atık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
atık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Atık ithalatında yine zirvedeyiz

Özgür Gürbüz-BirGün / 15 Mayıs 2025

Foto: Antoine GIRET on Unsplash
Avrupa Birliği’nin (AB) 27 ülkesinin en çok atık ihraç ettiği ülke 2024 yılında da Türkiye oldu. Bir önceki yıla göre AB’den alınan atık miktarı biraz artarak 12,3 milyon tona çıktı. 2023’te bu rakam 12,2 milyon tondu. “Geri dönüştürülebilir hammadde” adıyla tanımlanan Türkiye’nin atık ithalatının mali değeri de 4 milyar 182 milyon avro oldu. Türkiye’den AB-27 ülkelerine yapılan ihracatın mali değeri ise 658 milyon avroda kaldı. Hurda atık alışverişinde de açık verdik.

Türkiye Avrupa’nın en çok atık gönderdiği ülke olma unvanını bu yıl da elinde tuttu. Türkiye’yi 3,8 milyon tonla Birleşik Krallık, 3,1 milyon tonla da Hindistan izledi.

Türkiye’ye gönderilen atıklar arasında en büyük pay hurda metallerde. 2024 yılında 27 AB ülkesinden 10 milyon 742 bin ton hurda metal ithal eden Türkiye, karşılığında 3 milyar 865 milyon avroluk bir ödeme yaptı. Türkiye’nin en çok para ödediği atık kalemi bu yıl da hurda metaller oldu. Hollanda ve Belçika bu ithalatta kapısını en çok çaldığımız ülkeler oldu. Hurda metalleri, hurda kâğıt ve karton ürünleri takip etti. 537 bin tona yaklaşan kullanılmış kâğıt ve karton ithalatında öne çıkan ülke ise Bulgaristan.

Atık ticaretinde en çok tepki toplayan kalemlerden biri ise hiç kuşkusuz plastik atıklar. Hurda plastik ithalatı tüm tepkilere rağmen bir yıl öncesine göre artarak 425 bin tona ulaştı. 2023’te 314 bin tondu. Liste bunlarla da sınırlı değil. 222 bin ton organik malzeme, 210 bin ton mineral, 75 bin ton tekstil, 28 bin ton cam, 308 ton kauçuk, 296 ton tahta ve 12 bin ton da belirli bir başlık altında sınıflandırılmayan atık geçen yıl AB-27’den Türkiye’ye gönderildi. 

Atıkların hammadde ihtiyacını karşılamak için ithal edildiği söylense de plastik gibi birçok maddenin Türkiye’deki akıbeti konusunda büyük soru işaretleri var. Bu atıkların ne kadarının geri dönüştürüldüğü ve ne kadarının yeni ürün üretiminde kullanıldığı, bu işlemler sırasında oluşan yeni atıklarla nasıl baş edildiği tartışma konusu. Dönüştürülemeyen atıkların yakıldığı, çimento fabrikalarına gönderildiği veya doğaya bırakıldığı da iddialar arasında. Atık toplanan alanlarda arka arkaya çıkan yangınlar da “çöp kıvamına gelen atıklardan bu yolla kurtulunuyor” şüphesi uyandırıyor. Türkiye’deki geri dönüşüm tesisleri Türkiye’nin atığıyla baş edemezken, belediyeler atıklardan yakarak kurtulmaya çalışırken, yurt dışından gelen atıklar sorunu daha da büyütüyor.

Plastik gibi birçok atığın yakılmasının çevre ve insan sağlığı üzerinde önemli sağlık sorunlarına yol açtığı biliniyor. İş sadece Avrupa’yla da sınırlı değil. AB dışında dünyadan da hurda kapsamında tonlarca atık alınıyor. 2023 yılında Türkiye’ye neredeyse AB’den aldığı atık kadar hurda atık da dünyadan aldı. AB verileri şeffaf ve görünür olduğu için gündeme geliyor ama sorun aslında bildiğimizin iki katı büyüklüğünde. 

Atık ihracatı Türkiye’de olduğu kadar Avrupa’da da tartışılıyor. AB bu konuda bir düzenlemeye de gidiyor. Nisan 2024’te AB Resmi Gazetesi’nde yayımlanan Atık Sevkiyatı Tüzüğü’ne göre atıkların gönderildiği ülkelerde uygun koşullarda işlenip işlenmediği, geri dönüşüm kapasiteleri, o ülkede ithal ettiği atığı işleyebilecek kapasitenin olup olmadığı izlenecek. Atıkların çevreye uygun koşullarda işlenip işlenmediğine, atık ithalatının ülkenin kendi atıklarını toplama ve işlemesini olumsuz etkileyip etkilemediğine bakılacak. Değerlendirmeler olumsuzsa o ülkeye atık sevkiyatı durdurulacak. Tüzüğün plastik atık ihracatına ilişkin hükümleri 21 Kasım 2026 tarihinde, diğer atık türlerinin ihracatına ilişkin hükümleri ise 21 Mayıs 2027’de yürürlüğe girecek.

