Rüzgar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rüzgar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Güneş ve rüzgar 21 yılda nükleeri geçti

Özgür Gürbüz-BirGün / 26 Aralık 2024

Teknolojik ve düşünsel gelişmeler eskiye oranla daha hızlı paylaşılıyor ve yaygınlaşıyor. Bu da dönüşümleri hızlandırıyor. Enerji dönüşümünün tarihi bu durumun en güzel örneklerden birini sunuyor.

1900 yılında dünyanın nihai enerji tüketimini karşılamada biyokütlenin rolü kömürden fazlaydı. Odun ve tezekten bahsediyoruz. 50 yıl sonra kömür ilk sırayı aldı, biyokütlenin katkısı kömürün yarısı kadardı ama hâlâ petrolden fazlaydı. 2000’e geldiğimizde liderlik koltuğuna oturan petrol, küresel nihai enerji tüketiminin üçte birini karşılar hale geldi. Onu kömür ve gaz izliyordu. 2000 yılında güneş ve rüzgarın katkısı yüzde 0,07’ydi. 25 yıl önce bu iki kaynak enerji üretiminde yoktular desek yeridir.

2023 sonunda ilk üç değişmedi ancak 23 yıl önce “yok” dediğimiz güneş ve rüzgarın nihai enerji tüketimindeki payı hidroelektriği yakaladı. 2024 sonunda bu ikilinin enerji arzına katkısı muhtemelen nükleer enerjinin payının iki katı olacak. Yok sayılan bu enerji kaynakları çeyrek asırdan kısa bir sürede, 60 yıllık nükleer enerjiyi, 130 yıllık hidroelektriği geride bıraktı. 2025 yılında, büyük bir olasılıkla, rüzgar enerjisinin tek başına küresel enerji tüketimini karşılamada nükleer enerjiden daha fazla katkıda bulunduğunu gösteren resmi rakamlara da ulaşacağız. Güneşin nükleeri geçmesi de 2025’te olmazsa 2026’da olacak.

Hep iyi haber vermek zor. Yenilenebilir enerji kaynaklarındaki yükseliş nedeniyle artış hızları yavaşlasa da dünyanın enerji tüketimini karşılamada fosil yakıtların (petrol, kömür ve gaz) hükümdarlığı sürüyor. Payları yüzde 76 seviyesinde. Fosil yakıtlarla vedalaşmak zorundayken bu oran size korkutucu gelebilir ama teknolojinin de desteğiyle enerji dönüşümünün çok hızlı gerçekleşebildiğini unutmayalım.

Küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutmak için 2035’e kadar seragazı emisyonlarını 2019’a kıyasla yüzde 57 oranında azaltmak zorundayız. İki derecenin altında kalmak içinse yüzde 37. Bu hedeflere de ancak fosil yakıtlarla güle güle diyerek ulaşabiliriz. Misafir uğurlarken yaptığımız gibi kapıda sohbeti uzatmamaya dikkat etmeliyiz. Iskaladığımız her hedef bizi daha sıcak bir dünyaya götürüyor ve bu da onlarca canlı türünün yok olmasıyla sonuçlanabilir. Isınmayı ne kadar geç durdurursak, olması gereken derecelere geri dönsek bile tür kayıpları nedeniyle aynı gezegende yaşamayacağız. Aynı iklim koşullarına da geri dönemeyebiliriz.

Enerji dönüşümünü hızlandırmanın tek yolu daha fazla yenilenebilir enerji kullanmak değil. Enerjiyi verimli kullanmak ve tüketimi de gerçek ihtiyaçlarla örtüşen bir duruma getirmek önceliklerimiz olmalı. Zengin ülkelerde enerji talebinin azaldığını görüyoruz. Bunun bir bölümünün de enerjiyi verimli kullanmakla ilgili olduğunu verilere dayanarak söyleyebiliriz. 2023 yılında enerji yoğunluğu tüm dünyada yüzde 1 oranında düştü. Daha az enerjiyle aynı işi yapmayı öğrendik. Avrupa Birliği’nde ise bu düşüş yüzde 5 gibi bir rakama ulaştı. Ukrayna-Rusya savaşından sonra yüzleşilen enerji kriziyle mücadele etmek adına alınan önlemlerin etkisi büyük. Neydi bu önlemler? Tüketim toplumunun sevmeyeceği, ısıtma ve soğutmada getirilen sınırlamalar, toplu ulaşımı özendiren tedbirlerden bahsediyoruz. Fransa’da 100 metrekarelik bir evin 20 dereceye kadar ısıtılması, soğutma da ise klimaların oda sıcaklığı 26 dereceye düşünce durdurulması gibi. Bu önlemler işe yaradı.

