Seçim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Seçim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Halkın gerçek gündemi AKP’ye hezimeti yaşattı

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Nisan 2024

CHP, 31 Mart 2024 yerel seçiminden, muhalefetin büyük bir bölümünün de desteğini alarak büyük bir zaferle çıktı. Devletin tüm imkanlarını kullanan, medyanın büyük bölümünü kontrol eden, DEM partisinin güçlü olduğu yerlerde taşıma asker ve polis oylarını bile devreye sokan tek adam iktidarının ortakları ise büyük bir hezimet yaşadı. Montaj videolar, yapay tartışmalar, yurt dışı kökenli gündemlerle her seçimde asıl sorunların konuşulmasının önüne geçen iktidar, bu defa gündemi değiştiremedi. Muhalefet belki de ilk kez bu oyuna düşmedi. Yoksulluk, emekli maaşları, artan kiralar, kredi kartı borçları, okullardaki aç çocuklar, istismar haberleri, kadın cinayetleri, güçlenen tarikatlar, umudunu yitiren gençler, ucuz gıda kuyrukları, ranta kurban edilen doğa ve Filistin’i konuşan halk, sandıkta da tercihini gerçek gündemi doğrultusunda kullandı.

Sarayın şatafatlı yaşamı emekli maaşına yenildi. “Van minüt” edebiyatı ile kazanılan seçimler, İsrail’le ticaretin gerçekliğiyle kaybedildi. Dini, çocuk istismarından dolandırıcılığa kadar kullanan bu yeni düzenin oyuncularının ‘siyasal İslam’ maskesi düştü.

Seçimin çok sayıda kazananı var. Halkın gündemindeki yoksulluk sorununu en iyi gören ve çözüm üretmeye çalışan başkanlardan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş onlardan biri. Tarihi bir fark atarak tekrar seçildi. AKP iktidarı zamanında zenginleşen partililer, tarikatlar, yandaş şirketler yüzünden toplumda şeffaflık, liyakat ve dürüstlük arayışı artmıştı. Bir zamanlar “iki anahtar” söylemiyle oy isteyen AKP ise seçmenin karşısına 600 daireli adayıyla çıkarak bildiğimi okurum mesajı verdi ve kaybetti.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Altılı Masa’nın farklılıklarının getirdiği yükü omuzlarında taşımak zorunda kalan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu bu seçime sadece Ekrem İmamoğlu olarak girdi. Bu onu daha da özgür kıldı, seçim kampanyasını istediği gibi yürütmesini sağladı. İstanbul’un sesi gürleştikçe Türkiye’deki diğer illeri de etkiledi. Genel seçimlerde altı partinin çıkaramadığı tek sesi çıkarmayı başardı. İyi bir ekip, basit ama etkili sloganlar, başarılı icraatlar İmamoğlu’nun halka yakın karakteriyle birleşince, Erdoğan ve arkadaşlarını üçüncü kez mağlup etmeyi başardı.

İmamoğlu’nun Türkiye’ye verdiği önemli bir ders daha var. Çılgın projelerin değil, halkın gereksinimini karşılayan icraatların kazanacağını gösterdi. Kanal İstanbul veya üçüncü köprü gibi dev bütçeli, doğa düşmanı projeler yerine, meydan düzenlemeleri, metro çalışmaları, kreşler, yurtlar, kadınlara öncelik veren destek projeleriyle “küçük işlerin büyük başarılar” kazanabileceğini herkese gösterdi. Uçak inmeyen havalimanları, araç geçmeyen köprülerle halkın parasını birkaç şirkete transfer eden ve onları yoksullaştıran iktidara karşı önemli bir çıkıştı bu.