Bakalım bizim koruyamadığımız doğamızı, insanımızı AB’nin kuralları koruyabilecek mi?

Akkuyu’nun atıkları nereye atılacak?

Özgür Gürbüz-BirGün / 13 Mart 2025

Foto: Wikipedia
Gaziemir’de eski kurşun fabrikasına bırakılan nükleer atıkların ‘temizlik’ çalışmaları kapsamında, üç kamyon hafriyatın Torbalı’da boş bir alana döküldüğü iki gün önce İzmir Büyükşehir Belediyesi ekiplerince ortaya çıkarıldı. Siyaset dedikodusuyla vakit geçiren medya bu skandalı göz ucuyla gördü. Nükleer santral çalıştırmanın eşiğine gelen Türkiye’de nükleer atık konusunda endişelenmemek mümkün mü? Ben de endişelerimi gidermek ve yok edilmesi mümkün olmayan bu atıkların akıbetini öğrenmek için bilgi edinme hakkımı kullandım. Gelen yanıtları ve akılda kalan soru işaretlerini paylaşıyorum.

Nükleer Enerji ve Uluslararası Projeler Genel Müdürlüğü’nün verdiği yanıta göre, “Kullanılmış yakıtlar 7381 sayılı kanuna göre işletme süresi boyunca NGS sahasında depolanacak. Radyoaktif atıklar ise tesis sahasında depolandıktan sonra TENMAK tarafından kurulacak olan yakın yüzey bertaraf tesisine gönderilecek”. Bahsedilen 7381 sayılı Nükleer Düzenleme Kanunu’nun 9. maddesinin dördüncü fıkrasında, “Nükleer santrallerde ortaya çıkan kullanılmış yakıtlar, işletme ömrü boyunca nükleer santral sahasında depolanır” yazıyor. Santralın işletme süresinin 60 yıl olduğunu biliyoruz. Demek ki içinde plütonyum-239 gibi 244 bin yıl radyoaktif kalabilen çok tehlikeli nükleer atıklar ilk 60 yıl boyunca Akkuyu Nükleer Santralı’nda bekletilecek.

Sorduğum aynı sorulara Nükleer Düzenleme Kurumu’ndan (NDK) gelen yanıt ise daha fazla detay içeriyor. NDK, atıklarla ilgili sorumluluğun proje şirketinde, yani santralın sahibi Rus devlet şirketlerinde olduğunu hatırlatıyor. 60 yıl sonra ne olacak kısmı da aslında aynı kanunda belirtilmiş. Dokuzuncu maddenin d bendinde, “Türkiye Cumhuriyeti egemenlik alanında yapılan faaliyetler neticesinde ortaya çıkan radyoaktif atıklar TENMAK tarafından bertaraf edilir” açıklaması var. Ruslar santralı kapatıp gittikten sonra nükleer atıklar Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu’na (TENMAK) yani Türkiye’ye kalacak.

Akkuyu’daki santralın 2012 yılındaki bilgilendirme toplantısını yerinde izlemiştim. Akkuyu Nükleer A.Ş. orada 28 soruluk bir kitapçık dağıtmış, 25 numaralı, “nükleer santralın atıkları ne olacak” sorusuna da “Akkuyu Nükleer Santrali’nde kullanılmış yakıt Rusya’ya gönderilecektir” yanıtını yazmıştı. Şirket, eski internet sitesine de atıkların Rusya’ya gideceğini (türünü belirtmeden sanki hepsi Rusya’ya götürülecekmiş gibi) yazmış, bir de alay edercesine, atıkları Türkiye satın almak isterse Türkiye’de de kalabilecek” demişti. Demek ki halkı hep yanlış bilgilendirmişler. 60 yıldan ve Türkiye’de kalacak düşük ve orta seviyeli nükleer atıklardan hiç bahsetmediler.

NDK’den gelen yanıtta, barışçıl kullanım ilkesine de özel bir vurgu yapılmış. Türkiye’nin Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na taraf olduğu ve nükleer silah yapmayacağına ilişkin Rusya ile yapılan anlaşmadaki taahhütler hatırlatılmış. Buradan, Rusya’nın Mersin’deki nükleer santralında 60 yıl bekletilecek, plütonyum gibi nükleer silah yapımında kullanabilecek maddelerin alınarak, hiçbir zaman Türkiye’nin kontrolüne geçmeyeceğini anlıyoruz. Nükleer santraldan Türkiye’nin silah üreteceğini düşünenler ve pahalı ve tehlikeli nükleer santralları bir güç kazanımı gibi göstererek pazarlayanları üzecek bir vurgu. 