2025 yılına girerken amacımız hem yerel çevre sorunlarını azaltmak hem de küresel iklim değişikliğini durdurmak. Enerjide bunu yapmanın reçetesi yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi az çok belli. En büyük eksiklik ise sadece teknolojiye güvenmek. Enerji kullanımı nasıl bir yaşam istediğimizi de belirleyen bir faktör. Enerji talebini aslında arzuladığımız, kurguladığımız ya da bize dayatılan yaşam tarzımız belirliyor. Çoğu zaman bizi neyin mutlu veya mutsuz ettiğini düşünmeden aldığımız kararlar endüstriyel hayatın sınırlarını çiziyor. Yılda 30 gün tatil yapan bir kişiyle 15 gün tatil yapanın, paylaşım ekonomisiyle tüketim ekonomisini benimseyen bir kişinin enerji tüketimleri aynı olamaz. Yaşam tarzıyla enerji ihtiyacı arasındaki çelişkiler politika oluşturmayı da zorlaştırıyor. Yeni yılda emisyon azaltırken bu açığımızı da kapatmalıyız. Yeni yılınız kutlu olsun!

Dünyada rüzgar enerjisi


GWEC (Global Wind Energy Council) Küresel Rüzgar Raporu'nu açıkladı. Rapordan önemli gördüğüm yerleri kısaca özetledim. Ara ara karşımıza çıkan rüzgar enerjisinin sorunlarıyla ilgili paylaşımlar hakkında da kısa bir yorumum var, umarım ilginizi çeker.

Özgür Gürbüz / 6 Temmuz 2022

2021 yılında 93,6 GW'lık yeni rüzgar gücü kuruldu; tarihte en çok rüzgar santralı kurulan 2. yıl. Yeni rüzgar santrallarının yarısı Çin'de, onu ABD, Brezilya ve Vietnam izliyor. 

Türkiye yeni rüzgar gücü kurulumunda dünyada 9. sırada. 2021'de 1,4 GW yeni güç eklendi, hepsi karada. Açık deniz (deniz üstü) santrallarının potansiyelini ölçmek için Dünya Bankası destekli bir çalışma öngörülüyor ama gecikti. 2018'de de 1,2 GW'lık ihaleye giren olmamıştı.

Rüzgar enerjisinde açık deniz santralları giderek öne çıkıyor. Dev türbinler kurulabiliyor, rüzgar daha kuvvetli ve sürekli esiyor. Bu konuda da Çin liderliği eline aldı. 2021'de 21,1 GW açık deniz santralı kuruldu, bunun yüzde 80'i Çin'de.

Deniz üstü rüzgar santrallarında Çin'i, Birleşik Krallık, Vietnam, Danimarka ve Hollanda izliyor. Vietnam bugüne kadar rüzgar enerjisinde adı pek duyulmayan bir ülkeydi. 2021'e kadar 0,5 GW'lık bir gücü vardı. 2021'de bunu 3,2 GW'a çıkardılar; karada ve denizde ilk 4'teler.  

 

Vietnam 8. Enerji Gelişme Planı taslağında 2050 yılı için net sıfır hedefi de yer alıyor. Bağlayıcı hedef önemli. Bu da yenilenebilir enerjiyi öne çıkarıyor. 2045'te toplam rüzgar gücü 140 GW'ı bulabilir. (Fikir vermesi için: Türkiye'nin tüm santrallarının kurulu gücü 100 GW)

Brezilya bir süredir rüzgar enerjisi gücünü artırıyor, geçen yıl 3,8 GW daha ekleyerek çıtayı yükseltti ancak asıl konuşulan açık denizde 100 GW'ı bulan potansiyelin çevresel etki değerlendirme sürecine başlanması. Rakamlar gerçekten de çok büyük

Kulağa hoş geliyor ama benim üretime odaklanan bu ve benzeri rapor değerlendirmelerinde eksik gördüğüm yanımız, arza bu kadar odaklanırken talep tarafını göz ardı etmemiz. Rüzgar sektörünün çalışmasında talep yönetimini beklemiyorum elbette ancak aralarındaki ilişki kritik.

