HDP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HDP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Enerjide hangi parti daha çevreci

Özgür Gürbüz-BirGün/28 Mayıs 2018

Seçim tarihi yaklaştıkça seçmenlerin karar verme süreci kolaylaşıyor. Seçim bildirgeleri, liderlerin vaatleri ortaya çıktıkça oy vereceğimiz partinin bize nasıl bir gelecek hazırladığına dair öngörülerimiz netleşiyor. Parti bildirgeleri bize bu bilgiyi veriyor. Şimdi satırların izin verdiği kadarıyla AKP, CHP, HDP ve İyi Parti’nin enerji konusundaki görüşlerini özetlemeye çalışayım.

Kömür
AKP iktidarda kalırsa daha fazla kömür santralı yapacağını, kamunun elindeki kömür sahalarını da özelleştirmeye devam edeceğini açıklamış. En az 5 bin megavat (MW) gücünde yerli kömürle çalışan santral yapma hedefleri var. Bildirgede bu kadar çok kömür olunca hava kirliliği konusunda ne yapacaklar diye baktım ama tek bulduğum izleme istasyonlarının sayısının artıracakları bilgisi. Hava kalitesi başlığı altında gürültü kirliliğinden bile bahsedilmiş ancak havanın kirli olduğundan bahsedilmemiş, haliyle çözüm için herhangi bir hedef koyulmamış. Bildirgede kentlerin havası temizlendi deniyor ama bildiğiniz gibi en son Çevre Mühendisleri Odası 81 ilden sadece altısının havasının temiz olduğunu açıklamıştı. Türk Toraks Derneği ve diğer sivil toplum örgütleri de benzer raporlar yayımlamıştı.

CHP hava kirliliğini azaltacak önlemlere öncelik vereceğiz, doğalgaz altyapısı olan kentlerde yakıt yardımını kömür yerine doğalgazla yapacağız demiş. Daha fazla örnek yok ama hava kirliliği sorununu kabul etmiş. AKP gibi termik santrallarda verimli ve yüksek teknoloji kullanma vurgusu var hatta bu teknolojilerin kullanılmasını yasal zorunluluk haline getireceğiz diyerek bir adım öne geçmişler. Zira, AKP döneminde özelleştirilen termik santrallara adeta çevreyi kirletme hakkı verilmiş, en basit filtreler bile olmadan çalıştırılması için Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle çevre mevzuatına uyum konusunda muafiyet getirilmişti. Anayasa Mahkemesi’nden dönen değişiklik ısrarla yeniden yasalaştırılmıştı.

İyi Parti kömür santralları kuracağını belirtmiş. Uygun teknolojik çözümler denmiş ama kömürle ilgili hava kirliliği veya başka bir çevre sorunundan bahsedilmemiş. Üç partinin kömüre karşı tavır almadan iklim değişikliğiyle nasıl mücadele edeceği kocaman bir soru işareti olarak havada asılı kalmış.

HDP ise sermayenin çıkarı için yapılacak termik santral gibi uygulamalara son vereceklerini söylemiş. Bu söylem geçen seçimde de vardı ve çok net değil. Kamu yaparsa sermayenin çıkarı olmayacağı için onay veriliyor mu sorusu geliyor aklıma. Bildirgede ayrıca “Ormanların, derelerin, havanın, suyun, taşın, toprağın, ağacın, kurdun, kuşun, böceğin, tüm yaşamın haklarını koruyacak, yaşamın bilgisini savunacağız” denmiş.

Nükleer
AKP tahmin edileceği gibi Mersin, Sinop ve üçüncü bir yere nükleer santral kurmaktan bahsediyor. İşin ilginç tarafı, yabancı şirketlerin elindeki bu projelerle dışa bağımlılığın azaltılmasının hedeflendiği söylenmiş. Yakıtından, işletmesine yabancılara bağlı santrallarla bu iş nasıl olacak belli değil.

CHP bir önceki seçime göre tabanına kulak vermişe benziyor. Sinop ve Mersin projelerini gözden geçireceklerini, uluslararası yükümlülükler çerçevesinde mümkünse iptal edeceklerini yazmışlar. Bir başka yerde ise “Mevcut nükleer enerji teknolojilerine dayalı, sorunlarını giderememiş riskli santrallerin, ülkemizde kurulmasına izin vermeyeceğiz” deniyor. Bana fisyonla değil füzyonla gel diyorlar. Bu da nükleer santrallara güle güle demek aslında. CHP, diğer partilerin değinmediği nükleer silah konusunda da barışçıl bir tavır sergilemiş. Nükleer ve kimyasal silahların bölgede ve dünyada yayılmasına karşı mücadele edeceklerini söyleyen tek parti olmuş.