Tüm sorularıma yanıt aldım mı? Hayır. İki kurum da “Ankara’nın Polatlı ilçesinde yapılması düşünülen nükleer atık depolama sahasının işlevi ve hangi atıkları barındıracağı sorusuna yanıt vermedi. Ya bu planlar net değil ya da bu konuyu gündeme getirmek istemiyorlar. Meralarını korumak isteyen Ankaralıların tepkisinden korkuyor olabilirler. Polatlı İlçe Tarım Müdürlüğü 4 bin dekarlık alana yapılmak istenen bu tesise karşı olumsuz rapor vermişti. Tepkiler nedeniyle AKP İlçe Başkanı da projenin geri çekildiğini açıklamıştı ama AKP döneminde sözler malum suya yazılıyor.

Akkuyu’daki her bir reaktör, kullanılmış yakıt da dediğimiz yüksek seviyeli atıklardan her 1-1,5 yılda 30 ton civarında üretecek. Santralda dört reaktör var. Bir de düşük ve orta seviyeli nükleer atıklar var. İşçilerin elbiseleri, kullanılan aletler ve radyasyon bulaşmış malzemeler gibi. Düşük seviyeli atıkların miktarı yüksek seviyeli atıkların 30 katı kadar. Polatlı’da kurulmak istenen tesis Sinop ve Mersin arasında bu amaca hizmet için planlanmış olabilir. Çünkü TENMAK, 2035’e kadar bu atıkların depolanacağı yakın yüzey bertaraf tesisini kurmakla yükümlü.

‘Nükleer güç’ Türkiye’ye yayıldı

Özgür Gürbüz-BirGün / 7 Şubat 2025

Gaziemir'de nükleer atıkların bulunduğu saha
En sonunda istenen oldu. ‘Nükleer güç’ diye diye başımızın etini yiyenler, nükleer gücü Türkiye’nin dört bir yanına yaymayı başardı. Türkiye’ye nasıl ve nereden getirildiği bir türlü ‘tespit edilemeyen’ nükleer atıkların olduğu İzmir’in Gaziemir ilçesindeki eski kurşun fabrikası, ‘nükleer gücü’ tüm memlekete yayıyor.

Nasıl mı? Anlatalım. 2024 yılının Temmuz ayında yaklaşık 18 yıl önce varlığı ortaya çıkan bu atıkların oradan alınması amacıyla bir çalışma başlatıldı. Çevre Bakanlığı, TENMAK (Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu) ve NDK’nin (Nükleer Düzenleme Kurumu) dahil olduğu bu süreçte sahanın atıklardan temizlenmesi işi Ekovar adlı bir şirkete verildi. Ekovar kalabalık bir mahallenin ortasında yer alan bu alanda çalışmalara başladı.

Yukarıda saydığım üç kurumun uygun gördüğü ‘Çevresel Temizleme Planı’nda atıkların işlenmesiyle ilgili önemli bir kıstas belirlenmiş. Yapılan işi basitçe anlatmak gerekirse, atık bulaşmış alanlarda radyasyon seviyesine bakılıyor, radyasyon seviyesine göre çıkan atıklar ilgili bertaraf tesislerine gönderiliyor. Radyasyon ölçümü sonucu doz hızı saatte 80 nanosiverti geçerse atıklar radyoaktif atık kabul ediliyor, düşükse tehlikeli atık sınıfına alınıyor ve Türkiye’deki tehlikeli atık bertaraf tesislerine gönderiliyor. 79 olursa tehlikeli atık, 81 olursa radyoaktif atık.

Elbette burada birkaç temel sorun var. Radyasyon seviyesinin güvenliği, ölçümlerin denetimi ve Türkiye’de radyoaktif atıkların saklanması için uygun bir tesisin olmaması. Bertaraftan kasıt aslında atıkları doğadan ve insanlardan yalıtmak çünkü radyoaktif atıkları yok edebilecek bir teknoloji de dünyada yok. Firmanın yeterliliği ve işin özenle yapılıp yapılmadığı da sorgulanıyor. Süreci takip eden Avukat İpek Sarıca, radyasyon ölçümleriyle ilgili sorumluların imzalarıyla ilgili şüpheler olduğunu ve suç duyurusunda bulunacaklarını söylüyor. Her işyerinde gördüğümüz formalite imzalarla onaylanıyor olabilir mi bu kritik ölçümler?

Öncelikle bu sınır değer meselesinin dünya çapında tartışmalı bir kavram olduğunu belirtelim. Yıllar geçtikçe insanların maruz kalabileceği sınır değerler düşürülüyor. 1980’lerde normal bir birey yılda 5 milisivertten fazla radyasyona maruz kalmasın deniyordu, 1990’larda bu oran 1 milisiverte düşürüldü. Bilimin bir risk gördüğü ortada. Çernobil kazasından Sanayi ve Ticaret Bakanı olan Cahit Aral her ne kadar “biraz radyasyon iyidir” demiş olsa da radyasyonun hiçbir dozu güvenli değil ve tıbbi tedaviler gibi zorunlu haller dışında radyasyondan uzak durmalıyız.