Seçimin bir başka galibi de Özgür Özel oldu. Kısa zamanda çok da kolay olmayan bir değişimi hayata geçirdi. Parti içinde koltuklarına yapışmış birçok kişiyi karşısına alması, aday belirlemede yeni yöntemler denemesi cesaret gerektiren işlerdi. CHP’ye yıllardır kazanamadığı, sağın kalesi kabul edilen birçok belediye başkanlığını getirerek, oy oranını da AKP’nin üstüne çıkardı. Sadece memleketi Manisa’ya değil, bölgeye de hâkim olduğunu Denizli, Kütahya, Afyon ve Uşak’ta alınan sonuçlarla ispatladı. Partide genç isimlere ve seçimde de kadın adaylara daha fazla yer verdi. Seçime girdikleri 107 kadın adaydan 35’i başkanlık koltuğuna oturdu. İzmir’in neredeyse yarısı kadın belediye başkanlarınca yönetilecek. CHP’nin kazandığı dört büyükşehir, iki il, 28 ilçe ve 1 belde belediyesini artık kadın başkanlar yönetecek. Yıllardır sağ partilerin elinde olan Korkuteli ve Üsküdar’ın kadın adaylarla kazanılması üzerinde konuşulması gereken hamleler. Kadınlardan söz açılmışken, adı sık sık Hizbullah’la birlikte gündeme gelen Batman’da ipi önde göğüsleyen DEM Partili Gülüstan Sönük’e de ayrı bir parantez açmak gerek. Onun Batman’da vereceği mücadele Türkiye’deki kadın hareketi ve laiklik açısından da büyük önem taşıyacak.

Çevre mücadelesi için de bu seçimden birkaç güzel sonuç çıktı. Nükleer karşıtı hareketin yakından tanıdığı Metin Gürbüz Sinop Belediye Başkanı seçildi. Artvin Belediye Başkanı Bilgehan Erdem’i Cerattepe’deki madene karşı yürütülen mücadeleden de tanıyoruz. Osman Belovacıklı, Gerze’de termik santralı ilçeye sokmayan direniş sırasında belediye başkanıydı şimdi yeniden seçildi. İzmir’de Karabağlar, uzun yıllar Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanlığı yapmış Helil İnay Kınay’a emanet edildi. Amasra’da termik santrala net bir şekilde hayır diyen isimlerden Recai Çakır güven tazeledi. Akbelen direnişindeki destansı mücadelesiyle herkesin saygı ve sevgisini kazanan Necla Işık, İkizköy’ün yeni muhtarı oldu; “sistemin surlarında gedik açıldı”.

Sarayın surlarının yıkılması için dört yıl mı yoksa daha kısa bir süre mi bekleyeceğimizi ise belediyelerin performansı gösterecek. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı için artık bir umut var, en önemlisi bu umuda sıkı sıkıya sarılmak.

Örgütlenmenin çağa ayak uydurması lazım

Özgür Gürbüz-BirGün/ 2 Haziran 2023

Seçim bitti, demokrasi isteyen tarafta moraller bozuk. Adil olmayan koşullara rağmen az farkla da olsa kaybedilmiş bir seçim, tek adam rejimi karşısında birleşenleri haliyle mutlu etmedi. Şimdi muhasebe yapma ve yeniden örgütlenme zamanı.

Örgütlenmeyi çoğu kişi sokağa daha güçlü çıkmak için bir araç gibi algılasa da ondan daha fazlasından bahsediyoruz. Seçimden seçime tanıştığımız, oy verdiğimiz partileri değiştirmekten, sandıktaki gözlemciye adıyla seslenebilme avantajından, zor durumdaki bir yoldaşa yaslanacak omuz olabilmekten. Sendikada çoğalarak hakkımızı aramaktan bahsediyoruz. İdeallerimizi, bir dernek çatısında daha etkin bir biçimde gerçekleştirmekten, aynı idealleri paylaşanlarla buluşmaktan söz ediyoruz. Sadece bunlar da değil, iş arayana iş bulabilmek, sesini duyuramayanın sesini duyurmak için de örgütlenmeliyiz.

Bir milyon üyeli, aktif bir örgüt düşünün. Kulağa hoş geliyor ama yeterli değil. Örneğin CHP bunlardan biri ancak bu örgütün birlikte iş yapabilme, haberleşme becerileri tartışılır. Mesajların ortaklaşmadığına, bilgiye erişimde sorun yaşandığına hepimiz onlarca kez şahit olduk. Örgütlenmek ilk adım gibi görünse de aynı anda atılması gereken bir başka adım da örgüt içi iletişim. Başta siyasi partiler olmak üzere tüm örgütlerin, WhatsApp’ın ötesine geçen dijital iletişim kanallarına ihtiyacı var. Gençlerin siyasete dahil olmalarını da kolaylaştırabilir bu araçlar.