İyi Parti nükleer enerjiyle ilgili bir şey söylememiş. HDP’nin tavrı ise net; Sinop ve Mersin’deki projeleri iptal edeceğini söylemiş.

Sorunlar nükleer ve kömürle sınırlı değil ama bu iki örnek partilerin bakışını görmek için bize fırsat veriyor. Biraz da çözüm tarafına yani ne yapacaklarına bakalım.

İklim değişikliği
AKP’nin iklim değişikliği ile mücadelede “yeşil büyüme” sloganını seçtiğini ve akıllı şehirlere odaklandığı görülüyor. 2016 yılında Paris Anlaşması’nı imzaladık denmiş ama sürecin tamamlanmadığından ve Türkiye’nin anlaşmaya taraf olmayan 23 ülkeden biri olduğu es geçilmiş. İklim fonlarından en çok yararlanan ülkelerden biri olmasına rağmen hâlâ Yeşil İklim Fonu’ndan para alınmaya çalışılacağı belirtilmiş. Seragazı azaltım hedefi ise yok. Paris onaylanmadığı için havada kalsa da 2030’a kadar artıştan azaltma hedefi var. Kamu alımlarında çevre dostu ürün tercihi, Ankara’dan başlayarak hastane ve AVM gibi merkezlerde “sıfır atık” politikası ve atıkların kaynağında ayrıştırılması gibi iklimle ilgili öneriler dikkat çekici. Ağaçların korunmasından çok fidan dikimine odaklanıldığını, fidan ithalatının önüne geçmek için de önlem alınacağı da gözümden kaçmadı. Tersi daha kolay olurdu sanki.

CHP, AKP’nin aşırı tüketimle doğaya zarar verdiğine değinmiş ve çözüm için yeşil ekonomiye geçişi önermiş. Düşük karbonlu sektörlere ve yeşil teknolojilere yatırım yapılacağı vurgulanmış. ÇED sürecini etkin uygulamanın yanı sıra sivil toplumun uzun zamandır dillendirdiği “Sosyal Etki Değerlendirmesi”nin de sürece ekleneceği vurgulanmış. İklim değişikliğinden en çok etkilenecek çitfçi, balıkçı ve tarım işçilerini koruyacak politikalar uygulanacağı belirtilmiş. Paris ve toplam seragazı azaltımıyla ilgili bir hedef yok ama deniz ve demiryoluyla birlikte toplu ulaşımı, verimli uygulama ve ürünleri teşvik ederek seragazı emisyonlarını azaltmayı amaçladıkları yazılmış.  Bu arada hem AKP hem de CHP’nin emisyon yerine kullanılan “salım” kelimesini yanlış yazıp “salınım” yazdıklarını da belirtmeliyim.

İyi Parti, iklim değişimi kaynaklı zararlardan korunmak için gerekli önlemlerin alınacağını söylerken HDP konuya değinmemiş.

Enerji hedefleri
AKP önümüzdeki dönemde yerli ve yenilenebilir kaynaklara önem vereceğini söylüyor. Bu hedefin içinde oldukça tartışmalı HES yatırımlarına Ilısu (Hasankeyf) ve Yusufeli gibi iki büyük barajın yanında 10 bin MW’lık onlarca hidroelektrik santralın eklenmesi de var. Güneş ve rüzgar enerjisinde de 1000 MW’lık büyük projelerden bahsediliyor. İktidar partisinin tüm planlarının büyük şirketler ve elektrik üretiminde merkezileşme üzerine kurulu olduğunu söylemek mümkün. Burada hem CHP hem de İyi Parti daha farklı bir yol öneriyor.

CHP de AKP gibi yerli ve yenilebilir enerji dese de çözüm yolunu birkaç şirketten değil halktan ve devletten geçirmeye çalışmış. Örneğin, apartmanlarda güneş paneli kullanacaklara sıfır faizle kredi vermeyi, ısı yalıtımı ve panel yatırımının mali yükünü karşılama sözü vererek, sorunu yine güneşle ama daha küçük ve faydası halka gidecek yatırımlarla çözmeyi amaçlamış. Sokak aydınlatması için de güneş enerjisini önermiş. Bor madenlerini özelleştirmeyeceklerini, özellikle kamuya ait madenlerin rödovans sözleşmelerini iptal edip kamulaştırılacağını söylemiş.

