini ödemese ceza özel sektöre kesilir mi? Kesilmez. Özel sektör üstüne düşeni yapmadığında ise ceza halka kesiliyor. Flash TV’de neden kesintisiz göbek attıklarını şimdi daha iyi anlıyorum. Bu ülkede göbek atmayıp da ne yapacaksın?

Elektrik tasarrufu için ipuçları

Özgür Gürbüz-BirGün/14 Ekim 2012 

Elektriğe bir yılda yüzde 32,6 oranında zam yapıldı. Bir yıl önce elektriğe 50 TL ödüyorsanız bundan sonra 66 TL ödeyeceksiniz. Umarım maaşınız, geliriniz de bir o kadar, hatta bundan daha fazla artmıştır çünkü zamlanan sadece elektrik değil. Doğalgaza da yine bir yılda yüzde 53,8 oranında zam geldi. On iki ay önce 200 TL'lik doğalgaz yakarak ısınanlar bundan sonra aynı miktarda doğalgaz kullansa bile 300 liradan fazla bir para ödeyecek. Görünen o ki, dört kişilik bir evin enerji faturası kış aylarında 400 liraya yaklaşacak. Yazması kolay ama ödemesi zor.

Makina Mühendisleri Odası, mevcut hükümetin görev yaptığı son 10 yılda doğalgaza yapılan zammın yüzde 208 olduğuna dikkat çekiyor. Buna rağmen hükümetin keyfi yerinde. Doğalgaz fiyatlarının petrol fiyatlarına endeksli olması ve Türkiye'nin doğalgazda yüzde 99'lara varan oranda dışa bağımlı olması işlerini kolaylaştırıyor. Bizim elimizden bir şey gelmez, dışa bağımlıyız deyip kaytarıveriyorlar. Halbuki kazın ayağı öyle değil. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlı olmasında tüm suç geçmiş hükümetlerin değil, bu hükümetin de meselede hatırı sayılır bir payı var. Dile kolay, 10 yıllık bir iktidardan bahsediyoruz. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığını azaltmak için son 10 yılda ne yaptınız diye sormak lazım. Bu soruyu bir başka yazıda soralım. Durum ciddi, biz önce gelin şu enerji faturalarının yükünü azaltmak için neler yapabilir, ona bakalım.

TASARRUFLU AMPUL ŞART
Elektrik faturanızı düşürmek için iki konuya dikkat etmeniz gerekiyor. Bir tanesi aydınlatma diğeriyse evdeki elektronik eşyalar. Evdeki gereksiz lambalardan kurtulmakla işe başlayın. Spot ışıklar, halojen lambalar çok elektrik tüketir; mümkünse kullanmayın. Eğer bir yarasa gibi evin köşelerine tüneyip orada gazete-dergi okumuyorsanız, buralardaki dekoratif amaçlı aydınlatmalardan kurtulun. Ana aydınlatma lambalarınız, özellikle de uzun süre açık bırakılanlar mutlaka tasarruflu ampul (kompakt flüoresan) olmalı. İşte size hesabı: Her gün üç saat açık bırakılan bir ampul düşünün. Eğer bu ampul, iyi kalitede bir tasarruflu ampulse, Edison'un bulduğu ilk ampule benzeyen akkor (enkandesan) veya halojen ampullere göre sekiz yıl daha fazla dayanır ve çalıştığı süre boyunca aynı işi beş kat daha az enerji harcayarak yapar. 100 vatlık bir akkor ampul yerine 20 vatlık bir tasarruflu ampul aynı işi görür. LED ampuller ise daha da uzun ömürlüdür. 12 vatlık bir LED ampul, 20 vatlık tasarruflu ampule eş ışık verir ve ömrü üç kat daha fazladır. Dolayısıyla fiyatları daha pahalı gözükse de uzun vadede tasarruflu ampuller kendilerini amorti ederler.