Kağıt üstünde değil, çağa uygun olarak dijital platformlarda, hiyerarşiye takılmadan iletişim kuran, ilgi alanlarına göre gruplaşan, iş yapmak için bir araya gelmelerini sağlayan araçlarla desteklenmiş bir parti, bir sendika veya bir dernekten bahsediyorum. Bir milyon kişinin onda biri o gün içinde aktif olsa sosyal medyada istediği konuyu gündeme getirebilir, haksızlığın yaşandığı yerde olabilir veya aynı anda birçok şehirde aynı etkinliği düzenleyerek ülkenin gündemini değiştirebilir. Boykotlar, etkinlikler, protestolar daha kolay örgütlenir, çözüme dair örnekler bir anda ülkenin bir ucundan diğerine ulaşır. Karar alma süreçleri hızlanır, süreçlere katılım artar.

Sokakta bir milyon üyeyi her zaman buluşturamazsınız ama dijital dünyada bir milyon kişinin görüşünü alabilir ya da onların paylaştığı bir anketin sonuçlarına bakarak yüzbinlerce kişinin ne düşündüğünü öğrenebilirsiniz. Üye sayısının az olduğu bölgelerdeki üyelerin bile, ülkenin her köşesindekilerle bir bütün içinde olmasını sağlar. Paylaşılan belgelere herkes rahatça ulaşır, strateji ve iletişim kampanyalarında ortaklaşılabilir. Her şeyden önce bilgi çok hızlı paylaşılır. Çok seslilik korunur ama mesajlar demokratik ve hızlı bir süreçten geçirilerek kısa sürede ortaklaştırılabilir. Uzlaşma kültürünü öğretecek araçlar dijitalde mevcut. Bu örgüt içi disiplini de beraberinde getireceğinden, eleştiriler örgüt içinde kalır, dağınıklık ortadan kalkar. Kararlılık öne çıkar. Dijitale övgüler dizerken bir gerçeği de atlamayalım. İmza kampanyası gibi yöntemleri sadece dijital mecralarla sınırlamak da doğru değil. Bu kampanyalar, sokakla temas ettiğiniz, görünürlüğünüzü artırdığınız eylemler. Sanal dünyayla gerçek arasında iyi bir denge şart.

Bazen yakama nükleer karşıtı rozetlerimden birini takarım. Onu taktığımda, otobüste, sokakta davranışlarıma daha çok dikkat ederim. Çünkü benim yanlış bir hareketim, sözüm, tüm nükleer karşıtlarına mal edilebilir diye düşünürüm. İşte örgütlülük böyle bir şey. Tek olsanız bile hep çok olduğunuzu hatırlatır, güven verir, sorumluluk yükler. Bir sivrisinek güçsüzdür ama aynı odadaki 10 sivrisinek kimseye uyku vermez.

Türkiye’de daha demokratik bir yönetimin olmasını istiyorsak, sadece sandıkların başında iki gün bekleyerek bunu yapamayacağımızı kabul etmeliyiz. Devrim hayat boyu sürer ve mücadele de hayat boyu sürer. Kötü haber; mücadelenin tatili yok. İyi haber: mücadele etmekten daha güzel bir şey yok. Dans edemediğimiz devrimin, devrim olmadığını unutmazsak elbette.

İkinci turda kazanmak için

Özgür Gürbüz-BirGün / 17 Mayıs 2023

Milletvekili Genel Seçimi ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nin ilk turu bitti. Anadolu Ajansı’nın 16 Mayıs 2023 verilerine göre, Cumhurbaşkanlığı yarışında Recep Tayyip Erdoğan’ın oy oranı yüzde 49,24, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise yüzde 45,06 oldu. Sinan Oğan yüzde 5,28, adaylıktan çekildiğini açıklayan Muharrem İnce ise yüzde 0,42 oranında oy aldı.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura giderken önümüzdeki tablo bu. Anketlerin hemen hemen hepsi yanıldı. Cumhurbaşkanlığı seçiminden Kılıçdaroğlu’nun önce çıkacağını söyleyen Orc Araştırma, Saros, Piar, Alf, KONDA, Artıbir Area, Ser-Ar, Metropoll, Gezici ve Aksoy adlı araştırma şirketlerine seçmen ters köşe yaptı. Erdoğan’ın ilk turda seçimi kazanacağını belirten Optimar, Genar gibi şirketler de aynı kaderi paylaştı. Görebildiğim kadarıyla sokağı iyi okuyabilen iki anket şirketi var. Betimar ve Asal. Betimar, Erdoğan’ın yüzde 49,1, Kılıçdaroğlu’nun ise yüzde 45 oy alacağını tahmin ederek neredeyse sonuca çok yakın bir değerlendirme yapan tek araştırma şirketi oldu.