İyi Parti de “yalnızca makro ve büyük ölçekli projelere değil, mikro ölçekli projeleri de ön planda tutan düzenlemeler yapılacaktır” diyerek çağa daha uygun çözüm önerileri sunmuş. Çatılarda güneş panelleri, bireylerin kurulum yapmasını sağlayacak düzenlemeler yenilenebilir enerji hedefleriyle iç içe yer almış.

HDP’nin Cumhurbaşkanlığı Bildirgesi’nde “Güneş ve rüzgardan yararlanarak her eve temiz ve ucuz enerji sağlayacağız” sözü durumu özetliyor. Tasarruf öne çıkıyor, yerelde üretime vurgu yapılıyor. Su ve elektrik kullanımında, asgari ihtiyaç miktarına kadar ücretsiz sunulması vaadi de önemli.

Bu bölümde CHP’nin hedefleri daha detaylı, İyi Parti’yle birlikte bireysel üretime, mikro çözümlere yönelmeleri ülke için umut veriyor.

Bildirgelerde benim gözüme çarpanlar bunlar. Detaylar için sizleri de okumaya davet ediyorum.

Karar sizin!

Not: Bu değerlendirme yapılırken AKP'nin Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Genel Seçim Beyannemesi 2018, CHP Seçim Bildirgesi 2018, İyi Parti Parti Programı, HDP Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçim bildirgelerinden faydalanılmıştır.  İyi Parti henüz seçim beyannamesini açıklamamıştı.

Orman yangınlarını barış söndürür

Özgür Gürbüz-BirGün/14 Ağustos 2015

Türkiye bir yangın yeri dersek abartmış olmayız. Her yerden ölüm ve çatışma haberleri geliyor. Nefret suçları diz boyu. Üniversite hocasından sosyal medya trolüne kadar herkes her gün insanlık suçu işliyor. Doğa da bu şiddet ortamından payını alıyor. Doğu’dan gelen yangın haberleri beraberinde birçok iddiayı da gündeme taşıyor. Orman yangınların kasten, güvenlik güçleri tarafından çıkarıldığı ya da çatışmalar nedeniyle başladığı öne sürülüyor. Hükümet tarafı da zaman zaman benzer iddialarda bulunuyor. Yangın söndürme araçlarının PKK’liler tarafından yakıldığı ve söndürme çalışmalarının engellendiği (Tunceli ve Nusaybin’de orman yangınları, Hürriyet, 5 Ağustos 2015) gibi.

Gazetecilerin, sivil toplum kuruluşlarının işi zor. Elde somut delil olmadan, “ormanları falanca yakıyor” demek mümkün değil. Yapılabilecekler sınırlı. Görülen, tanıklık edilen yangınlar, görgü tanıklarının beyanlarıyla kayda geçiriliyor. 19 ve 26 Temmuz tarihlerinde Lice’de çıkan yangınlarla ilgili haberlerde HDP yetkilileri, milletvekilleri ve yöre halkının demeçlerine yer verilmiş. HDP Diyarbakır milletvekili Edip Berk, BBC’ye verdiği demeçte, “yangının nasıl başlamış olduğu ile ilgili bilgisinin olmadığını ama bunun doğal nedenlerle çıkmış olabileceğinden şüphe duyduğunu” söylemiş. İddiaların sahibi bir milletvekili, Meclis’te ettiği bir yemin var. Gazetecilerin somut delillere ulaşamadığı durumlarda iddia sahibini belirterek bu iddialara yer vermesi doğru bir yöntem. Okuduğunuz gazete, bu iddialara bile yer vermekten kaçınıyorsa bilin ki işlerini iyi yapmıyorlar.

İddialar başlı başlına yeterli değil. Gerçeğin izini sürerken yardım alacağınız bir başka kaynak da rakamlar. Medyada ve okuyucular arasında fazla rakamın yazının keyfini kaçırdığı yönünde batıl bir inanç var. Bakmayın siz onlara. Komplo teorileriyle büyümüş bir ülkede böyle batıl inançlar olur. Ahkâm keserek yazı yazanların işini bozduğu için bu tip yazılar küçümsenir. Halbuki veri gazeteciliği, rakamlar sizi aydınlatır. Yangın meselesini anlamak için de gelin geçmiş yılların verilerine bakalım.