Sahada çalışan işçilerin durumu ise endişe verici çünkü sahadaki radyasyona sadece bir saat değil günlerce maruz kalıyorlar. Özel elbiseler giymeleri, vardiyalarının düzenlenmesi gerekir ama öyle bir durum yok. Emrez Mahallesi’nde oturanlar ise 24 saat orada. Çalışmalar sırasında radyasyon yayılıyorsa risk altında olabilir. Sahadan gönderilen atıkların miktarı ve nereye gönderildiği de önemli. İstanbul Çekmece’deki nükleer araştırma merkezi, Kocaeli’ndeki İzeydaş, Bilecik’teki Vezirhan Çimento Fabrikası gibi birçok yere Gaziemir’den yola çıkan kamyonların gittiği biliniyor. İşleri yürüten Ekovar’a, Torbalı’da atık ara depolama izni de verilmişti. Gaziemir’den oraya nakledilen radyoaktif ya da tehlikeli atıklar da olabilir. Atık taşıyan kamyonların üzerlerine branda bile olmuyor. Atıklar götürüldükleri yerlerde yakılıyor mu, depolanıyor mu yoksa gömülüyor mu bilmiyoruz. Tespit edilen Europium 152’nin radyoaktivitesinin geçmesi için 135 yıllık (10 yarılanma süresi hesabıyla) bir süreye ihtiyaç olduğunu hatırlatalım.

Aslan Avcı Döküm Sanayi ve Ticaret’a ait Gaziemir’deki eski kurşun fabrikasında ne kadar radyoaktif atık olduğu da net değil. Radyoaktif atığın kurşun gibi başka metal atıklarla karıştığı, toprağa da bulaştığını biliyoruz. 250-300 bin ton radyoaktif cüruftan bahsediliyor. Miktar çok, tehlikeli atık alma yetkisi olan her tesis potansiyel alıcı konumunda. Nükleer elektrik santralını dilimize ‘nükleer güç santralı’ diye çevirip, buradan siyasi mesajlar vererek Türkiye’ye nükleer santrallar kurmak isteyen zihniyeti tebrik etmeli. Yukarıda özetlediğimiz gibi ‘nükleer gücü’ tüm Türkiye’ye yaymayı başardılar. Bedelini hepimiz ödeyeceğiz.

Türkiye plastik sorununun neresinde?

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Nisan 2024

Foto: Erik Mclean - Unsplash
 
Her yıl 400 milyon ton plastik üretiliyor ve 2040’a kadar bu rakamın iki katına çıkması bekleniyor. Üretilen plastik ürünlerin büyük bir bölümü yakılarak, gömerek ya da olduğu gibi bırakılarak doğaya karışıyor. Her yıl sadece nehir, deniz ve okyanuslara bırakılan plastik miktarı 19 ila 23 milyon ton civarında. Üretim arttıkça bu miktar da artıyor. Denizlerde balıklarla değil plastik şişeler ve torbalarla yüzmeye alışacağız. Beş milimetreden küçük mikroplastikler, gözle görülmesi çok zor olduğu için bizi su şişeleri kadar rahatsız etmiyor. Halbuki her yerdeler; suda, karada hatta vücudumuzda. Kanınızda bile mikroplastik bulunduğunu söyleyip konuyu kapatayım, sizi daha fazla üzmeyeyim.

***

Plastik üretimini kontrol altına almak, toplanmasını sağlamak ve geri dönüşümü artırmak için uluslararası görüşmeler sürüyor. Hükümetlerarası Müzakere Komitesi (INC) şu sıralarda Kanada’da dördüncü toplantılarını yapıyor. Amaçları plastik sorununu çözmesi beklenen, bağlayıcılığı olan uluslararası bir anlaşma metnini yıl sonuna kadar yürürlüğe koymak. Kasım sonunda Güney Kore’nin Busan kentinde yapılacak beşinci toplantıda (INC-5) bunun olup olamayacağını göreceğiz.

İklim müzakerelerinde olduğu gibi burada da zamanla yarışıyoruz. Gerçek bir çözüm üretilmeden müzakerelerin uzaması, plastik sorununu daha da büyütecek. İklim meselesinde bu taktiği izlediler. Ne garip bir tesadüftür ki burada da karşımızda büyük petrol üreticileri var. Plastik üretiminin azalması petrol tüketiminin de azalması demek; petrol plastiğin hammaddesi. Plastik kullanımının artması iklim krizinin büyümesi anlamına da geliyor. Plastik üretiminin küresel seragazı emisyonlarının yüzde 5,3’ünden sorumlu olduğunu belirten araştırmalar var. Küresel sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutmak için içinde bulunduğumuz yıldan başlayarak her yıl plastik üretiminin yüzde 12 civarında azaltılması gerektiğini de söylüyorlar. Hem iklim krizi hem de plastik kirliliği petrol şirketlerinin üzerindeki baskıyı artıyor onlar da tüm güçleriyle süreci baltalamaya çalışıyor.