İklim başta olmak üzere enerji kaynaklı sorunun çözümü için daha çok rüzgar santralı kurulması kaçınılmaz ama asıl başarı talebi mümkün olan en aşağı seviyeye çekerek bu hedefe ulaşabilmek. Daha az santralla murada ermek de diyebiliriz. Enerji yoğunluğunu düşürmek, enerji tasarrufu yapmak ve daha sonra kalan talebi doğru yenilenebilir enerji projeleriyle karşılamak. Aklımdaki formül kısaca bu.

Rüzgarla ilgili eleştirileri de görüyorum. O yüzden talep yönetimini daha fazla vurgulama ihtiyacı hissediyorum. Elimizdeki en "çevreci" elektrik üretme biçimlerinden biri rüzgar; tartışmasız. Sorunlar var. Kanatların geri dönüşümü ve yeniden kullanımı için çalışılıyor, kanatları taşırken yollar açılıyor, az da olsa beton dökülüyor, kuşlar için risk. tüm bunlara rağmen diğer enerji üretim biçimlerine göre hâlâ avantajlı. En düşük karbon emisyonuna sahip kaynak. Atık çok az. Radyasyon tehlikesi yok. Külü, havayı kirletmesi yok.

Unutulan şu, endüstriyel toplumda yaşamayı kabul etmiş bir insan doğaya verilen bu ve benzeri hasarı çok normal kabul ettiği günlük yaşamında her gün defalarca tekrarlıyor. Yıllardır araçlarla yolculuk yapanlar otomobilin aküsü ne oluyor diye hiç sorgulamıyor.

Giydiği kıyafetlerin üretimi sırasında harcanan kimyasalları, suyu, üretimi yapan makineleri çalıştıran yağı görmüyor. Cep telefonundan, bilgisayarından ayrılamıyor ama onların elektrik depolamada kullanılan lityum batarya ile çalıştığını kimse hatırlatsın istemiyor.

Yediğimiz her gıdanın endüstriyel üretim olduğunu, elektrikle üretildiğini, paketlendiğini ve hatta ileride taşınacağını biliyoruz ama rüzgar santralıyla ilgisini kurmak istemiyoruz. Elektriğin hayatla bağını görmezden geliyoruz. Rüzgar ve güneş gibi kaynaklara ben "çevreci" veya "yeşil" diyorum. Ekolojist değiller. 😐 

Gerçek bu, elektrik, enerji istiyorsak güneşten, rüzgardan daha iyisi yok. Çamaşır makinesiz yaşamak elbette doğa için en iyisi ama bunun için gerekli olan toplumsal konsensus zor görünüyor.

Enerji dönüşümünden enerji faturalarına giden yol

Sosyal medya “faturamı ödeyemiyorum” paylaşımlarından geçilmiyor. Enerjide devrim niteliğinde bir değişiklik şart. Peki, nasıl yapacağız?

Özgür Gürbüz-BirGün Pazar/20 Şubat 2022

Kime dokunsak enerji faturalarından yakınıyor. Kazancımız faturaları ödemeye yetmiyor. Aldığımız hizmetin kalitesi düşük. Enerji sektörü birkaç şirketin kontrolünde. Enerji dönüşümünün, başka bir deyişle, enerjide devrim niteliğinde bir değişikliğin şart olduğu ortada. İyi ama nasıl yapacağız? Üretim ve dağıtımı kamulaştırsak tüm sorunlar çözülür mü? Uygun her yere güneş paneli koyarsak iklim krizi başta olmak üzere çevre sorunları biter mi? Başka bir dünya hepimizin istediği ama o dünyanın resmini nasıl yapacağımızı yeterince konuşmuyoruz.

Resmin özelliklerini ise biliyoruz; doğaya en az zararı verecek, iklim krizine yol açmayacak, daha fazla enerji tüketmeyi değil enerjiyi verimli kullanmayı öne çıkaracak, istendiğinde erişilebilir olacak ve temel ihtiyaç olduğuna göre kimse yokluğunu çekmeyecek.