2013 yılında Diyarbakır’da 15 yangın çıkmış, 89 hektarlık orman yanmış. 2014’te ise 13 yangın çıkmış ve 56 hektarlık ormanı kül etmiş. Temmuz sonunda çatışmalar sonucunda Lice’de çıkan yangında 200 hektarlık ormanlık alanın yandığını Anadolu Ajansı (AA) kaynaklı haberlerden biliyoruz. Demek ki Diyarbakır’da şimdiden son iki yılın toplamından daha fazla orman yanmış.

Tunceli’de son iki yılda 2 hektar orman yanmıştı. Temmuz sonu, Ağustos başında çıkan iki yangında kaybedilen ormanlık alan 57 hektar. Bir ayda Tunceli’de yanan alan son iki yılın 30 katı. Orman Bakanlığı’nın resmi açıklama yapmayışı, yanan alanlar hakkında net bilgi vermemesi de sorunlu. Halbuki, ortada bir suçlama varsa şeffaflık en büyük savunmanızdır.

İl il baktığınızda özellikle çatışmaların olduğu bölgelerden gelen yangın haberlerinin sayısı ve yanan alan miktarlarında artış görülüyor. AA kaynaklı haberlerin bazılarında yangınların çıkış sebebinin çatışmalar olduğu açık açık yazılmış. Veriler de net bir şekilde, geçmişe kıyasla daha fazla orman kaybı yaşadığımızı gösteriyor. Yangını çıkaranın kim olduğu, bilerek söndürülmediği veya söndürme çalışmalarının engellenip engellenmediği ayrı bir tartışma konusu. Net olan, bu şiddet sarmalının insanlarla birlikte doğaya da ciddi zarar verdiği. Dünyanın en büyük ekolojik felaketlerinin arkasında savaş ve çatışmaların olduğu gerçeği bir kez daha yüzümüze bir tokat gibi iniyor. 2015 yılı resmi verileri açıklandığında korkarım daha kötü bir tabloyla karşı karşıya kalacağız.

Suçluyu bulmak, yalanları ortaya çıkarmak elbette önemli ama yangında ilk yapılacak şeyin bu ateşi söndürmek olduğunu unutmayalım. Savaşlar zaten gerçeklerin kaybedildiği, yalanların gündeme egemen olduğu ülkelerde çıkar. Gerçeği görebilmek için yanan ağaçların ve yüreklerin üzerine barış suyunu dökmemiz gerekiyor. Helikopterleri beklemeden, avuçlarımızla taşıyarak.

***
Türkiye’nin doğu illerindeki orman yangınları

2013
2014

Adet
Hektar
Adet
Hektar
Erzurum
7
8,10
3
3,50
Erzincan
3
5,70
-
-
Bayburt
-
-
-
-
Ağrı
-
-
-
-
Kars
6
8,10
55
19,04
Iğdır
-
-
-
-
Ardahan
5
33,50
-
-
Malatya
15
9,70
124
155,84
Elazığ
13
10,90
15
24,00
Bingöl
29
24,90
43
25,65
Tunceli
4
1,00
2
1,00
Van
-
-
-
-
Muş
1
0,30
1
1,00
Bitlis
3
2,20
2
1,00
Hakkari
6
2,90
4
1,00
Gaziantep
36
21,61
18
13,61
Adıyaman
36
123,02
18
34,90
Kilis
6
2,00
9
5,98
Şanlıurfa
16
30,50
7
9,70
Diyarbakır
15
89,90
13
56,00
Mardin
19
72,10
91
78,86
Batman
2
11,00
2
25,00
Şırnak
7
31,50
13
111,95
Siirt
7
30,37
-
-




Kaynak: Orman ve Su İşleri Bakanlığı

Koalisyon önce sokakta olur

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Haziran 2015

Türkiye’de muhalefetin gönlünden geçen AKP’siz bir koalisyon. Bunu herkes biliyor. Türkiye’de muhalefet bir kez daha ‘ne istemediğini’, ‘ne istediğinden’ daha iyi biliyor. Öyle ama bu sorunu çözmüyor.

AKP’siz koalisyon formülü bir tane. Yeterli çoğunluk için CHP, HDP ve MHP’nin birlikte hükümet kurması gerekiyor. MHP ve HDP’nin yanyana gelmeyeceğini düşünürsek bu düşük bir ihtimal. CHP, iki tarafla da uzlaşabilecek tek parti gibi. Dışarıda kalan partinin hükümete güvenoyu vermesiyle bir azınlık hükümeti kurulabilir.