İnce ve Oğan’ın oyları Kılıçdaroğlu’na yakın
Asal’ın Erdoğan’ın yüzde 49,1, Kılıçdaroğlu’nun 46,3 aldığı 27 Nisan – 2 Mayıs tarihleri arasındaki araştırmasını da yabana atmamak gerek. Asal, seçimlerin ikinci tura kalması halinde Kılıçdaroğlu’nun farkı kapatacağını ama Erdoğan’ın seçimi yüzde 50,8 oranla kazanacağını da anketinin sonucu olarak duyurmuştu. Farkın kapanmasının muhtemel nedeni, ilk turda Muharrem İnce’ye oy vereceğini söyleyen yüzde 2,7’lik bir kitle ile, Sinan Oğan’a oy vereceğini söyleyen yüzde 1,9’luk kitlenin, ‘ikinci turda oyunuzu kime verirsiniz’ sorusuna çoğunlukla Kılıçdaroğlu demesi. O ankette İnce ve Oğan’ın oylarının yaklaşık üçte 2’si, iki adayın kaldığı durumda Kemal Kılıçdaroğlu’na gidiyor. Oğan ve İnce’nin seçmen kitlesini düşündüğümüzde bu akıl yürütmenin tutarlı olduğunu düşünebiliriz.

Bunun üzerinden eldeki seçim sonuçlarına bakarak bir projeksiyon yapalım. İnce ve Oğan’ın oyları, bir yönlendirme olmazsa ve Asal’ın anketindeki gibi (3’te 2’si Kılıçdaroğlu’na şeklinde) dağılırsa, Erdoğan’ın oylarında yüzde 1,76, Kılıçdaroğlu’nun oylarında ise yüzde 3,52’lik bir artış görülecek. Aradaki fark,yüzde 2,5’a inecek. Bu durumda Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a oy vermiş kişilerden yaklaşık yüzde 1,3’ünün oyunu alması halinde ikinci turda Cumhurbaşkanı olabilir. İlk turdaki sonuçlara ve milletvekilleri seçim sonuçlarına bakarak moralini bozanlarla öncelikle bu tahmini paylaşalım. Tüm bu hesaplamaların seçime aynı sayıda kişinin katıldığı durumda geçerli olduğunu hatırlatalım. Bir milyonu bulan geçersiz oyun azalması, katılımın artması başka bir hesabı da beraberinde getirir elbette. AKP’den alınacak oylarda da Hüda-Par ve Yeniden Refah Partisi nedeniyle arka plana itilen Cumhur İttifakı’ndaki kadınlar ve milliyetçiler hedeflenebilir.

Seçmen yine fikir değiştirebilir
İkinci turda Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanması sanıldığı gibi mucizevi bir durum değil. Özellikle de seçimden hemen önce yapılan çok sayıda anketin tam tersi bir durumu anlattığını hatırlarsak. Bu şirketlerin birçoğu yıllardır güvenilir sonuçlar sunan araştırma şirketleriydi. Manipülasyondan çok seçmenin yüzde 4’e yakın bir kesiminin, seçime çok az bir gün kala fikrini değiştirdiğini gösteriyor. Bu seçmenler 12 gün içinde yeniden kazanılabilir ve durum tersine dönebilir. Mesele, onları son anda karar değiştiren nedeni bulmakta. Ya AKP’nin bir icraatı, vaadi veya söylemi onların fikrini değiştirdi ya da muhalefetin. Seçimin son günlerini hatırlamakta fayda var.

AKP’nin özgün bir vaadi yok
AKP, seçimin son günlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun memur maaşlarıyla ilgili vaadini de sahiplendi ve kamu işçilerinden sonra memura da gülücükler dağıttı. Bu ekonomik krizdeki yurttaşların bir bölümünün oylarını geri almasına neden olmuş olabilir. Bir yandan da Millet İttifakı’nı PKK ile birlikteymiş gibi gösteren iftira kapsamında değerlendirmesi gereken videolar gösterdi. Parti örgütleri ve yakın gruplar da bu iftiraları destekleyecek bildiriler dağıttı, afişler astı. Camilerde mitingler düzenledi. Bahçeli de konuşmalarıyla farkında olmadan son günlerde gündemi dağıttı.

