elektrik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
elektrik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hükümetin elektrik zammı da adaletsiz

Özgür Gürbüz-BirGün / 3 Ocak 2025

Foto: YZ_Canva
2025 yılına yeni bir elektrik zammıyla başladık. Ay sonunda faturalar gelmeye başladığında, bu gizli zammın kimi vurduğu belli olacak. Ay sonuna kadar sabredemem diyorsanız son elektrik faturanıza bakabilirsiniz. Aylık elektrik tüketimi ortalamanız 417 kilovatsaatten (kWh) fazlaysa yeni yılda elektrik faturanızın neredeyse iki katına çıktığını göreceksiniz. Elektrik Mühendisleri Odası’nın (EMO) hesabına göre 1048 TL’lik faturanız tüketiminiz aynı kalsa da bir anda 2048 TL’ye çıkacak. EMO zammın iptali için dava açtı ama sonuç ne zaman belli olur, ne karar verilir bilinmez. Bizi bekleyen tehlike ise net.

Uygulama, tek sayaca bağlı apartmanların ortak tüketimlerini de kapsıyor. Hidrofor, asansör ve aydınlatma tüketimleri 417 kilovatsaati geçen her apartmanın ortak gideri de ciddi oranlarda artacak.

Ticarethanelerde ise yüksek faturaya geçme sınırı yıllık tüketimi 15 bin kWh’i geçen işyerlerinde uygulanacak. Hem de 2024 tüketiminize bakılarak bu sınıflama yapılacak. Geçen yıl bu sınırları aşan bir tüketiciyseniz, bu yıl faturanız yeni tarifeden ücretlendirilecek. Size önceden söyleselerdi belki önlem alabilirdiniz ama söylenmedi tabii ki. Bir ürünün girdi maliyetleri artarsa zam da maliyetler oranında yapılırsa bu anlaşılabilirdi ama yapılan bu değil. Elektrik üretiminde kullandığımız gaz ve kömür fiyatlarında bu zammı haklı gösterecek bir artış olmadı hatta birkaç yıl önceki kriz dönemine kıyasla fiyatlar daha aşağıda.

1 Ocak 2025 tarihiyle hayatımıza giren bu son elektrik zammında kimin, ne için elektrik tükettiğine bakmadan yapılan bir cezalandırmadan bahsediyoruz. Kış aylarının kısa, yaz aylarının sıcak olduğu birçok ilde elektrikli ısıtıcılar soğuk günlerde de kullanılıyor ve bu evlerin toplam elektrik tüketimini artırıyor. Yazın da klima kullanımı devreye giriyor. Burada israftan ya da lüks tüketimden bahsedemeyiz. O zaman neden başta güneydeki iller olmak üzere buralarda yaşayanları cezalandırıyoruz?

Aynı soru, işi gereği çok sayıda elektrikli alet kullanmak zorunda kalan işyeri sahipleri için de geçerli. Kasap, market, şarküteri gibi 24 saat çalıştırmak zorunda olduğu buzdolaplarına sahip bir işletmeyle diğerlerini bir tutup, cezalandırmanın adaletli bir açıklaması olabilir mi? Artan maliyetlerin, temel ihtiyaçları satan bu işletmelerce maliyetlere yansıtılacağı ve sonuçta herkesi etkileyecek yeni bir zam furyasının başlayacağı görülmüyor mu?

Son zam kararı caydırıcı, son tüketicileri enerji tasarrufuna ya da çözüm bulmaya iten bir mekanizmaya da benzemiyor. Zamlı faturalar sonucunda kışın klima veya elektrikli ısıtıcı kullanmaktan vazgeçenlerin ilk adresi doğalgaza geçmek olacak. Pahalı ve dışa bağımlı doğalgazdan şikayet ediyorsak, binlerce evi gaz kullanmaya mecbur bırakarak söylediğimizin tam tersini yapmış olmuyor muyuz? Isıtma ve soğutma ihtiyacı nedeniyle çok elektrik tüketen konutların çözümleri güneş enerjisi, ısı pompası veya daha iyi yalıtım olabilir. Ancak mevcut binaların ne kadarı buna uygun inşa edildi, devletin meskenlerin kendi elektriğini üretmesi adına sunduğu teşvikler (varsa) bu dönüşüm için yeterli mi? Bu soruların yanıtı “evet” değilse yapılan çaresizce elektrik faturalarını ödemek zorunda kalacak yurttaşları cezalandırmaktan başka bir şey değil. Balık tutmayı öğretmeden, tutamayanı aç bırakmaktan bahsediyoruz.

Bir başka adaletsizlik de yeni tarifelerin her ay elektrik piyasasındaki fiyata bağlı olarak değişecek olması. Yanlış duymadınız, elektrik tüketiminiz belirtilen sınırların üzerindeyse, bu aydan itibaren aynı miktarda elektrik tüketseniz de faturanız piyasa koşullarına göre değişecek ve her ay farklı bir meblağ ile karşılaşacaksınız. Gazın veya kömürün fiyatı artarsa, sizin faturanız da artacak. Yenilenebilir enerji veya kömür santrallarına verilen teşvikler artarsa bu faturalara da yansıyacak. Enerji Bakanlığı yüksek elektrik maliyetinden şikayet ediyor ama maliyeti oluşturan kalemlerin tercihini halka bırakmıyor. Güneş ülkesi Türkiye’yi ithal kömür ve gaza biz mi mahkum ettik? Kentsel dönüşüm adıyla yapılan binalarda yalıtım standartlarını mı biz mi düşük tuttuk? Yeni ve eski binalarda güneşten elektrik üreten panellerin olmasını biz mi engelledik? Halkın kendi elektriğini üretmesini sağlayacak enerji kooperatifleri mevzuatını biz mi yetersiz kıldık? Tam tersi biz bunları talep ettik ama mevcut hükümet 23 yıldır yürüttüğü enerji politikalarıyla hem dışa bağımlılığı hem de enerji israfını körükledi. Şimdi de faturayı bize kesmeye çalışıyor.

‘Rekortmen halka’ enerji faturası cezası!

Özgür Gürbüz-26 Eylül 2024 / BirGün

Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar bir süredir elektrik ve gaz faturalarında değişiklik yapılacağını ve çok tüketenlerden devlet desteğini keserek daha fazla tahsilat yapılacağının sinyallerini veriyor. Bayraktar, “Desteği tüketim esaslı ortaya koymak gerekiyor” diyor ve destek gruplarını doğru tanımlamaktan bahsediyor. Bu iş nasıl yapılacak, işin o kısmı ise hiç net değil. 

Öncelikle daha çok enerji tüketmenin nedenlerinin doğru analiz edilmesi gerekir. Örneğin, kalabalık bir ailenin daha fazla elektrik tüketmesi nedeniyle cezalandırılması doğru olmaz. Bahsedilen tedbirler hanelerin enerji faturalarına kadar uzanacaksa, kişi başına düşen enerji tüketimi gibi yeni ölçümlerin yapılması gerekir ki misafir kovalamaya kadar varır bu iş. 

Tedbirler ya da pahalı fiyatlandırma, şirketleri de kapsayacaksa, işletmelerin çalışma alanlarına göre detaylı sınıflandırma yapılması gerekir. Enerji yoğun bir alanda çalışan işletmeyle (dondurulmuş gıda ürünleri satan bir market gibi) bir terzinin elektrik faturaları haliyle aynı olamaz. Bu yüzden işyerleri için sadece tüketim miktarına bakarak, “sen daha fazla tüketiyorsun, o yüzden de daha fazla ödeyeceksin” denemez. Zenginsin, senin elektrik bedelin daha fazla olacak diyen bir yöntem de gelir vergisindeki adaletsizliğin enerji faturaları üzerinden düzeltilmeye çalışılması anlamına gelir. Hükümet 22 yılda yarattığı gelir adaletsizliğini böyle çözemez. Görüldüğü gibi ‘tüketim esaslı faturalandırma’ öyle kolayca çözülecek bir konu değil.

Enerji fiyatlarını halka yansıtmamak için sübvanse ediyorum, bu da ekonomiye büyük bir yük oluyor deyip, yapılan gizli açık zamları haklı çıkarmaya çalışmak ilk bakışta anlaşılır gelse de o hükümete, “Sen neden halkını enerji faturalarını karşılayabilecek düzeyde zenginleştiremedin de devlet desteğine muhtaç ettin” diye sorarlar.

Hükümet her zaman yaptığı gibi yükü yurttaşların omuzlarına atmaya çalışıyor ve sorumluluk almaktan kaçınıyor. Asıl yapması gereken ise enerji tasarrufunu ve enerjinin verimli kullanılmasını teşvik edecek yapısal değişiklikleri hayata geçirmek olmalı. Elektrik tasarrufu yapılsın, konutlarda daha az elektrik tüketilsin ve enerjide dışa bağımlılık azalsın mı istiyorsun? O zaman buyurun size bir çözüm önerisi. Elektrik faturalarının üçte birini oluşturan buzdolaplarının enerjiyi verimli kullananlarından KDV’yi kaldır veya makul bir seviyeye indir de halk 15-20 yıl kullanacağı buzdolabını alırken daha az elektrik tüketenini tercih etsin. Hanelerde elektrik tüketimi düşerse, devletin desteklediği faturaların da tutarı azalır. 

Gaz çok pahalı, herkes kullanabilsin diye biz destekliyoruz mu diyorsun? O zaman konutlarda yalıtım standartlarını arttır, denetimleri sıklaştır da insanlar evlerinde daha az gaz yakarak ısınabilsinler. Yeni binalarda ısı pompasını zorunlu tut. Balkonlara güneş paneli kurulmasına izin ver. Her yeni apartman elektrik tüketimini belli bir oranda güneşten karşılamak zorunda olsun; çatısına, otoparkına güneş paneli koymayana ruhsat verme. Enerji kooperatiflerinin önünü aç, halk kendi elektriğini üretsin. Gerekiyorsa bu önlemleri uygun faizli, uzun geri ödeme süreli kredi paketleriyle destekle. Bunların hangi biri yapıldı da iş faturaya geldi? 

Enerji tüketiminin azaltılmasına kimsenin itirazı olmaz. Türkiye gibi enerjisinin yüzde 80’den fazlasını fosil yakıtlardan (petrol, kömür ve gaz) sağlayan ve dışa bağımlı bir ülkede daha az enerji tüketmenin hem ekonomiye hem de iklim krizini durdurmaya faydası var. O yüzden de hükümetin, uygun politikalarla enerjinin tasarruflu ve verimli kullanılmasını sağlayacak araçları şirketlerin, kamu kuruluşlarının ve yurttaşların kullanımına sunması beklenir. Balık tutmayı öğretmeden herkesten balık tutmasını istemek olmaz! 

24 Ağustos’ta Enerji Bakanı Bayraktar, “Temmuz’da hem elektrik tüketiminde hem de elektrik üretiminde rekor seviyelere ulaştık” diyordu. Klima tüketimi nedeniyle her yıl yaz aylarında yaşanan bu ‘elektrik israfını’, elektrik tüketiminde rekor kırdık diyerek bir başarı öyküsü gibi değerlendiren bu açıklamanın ardından, çok elektrik tüketenden devlet desteğini keserek daha fazla para alacağız denmesi bir çelişki değil mi? 

Bırakın halkımız rekor kırmaya devam etsin Sayın Bayraktar, rekortmenleri cezalandırmayın!

Enerji krizinin dünü ve bugünü

Halkın yarısından fazlası enerji faturalarını ödemekte zorlanıyor. Hükümet sorumlunun küresel fiyatlardaki artış olduğunu söylese de zamlarda enerji ve faiz politikalarındaki yanlışların payı net bir şekilde görülüyor.

Özgür Gürbüz-BirGün / 27 Mayıs 2022

Metropoll araştırma şirketinin 2022 Mart ayında yaptığı araştırmada elektrik ve doğalgaz faturalarını ödeyemeyenlerin oranının yüzde 19 olduğunu belirtmişti. Enerji faturalarını ödeyen ancak çok zorlananların oranı ise yüzde 57. Türkiye’de halkın yarısından fazlası her ay enerji faturalarını korkuyla bekliyor.

Koronavirüs sonrası artan talep ve üretimde yaşanan güçlüklerle tetiklenen, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle büyüyen enerji krizinin faturaların artışında bir rolü olduğu gerçek. Ancak faturalardaki artışı sadece bu iki olayın sonucuymuş gibi gösterip dünü unutursak hata yaparız. Karşımızda 20 yıllık bir iktidar ve onun politikalarının da etkisiyle artan enerji fiyatları var.

Koronavirüs salgını 2019’un sonunda ortaya çıktı, Türkiye’de elektrik fiyatlarının yükselişe geçtiği zaman ise 2019’un başı, salgından bir yıl önce. TMMOB Makine Mühendisleri Odası (MMO) Enerji Çalışma Grubu, Türkiye Enerji Görünümü 2022 raporunda, 2019’dan günümüze kadar olan dönemde elektrik fiyatlarının birinci kademe için yüzde 85, ikinci kademe içinse yüzde 215 oranında arttığını tespit etmiş. Sanayi için fiyat artışı yüzde 360, ticarethaneler içinse yüzde 283. Sadece evimizde kullandığımız elektriğe değil, mal ve hizmet üretenlerin kullandığı elektriğe de çok yüksek oranda zam yapılmış. Enerji maliyeti artınca, ekmekten süte her şeyin fiyatı artıyor haliyle.

Adım adım sorgulayalım… Türkiye 2021 yılında ürettiği elektriğin yüzde 32’sini doğalgazdan, yüzde 18’ini ithal kömürden ve yüzde 13’ünü de yerli kömürden üretmiş. Doğalgaz ve ithal kömürün payı yüzde 50’yi buluyor ve ikisi de yurt dışından alınıyor, son bir yıl içerisinde de fiyatları arttı. Ancak, Türkiye’de elektrik fiyatının artmaya başladığı 2018 ve 2019 yılarında bu iki kaynağın elektrik üretimindeki payı son 20 yılın en düşük seviyelerindeydi. Fiyat artışları ithalatın düşük olduğu dönemde başladı.

Elektrik faturalarındaki artışı petroldeki artışa bağlayabilir miyiz, ona da bakalım. Doğalgazın fiyatını da etkileyen varil petrolün fiyatı 2011, 2012 ve 2013 yıllarında da bugünkü gibi 110 dolar civarındaydı ama 2011 yılında konutlarda 1 kilovatsaat elektrik için vergiler dahil 27,24 kuruş ödüyorduk. Şimdi ise en az 126 kuruş ödüyoruz, neredeyse beş kat fazlasını. Demek ki içeride bir sıkıntı var. Bir örnek daha verelim. 2012 yılında Brent petrolün varili 111 dolarken istasyonda benzinin litresi ortalama 4,5 liraya satılıyordu, şimdi 22 TL. Taşıma maliyetleri artışıyla açıklanacak bir fark değil bu.

O zaman büyüteci başka bir yere tutmalıyız. Elektrik fiyatları 2021’in sonunda iki kat kadar artıyor. Elektrik fiyatındaki artışla kurdaki artışın grafiğini üst üste koyduğunuzda ikiz kardeşler gibi birbirine benzediklerini görüyoruz. Faiz politikasındaki yanlış adımlarla yükselen dolar, ithal enerjinin maliyetini de artırıyor. Türk Lirası değer kaybetmese, zamların etkisini daha az hissedeceğiz.  Faturayı biz ödüyoruz ama aslında faturayı bu yanlış faiz politikasında ısrar eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kesmeli. O da seçmenin bileceği iş.

MMO Enerji Çalışma Grubu Üyesi Orhan Aytaç, elektrik fiyatlarının artışında dolar üzerinden alım garantisi verilen santralların da payı olduğunu söylüyor. Aytaç, “İthal yakıt fiyatlarının zıplamaya başlamasından önceki dönemde Türkiye’deki elektrik fiyatlarını YEKDEM (Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması) artırıyordu. Başlangıçta o fiyatlar yenilenebilir enerjinin devreye girmesi için gerekliydi deniyor. Diyelim başlangıçta o fiyatlar mecburdu ama 2015-2020 arası uygulanacak fiyatlar farklı olabilirdi. 2013 yılında 2015-2020 için de döviz bazında aynı fiyatlarla devam edilmesi kabul edildi. Bu adımlar daha sağlıklı bir şekilde atılsaydı, özellikle kooperatiflerin, birliklerin desteklenmesiyle güneş enerjisinin kullanımı artırılabilir ve ithal etmek durumunda olduğumuz fosil yakıtlara ihtiyacımız azalabilirdi. Bu da fiyatları düşürürdü” diyor.

İşin en çarpıcı kısmı da bu. Fiyatını belirleyemediğimiz petrol, kömür ve doğalgaz kullanmaktan vazgeçerek daha ucuza elektrik üreten güneş ve rüzgar gibi kaynaklara geçme konusunda yavaş davranmasak enerji faturaları bu kadar kabarmayabilirdi. Bugün son güneş enerjisi yarışmasında ortaya çıkan fiyat kilovatsaat başına 2,5 sent iken ithal doğalgaz ve kömüre aynı elektrik için yaklaşık 10 sent ödeniyor. Mersin’deki nükleer santral devreye girerse ona da 12,5 sent ödenecek. Faturaları düşürmek için elinizde araç var ancak hükümet onları kullanmamakta ısrarcı. Türkiye’nin enerji verimliliği ve tasarrufu potansiyelinin göz ardı edilip, enerji tüketimini teşvik eden politikaların desteklenmesi de cabası. Son 19 yılda 1 milyona yakın konut yapan TOKİ’nin binalarının kaçının çatısında elektrik üreten güneş paneli var? Yanıt sıfır olursa şaşırır mısınız?

Enerji dönüşümünden enerji faturalarına giden yol

Sosyal medya “faturamı ödeyemiyorum” paylaşımlarından geçilmiyor. Enerjide devrim niteliğinde bir değişiklik şart. Peki, nasıl yapacağız?

Özgür Gürbüz-BirGün Pazar/20 Şubat 2022

Kime dokunsak enerji faturalarından yakınıyor. Kazancımız faturaları ödemeye yetmiyor. Aldığımız hizmetin kalitesi düşük. Enerji sektörü birkaç şirketin kontrolünde. Enerji dönüşümünün, başka bir deyişle, enerjide devrim niteliğinde bir değişikliğin şart olduğu ortada. İyi ama nasıl yapacağız? Üretim ve dağıtımı kamulaştırsak tüm sorunlar çözülür mü? Uygun her yere güneş paneli koyarsak iklim krizi başta olmak üzere çevre sorunları biter mi? Başka bir dünya hepimizin istediği ama o dünyanın resmini nasıl yapacağımızı yeterince konuşmuyoruz.

Resmin özelliklerini ise biliyoruz; doğaya en az zararı verecek, iklim krizine yol açmayacak, daha fazla enerji tüketmeyi değil enerjiyi verimli kullanmayı öne çıkaracak, istendiğinde erişilebilir olacak ve temel ihtiyaç olduğuna göre kimse yokluğunu çekmeyecek.

İklim krizine neden olan kaynaklar belli; petrol, kömür ve doğalgaz kullanılmayacak. Nükleer santralların kaza, sızıntı ve atık sorunu çözülemedi, seragazı emisyonları konusunda da masum değil; rüzgara göre 6 kat daha fazla emisyona yol açıyor. Amacımız doğayı korumak ve gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmak. Bu durumda geriye yenilenebilir enerji kalıyor. Barajların doğaya verdiği zararı da yaşayarak öğrendiğimize göre onları da listeden çıkartabiliriz. Kötü uygulamaları örnek almadan, güneş, rüzgar, biyokütle, jeotermal, dalga ve hidrojenle yola devam edebiliriz. Endüstriyel bir toplumda yaşayacaksak eldeki kaynaklar bunlar. 

Yenilenebilir yeter mi?

Yenilenebilir enerjinin talebi karşılama sorunu da yok. 2019 yılında küresel enerji tüketimi 65 petavatsaatti (PWh). Bugünün teknolojisiyle sadece güneşten 5800 PWh elde edebiliyoruz ve halihazırda bu potansiyelin yüzde 60’ı ekonomik. Türkiye’de de petrol ve gaz yok ama rüzgar ve güneş bol. Burada sorun potansiyel değil, onu değerlendirmek için kullanılacak kaynakların eldesinde doğaya verilecek zarar. Bu yüzden de enerji tüketimini azaltmayı ve enerjiyi verimli kullanmayı her şeyin önüne koymalıyız. Yoksa bir çıkmaz sokağa gireceğiz.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA), 2050 yılında sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutacak bir senaryoda, enerji tüketimini yüzde 10 oranında azaltmak, talebin neredeyse yüzde 90’ını yenilenebilir enerjiden karşılamak mümkün diyor.

Güneş, rüzgar pahalı mı?

Şimdi maliyetlere bakalım. Enerji sektöründe kabulü yüksek olan Lazard şirketinin 2021 sonuna dayanan hesaplamalarına göre büyük ölçekli güneş ve rüzgar santrallarından elektrik üretmenin kilovatsaat başı maliyeti 2,6 ila 3 sent aralığına gerilemiş görünüyor. Türkiye’deki son ihalelerde de bu fiyatlar ortaya çıktı zaten. En ucuz seçenekler güneş ve rüzgar, onu bazı doğalgaz santralları ve jeotermal enerji izliyor. Ardından kooperatiflerce kurulan güneş santralları geliyor. Kömür, güneş termal santrallar, nükleer ve bireylerin çatılarına kurdukları güneş panelleri bu sırayı izliyor. Fiyatı belirleyen onlarca etken var elbette; örneğin sosyal maliyetler burada yok. Buna rağmen güneş ve rüzgarın başını çektiği yenilenebilir enerji kaynakları açık ara önde. Ucuz enerji istiyorsak adres belli.

Güneş batınca ne olacak?

Rüzgar ve güneş gibi bazı kaynaklar sürekli elektrik üretmedikleri için yokluklarında sistemi biyokütle, jeotermal, hidrojen ve batarya sistemleriyle desteklemek gerekecek. Güneş enerjisinin depolama destekli uygulamalarında maliyetler artsa da 5-10 yıl içinde depolama maliyetlerinin de hızla düşmesi bekleniyor. Bu teknolojilerin en büyük avantajlarından biri de sizi şebekeden bağımsız hale getirip, dağıtım şirketlerinden kurtarması olabilir. Bir sitede veya köyde, küçük bir güneş ve rüzgar gücünü, biyogaz santralı ya da elektrik depolama sistemiyle desteklediğinizde tüm faturalarla vedalaşabilir, yatırımın maliyetini çıkardıktan sonra çok daha ucuza elektrik üretebilirsiniz. Çatınıza koyacağınız güneş panelleri ve bir depolama sistemiyle bağımsızlığınızı ilan edip, petrol fiyatı arttı, doğalgaz zıpladı haberleriyle ilgilenmezsiniz. Güneşin yakıt maliyeti yok.

Enerji nerede kullanılacak?

Enerji üretimi ve dağıtımını tamamen kamulaştırsak bile bir maliyeti olacak. İletim ve dağıtım hatlarının bakımı, santralların işletmesi gibi hizmetlerin de karşılanması şart. Kamunun kâr beklemeden bu hizmetlerini sunduğunu düşünürsek faturaların biraz hafifleyeceği ortada. Ancak burada bizi bekleyen bir tehlike var. Çok ucuz enerji tüketimi artırabilir, enerjinin verimli kullanılmasının önüne geçebiliriz. Doğu Bloku’ndaki sorunlardan biri de buydu, o ülkelerde enerji yoğunluğu çok yüksekti. Enerji üretirken ödediğimiz bedeli fiyata yansıtmanın bir yolu, kullanılan alana göre fiyatlandırmak olabilir. Ekmek üreten bir fabrikaya verilen elektriğin fiyatıyla, lüks bir ürün üreten fabrikaya verilen elektriğin fiyatı farklı olmalı. ÖTV ve vergi kalemleri daha çok tüketiciyi ilgilendirdiği için üretim aşamasındaki karar verme süreci üzerinde etkisiz kalabiliyor. Ucuz enerjiden çok enerjinin verimli kullanılmasına ve kimsenin temel ihtiyaç haline gelen enerjiden mahrum kalmamasına odaklanmalıyız.

Başka bir “kamulaştırma” mümkün

Mümkün olan herkesi, evinin çatısında, köyünde, sitesinde ve apartmanında elektrik üretmeye teşvik edebiliriz. Enerji kooperatifleri, belediyelerin kuracağı enerji şirketlerine ortaklık ve daha pek çok farklı yolla üretimi başka türlü “kamulaştırabiliriz”. Enerjide kendine yeten her köy, kasaba iletim ve dağıtım kaynaklı maliyetlerin düşmesine, kayıpların azalmasına yarar. Resmi rakamlara göre iletim ve dağıtım kaybı yüzde 10 civarında. Yarıya indirmek iki büyük kömür santralının üretimine eş elektrik demek.

Türkiye ısrarla yenilenebilir enerjiyi şirketler aracılığıyla geliştirmeye çalışsa da bireyler veya kooperatiflerle yola çıkmak da mümkün. 2019 yılında Almanya’daki 120 bin megavatlık yenilenebilir enerji kurulu gücünün yüzde 40’ına çiftçiler ve bireylerin sahip olduğunu düşünürsek, devletin doğru yönlendirmeleri, enerjide 4-5 şirkete bağlı kaderimizi kökten değiştirebilir. 2019’da Almanya’nın yenilenebilir enerji kurulu gücü 120 bin megavatı geçiyordu. 50 bin megavatına yakınının bireylerin elinde olması demek neredeyse bugün Türkiye’deki tüm barajların, rüzgar ve güneş santrallarının yurttaşların elinde olması anlamına geliyor. Tarlalarda çiftçilere ait rüzgar türbinleri, köylerde biyogaz tesisleri ve kentlerde de evlerin çatılarında fotovoltaik paneller var. Enerji kooperatifleri de oldukça yaygın. Kamulaştırmayı tartışırken halkın enerji üreticisi ve tüketicisi olduğu başka bir modelin mümkün olduğunu unutmamalıyız.

Havuç olmadan sopa olmaz 

Enerjiyi daha az kullandıracak ve bunu teşvik edecek bir sisteme ihtiyacımız var. Kademeli fatura gibi, “havuç ve sopa” içeren uygulamalarla az kullanımı teşvik etmekte bir sakınca yok. Ancak, insanların tasarruf yapabilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmadan çok tüketeni cezalandırmaya kalkarsanız kademeli tarifede havuç kalmaz, sadece herkesi sopalarsınız. AKP’nin yaptığı da buydu ve sopayla karşılaşan insanlar isyan etti. Daha iyi yalıtımlı binalar, enerjiyi tasarruflu kullanan ev aletleri veya ulaşım araçları, elektrik üreten güneş panelleri için vergi indirimi veya uygun kredi gibi hiçbir aracı halkın kullanımına sunmayan iktidar partisinin yurttaşlara “artık az enerji harcayın, harcamazsanız daha çok ödeyin” demesi haklı olarak herkesi isyan ettirdi. Acı çekiyoruz ama iyi tarafından bakalım. Yeniden kuracağımız Türkiye’nin enerji politikası nasıl olmalı, onu tartışmaya başladık.

Elektrik zammı kaderimiz değil

Özgür Gürbüz-BirGün / 9 Ocak 2022
 
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ni hepimiz biliriz. Elektrik enerjisinin, günümüzün endüstriyel toplumunda bir ihtiyaç olduğunu kabul edersek, herhalde onu hiyerarşi basamağının en altına, yani en öncelikli ihtiyaçlar kısmına yazarız. Günümüzde elektriksiz bir barınmadan bahsetmek oldukça zor. Son bir yılda elektrik fiyatları konutlarda yüzde 72,5 ila yüzde 158,7 oranında arttı. Elektriğe, asgari ücretlinin, memurun maaş artışının çok üstünde zam geldi. Bu zamlardan sonra elektrikle yaşamak da oldukça zor. 

Elektrik zammı gibi yurttaşların hayatını doğrudan etkileyen bu politik kararların gerekçelerinin, şeffaf bir şekilde halka açıklanması gerekir. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, 31 Aralık tarihli açıklamasında, “Dünya spot piyasalarında elektrik üretiminde kullanılan kömür fiyatlarında; 5 kat, doğalgaz fiyatlarında ise 10 katlık artışlar olmuştur” sözlerine yer verdi. Bu açıklamaya TMMOB’dan itiraz geldi. TMMOB’a bağlı odaların, elektrik, petrol ve doğalgaz zamları konusunda hazırladıkları özet raporda, kömürdeki artışın 2021 yılında 2 kat, doğalgazdaki artışın ise 1,4 kat olduğu belirtiliyor. TMMOB, yıl içinde yükselişler olsa da, yıllık artış EPDK’nin söylediğinden daha az olduğuna dikkat çekiyor.  
 
Zam yapmak yerine çılgın projelerden vazgeçelim
 
Görüldüğü gibi zamların iletişiminde, şeffaflık ve haklılığı konularında soru işaretleri var. Boşalan Merkez Bankası’nın kasalarını doldurmak için yüksek oranda zam yapıldığını söyleyenler de var. Bir soru da şu. Ekonomik kriz nedeniyle zaten çok zor koşullarda yaşayan, yüzde 42’si asgari ücretle geçim mücadelesi veren bir halka bu zamları yansıtmamak için devletin alabileceği bir önlem yok muydu? Kanal İstanbul gibi, “olmasa daha iyi olacak” bir projeden vazgeçilerek, oraya aktarılacak kaynak enerji fiyatlarındaki artışı yurttaşlara yansıtmamak için kullanılamaz mıydı? Bu önerileri hafife almayın, hamaset kabul etmeyin. Elektriğe yüzde 158 oranında zam yapacak kadar kritik bir durumdaysak, bu projeler gibi israf kalemlerini, şirketlere para aktarmaya yarayan ihale yöntemlerini konuşur, eleştiririz. Gazeteciler, böylesine bir kriz döneminde makam araçlarından, çift maaş alan bürokratlara kadar her konuyu gündeme getirir.

Enerji zamlarına önümüzdeki aylarda halkı rahatlatacak bir çözüm bulmak çok önemli ama ondan daha önemlisi bu soruna kalıcı bir çözüm bulmak. “Petrol, kömür ve doğalgazda dışa bağımlı bir ülkede, fiyat artışlarını kontrol edemezken bu soruna nasıl kalıcı bir çözüm bulabiliriz” diye sorabilirsiniz. Yanıt, sorunun içinde gizli. Petrol, kömür ve doğalgaza bağımlılığı azaltarak zamlara çözüm bulabilirsiniz. Bugün zamları, doğalgaz, kömür ve petroldeki fiyat artışlarına bağlayan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti bu sorunu çözmek için ne yapmış gelin verilerin eşliğinde hatırlayalım.

İthal kömürün yıldızı AKP döneminde parladı
 
Türkiye, 2021 yılının ilk 11 ayında elektrik üretiminin yüzde 33’ünü doğalgazdan sağlamış. Kömürün payı da yüzde 31’lerde ve bunun yarısından fazlası ithal kömür. 2020 yılında da ithal kömür santralları üretilen elektriğin yüzde 20’sinden sorumluydu. 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde Türkiye’de ithal kömür santrallarının kurulu gücü 145 megavattı. 2020 sonunda 8 bin 842 megavata çıkarak kurulu gücün yüzde 10’unu oluşturdular. 
 
2002 yılında doğalgaz santrallarının kurulu gücü 7 bin 247 megavattı. 2020 sonunda 21 bin 599’a çıktı. Eleştirmek için eleştirmeyelim. Doğalgazın, bundan 20 yıl önce çevreci bir yakıt gibi sunulduğunu, iklim krizine rağmen halen geçiş teknolojisi olabilir mi diye tartışıldığını düşünürsek, AKP yerinde başka hükümetler de olsa doğalgazda bir artış olacağını tahmin edebiliriz. Ancak, ithal kömür gibi bir kaynağı, güneş ve rüzgarın yükseldiği bir dönemde, Türkiye’nin enerji pastasına sokmanın ne gibi bir gerekçesi vardı; bunu anlamak mümkün değil. Aynı hata bugün yine dışa bağımlı nükleer santralla yapılmaya devam ediliyor. Bir sonraki elektrik zammının sebebi de Rusya’nın Akkuyu’da kurmaya çalıştığı nükleer santral olacak.

Güneş enerjisinin yakıt fiyatı değişmiyor
Ülkeyi ithal yakıtla çalışan doğalgaz, kömür ve nükleere (zenginleştirilmiş uranyum da ithal edilecek ve onun fiyatı da 2021’de yaklaşık %50 oranında arttı) bağlı kaldıkça fiyat artışı için bahaneler eksilmeyecek. O zaman radikal çözüm elektrik üretimini bu kaynaklardan arındırmaktan geçiyor. Çözüm için güneş enerjisini seçtiğimizi düşünelim. Güneş panellerinin özellikle güneş hücrelerinin ithal edildiğini, montajının burada yapıldığını biliyoruz. Ancak paneller ve gerekli yardımcı ekipmanlar alındıktan sonra fiyatı etkileyen başka bir faktör yok. Yakıtı güneş ve o da bedava. Panellerin ömrü boyunca (yaklaşık 25 yıl) elektrik fiyatını sabitleyebildiğiniz bir kaynak güneş enerjisi. Rüzgar ve biyokütle gibi diğer yenilenebilir enerji kaynakları da bu mantıkla çalışıyor. O halde, elektrik fiyatlarında dışa bağlı etkilerden korunmak için ilk adım yenilenebilir enerjiye geçiş olabilir ama ikinci adımı atmazsak bu da eksik kalır.

İkinci adım güneş panellerini elektriğin tüketildiği yerlere, evlerin, işyerlerinin, fabrikalarının çatılarına, tarımsal alanlarda belirlenen ortak alanlara kurarak dağıtım şirketlerini de aradan çıkarmak olmalı. Kullandığımız her kilovatsaat için dağıtım şirketlerine bir bedel ödediğimizi, İstanbul’da tükettiğimiz elektriği Adana’dan getirirken kayıplar yaşadığımızı unutmayalım. Başta güneş olmak üzere yenilenebilir enerjiyle tüketimimizi karşılayabilir, kalan ihtiyacı mikro şebekelerle sağlayabilirsek elektrik zamlarını da kandiller gibi tarihin bir parçası yapabiliriz. Yüzde 100 yenilenebilir hedefi inandırıcı gelmeyebilir ama bunun aslında önemi yok. Yüzde 100 dışarıdaki bir santrala bağlı olduğumuz bugünden yüzde 100 çatımızdaki güneş paneline doğru attığımız her adım kâr. İlk adımları attığımızda zaten yüzde 100’e koşabileceğimizi de göreceğiz.

Herkesin kendi elektriğini çatısındaki panelle, kooperatifle üretmesi önünde engeller olduğunu, bunun da dağıtım şirketlerinden, büyük santral sahiplerine ve onları destekleyen siyasilere kadar uzandığını biliyoruz ama direnemeyecekler çünkü dünya o yöne dönmüyor.

Kademeli tarifeden önce tasarruf politikaları gerekir

Orta vadeden tekrar günümüze dönelim. Elektrik zamlarıyla birlikte hayatımıza giren kademeli tarifenin yanlışlarına değinmeden olmaz. Yeni dönemde aylık tüketimi 150 kilovatsaatin (kWh) altında kalanlar elektriğe daha az, üstüne çıkanlar ise daha çok ödeyecek. TMMOB bu sınırın 230 kWh olması gerektiğini söylüyor, açıkçası ben bu rakamın çok yüksek buluyorum, bence elektrik tasarrufu ve verimli aletlerle 150 kilovatsaatlerde bir tüketim mümkün ama asıl sorun bu değil. İnsanların daha az elektrik tüketmesini teşvik etmek istiyorsak onlara enerjiyi tasarruflu kullanacakları araçları da sağlamalıyız. Bir evde elektrik tüketiminin üçte biri buzdolabından geliyor. Türkiye’de enerjiyi verimli kullanan buzdolaplarında KDV indirimi, ekstra taksit, uygun kredi var mı? Yok. Televizyondan çamaşır makinasına, hangi verimli elektrikli aletini teşvik ettiniz de şimdi insanlardan daha az elektrik tüketmesini bekliyorsunuz? TOKİ başta olmak üzere son 20 yılda yapılan binlerce konutun hangisinin çatısında güneş paneli var? Hangisinin yalıtımı göstermeliğin ötesinde? Hangisi güneş ışığından eksiksiz yararlanıyor ve bu yüzden aydınlatma harcamasını düşürebiliyor? Evlerine iyi bir yalıtım yapmak, çatısına su ısıtma ya da elektrik üretme amaçlı panel koymak isteyenlere, otomobillere sağladığınız gibi uygun krediler sağladınız mı? Bunların hiçbirini yapmadan, insanlara uygun araçlar sunmadan tasarruf yapmasını nasıl beklersiniz? Bu durumda tek çare var, evdeki bazı ampulleri söndürmek. En başta eski tip ampulleri tercih etmenizi öneririm, onlar daha fazla enerji tüketiyor.