MHP’nin, CHP-HDP azınlık hükümetine güvenoyu vermesini seçmenine anlatması zor. HDP’nin CHP-MHP hükümetine verdiği güvenoyunu açıklaması da. Yine de HDP içindeki yapılar uzlaşma konusunda MHP’den daha ileride gözüküyor. Kısacası, içinden ‘adalet ve kalkınma’ geçmeyen en yüksek olasılık, CHP-MHP azınlık hükümetine HDP’nin dışardan destek vermesi. Bu iş elbet hatırla, emanet oyla açıklanacak kadar basit değil. Bir siyasi anlaşma gerekecek.

Bu anlaşmanın, çözülmeyi bekleyen Kürt sorunu, Anayasa değişikliği gibi nedenlerden dolayı dört yıllık bir dönemi kapsayacağını düşünmek iyimserlik. Kurulacak azınlık hükümeti aslında bir seçim hükümeti olacak. Bu, asgari müştereklerde anlaşılırsa aslında pazarlığı kolaylaştıran bir faktör olabilir. Türkiye’nin 13 yıldır mahkum bırakıldığı antidemokratik rejimin sonunu da getirebilir. Tek şart, her partinin ve seçmeninin bir süre fedakarlık yapması.

MHP’nin HDP’nin istediği Anayasa değişikliğine evet demeyeceği ortada.
HDP’nin ana dilde eğitim talebini MHP kabul etmeyecek.
CHP zorunlu din dersi kaldırılsın, seçmeli olsun dese büyük bir olasılıkla MHP itiraz edecek.
Çözüm süreci belki bir süre rafta bekleyecek.

Örnekler çoğaltılabilir. Madalyonun diğer yüzüne de bakalım. Azınlık ya da seçim hükümeti şunları yapabilir.

Seçim barajını indirip, bir daha hiçbir partinin ülkeyi diktatör gibi yönetmesine izin vermeyebilir.
Başkanlık sistemi tartışmalarını çöpe atıp, Kaçaksaray’ı halkın kullanımına açabilir.
Hasıraltı edilen yolsuzluk dosyalarını ortaya çıkarıp, gerçekleri ortaya çıkarabilir.
YSK’den RTÜK ve TRT’ye kadar birçok kurumu özerkleştirebilir.
Sayıştay’ı yeniden çalışır hale getirip, adalet sisteminde yapılacak gerekli düzenlemelerle hukukun üstünlüğü yeniden sağlanabilir.
Nükleer santral projelerini iptal edip, 77 milyonun hayatını kurtarabilir.
YÖK kaldırılabilir, Cemevleri’ne ibadethane statüsü tanınabilir.

Olası kısa süreli koalisyonların çevre konusunda kalıcı etki bırakması nükleer gibi belli başlı projeler dışında zor. 3. Havalimanı iptal edilebilir. Hasankeyf, 3. Köprü gibi konularda ise işlerin yarım bırakılması gibi cesaretli kararlar alınabilir mi emin değilim. Yönetmelikleri, iklim müzakarelerini etkileyecek çalışmalar da koalisyonun ne kadar süreceğine bağlı. Hepsinin ön koşulu ise anlaşmak çünkü partilerin seçim bildirgeleri çevre konusunda çok belirgin ya da gerçekçi olmayan ifadeler içeriyordu.

Bu kadarı bile Türkiye’yi son 13 yılda yaşadığı karanlık günlere bir daha dönmemek üzere değiştirebilir. Bunun için sadece partilerin değil onlara oy verenlerin de anlaşması gerek. Sosyal medyada muhalefete oy verenlerin yazdıklarına bakarsanız asıl sorunun Meclis’te değil sokakta olduğunu görürsünüz. Kırmızı çizgilerin haddi hesabı yok.

Muhalefetin AKP ile koalisyona karşı çıkmaları anlaşılır bir durum. Böyle bir koalisyonun yukarıda saydıklarımızı gerçekleştirme şansı zor. Diğer seçeneklere karşı çıkmalarını anlamak ise çok zor. Bir koalisyon olmazsa erken seçimden başka bir seçenek yok. Böyle bir durumda aynı Meclis tablosunu kim garanti edebilir?

Yaşadığımız, takip ettiğimiz siyasi hayattan soğumamak elde değil ancak bu bile ‘kötünün iyisi’ diye bir seçenek olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sokaktakiler işi yokuşa sürerek partilerini köşeye sıkıştırdıkça bu seçenek de ortadan kalkabilir. O nedenle önce sokakta asgari müşterekler üzerinden bir koalisyon kurulmalı. Biz bunu Gezi’de yapmıştık yine yapabiliriz.