Millet İttifakı Cephesi ise özellikle son haftalarda, özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağzından sürekli hesap sorma konusunu dinledi. Kılıçdaroğlu, memur maaşlarından aile sigortası gibi maddi kaynak gerektiren vaatlerinin kaynağını soranlara açıklamak için bu hesap sorma konusunu gündeme getirse ve “Beşli Çeteye” odaklanmaya çalışsa da bu hesap sormanın kendisine de uzayabileceğini düşünen geniş bir kitleyi endişeye düşürmüşe benziyor. Hesap sorma süreci ya daha iyi açıklanmalı ya da seçim sonrasına bırakılmalı.

Cumhur İttifakı’nın yeni bir vaadi olmadığını seçim öncesi gördük. Bu durumda ekonomiyi, gelir dağılımındaki bozukluğu ve adaletsizliği düzeltemeyeceklerini itiraf etmiş oldular. Seçmen bunun farkında olmayabilir çünkü muhalefet zamanının büyük bir bölümünü kendine yöneltilen suçlamalara yanıt vermekle harcadı. Muhalefet, başka bir Türkiye hayalini daha iyi tasvir etmeli. İnsanlar normali unuttu, gözlerinin önüne getiremiyor olabilirler.

Rusya çıkışı güven sorunu mu yarattı?
Kılıçdaroğlu'nun Rusya çıkışı da AKP tarafından yayılan, “Erdoğan kalırsa ülke dış güçlere karşı daha güvenli olur” iddiasını destekleyen bir etki yaratmış olabilir. Avrupa ve dünyanın Rusya’nın yanında ve karşısında diye ikiye ayrıldığını biliyoruz ancak Türkiye’de böyle bir ayrım yok. Aksine, Metropoll Araştırma Şirketi’nin 30 Mart 2022’de yaptığı bir araştırmada, katılımcıların yüzde 48’i durumdan NATO ve ABD’yi sorumlu tutmuştu. Buna Türkiye’deki ABD karşıtlığını da eklerseniz, kendisini ABD’ye karşı savunmasız gören ve bu durumda Rusya ile ilişkileri koparmak istemeyen ciddi bir kesimin Türkiye’de yaşadığını görürsünüz. Rusya’ya enerjide bağımlılığı da düşününce, Kılıçdaroğlu’nun açıktan Kremlin’i hedef alan bu çıkışının, AKP’nin ucuna “güvenlik” yemini koyduğu oltayla balık tutmasına neden olduğunu söyleyebiliriz.

Ne yapmalı?
Millet İttifakı’nın sosyal medya ve mitingler dışında sahada ne yaptığına çok hakim değilim. Özellikle İç Anadolu’da, kapı kapı çalışma yapılması, bu çalışmaların da ittifakın muhafazakar seçmene yakın Saadet, Deva ve Gelecek partili kadrolarca yapılması elzem gibi duruyor. Twitter ve muhalif kanallar İç Anadolu’ya ulaşmıyor olabilir. El ilanları, ev ziyaretleri, apartman toplantıları önemli. Dijital reklamlar da bu bölgelere odaklanmalı.

Toplumca hafızamızın da iyi olduğunu düşünmüyorum. Mitinglerde yapılacaklara odaklanmak iyi ancak Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasında yapılacak bir seçimde, Erdoğan’ın seçim sürecinde sakladığı yanlış icraatlarını anlatan videolara, Türkiye’ye mal olduğu sonuçlara daha fazla değinilmeli. Bu sadece yanlış faiz kararıyla eriyip giden Türk lirasıyla sınırlı değil. Afet ve felaketlerden sonra takınılan tavır, kutuplaştırıcı söylemler, dağıtılamayan 5 maske, enflasyon ve çadır satışı gibi onlarca kötü icraatı videolarla hatırlatmakta fayda var. Halkın derdini çok net bir şekilde anlattığı onlarca video var sosyal medyada, özellikle sokak röportajlarında. Unutmayalım, iletişimde gerçeklik çağındayız. Bir siyasetçiden çok adını tanımadığımız ama bizden ve gerçek biri olduğunu bildiğimiz kişinin sözü daha etkili olabiliyor bu çağda.

Milliyetçi oylar kazanılabilir mi?
Gerek Oğan’ın oylarından gerek Cumhur İttifakı’nın son haftalarda mitinglerde yaptığı vurgulardan, milliyetçi oyların Türkiye’de siyasette hâlâ belirleyici olduğunu anlıyoruz. Millet İttifakı’nda İyi Parti’nin bu konularda daha fazla öne çıkması gerek. Milliyetçi tabanda son zamanlarda göçmen karşıtlığıyla ilgili söylemler Kürtlerle ilgili söylemlerin önüne geçti. Milliyetçilerin yeni oy kaynağı aslında göçmenlerle ilgili sorunlar. Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu göçmen sorununun, AKP kaynaklı olduğu, başta Suriye olmak üzere dış politikada yapılan seçimlerin sorunu bu boyuta getirdiği ve dolayısıyla sorumlunun Erdoğan olduğu hatırlatılabilir. Erdoğan iktidarda kaldığı sürece milliyetçilerin itiraz ettiği AB ile yapılan anlaşmadan, sınırların kontrolsüzlüğüne kadar birçok durumun aynı kalacağını söylemek yanlış olmaz. Yunanistan’dan Suriye’ye kadar birçok ülkeyle savaşa gireceğimiz söylemlerinin bu iktidar döneminde ateşlendiğini, Türkiye’nin güvenliğinden endişe edenlere hatırlatmakta fayda var.

Sinan Oğan’ın kırmızı çizgi olarak belirttiği Hüda Par ve HDP ilişkisinde ise Millet İttifakı, Cumhur’a göre daha avantajlı. Cumhur İttifakı, Hüda Par ile Hizbullah ilişkisini reddetse de kendi seçmen kitlesini bile inandırması güç. Hüda Par’ı tarihlerinde ilk kez Meclis’e taşıyan parti de AKP oldu. Millet İttifakı’nın ise Yeşil Sol adı altında Meclis’e giren HDP kökenli milletvekilleriyle bir ittifakı yok. HDP zaten kendi seçmeniyle Meclis’e girebiliyordu. 12 günde Kürt sorununa çözüm bulmak ve HDP’nin milyonlarca oy alan meşru bir parti olduğunu anlatmak gerçekten zor. Ondan daha zoru ise Hüda-Par’ı ve MHP’nin Hüda Par’la aynı saflarda olmasını anlatmak.

Son nokta ise elbette umut ve moralle ilgili. Muhalefetin seçimin başından beri en kötü olduğu alan iç iletişim oldu. İyi Parti’nin çekilmesinde, Muharrem İnce olayında, acelece atılan tivitler, sarf edilen sözler kazanılabilecek oyları kaybettirdi. Siyaset fevri hareketlerle yapılacak bir iş değil. Seçimler de sandıkları korumakla kazanılmıyor, aylar süren örgütlü çalışmalar ve uzun soluklu bir mücadele istiyor. Bunu yaptık mı, yapacak mıyız? En geç kaldığımız konu örgütlenme. Seçim sonucu ne olursa olsun bu konu artık ihmal edilmemeli. Sendikan, siyasi partin, derneğin yoksa geleceğin de yok.

Umutlu olmak için nedenimiz var
Muhalefet ve özellikle gençler iyi haberi yıllardır bekliyor, o yüzden de haklı olarak biraz sabırsızlar. 2019 Yerel Seçimleri ve bu seçimlerde AKP ve MHP koalisyonunun sürekli oy kaybettiğini, Meclis’te çoğunluğu alsalar da bir önceki döneme göre daha güçsüz olduklarını görmeyi unutuyoruz. AKP’nin tüm engellemelerine ve “yönetemez bunlar” iddialarına rağmen AKP’den alınan büyükşehirlerde halk ittifak adayı Kılıçdaroğlu'nu öne çıkardı. Bu da muhalefetin yönettiği kentlerde iddiasını sürdürdüğünü gösteriyor. Büyük bir olasılıkla bu kentleri gelecek seçimde de elinde tutmayı başaracak. 

Beklenti daha hızlı bir gerileme ama eşit şartlarda girilmeyen seçimlerde süreç o kadar hızlı ilerlemiyor. Örgütlü olmayınca da kırılganlığınız artıyor. Önümüzde kaybedilmemiş bir seçim var, o zaman kazanmak için sahaya çıkmak tek seçenek, gerisi vakit kaybı. Maç oynanmadan kazanılmıyor.

İklim krizinde son viraja girdik

Özgür Gürbüz-BirGün / 15 Mayıs 2019

Atmosferdeki karbondioksit miktarı insanlık tarihinde görülmemiş bir seviye ulaştı. Milyonda 415 parçacığa (ppm) ulaştı. Bilim insanları bize 350’yi geçmeyin diyordu. Politikacılar ise “350 zor bari 450’de sınırlayalım, zararı azaltalım” dediler. Kötünün iyisine razı ettiler. Buna rağmen petrol, kömür ve doğalgaza bağlı ekonomiler, adını koyup söylersek kapitalizm bilim insanlarını da “iyi niyetli politikacıları” da dinlemedi.

450 ppm’lik sınır değeri geçmemize 10-15 yıllık bir süre kaldı. Ne oluyor 450’yi geçince? Meteorolojistler, bilim insanları aşır hava olaylarının sayısı ve sıklığının iyice artacağını söylüyor. Başımıza yılda bir kez dolu yağıyorsa, belki iki veya üç kez ve daha şiddetli yağacak. Beş yılda bir kuraklık yaşayan ülke üç yılda bir kuraklık yaşayacak. Sel baskınıyla 40 yılda bir karşılaşan köyler, 10 yılda bir karşılaşır hale gelecek. 2003 yılında Avrupa’da başta yaşlılar olmak üzere binlerce kişinin canını alan sıcak hava dalgaları, kapımızı daha sık çalacak.

Yazdıklarım başka bir ülkenin felaket senaryosu değil. Adını da koyalım. Malatya’da çiftçi ürün kaybedecek, İstanbul’da kentli arabasını, evinin camını kıran dolunun hasarını ödeyecek, Ankara’da belediyeler sel baskınlarıyla, Antalya’da afet ekipleri hortumların yarattığı mal ve can kaybıyla uğraşacak. Rize’de toprak kayması ve taşan seller mal ve can ayırmadan suyuna kapıp götürecek. Kutup ayıları ve buzullar mı? Elbette onlar da yavaş yavaş erimeye ve daha büyük felaketlerin tetiğini çekmeğe devam edecek ama biz Türkiye’de oturanların belki de en son aklına kutuplar gelecek çünkü buradaki dert bize yetecek.

Oturup beklemek de bir seçenek ama çözümün elimizin altında, zamanımızın da azalsa bile hala var olduğu şu günlerde felaketi beklemek akıllı bir insanın yapacağı iş değil. Kömürden, petrolden, doğalgazdan vazgeçeceksin kardeşim; yapacağın iş çok basit. Elektriğini kömürden değil güneşten üreteceksin, ürettiğini en verimli şekilde, tasarruf ederek tüketeceksin. Bir yerden bir yere uçakla, otomobile değil, trenle toplu taşımayla gideceksin, petrolden elektrikli araca geçip, aracını da güneşten, rüzgardan şarj edeceksin. Isınmaya yalıtımla başlayacaksın. Az enerji harcayarak ısıtan binalar yapacaksın. Bunların hepsi mümkün ama oy verdiğin politikacılar bunları yapmıyor sevgili kardeşim.

O zaman sandığa gittiğinde “deli projelere” değil, geleceğine oy vereceksin. Köprüye, otoyola, otomobile değil trene, metroya, bisiklete oy vereceksin. Kömür ve nükleer santralı yatırım diye yutturana değil güneş ve rüzgara, çatına enerji santralını kurmana izin verip şirketleri değil halkı zengin edene oy vereceksin. Akılsız beton binalara, dev gibi kentler kuranlara, “en büyüğü yaptığını” söyleyenlere değil enerjisini kendisi üreten geleceğin ev ve mahallelerine, “küçük güzeldir” diyenlere, yeşil alanları koruyana, tarım alanlarına bina kondurmayanlara oy vereceksin.

Ve bir zahmet uyanacaksın be kardeşim. Bugün ve bundan sonraki her gün Dünya İklim Günü, bugün uyanmayacak ve uyandırmayacaksan yarın çok geç olacak.

Gözündeki umudu seviyorum

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Haziran 2018

Sık sık seçim olan bir ülkede pazartesi günleri yazı yazmak ne zor işmiş. Bu seçim sonuçlarını görmeden yazdığım kaçıncı yazı hatırlamıyorum. Siz bu yazıyı okuduğunuzda sonuçları biliyor olacaksınız. Belki şu an kutlama yapıyorsunuz belki de haksızlıklar için mücadele ediyorsunuz. Sonuçları henüz bilmiyorum ama önemli değil. Size kazananı söyleyebilirim. Türkiye’de seçimi umut kazandı!