İklim krizine neden olan kaynaklar belli; petrol, kömür ve doğalgaz kullanılmayacak. Nükleer santralların kaza, sızıntı ve atık sorunu çözülemedi, seragazı emisyonları konusunda da masum değil; rüzgara göre 6 kat daha fazla emisyona yol açıyor. Amacımız doğayı korumak ve gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmak. Bu durumda geriye yenilenebilir enerji kalıyor. Barajların doğaya verdiği zararı da yaşayarak öğrendiğimize göre onları da listeden çıkartabiliriz. Kötü uygulamaları örnek almadan, güneş, rüzgar, biyokütle, jeotermal, dalga ve hidrojenle yola devam edebiliriz. Endüstriyel bir toplumda yaşayacaksak eldeki kaynaklar bunlar. 

Yenilenebilir yeter mi?

Yenilenebilir enerjinin talebi karşılama sorunu da yok. 2019 yılında küresel enerji tüketimi 65 petavatsaatti (PWh). Bugünün teknolojisiyle sadece güneşten 5800 PWh elde edebiliyoruz ve halihazırda bu potansiyelin yüzde 60’ı ekonomik. Türkiye’de de petrol ve gaz yok ama rüzgar ve güneş bol. Burada sorun potansiyel değil, onu değerlendirmek için kullanılacak kaynakların eldesinde doğaya verilecek zarar. Bu yüzden de enerji tüketimini azaltmayı ve enerjiyi verimli kullanmayı her şeyin önüne koymalıyız. Yoksa bir çıkmaz sokağa gireceğiz.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA), 2050 yılında sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutacak bir senaryoda, enerji tüketimini yüzde 10 oranında azaltmak, talebin neredeyse yüzde 90’ını yenilenebilir enerjiden karşılamak mümkün diyor.

Güneş, rüzgar pahalı mı?

Şimdi maliyetlere bakalım. Enerji sektöründe kabulü yüksek olan Lazard şirketinin 2021 sonuna dayanan hesaplamalarına göre büyük ölçekli güneş ve rüzgar santrallarından elektrik üretmenin kilovatsaat başı maliyeti 2,6 ila 3 sent aralığına gerilemiş görünüyor. Türkiye’deki son ihalelerde de bu fiyatlar ortaya çıktı zaten. En ucuz seçenekler güneş ve rüzgar, onu bazı doğalgaz santralları ve jeotermal enerji izliyor. Ardından kooperatiflerce kurulan güneş santralları geliyor. Kömür, güneş termal santrallar, nükleer ve bireylerin çatılarına kurdukları güneş panelleri bu sırayı izliyor. Fiyatı belirleyen onlarca etken var elbette; örneğin sosyal maliyetler burada yok. Buna rağmen güneş ve rüzgarın başını çektiği yenilenebilir enerji kaynakları açık ara önde. Ucuz enerji istiyorsak adres belli.

Güneş batınca ne olacak?

Rüzgar ve güneş gibi bazı kaynaklar sürekli elektrik üretmedikleri için yokluklarında sistemi biyokütle, jeotermal, hidrojen ve batarya sistemleriyle desteklemek gerekecek. Güneş enerjisinin depolama destekli uygulamalarında maliyetler artsa da 5-10 yıl içinde depolama maliyetlerinin de hızla düşmesi bekleniyor. Bu teknolojilerin en büyük avantajlarından biri de sizi şebekeden bağımsız hale getirip, dağıtım şirketlerinden kurtarması olabilir. Bir sitede veya köyde, küçük bir güneş ve rüzgar gücünü, biyogaz santralı ya da elektrik depolama sistemiyle desteklediğinizde tüm faturalarla vedalaşabilir, yatırımın maliyetini çıkardıktan sonra çok daha ucuza elektrik üretebilirsiniz. Çatınıza koyacağınız güneş panelleri ve bir depolama sistemiyle bağımsızlığınızı ilan edip, petrol fiyatı arttı, doğalgaz zıpladı haberleriyle ilgilenmezsiniz. Güneşin yakıt maliyeti yok.

Enerji nerede kullanılacak?

Enerji üretimi ve dağıtımını tamamen kamulaştırsak bile bir maliyeti olacak. İletim ve dağıtım hatlarının bakımı, santralların işletmesi gibi hizmetlerin de karşılanması şart. Kamunun kâr beklemeden bu hizmetlerini sunduğunu düşünürsek faturaların biraz hafifleyeceği ortada. Ancak burada bizi bekleyen bir tehlike var. Çok ucuz enerji tüketimi artırabilir, enerjinin verimli kullanılmasının önüne geçebiliriz. Doğu Bloku’ndaki sorunlardan biri de buydu, o ülkelerde enerji yoğunluğu çok yüksekti. Enerji üretirken ödediğimiz bedeli fiyata yansıtmanın bir yolu, kullanılan alana göre fiyatlandırmak olabilir. Ekmek üreten bir fabrikaya verilen elektriğin fiyatıyla, lüks bir ürün üreten fabrikaya verilen elektriğin fiyatı farklı olmalı. ÖTV ve vergi kalemleri daha çok tüketiciyi ilgilendirdiği için üretim aşamasındaki karar verme süreci üzerinde etkisiz kalabiliyor. Ucuz enerjiden çok enerjinin verimli kullanılmasına ve kimsenin temel ihtiyaç haline gelen enerjiden mahrum kalmamasına odaklanmalıyız.

Başka bir “kamulaştırma” mümkün

Mümkün olan herkesi, evinin çatısında, köyünde, sitesinde ve apartmanında elektrik üretmeye teşvik edebiliriz. Enerji kooperatifleri, belediyelerin kuracağı enerji şirketlerine ortaklık ve daha pek çok farklı yolla üretimi başka türlü “kamulaştırabiliriz”. Enerjide kendine yeten her köy, kasaba iletim ve dağıtım kaynaklı maliyetlerin düşmesine, kayıpların azalmasına yarar. Resmi rakamlara göre iletim ve dağıtım kaybı yüzde 10 civarında. Yarıya indirmek iki büyük kömür santralının üretimine eş elektrik demek.

Türkiye ısrarla yenilenebilir enerjiyi şirketler aracılığıyla geliştirmeye çalışsa da bireyler veya kooperatiflerle yola çıkmak da mümkün. 2019 yılında Almanya’daki 120 bin megavatlık yenilenebilir enerji kurulu gücünün yüzde 40’ına çiftçiler ve bireylerin sahip olduğunu düşünürsek, devletin doğru yönlendirmeleri, enerjide 4-5 şirkete bağlı kaderimizi kökten değiştirebilir. 2019’da Almanya’nın yenilenebilir enerji kurulu gücü 120 bin megavatı geçiyordu. 50 bin megavatına yakınının bireylerin elinde olması demek neredeyse bugün Türkiye’deki tüm barajların, rüzgar ve güneş santrallarının yurttaşların elinde olması anlamına geliyor. Tarlalarda çiftçilere ait rüzgar türbinleri, köylerde biyogaz tesisleri ve kentlerde de evlerin çatılarında fotovoltaik paneller var. Enerji kooperatifleri de oldukça yaygın. Kamulaştırmayı tartışırken halkın enerji üreticisi ve tüketicisi olduğu başka bir modelin mümkün olduğunu unutmamalıyız.

Havuç olmadan sopa olmaz 

Enerjiyi daha az kullandıracak ve bunu teşvik edecek bir sisteme ihtiyacımız var. Kademeli fatura gibi, “havuç ve sopa” içeren uygulamalarla az kullanımı teşvik etmekte bir sakınca yok. Ancak, insanların tasarruf yapabilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmadan çok tüketeni cezalandırmaya kalkarsanız kademeli tarifede havuç kalmaz, sadece herkesi sopalarsınız. AKP’nin yaptığı da buydu ve sopayla karşılaşan insanlar isyan etti. Daha iyi yalıtımlı binalar, enerjiyi tasarruflu kullanan ev aletleri veya ulaşım araçları, elektrik üreten güneş panelleri için vergi indirimi veya uygun kredi gibi hiçbir aracı halkın kullanımına sunmayan iktidar partisinin yurttaşlara “artık az enerji harcayın, harcamazsanız daha çok ödeyin” demesi haklı olarak herkesi isyan ettirdi. Acı çekiyoruz ama iyi tarafından bakalım. Yeniden kuracağımız Türkiye’nin enerji politikası nasıl olmalı, onu tartışmaya başladık.

Yerli ve milli nükleer

Özgür Gürbüz-BirGün/9 Mart 2020

Rusya ile yaşanan ve bitmiş gibi görünen kriz günlerdir gündemde. Krizle birlikte çok şey konuşuluyor ama Mersin’de yapımı süren nükleer santral konuşulmuyor. Hani şu yerli ve milli olan. Rusya’nın yapımını üstlendiği ve bitirdikten sonra en az 60 yıl işletip bize elektrik satacağı ‘milli’ nükleer enerji santralından bahsediyorum. Yapanı Rus, yakıtı Rus, işleteni Rus olup adı ‘yerli’ olan santral.

Bu santral o kadar yerli ki, elektriği bize dolar üzerinden satacak. İlk 15 yıl boyunca santralın ürettiği elektriğin yarısını satacağı fiyat da belli. Kilovatsaati 12,35 dolar sentten elektriği almak zorundayız. 2019 yılında gün öncesi piyasada gerçekleşen yıllık ortalama piyasa takas fiyatı ise 4,1 dolar sentten. Yani, bu nükleer santral yarın çalışmaya başlarsa bize piyasa fiyatının üç katı pahalıya elektrik satacak ve biz almak zorunda kalacağız. Rus devlet şirketi Rosatom’un Türkiye’deki şirketi Akkuyu NGS A.Ş.’nin sahibi olduğu bu santral yerine Türkiye’deki herhangi bir santrala gidip şansınızı deneseniz, yarı fiyatına aynı elektriği alabilirsiniz. Santral yerli ve milli olmadığı gibi ucuz da değil. Her atom santralı gibi bu da bir yalan santralı.

Biraz daha geriye gidelim. Rusya’nın uçağını düşürdüğümüz günleri hatırlıyor musunuz? O olaydan sonra Akkuyu’da inşaat aylarca durmuştu. Rusya ilişkiler normale dönene kadar tüm faaliyetleri askıya aldı. Nasıl bir yerlilik ve millilikse bu santralın geleceği Rusların dudaklarının ucunda. Şimdi bu güne gelin. İdlib’de yaşananları hatırlayın. Onlarca eve şehit haberleri gitti, Türkiye’den bir yetkili çıkıp, askerlerin ölümleriyle doğrudan ya da dolaylı sorumluluğu olan Rusya’nın Akkuyu’daki varlığını hatırlamadı.

Bir gazetede Rusya’nın yine inşaatı terkettiği haberi çıktı ama doğrulayan, yorum yapan bir yetkili çıkmadı. Rusya için inşaatı bırakıp gitmek bu kadar kolay mı? Ülkeye yerli diye yutturmaya çalıştıkları santral konusunda Türkiye’nin en ufak bir karar alma, kontrol yetkisi yok mu? Rusya’nın uçak krizinde yaptığını biz neden yapamadık? Nedeni çok açık, o santralın sahibi biz değiliz. Rus devlet şirketi Rosatom’un Türkiye’deki şirketi Akkuyu NGS A.Ş. tek söz sahibi, biz de seyirciyiz.
Rusya yıllarca o santralı işletme ve elektrik satma hakkına sahip. Yapılan anlaşmaya göre hisselerin en fazla yüzde 49’unu devredebiliyorlar. Çoğunluk hisse hep Rusya’da kalıyor. Bu sayede milyarlarca dolar para kazanacaklar, biz ise hem pahalıya elektrik alacağız hem de doğalgaz ve petrolle birlikte elektrikte de Rusya’ya bağımlı hale geleceğiz. Tehlikesi, radyasyonu da cabası. Yüce Manitu bu dış ve enerji politikalarının mimarlarını başımızdan eksik etmesin!

Gerçek şu ki iki ülke arasındaki gerilim ne ilk ne de son olacak. Suriye’de Esad’ın yanında yer alan Rusya ile Esad’ı kendisine düşman kabul etmiş bir hükümetin krizsiz bir gelecek vaat etmesi mümkün mü? NATO’nun belki de bir numaralı hasmıyla askeri anlaşmalar yapan bir NATO ülkesinin sorunsuz bir beraberlik yaşaması akla ve mantığa uygun mu? Türkiye ile Rusya arasındaki ilişki hep bir soru işaretiyle hatırlanacak. İşler kötü gittiğinde nükleer santralın yakıtını bize vermeyebilirler. Binlerce yıl radyoaktif kalacak atıkları Mersin’e hatıra diye bırakıp aynı uçak krizinde olduğu gibi ortadan yok olabilirler.

Nükleerden iki-üç kat ucuza güneş ve rüzgârdan elektrik üretip Türkiye’yi enerjide gerçekten dışa bağımlılıktan kurtarmak varken bu nükleer sevda neden? Var mı cesareti olan ve yanıt verecek bir yetkili?