***

Müzakerelerdeki temel ayrılık tarafların süreci ele alış biçimlerinden kaynaklanıyor. Taslak metindeki seçenekler bu ayrılıkları net bir şekilde gösteriyor. Petrol üreticisi ülkeler ve plastik sanayi tüketim miktarını azaltmak yerine geri dönüşüm gibi sorunu kökünden çözmeyen çözümleri öneeiyor. Başta tek kullanımlık plastikler olmak üzere geri dönüşüm aslında bir yalan. Bir plastik şişe defalarca dönüştürülemediği gibi her geri dönüştürme işleminde daha kalitesiz bir ürüne (plastik kasa gibi) evriliyor ve bir noktada ya yakılıyor ya da mikroplastik olup doğaya karışıyor. O yüzden de gerçek çözümü savunanlar plastik üretiminin azaltılmasını, üretilmesi zorunlu ürünlerin daha dayanıklı olmasını, böylece tekrar tekrar kullanılabilmesini istiyor. Eskiden olduğu gibi açık bakliyat satışı yapılması, bizlerin de kutularıyla marketlere gitmesi veya su ve kahve gibi içecekleri kendimize ait termoslarla almak gibi çözümler Batı’da yaygınlaşıyor; yapılabilir gözüküyor.

Müzakerelere soldan bakanlar, plastiğin tüm yaşam döngüsünü içine alan bir çözüm istiyor. Üretimden atık yönetimine kadar tüm süreci kapsamalı diyor ve insan haklarıyla ilgili sorunlara da dikkat çekiyor. Atık işçilerinin ekonomik, sosyal ve kimi yerde ırkçılığa varan sorunlarının çözümünün, adil bir dönüşüm planıyla sonuç metninde yer almasını istiyorlar.

***

Müzakerelerde atık ithalatına sınırlama getirilmesi, plastik vergisi konulması gibi konular da dillendiriliyor. Türkiye gibi Avrupa’nın çöplüğü olmuş bir ülkenin bu konuda müzakere sürecine nasıl ‘katkıda bulunacağını’ da merakla bekliyorum. Avrupa’dan en çok plastik atık ithal eden ülkeyiz. Aynı zamanda plastik üretiminde dünya altıncısı, Avrupa ikincisi konumundayız. Bu yüzden çevreci tedbirlerin çoğu, yıllık geliri 44 milyar doları bulan bu sektörün hışmına uğruyor. Hatırlayın, 2021’deki plastik atık ithalatı yasağı sekiz gün sonra kaldırılmıştı. Tek kullanımlık içecek ambalajlara getirilecek depozito uygulaması da yıllardır erteleniyor. Çevre Bakanlığı uygulamanın en son 2024’te zorunlu hale geleceğini söylemişti, yedi ay kaldı bekliyoruz. Aldığımız tedbirler ise çok sınırlı. Ücreti artık caydırıcılıktan çok uzak hale gelen paralı plastik poşetlerden başka bir önlem ortada yok. Sıfır atık hikayesini ciddiyetten uzak buluyorum.

Türkiye plastik ürünleri ve üreticileri için adeta bir cennet. Çevre Bakanı Özhaseki eksik söyledi. Sadece ağaçları yok edip, ormanlarımızı kel haline getirmedik, doğal alanlarımızı da plastikle doldurduk. Herkesin ortak malı olan doğamızı kaynağı gibi kullanan birkaç şirket kar ederken, hepimiz kaybediyoruz.

Sıfır Atık Türkiye

Özgür Gürbüz-BirGün / 22 Eylül 2023

Foto: Antoine GIRET on Unsplash
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın New York’taki, “Küresel Sıfır Atık Hareketine Doğru” adlı etkinlikte yaptığı konuşma yandaş medyada bolca yer buldu. Belli ki iktidarın görmek istediği çevreci profilini Emine Erdoğan temsil ediyor. Ağaçlar kesilirken sus, kıyılar talan edilirken yemek tarifi ver, iklim krizini körükleyen santrallar kurulurken sıfır atıktan bahset. Çevrecilere biçilen elbise bu.

Emine Erdoğan’ın konuşması New York’taki Türkevi’nde, Türkiye’nin verdiği bir davette gerçekleşti. O davette Emine Erdoğan ile poz verenler de Birleşmiş Miletler (BM) Sıfır Atık Yüksek Düzeyli Şahsiyetler Danışma Kurulu üyeleriydi. Emine Erdoğan seçilmiş veya atanmış biri değil. Öyle olmadığı için de zengin ve ünlü isimlerden oluşturulmuş bir kurulda yer alıyor. Seçilmemiş veya atanmamış kişilerin bu tip misyonlar üstlenmesi de elbette ayrıca tartışılmalı.
 