BUZDOLABINA DİKKAT
Elektrik tasarrufu için ikinci önemli konu ise evdeki beyaz eşyalar. Bunların içinde faturaları kabartan en önemli aktör buzdolabıdır. Evdeki elektrik tüketiminin yüzde 30'undan buzdolabı sorumludur. Buzdolabı alırken enerjiyi verimli kullananından almak için bütçenizi zorlamaktan kaçınmayın. Geri dönüşü kısa sürede gerçekleşir. Buzdolaplarının içi sürekli soğuk olmak zorundadır. O nedenle radyatör, fırın yakınına veya güneş alan bir yere buzdolabı koymak adeta deliliktir. İyi bir buzdolabı, doğru kullanım (kapağını uzun süre açık tutmamak, tıka basa doldurmamak gibi) ve doğru yer seçimi elektrik faturalarınızı rahatlatabilir.  Türkiye'de buzdolabından sonra en çok elektrik tüketen ev eşyasının sırasıyla fırın, televizyon ve çamaşır makinası olduğu tahmin ediliyor. Bu sıralama haliyle evden eve değişebilir. Çamaşır ve bulaşık makinalarını yeterince doldurmak, çamaşırları 40 derece gibi makul ısılarda yıkamak ciddi tasarruflara neden olabilir. Yeni elektrikli alet alırken hem az enerji tüketenlerini hem de ihtiyacınıza uygun olanlarını tercih edin. Evinizin tavanını süpürmeyecekseniz, tavana yapışacak derecede emiş gücüne sahip bir süpürgeye ihtiyacınız yok. Plazma yerine LED televizyonları tercih etmenizi de öneririm.

DONLARINIZI ÜTÜLEMEYİN
Ütü gibi anlamsız bir aleti de hayatınızdan çıkarmanızı öneririm. Hele de çarşaf, iç çamaşırı ve çoraplarını ütüleyen biriyseniz. İnsanların özel hayatlarına karışmak istemem ama ütülü çarşaf dediğiniz şey üzerine yattığınız anda kırışır. İç çamaşırın veya çorabın ütülüsünü ayırt edebilecek kadar “hassas” gözleriniz varsa, o gözlerinizi başka alanlarda daha hayırlı işler için kullanmanızı önemle tavsiye ederim. Ütü için harcadığınız zamana yazık, hayat ütülenecek kadar uzun değil. 

Evdeki tüm elektrikli aletleri “doğru kapatmayı” da ihmal etmeyin. Mümkünse açma-kapama düğmeli çoklu priz kullanın ve tek dokunuşta tüm cihazlarınıza (modem, televizyon, uydu alıcı gibi) elektrik akışını kesin. Geceleri rahat uyuyun. Bu cihazları uzaktan kumandayla kapatırsanız, bekleme konumunda elektrik tüketimine davetiye çıkarmış olursunuz. Enerji tasarrufunun ana kuralı aslında “uzaktan kumanda” meselesine karşı çıkmak. Poponuzu koltuklarınızdan kaldırıp, lüzumsuz ampulleri, açık ev aletlerini kapatmanız lazım.

Doğalgaz faturalarını azaltmak için yapabileceklerinizi de yer darlığı nedeniyle bir başka yazıya bırakalım. Sadece şu noktayı unutmayın. Kendinize bir termometre alın ve ev içi sıcaklığı 20 dereceye ayarlayın. Kış diye bir şey var, evde tişört ile değil uzun kollularla gezin. Oda sıcaklığını bir derece düşürmek doğalgaz faturanızı yüzde 6 oranında azaltabilir. Gece yatarken de oda sıcaklığını düşürmeyi unutmayın. Yaşam tarzınızı değiştirmeden faturaları azaltmak mümkün değil. Haksız mıyım Samet?

Evde enerji tasarrufu yapmanın ipuçları

Daha az doğalgaz ve elektrik harcamak için bazı küçük tedbirler almanız ve yaşam tarzınızı değiştirmeniz yeterli. 14 Temmuz 2012 tarihinde Kanal 24 televizyonunda yayımlanan Tıkırtı Gazetesi programına katılmış ve hem faturaları azaltmak hem de çevrenin korunmasına katkıda bulunmak için yapabileceklerimizden bazı örnekler vermeye çalışmıştım. Programın kaydını buradan izleyebilirsiniz: