Rusya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rusya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Nükleer enerjinin durumunu rakamlar anlatıyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 17 Şubat 2025

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası geçen hafta Ankara’da Dünya Nükleer Endüstrisi Durum Raporu’nun tanıtımı için bir dizi etkinlik düzenledi. Raporun sonuçlarını baş yazarı ve koordinatörü Mycle Schneider aktardı. 2024 raporunun yazarlarından biri olduğum için ben de sunumları Ankara’da izledim. 2007 yılından bu yana düzenli yayımlanan bu nükleer külliyata siz de worldnuclearreport.org adresinden ulaşabilirsiniz.

Beş yüz sayfayı aşan bu rapor nükleer karşıtı veya yanlısı bir rapor değil, rakamlarla durumu ortaya koyuyor, değerlendirmeyi size bırakıyor. Ben de Schneider’in sunumundan aldığım notları sizlerle yorum yapmadan paylaşıyorum.

  • 1996 yılında nükleer santrallar küresel elektrik üretiminin yüzde 17,5’ini karşılıyordu, 2023 yılında bu rakam yüzde 9,15’e geriledi.
  • Nükleer santralların toplam elektrik üretimi 2023’te 2600 teravatsaat (TWh) oldu, 2006 yılındaki zirvenin 60 TWh gerisinde kaldı.
  • 2005 ila 2024 yılları arasında 104 yeni nükleer reaktör işletmeye alınırken 101 tanesi de kapatıldı. Bu 104 reaktörün neredeyse yarısı (51) Çin’de yapıldı. Çin’i hesaba katmazsanız aynı dönemde dünyada kapatılan reaktör sayısı yapılandan 48 adet fazla.
  • 2024 sonunda dünyada 411 nükleer reaktör çalışıyordu, 2002’de bu rakam 438’di.
  • Halihazırda yapımı süren reaktör sayısı 61 (29 adedi Çin’de) ancak çok gecikmiş inşaatlar veya küçük reaktörler de bu listede yer alıyor, yapımına 1985 yılında başlanan Mochovce-4 gibi.
  • Dünyadaki reaktörler oldukça yaşlı. Yaş ortalaması 32’yi geçiyor, ABD’deki filonun ortalaması 43’ü, Fransa’da ise 39’u buluyor.
  • Yaşlı reaktörlerin üretim rakamları düşüyor. Fransa ve Belçika örneklerinde net bir şekilde görüldüğü gibi, iki ülkede de filo ilk 10-15 yılda yüksek üretim rakamlarına ulaşırken, yaşlandıkça yaklaşık yüzde 20 oranında daha az üretim yapa hale gelmişler, ani düşüş ve inişler yaşamışlar.
  • Nükleer reaktör inşaatlarında maliyeti artıran faktörlerden biri yapım sürelerinin uzaması. Yapımı süren 61 reaktörden 24’ü gecikmiş durumda. Akkuyu’daki 4 reaktör de bu listede. Bu konuda en iyi örnek olarak gösterilen Çin de bile gecikmeler daha sık görülmeye başlanmış. Schneider bunu “nükleer enerjinin negatif öğrenme eğrisi” olarak tanımlıyor. Gerçekten ilginç, daha çok reaktör yaptıkça maliyetlerin ucuzlamasını, yapım süresinin kısalmasını beklersiniz ama nükleer alanda tersi oluyor.
  • Amerika ve Fransa’nın başını çektiği, 2050’ye kadar nükleer enerji kurulu gücünü üçe katlama çağrısının ardında iklim krizinden çok jeopolitik nedenler olduğunu belirten Schneider, bu çağrıyı yapan ülkelerin çoğunda, ABD ve Fransa da dahil olmak üzere halihazırda yapımı süren bir nükleer reaktör bile olmadığının altını çiziyor.
  • Dünyada nükleer santral yapımında Rus ve Çinli firmaların net hakimiyeti var. Kore ve İngiltere’deki ikişer üniteyi saymazsanız geri kalan tüm reaktörleri bu iki ülkenin firmaları yapıyor. Bu da Batı’da sıkça dillendirilen “nükleer enerji geri geliyor” iddiasının karşısına, “kim yapabilecek” sorusunu koyuyor. Schneider, ABD veya Avrupa’da ambargolar yüzünden Rusya veya Çin’in nükleer reaktör yapamayacağına, Güney Kore’nin KHNP’si ve Fransız EDF’nin de zaten ciddi borç yükü altında olduğuna dikkat çekiyor.
  • Medyada sıkça yer alan Küçük Modüler Nükleer Reaktörlerin (SMR) geleceği ise anlatılanın aksine büyük bir soru işareti taşıyor. Henüz tasarımların onaylanma aşamasını bile geçememiş bu projelerin tahmini maliyeti, pahalı olduğu için eleştirilen büyük reaktörlerin bile üstüne çıkıyor. Bu yüzden de başta ABD’deki Nuscale projesi olmak üzere birçoğu kâğıt üstünde kalıyor.
  • Nükleer santraldan elektrik üretmenin maliyeti son 15 yılda yüzde 49 oranında artarken, güneşte yüzde 83, rüzgârda yüzde 63 oranında azalmış. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre batarya destekli güneş elektriğinin maliyeti bile şimdiden nükleerden ucuz ve 2030’da kilovatsaat başına 4,5 sentlere kadar düşecek.
  • AB’de rüzgâr ve güneşin toplam elektrik üretimi nükleeri çoktan geçmiş durumda. Çin’de ise güneş enerjisinden üretilen elektrik ülkedeki tüm nükleer santralların üretiminden fazla. Rüzgar santralları da nükleer santralların toplam üretiminin iki katı kadar elektrik üretiyor.

Nükleer silaha gerek kalmadı

Özgür Gürbüz-BirGün / 15 Ağustos 2024

Amacım ukalalık yapmak değil, öyle anlaşılırsa peşinen özür dilerim ama bunları yazmak zorundayım…

Foto: Wikipedia
Akkuyu Nükleer Santralı yapılırsa Güney Kıbrıs’taki füzelerin menzilinde kalacağı haberini sanırım 1997 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde çalışırken yapmıştım. Nükleer enerjiyi savunanalar bunu bir fantezi olarak değerlendirmiş, ciddiye almamıştı. 2004 Kasım ayında, Elektrik Mühendisleri Odası’nın Elektrik Mühendisliği dergisine yazdığım, “Nükleer Lobi Kapıda, Sakın Açma” başlıklı yazımda ise nükleer kaza riskine dikkat çekerek, özellikle Japonya’da meydana gelen kazaları sıralamıştım. Şu cümleyi de ekleyerek: “Bırakın Çernobil’i, en modern teknoloji ve standartların eksik olmadığı Japonya’da bile kazaların ardı arkası gelmemektedir.” Nükleeri savunanlar ise bir daha Çernobil olmaz masalını anlatmaya devam etti. Yedi yıl sonra Fukuşima kazası meydana geldi. Çernobil’de bir reaktörün kalbinde erime olmuştu, Fukuşima’da üç reaktörde birden oldu.

Nükleer karşıtlarının nükleer enerji meselesine nükleeri savunanlardan çok daha fazla hakim olduğunu gösterecek daha çok örnek var. Rusya Ukrayna savaşı Zaporijya Nükleer Santralı’nı tehdit etmeden önce de defalarca nükleer santralların savaş ve terör saldırılarının hedefi olabileceğini yazmış, söylemiştik. Dört gün önce Zaporijya Santralı’ndaki soğutma kulelerinin birinden yükselen kara duman, tüm dünyanın gözlerini tekrar nükleer tehlikeye çevirdi. Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) santralda inceleme yapan heyeti, ilk raporunda lastik yakılması ve drone saldırısı iddialarını destekleyen bir bulguya rastlamadıklarını söylese de soğutma kulesinde hasar olduğunu ve bunun orta kısımlarda olduğunu doğruluyor.

Bildiğiniz gibi santraldaki ilk çatışma bu değil. Santrala giden ve soğutma sistemlerinin çalışması için hayati öneme sahip elektrik hatları da birkaç kez hedef alınmış ve devre dışı kalmıştı. O saldırılardan sonra santraldaki altı reaktör de durdurulmuştu. Yine de tehlike geçmiş değil çünkü santral sahasında kullanılmış nükleer yakıtlar var. Yakıtlar reaktörlerden çıkarılsa bile soğutulmaları için 10-15 yıl su dolu havuzlarda bekletilmeleri ve sürekli soğuk su pompalanması gerekiyor.

Nükleer tehlike Zaporijya ile sınırlı değil. Ukrayna’nın Rusya’nın Kursk bölgesine yaptığı saldırı, çatışmaların yaklaşık 50 km uzağındaki Kursk Nükleer Santralı’nı da tehdit ediyor. Rusya’nın Kursk Santralı’nda iki çalışır durumda reaktör var, iki yeni reaktörün yapımı da sürüyor. Bir tanesi bu yılın başında kapatılan iki reaktöre ait kullanılmış nükleer yakıtların sahada olma olasılığı da çok yüksek. UAEA, 9 Ağustos’ta Kursk Nükleer Santralı konusunda da tarafları uyaran bir mesaj yayımlamıştı.

Nükleer santralların savaşta hedef olduğu ve olacağı Rusya-Ukrayna savaşı ile iyice netleşti. Amacınız tarihin en alçak suçlarından birini işlemekse artık nükleer silaha ihtiyacınız yok. Türkiye’de nükleer santral isteyenlerin önemli bir bölümünün, nükleer santralı nükleer silahla karıştırdığını veya silah üretmek için nükleer santral istediğini gösteren araştırmalar var. Bu isteğin milliyetçi muhafazakâr cephe tarafından söze döküldüğünü de sokakta veya sosyal medyada biraz dolaşsanız görebiliyorsunuz. Bu kitle, Türkiye’nin nükleer silah yapmayacağına dair uluslararası anlaşmalara imza attığını veya Rusya’nın Akkuyu’daki santralından silah üretmek için hem Rusya hem de Türkiye’nin tüm dünyayı karşına alması gerektiğini bilmiyor. Nükleer silah üretmek için nükleer santrala sahip olmanın şart olmadığını da.

Türkiye’de bazı kesimlerin inanışının aksine, hedef olma riski nedeniyle nükleer santrallar artık bir ülkeyi güvenlik açısından da daha zayıf yapan bir unsur haline geldi. Bir nükleer santralın, nükleer silaha sahip olmayan başka ülkeler tarafından hedef alınabileceğini, Rusya ve Ukrayna’daki son gelişmeler bir kez daha ama hiç olmadığı kadar net biçimde herkese gösterdi. Yurtta barış, dünyada barış ilkesinden uzaklaşmış bir Türkiye için nükleer santral yapmak artık ateşle oynamaya benziyor. Bu uyarım, benzer hayallerle kandırılmış ve nükleer santral satılmış İran ve Mısır için de geçerli. Son olarak, nükleer santralın tüpgaz gibi patlamadığını da hatırlatalım.

Akkuyu’daki gecikme Türkiye için bir fırsat olabilir

Özgür Gürbüz-BirGün / 11 Temmuz 2024

Geçen hafta bu köşede, Akkuyu Yönetim Kurulu üyesi Gennady Sakharov’un rüşvet nedeniyle
tutuklandığını Türkiye’ye duyurmuştuk. Akkuyu Nükleer bu konuda açıklama yapmadı. Onun yerine halkla ilişkiler ajansını devreye sokup, Hürriyet’ten bir gazeteciye santralı gezdirip, “her şey yolundaymış gibi yaz panpa” demeyi tercih etti. O da yazdı. Halbuki Akkuyu’da Rusya için yolunda giden bir şey yok...

Türkiye ile Rusya arasında 2010 yılında imzalanan uluslararası anlaşmayı hatırlayın. Anlaşmanın 6. maddesinin ikinci fıkrası şöyle diyor:

“Proje Şirketi, Rus Tarafı’nın tam desteği ile NGS inşasının başlaması için gerekli tüm belgeler, izinler, lisanslar, rızalar ve onayların alınmasından itibaren yedi yıl içinde Ünite 1’i ticari işletmeye alır. Ünite 1’in ticari işletmeye başlanmasından itibaren, Ünite 2, Ünite 3 ve Ünite 4’ü art arda bir yıl aralıklarla ticari işletmeye alır.”

Ne zaman verildi bu izinler? 2 Nisan 2018’de. Proje şirketi, yani Akkuyu Nükleer A.Ş. ertesi gün ilk nükleer reaktörün yapımına başladı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda da ilk ünitenin inşaatının başladığı tarih 3 Nisan 2018 olarak kayda geçti.

Uluslararası anlaşma Rusya’ya, gerekli izinler alındıktan sonra ilk reaktörü bitirme için yedi yıl süre vermiş. Bu süre 2 Nisan 2025 tarihinde dolacak. Bir yıl sonra (2026) ikinci ünitenin, 2027 ve 2028’de de üç ve dört numaralı ünitelerin yapımının tamamlanması gerekiyor.

Biliyoruz ki Akkuyu’da inşaat gecikti ve gecikmeye devam ediyor. Bizzat Rus tarafı söylüyor bunu. Akkuyu Nükleer A.Ş. Üretim ve İnşaat Organizasyon Direktörü Denis Sezemin, Nisan 2025’i hedeflediklerini söyledi. Bir ay önce TBMM’yi ziyaret eden Rusya Federasyonu heyeti ise bu tarihin 2025’in Ekim veya Kasım’ını bile bulabileceğinin işaretlerini verdi. Verilen tarihler oldukça kritik çünkü gecikmenin ötesinde, anlaşmanın en önemli şartlarından birinin yerine getirilip getirilemeyeceğini belirliyor. 10. maddenin son fıkrasına dikkat.

“NGS’nin ünitelerinden herhangi birinin, işbu Anlaşma’da programlanan tarihten daha geç işletmeye alınması halinde, Elektrik Satın Alma Anlaşması’nda (ESA) öngörülen mücbir sebep durumları hariç olmak üzere, satılacak elektriğin fiyatı ESA hükümlerine göre ayarlanacaktır.”

ESA, santralda üretilen elektriğin yarısının Türkiye tarafından 15 yıl boyunca 12,35 dolar sentten satın alınmasını öngörüyor. Rusya, ESA sayesinde aynı elektriği piyasa fiyatından en az iki kat yüksek bir fiyata; güneş ve rüzgardan üretilen elektrikten ise 4-5 kat pahalıya Türkiye’ye satabilecek. Böylece Rusya, 25 milyar doları bulan yatırımın parasını kısa sürede yüksek alım garantisi sayesinde çıkaracak. Şu ana kadar santrala tek kuruş harcamamakla övünen Türkiye ise santralın dört ünitesi çalıştığında sadece alım garantisi nedeniyle Rusya’ya her yıl 2 milyar dolardan fazla para ödemek zorunda kalacak. Bu da haliyle elektrik faturalarına yansıyacak.  

Gecikme yaşanırsa ESA yeniden pazarlık masasına yatırılabilir. Dirayetli bir hükümet bunu fırsata bile çevirebilir, çevre ve ekonomi için baş belası bu projeden kurtulmak için kullanabilir. Osmangazi, Yavuz Sultan Selim ya da Çanakkale Köprüsü benzeri bir alım garantisi tuzağından halkını kurtarmaya çalışabilir. Dirayetli bir hükümet olsa halkına bu tuzakları da kurmazdı elbet…

Dile kolay, alım garantisi yılda Rusya’ya en az iki milyar dolara varan bir ödeme anlamına geliyor. Şimdi kendimize soralım. Olası bir gecikmede sizce AKP bunu fırsata çevirip alım garantisini, projeyi yeniden masaya yatırmayı mı tercih eder yoksa Rusya’nın kendisine uygulanan ambargoyu mücbir sebep göstermesini kabul edip, Akkuyu’nun sahibine ek süre vermeyi mi?

ABD’nin nükleer planları ve Akkuyu

Özgür Gürbüz-BirGün / 16 Mayıs 2024

Foto: @WhiteHouse
ABD’nin Rusya’nın enerji alanındaki hakimiyetini azaltma çabaları devam ediyor. ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya'dan zenginleştirilmiş uranyum ithalatını yasaklayan yasa tasarısını imzalamasıyla eksik halkalardan biri daha tamamlandı. Fosil yakıtlardan (petrol, gaz ve kömür) sonra Rusya’nın nükleer ihracatı da kısıtlanmaya çalışılacak.

ABD, tasarı yasalaştıktan 90 gün sonra Rusya'dan zenginleştirilmiş uranyum ithal edemeyecek. Ancak… ABD Enerji Bakanlığı tedarikte sıkıntı yaşandığı anlarda istisnalara izin verebilecek. Bu istisnalara verilen izin de 2028’e kadar.

ABD’nin nükleer reaktörlerinde kullandığı zenginleştirilmiş nükleer yakıtın dörtte biri Rusya’dan geldiği için istisnalara açık kapı bırakıldı. Dünyada çok fazla nükleer yakıt üreticisi yok. ABD, Fransa, Japonya ve Kanada’nın, Rusya’nın tedarikinin yerini alacak uranyum üretimi için kapasite artıracağı haberleri gelse de kısa vadede sorun yaşanabilir.

Avrupa gazda ABD'ye bağımlı
Buraya kadar her şey anlaşılabilir. Sonuçta yapılan, Ukrayna saldırısı nedeniyle Batı’nın Rusya’ya karşı aldığı tavırla örtüşen hatta gecikmiş bir hamle. İlginç olan ise şu. ABD’nin aldığı ve Avrupa’nın da katıldığı ambargo kararların, ABD için ekonomik zorluk yaratmaktan çok bir şekilde fırsata dönüşmesi. Avrupa’daki ülkelerin gaz tedariki için Rusya yerine ABD’yi seçmesi, ülkenin gaz ihracatını rekor seviyelere taşıdı. ABD, 2023 yılını dünyanın en büyük gaz ihracatçısı olarak kapattı. 89 milyon tonluk LNG ihracatının yüzde 60’ından fazlası Rusya’ya sırtını dönen Avrupa’ya yapıldı. Finlandiya ve Almanya’ya 2022’den bu yana yüksek miktarda gaz satışı başladı. İtalya ve Fransa’ya satılan gaz miktarı savaş öncesi döneme göre 3-4 kat arttı. Artık Avrupa Rus gazına değil Amerika’nın gazına bağımlı.  

Nükleer yakıt Westhinghouse'dan
Nükleer yakıt ambargosu da benzer bir kaderi paylaşabilir. Avrupa’nın zenginleştirilmiş uranyumda Rusya’ya bağımlılık oranı yüzde 31. Avrupa’yı bekleyen asıl tehlike ise nükleer yakıt. Zenginleştirilmiş uranyumu başka kaynaklardan bulma şansınız var ancak AB ülkelerinde (Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Macaristan ve Slovakya) 19 adet Rus yapımı VVER tipi nükleer reaktör var[1]. Ermenistan ve Ukrayna’dakiler de cabası. Bu reaktörlerin yakıtlarını üretmek ayrı bir iş. Dünyada bu konuda çalışan tek şirket de Westinghouse. Olur da AB ülkeleri Rusya’yı nükleer yakıt konusunda boykot etmek isterse gidecekleri tek adres bir Amerikan şirketi.

Türkiye ne durumda?
Mersin Akkuyu’daki Rus reaktörleri de haliyle Rusya'dan gelen yakıta ve bu teknolojiye bağımlı. Ambargo genişlerse Türkiye ne yapar, bu sorunun yanıtı yok. Akkuyu Nükleer Santralı’nın sahibi Rusya olduğu için Türkiye’nin yakıt tedarikçisini değiştirme şansı pek yok. Bu konu, S-400 gibi Türkiye ile ABD arasında yeni bir kriz konusu olabilir. Bizim için de nükleer enerjinin yakıtından teknolojisine ne kadar dışa bağımlığı olduğunu hatırlatan önemli bir unsur.

ABD’nin Rusya’dan alınan zenginleştirilmiş uranyuma ambargo koyma kararı aslında nükleer planlarının bir parçası olabilir. İklim krizi konusunda ABD tarafı, bir yandan yenilenebilir enerjiyi desteklerken bir yandan da nükleer enerji propagandası yapıyor. ABD uzantılı çevre örgütlerinin bile nükleer enerjiyi, “düşük karbonlu” veya “temiz enerji” sınıfına alarak propagandaya katkı yaptığını görüyoruz. Rusya başka ülkelere nükleer santral satışında en başta gelen ülkelerden biri. ABD bu pazarı hedefliyor da olabilir. 

Küçük nükleer iyidir; yersen...
Son birkaç yılda nükleeri yeşile boyama niyeti iyice görünür hale geldi. Özellikle “küçük modüler reaktör” adıyla, bildik nükleer teknolojiyi yeniden pazarlama çabalarında ABD baş rolü oynuyor. Rusya’ya bağımlılıkla korkuttukları eski doğu bloku ülkeleri başta olmak üzere, bu plan Türkiye’de etkili oluyor. Polonya, Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti dışında, Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar’ın açıklamalarından anlaşıldığı üzere Türkiye de bu tuzağa düşmüş durumda.

Akkuyu’nun yanı sıra Sinop ve Kırklareli’ne büyük santral yapacağını söyleyen Türkiye’nin, üstüne küçük reaktör işine girmek istemesinin elektrik ihtiyacıyla bir ilgisi olmadığını defalarca yazdık. Nükleer sevdasının ardında ABD’yle arasını düzeltme çabası mı yoksa yine bol akçeli işler yaratıp yandaşlara dağıtma isteği mi var; henüz bilmiyoruz. ABD’li danışmanların küçük reaktör pazarlamak adına Ankara sokaklarında dolaştığını, Altılı Masa’nın ortak mutabakat metnine bile bu fikri sokmayı başardıklarını ise biliyoruz. Nükleer lobiyi asla küçümsemeyin. 

Merak edenler için bir cümleyle küçük nükleerlerin büyüklerinden farklı olmadığını, hatta daha maliyetli, atık, kaza ve saldırılara hedef olma konularında daha sorunlu olacaklarını hatırlatalım. ABD’deki tek projenin çivi çakılmadan, maliyet yüzünden iptal edildiğini ve dünyada bir örneği olmadığını da ekleyelim. Haliyle reklam çalışmaları tersini söylüyor. Yerseniz...


[1] World Nuclear Industry Status Report

Akkuyu Cumhuriyeti

Özgür Gürbüz-BirGün / 19 Ocak 2024

Foto: Akkuyu Nükleer Santralı
Akkuyu’da iki işçinin ölmesi, birinin menenjitten ölmesinin kesinleşmesiyle, 10 bin civarında işçinin çalıştığı söylenen santral inşaatında salgın tehlikesi de gündeme geldi. İşçilerin hayatını kaybetmesi ile duyduğumuz olayla ilgili yapılan haberler, Akkuyu Nükleer A.Ş. şirketini bir açıklama yapmaya zorladı. Şirket, iki işçisinin Mersin’de hastaneye kaldırıldığını ve hayatlarını kaybettiklerini kabul etti. İşçilerin ölümü haber yapılmasa, Tabipler Odası bilgi vermese, kimsenin salgın riskinden haberi olmayacaktı. Sağlık Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Mersin Valiliği sessiz…

Covid zamanı da benzer bir olay yaşadık. Aldığımız duyumlara dayanarak Rusya’dan gelen çalışanların virüs taşıyabileceğini bu köşede yazmıştık. Bir gün sonra şirket açıklama yapıp, beş gün önce Rusya’dan gelen 136 kişinin karantinaya alındıktan sonra diğer işçilerle çalışmaya başladığını açıklamıştı. Doğrulatma şansınız var mı? Yok. Hükümet kontrol edebiliyor mu? Sesleri çıkmadığına göre, hayır edemiyor.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde, tüm hisseleri Rus devlet şirketlerine, yani Rusya’ya ait olan Akkuyu Nükleer Santralı konusunda tek bilgi kaynağı Rus şirketin ta kendisi. Mersin sınırları içerisinde adeta özerk bir cumhuriyet kurulmuş gibi duruyor; Akkuyu Cumhuriyeti!

Menenjit meselesi ilk olay değil, hatırlayalım. Akkuyu’daki nükleer santralla ilgili yapılarda çatlaklar olduğu öne sürülüyor, herkes açıklama için Enerji Bakanlığı’na bakıyor ama yalanlama Rus şirket tarafından yapılıyor.

Hatay’da deprem oluyor, santralda deprem kaynaklı hasar olup olmadığı merak ediliyor. Olmadığı söyleniyor. Kim açıklıyor? Bağımsız bir kuruluş mu? Denetim yapan Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri mi? Hayır. Akkuyu Nükleer A.Ş.

ZAPSU DAVA AÇTI
Santralın Yönetim Kurulu’nda yer alan ve daha sonra bu görevinden istifa eden Cüneyd Zapsu, “kamu yararını ilgilendiren konularına yönelik fiziki toplantı ve bilgi ve belgelere erişim talebinin” yerine getirilmemesi nedeniyle şirkete ihtarname gönderiyor. Daha sonra da dava açıyor. (Medyascope) Hükümetten, adında nükleer güvenlik vs. geçen kurumlardan ses yok.

Zapsu’nun dava dilekçesinde çok önemli bir ayrıntı var. Zapsu, nükleer santrala kurulması düşünülen radar konusunun güvenlik politikalarıyla ilgili olduğu için önce Türk makamlarıyla görüşülmesini istediğini, bu isteği kabul edilmediği için de muhalefet şerhi koyduğunu anlatıyor. Dava dilekçesine kadar giren bu konuda Savunma Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Cumhurbaşkanlık tatmin edici bir açıklama yapma gereği bile duymuyor. CHP grubunun verdiği önerge de AKP ve MHP oylarıyla Meclis Genel Kurulu’nda reddediliyor.

Mersin milletvekilleri bile nükleer santral sahasına alınmıyor. Mühendis odalarına izin yok. Çevreciler zaten yanına yaklaşamıyor. Sadece saha değil, bilgi akışı da Rusya’nın eline geçmiş.

Hükümetin sorması gereken soruları gazeteciler soruyor, peşine gazeteciler düşüyor. Sorularımızı ise işin tarafı olan, nükleer santraldan büyük para kazanacak Rus şirket yanıtlıyor. Akkuyu’da bir cumhuriyet kuruldu da bizim haberimiz mi yok? Türkiye nükleer santral ve enerji konusunda tüm yetki ve sorumluluğunu Rusya’ya mı devretti? Yoksa, bu konuda yetersizliğimiz nedeniyle Rusya’ya devretmeye mecbur mu kaldık?

Santralda çalışacak, sorumluluk alacak, bu işi öğrenecek diye Rusya’da okutulan gençlerin şikayetleri de kulağımıza geliyor. Maaşlarının Rus çalışanlardan düşük olduğu, ruble üzerinden maaş aldıklarını ve Ruble’nin değer kaybıyla daha da kötü duruma düştüklerini söylüyorlar. Nükleer Düzenleme Kurumu’nun konulara hakim olmadığı, o yüzden de Rus tarafının tüm isteklerini onayladığı da konuşuluyor. Bir hükümet yetkilisi, olmadı “Akkuyu Cumhuriyeti’nin Enerji Bakanı” karşımıza çıkıp bu iddialara yanıt verirse seviniriz.

Santral açıldığında dolar üzerinden verdiğimiz yüksek elektrik alım garantisiyle Akkuyu Cumhuriyeti daha da şahlanacak. Yüksek elektrik üretim kapasitesiyle Türkiye elektrik piyasasında fiyatı belirleyen önemli bir oyuncu olacak. Radarıyla, yüzlerce Rus çalışanıyla Akdeniz’de kurtarılmış bir bölge. En az 60 yıl Rus şirketin çoğunluk hisseye sahip olacağı da imzaladığımız uluslararası anlaşmayla tescillenmiş. Onu da hatırlatalım ki başımıza örülen çorabın ne olduğu iyi bilinsin.