BM tanınmış isimleri genelde para toplamak veya kampanyalarını yaymak için kullanıyor. Bu kişiler arasında ünlü bir oyuncu, sanatçı varsa soruna dikkat çekiliyor. Ne kadar etkili olduğu da tartışmalı. Özetle söylersek yandaş medya ve iktidarın sosyal medyadaki trollerinin ittirmesiyle gündem olmuş bir etkinlikten bahsediyoruz. Madem gündeme getirdiler biz de işin şatafatlı kısmını değil sıfır atıkla ilgili gerçekleri anlatalım.

2020 yılında Türkiye’deki belediye atıklarının miktarı 34 milyon 758 bin tona ulaştı. Toplanan atık miktarı ise 32 milyon 324 bin tonda kaldı. Yaklaşık 2 milyon ton atık toplanmadan doğaya karıştı. Toplanmayan atık bizden değildir diyerek bunları da “sıfır atık” sınıfına alabiliriz elbette. Toplanan atıkların 22 milyon tonu ise düzenli depolama tesislerine gönderildi, yani toprağa gömüldü. Atıkları gömdükten sonra elde “sıfır atık” kaldığı kesin.

Emine Erdoğan’ın himayesinde, 2017 yılında başlatılan sıfır atık kampanyasından bu yana Türkiye’de üretilen atık miktarı azalmadı, artmaya devam etti. 2016-2020 yılları arasında gömülen atık miktarı 19,3 milyondan 22,5 milyona çıkmış. İşin ilginci, gıda atıkları gibi organik atıkların bertarafında kritik öneme sahip kompost tesislerine gönderilen atık miktarı da azalmış. 2016 yılında 146 bin ton atık komposta gönderilirken bu rakam 2020’de 117 bine gerilemiş. Tek ilerleme cam, metal, kağıt gibi atıkların geri dönüşümünde yaşanmış. Halbuki sıfır atık prensibinin temelinde hem gereksiz tüketimin hem de ambalajlamanın azaltılması yatar. Ürün tasarımı atık çıkarmayacak şekilde yapılır, toksik, geri dönüştürülemeyecek atık üretmekten kaçınılır. Yeniden kullanım, uzun ömürlü ürünler teşvik edilir. Geri dönüşüm ve atık ayrıştırma sıfır atık kavramının giriş aşaması.

Türkiye’nin ülke içinde üretilen atık miktarıyla baş edemezken atık ihraç ettiğini de unutmayalım. Avrupa Birliği’nin ihraç ettiği atıkların yarısının Türkiye’ye geldiğini ve AB’den atık ithalatında ilk sırada olduğumuzu biliyoruz. Kendi atıklarını geri dönüştüremeyen Türkiye’nin bu atıkları hammadde ihtiyacı için aldığını düşünmek, hepsinin doğaya karışmadan geri dönüştürüldüğünü söylemek zor. Atığını sıfırlamak isteyenin Türkiye’ye gönderdiğini söylemek ise herhalde daha doğru.

İktidarın Emine Erdoğan’ı çevre konularında neden bu kadar öne çıkarmaya çalıştığını bilmiyorum. 12 Eylül 1980 sonrası da benzer bir süreci yaşamıştık. Termik santrala karşı gelenleri, asbestli gemilerle uğraşanları ‘tu kaka’ ilan eden devlet, fidan dikmeyi, çöp toplamayı çevrecilik diye anlatmaya çalışıyordu. Sarayda oturan, her yere özel araçlar, uçaklar ve konvoylarla giden bir kişinin çevreci olması, sıfır atık kampanyası yürütmesi elbette mümkün değil. Belki de onu ön planda tutarak, yeni bir kutuplaşma yaratmaya çalışıyorlar. Ülkenin 21 yılı böyle geçti zaten. O sırada da atık sorunu dağ gibi büyüdü. Diğer sorunlar gibi…  

Atıkları değil geliri ayırdılar

Firmalardan ambalaj atıkları toplamak için alınan para Türkiye Çevre Ajansı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı’na aktarılıyor. Ambalaj atıklar için toplanan paranın miktarı ve nereye harcandığı ise belli değil.

Özgür Gürbüz-BirGün/11 Haziran 2022

Fotoğraf: ÇEVKO Vakfı
Türkiye’nin atık sorunu ithal atıklarla sınırlı değil. Ambalaj atıkları konusunda da sıkıntılar var. Son beş yılda yapılan değişiklikler hem belediyelerin hem de atık toplayan yetkili kuruluşların işini zorlaştırdı. Atıkların toplanması konusunda sorumluluk ve yönetim devlete, büyük oranda da Türkiye Çevre Ajansı’na geçti ancak atık üreten firmalardan toplanan paraların nereye harcandığı konusunda soru işaretleri var.