Bu seçimde çok şey değişti. Haksızlığa, adaletsizliğe, yolsuzluğa karşı gösterilen tepki kitleselleşti. Sadece sol partiler değil, İyi Parti ve Saadet Partisi gibi iki sağ partinin de Adalet Yürüyüşü ile sloganlaştırılan, “hak, hukuk, adalet” talebine en güçlü şekilde katıldıkları görüldü. Adaletli, hukuka dayalı, yasama, yürütme ve yargının bağımsız hareket edebildiği bir demokratik sisteme dönüşün umudu arttı. Tek adamcılar, hukuku hiçe sayanlar, yolsuzluğa göz yumanlar ülkemizde azınlık ve şimdi onlar da bunu biliyor.

Barış ve huzur isteği her türlü talebin önüne geçti. İktidarı tek bir adamın etrafında toplamayı amaçlayan ittifak planına karşı, demokrasi talebi garip geldi. Asıl ittifakı demokrasiye, parlamenter sisteme inanalar yaptı. Padişahlık hayali, tek adam saltanatı, saraylardaki dokunulmazlıklar çöktü. Bu ülkenin insanlarının yoksul halkın parasıyla saltanat sürmek isteyenlere hayır diyeceği kesinleşti. Seçimin belki de en çarpıcı sloganı, “Patates, soğan; güle güle Erdoğan” oldu. Patates alamayan vatandaşa iktidarın vaadi ise kıraathane ve ücretsiz kek oldu. Ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin misali… Ona oy verenler bile sarayın halkın düştüğü durumla ilgilenmediğini anladı. Refleksleri hızlı olanlar bu seçimde saraya oy vermeyi bıraktı, diğerleri de bundan sonra bırakacak.

Umut fakirin ekmeğiydi, o umut kitleselleşti, miting alanlarını doldurdu. Sarayları savunanların mitingleri zayıf, isteksiz kitlelerce, “emirle” doldurulurken, başta Muharrem İnce olmak üzere muhalefetin mitingleri inançlı ve heyecanlıydı. Türkiye tarihinin görmediği büyüklükte mitingler arka arkaya ve ülkenin dört bir yanında gerçekleşti. Devlet imkanları seferber edilmedi, gelenlere para ödenmedi, memurlar veya öğrencilere mitinge katılmaları yönünde tehdit mesajları gönderilmedi ama milyonlar sokağa çıktı. Seçime üç gün kala üç büyük kentte 10 milyona yakın insan toplandı. O insanların gözündeki umut, ülkenin umudu oldu. Hırsızlık, oy çalma ve baskıya müsaade edilmeyeceği o mitinglerden gelen mesajlardan belliydi.

İktidarın tekelindeki medya iyice itibarsızlaştı. Çoğunun seçimin kaybedilmesi durumunda yayın politikalarını değiştirmeye hazırlandığına emin olabilirsiniz. Çok geç kaldıklarını hepimiz biliyoruz. Halk o kanalları da, o kanallara mecbur kaldığı için değil çıkarı için hizmet verenleri affetmeyecek. Küçümsedikleri, tek stüdyoya dünyayı sığdırmaya çalışan kanalların izlenme oranları plazalardaki ihtişamlı kanallara fark attı. Medya’da da sarayda oturanlar  kaybetti. 25 Haziran’dan sonra bağımsız medya daha da güçlenecek. Uydu antenleriyle bağımsız kanallar izlenecek. Kimse yandaşları unutmayacak. BirGün gibi gazetelere abonelikler artacak. Yeni bir Türkiye kuruluyor ve artık halk bu yeni ülkenin medyasını da kendisinin kurması gerektiğini biliyor.

En önemlisi de bu seçimden sonra ülkedeki kutuplaşma azalacak. Ayrımcılığın, şiddetin dili kaybedecek. Irkı, dini, mezhebi farklı olsa da ezilenlerin aynı safta birleşmesi Türkiye’de ön yargıları kıracak. Kıyafet, mezhep, ırk ve din üzerinden politika yapıp dostları düşman edenlerin ömrü doldu. Devir soğanı bulma ve adaletli bir şekilde paylaşma devri.

Bu seçim döneminde ben insanların gözünde bu umudu gördüm. Bu umudun onları mutlu ettiğine şahit oldum. Ben zaten bu ülkenin dağından, denizinden çok insanındaki umudunu seviyorum.