Sıfırlama sırası sizde

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Haziran 2015

Mutsuz evliliklerde eşlerin birbirine tatsız yakarışlarından biri, “hayatımı yedin”dir. 7 Haziran’da milyonlar sandığa, “Hayatımı yedin(iz)” diye söylenerek gidecek. Yemek fiilinin her anlamda hakkını verdiklerini bilerek.

13 yıl, dile kolay. 13 yıl önce başka bir ülkede yaşıyorduk. Demokrasiyi oturtmaya çalışan sancılı bir ülkede. O zaman sorsaydınız “en kötüsü bu” derdik. Şimdi ise her sabah kalktığımızda “en kötüsü dündü” diyoruz. Her gün daha kötüye giden bir ülkedeyiz. Özal ile başlayan ‘çağ atlama’ sloganlarına gülüyorduk ama Erdoğan hükümetleriyle çağın gerisine düştük.

Bugün Türkiye’de ‘imam nikahı’ numarasıyla kadınları köleleştirmeyi savunan bir hukuk sistemi var. Kadınların dünyanın birçok gelişmiş ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkının tanındığı ülkenin geldiği nokta bu.

Bugün Türkiye’de taraf tutan, taraf tutmayanı bertaraf etmek için hukuken bir bahane bile uydurma gereği duymayan mahkemeler var. Sahte delillerle insanları hapse atan, bu sahte delilleri göre göre gerçekmiş gibi haber yapan ‘gazeteciler’ var. Siyasetçi değil ahlak zabıtası kesilenlerin yolsuzluk kasetleri var. Dindarmış gibi yapanların boş zamanlarında dini “bakara makara” diyerek tiye alması var. Madende işçi arkadaşını kaybeden işçiye tekme atan danışman var. Sonucunda birbirine bağıran çağıran, farklı düşündüğü için karşısındakini öldüren bir halk var. Karısına, sevgilisine aşkını onu öldürerek gösteren erkekler var. 13 yılda ülkeyi getirdikleri nokta bu. Biz ‘konuşurken’ yaptıkları bu. Artık şiddet ve nefretin olmadığı bir ülkeyi hatırlamayan çocuklar var.  

7 Haziran seçiminde AKP’nin yenilmesi veya HDP’nin barajı geçerek Meclis’teki dengeleri bozması halinde bu Türkiye sıfırlanacak. İlmek ilmek dokuyarak yaratacağımız yeni bir ülkeye uyanacağız.

25-30 yaşlarındaki insanlar ilk defa yeni bir lider görecek. Başbakan-cumhurbaşkanı tanımları değişecek. Ülkeyi yönetenlerin işinin ülkede yaşayanları azarlamak olmadığını öğrenecekler. Siyasetin hakaretle değil mizahla, nükteyle yapıldığı günleri görecekler. Türkiye’de nefretle, kinle, ötekileştirerek ve hakaretle siyaset yapma biçimi sıfırlanacak.

Dış politika da sıfırlanacak. Komşularıyla kavga eden, onları tehdit edip, iç işlerine karışan Türkiye gidecek yerine “yurtta barış dünyada barış” diyen Türkiye gelecek. Tırlar sıfırlanacak, kasalarındaki silahlar boşaltılacak.

Ayakkabı kutularıyla iş yapanlar, eşe dosta sınav sorusu paslayanlar, tecavüzcüleri serbest bırakanlar, ayakkabı kutusu hırsızlarını koruyup, işçilerin grevlerini erteleyenler de sıfırlanacak.

İhalelerden alacağı paralar uğruna ülkeyi nükleer bataklığa sokanlar, ülkenin derelerini olmadık HES’lere teslim edenler, kömür için zeytine kıyanlar, rant için ormanları kesenler; hepsi sıfırlanacak. Seçimde iktidar değişirse yeni bir Türkiye kurma umudu hiç olmadığı kadar güçlenecek. 5 Haziran Dünya Çevre Günü gibi birçok önemli tarih, belki de bir süre sonra sorunlarla anılmayacak aksine kutlanacak. Böyle bir umut var çünkü herkes kötüyü gördü. Ortada kötünün tekrarına müsaade etmeyecek bir irade var. 

Seçimden istenilen sonuç çıkmazsa bir sıfırlama da orada olacak. Muhalefetin eski bildikleri sıfırlanacak. Yeni bir eylem planı, yeni bir örgütlülük gerekecek ama ne olursa olsun bir 13 yıl daha heba edilmeyecek. Bu maçın ikinci yarısı yok.