Ambalaj atıklarının bir bölümü, uzun yıllardır ÇEVKO, TÜKÇEV ve PAGÇEV gibi yetkilendirilmiş kuruluşların aracılık ettiği bir sistemle toplanıyordu. Kabaca söylersek, ambalaj atığı üreten sanayi kuruluşları, piyasaya sürdükleri ambalaj miktarıyla orantılı bir bedeli bu vakıflara aktarıyor, vakıflar da belediyelerden ihaleyle atık toplama işini alan firmalara, topladıkları miktarı belgelemeleri koşuluyla bu bedeli transfer ediyordu. Kalan parayla da eğitim, bilinçlendirme çalışmaları yapıyorlardı. Belediyeler hem atıklarını toplatıyor hem de ihalelerden gelir elde ediyordu. Sistemin eksikleri vardı ama ambalaj atıklarının bir bölümünün temiz bir şekilde toplanmasına ön ayak oluyordu.

Geri kazanım payları Hazine’ye gitti
1 Ocak 2020 tarihinde yürürlüğe giren Geri Kazanım Katılım Payı (GEKAP) ile her şey değişti. Mevzuatta olumlu değişiklikler olsa da işin mali tarafı plastik poşet ücretinde olduğu gibi yine şeffaf değil. Firmalar, GEKAP ile ambalaj başına ödedikleri bedeli yetkilendirilmiş kuruluşlara değil Hazine ve Maliye Bakanlığı’na ödemeye başladı. 2021 başında bir düzenleme daha yapıldı ve bu bedelin yüzde 25’inin Türkiye Çevre Ajansı’na aktarılmasına karar verildi. Kalan yüzde 75’i ise Hazine almaya devam ediyor. Toplanan paranın miktarı, ne kadarının atıkların toplanmasına ayrıldığı konusunda bir bilgi yok. Sektördeki yetkililer bilmiyor, Türkiye Çevre Ajansı’nın ve Çevre Bakanlığı’nın sitesinde yazmıyor.

Hazine çık aradan
GEKAP’ın hayata geçmesinden iki buçuk yıl sonra bir düzenleme daha yapıldı. 8 Haziran 2022 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelikle Çevre Ajansı’nın yurt içinde ve yurt dışında belediyelere, sivil toplum örgütlerine, üniversitelere, kurum ve kuruluşlara mali ve teknik destek vermesinin yolu açıldı. Belli koşullara dayandırılan bu desteklerin belediyelere ve eskiden olduğu gibi atıkları toplayacak taşeron şirketlere verilmesi de mümkün görünüyor. İki gün önce yayımlanan yönetmelik akıllara şu soruları getiriyor. Yönetmelik yeni çıktığına göre, bir buçuk yıldır toplanan paralar atık toplayan şirketlere gitmiyor muydu, Hazine’de mi kaldı? GEKAP ile toplanan miktarın sadece yüzde 25’i Çevre Ajansı’na aktarıldığına göre, belediyelere veya atık toplama yetkisi olan şirketlere verilecek miktar azalmayacak mı? Atıkların toplanması için atık üreticilerinden toplanan paranın neden tamamı atık toplama işine ayrılmıyor? Daha önce atık üreten firmalardan toplanan paranın tamamı atık toplama işine ayrılıyordu, arada Hazine yoktu. Çevre Ajansı’nın yurt dışındaki projelere destek vermesinin önünün açılması ise ayrı bir tartışma konusu.

500 bin ton atık toplandı mı?
Rakamlar da tüm bu düzenlemelerin çevre için pek de iyi sonuçlar vermediğini söylüyor. Devre dışı bırakılan, atıkların toplanmasına ön ayak olan yetkilendirilmiş kuruluşların topladığı atık miktarı gözle görülür miktarda azaldı. Çevko Vakfı’ndan bir örnek verelim. Vakıf, 2020 yılında 580 bin ton atık toplarken 2021’de bu rakam 85 bin tona gerilemiş. Aradaki fark 500 bin ton. Bu atıklar toplandı mı sokakta mı kaldı bilmiyoruz.

Belediyeler atık toplama konusunda destek almak için artık Çevre Ajansı’na proje yazmak ve belirlenen kıstaslara uymak zorunda. Belediyelere atık toplama konusunda verilecek desteğin, Türkiye Çevre Ajansı gibi iktidarla politik bağları olan bir kurumun inisiyatifinde olması ne gibi sonuçlar doğuracak, göreceğiz. Türkiye’nin sorunlu atık politikasına, siyaset ve ekonomik kriz üzerinden bir darbe daha vurulmuşa benziyor.  

Türkiye’nin atık sorunu hem ithal hem yerli

Belediye atıklarının sadece yüzde 13’ünü geri dönüşüm tesislerine gönderebilen Türkiye, kendi atıklarıyla baş edemediği gibi Avrupa’dan yılda 15 milyon tona yakın atık ithal ediyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Haziran 2022

Türkiye, 2021 yılında Avrupa Birliği’nin (AB) ihraç ettiği atıkların neredeyse yarısının varış noktası oldu. Çin’in atık ithalatına getirdiği kısıtlamadan sonra Avrupa’nın atıklarının yönü Türkiye’ye çevrildi ve geçen yıl AB’den gelen atık miktarı 14,7 milyon tona ulaştı. Türkiye’yi Hindistan, Mısır, İsviçre ve Birleşik Krallık izliyor ancak bu ülkelere gönderilen atıklar 1,5 ila 2,5 milyon ton arasında. Türkiye en yakın takipçisi Hindistan’dan altı kat fazla atık ithal ediyor. Medyada sadece AB ülkelerinden gelen atıklar konu olsa da ABD, Mısır ve İsrail’den de Türkiye’ye atık gönderiliyor.

Sorun sadece ithal atık mı?
Türkiye’nin tek sorunu ithal atıklar değil. TÜİK verilerine göre Türkiye’deki 1389 belediyenin 1387’sinde atık hizmeti veriliyor. İki belediyede bu bile yok. Hizmet verilen belediyelerden toplanan 32 milyon tonu aşkın belediye atığının sadece yüzde 13’ü geri dönüşüm tesislerine gidiyor. Yüzde 70’i düzenli depolamaya, yüzde 17’si ise belediye çöplüklerine bırakılıyor. 2022 Türkiye’sinde atıkların 128 bin tonu da ya yakılıyor ya gömülüyor ya da dere veya boş arazilere bırakılıyor. Belediye çöplüklerine bırakılanların akıbeti de aslında bundan farklı değil.

Hangi atıklar ithal ediliyor?
Atık miktarı kadar bu atıkların ne olduğu da önemli. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, gelen atıkların hammadde olarak değerlendirildiğini söylüyor. Anadolu Ajansı’na verdiği demeçte, “2021'de 12 milyon 700 bin ton metal gelmiş. Bu malzemelerin hepsi eritilmiş, ham madde olarak kullanılmış, üretim yapılmış, katma değer sağlanmış ve piyasaya arz edilmiş, kullanılmış yeniden.” diyor. Bu rakam AB İstatistik Ofisi Eurostat’a göre 13,1 milyon ton. Aradaki fark da bir soru işareti. Eurostat Türkiye’ye gönderilen atıkların 0,4 milyon tonunun da kâğıt atık olduğunu belirtmiş. Eurostat’ı baz alırsak geriye 1,2 milyon ton atık kalıyor, bunların içinde de plastik, alüminyum gibi diğer atıklar var.

Hurda metal ithalatı riskli
Hurda metal ithalatı Çevre Bakanı’nın söylediği gibi risksiz değil. Bu metallerin karışık gelmesi, aralarında tehlikeli maddelerin bulunması olasılığını artırıyor. Gaziemir’de 15 yıldır berteraf edilmeyi bekleyen nükleer atıkların, bilerek ya da bilmeyerek, eritilmek üzere Türkiye’ye getirildiğini hatırlayalım. Atıkların bulunduğu hurda akü eriten Aslan Avcı Döküm Sanayi ve Ticaret A.Ş. firması geri kazanım tesisi lisansı ile faaliyet gösteriyordu. Sınırlarımızdan giren 13 milyon ton atığın radyasyon ölçümden geçtiğinden, bu cihazların hiç arızalanmadan çalıştığından emin olmalıyız. Hurda atıklarınyla ilgili tek sorun radyasyon da değil; ağır metaller, kimyasallar da bu atıklarla ülkemize giriyor olabilir.

Atıklar toplamak ithal etmekten ucuz
Türkiye, kendi ürettiği milyonlarca ton atığı geri dönüşüm tesislerine götüremezken, yurt dışından atık ithal ediyor. İthal atıkları hammaddeye çevirdikleri söylenen firmaların ithal atığı tercih etmesinin ardında maliyet hesabı var. Türkiye’den atık toplamaktansa ithal etmek yaklaşık dört kat ucuza geliyor. İthal atıkların geri kazanıma ne kadar uygun olduğu ise bir muamma. Gemilerle liman kentlerine gelen atıkların denetimi örnekleme usulüyle yapılıyor. İyi örneklerin konteynırların ön kısmına konduğu söyleniyor. Geri dönüşüme gönderilemeyen atıklar ise depolarda birikiyor ve bir şekilde bertaraf edilmeyi bekleniyor. Geri dönüşüm tesislerinin azlığı ortada. Son zamanlarda geri dönüşüm tesislerinde çıkan yangınlarda bu atıkların yakıldığı iddiaları da bu yüzden oldukça dikkat çekici. Atıkları yakmak sağlık ve çevre sorunlarını artırmak anlamına geliyor.

Avrupa kendi içinde de atık ithalatı yapıyor ancak atık ithal eden İsviçre, Danimarka gibi ülkelerin teknolojik ve yasal altyapıları tamamlanmış. Denetimler yerinde. Kıyaslama yapmak doğru değil. Kendi atığıyla baş etmenin yolunu bulamamış Türkiye’nin atık ithalatına derhal son vermesi gerek. Şu haliyle yapılan ithalat zamanında zengin ülkelerin yoksul ülkelere nükleer atıklarını göndermesine benziyor. Bilmem başka söze gerek var mı?