Seçim2015 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Seçim2015 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Seçimin kaybedeni bu ülkenin hayalleri

Özgür Gürbüz-BirGün/6 Kasım 2015

1 Kasım seçimlerinin analizini yaparken normal bir seçim yaşamış gibi davranmak eblehlik. Plakasız araçlardan, sandık başındaki baskılara kadar Türkiye’nin gördüğü en antidemokratik seçimlerden birini yaşadık. Yüzde 10 barajı oradaydı. Medya hükümetin elindeydi. İktidar partisi televizyonlarda, radyolarda istediği gibi cirit atarken muhalefete göstermelik süreler verildi. Parti başkanlarını yan yana tartışırken göremedik. İktidar hesap vermekten kaçtı, konuşacağı gazetecileri bile kendi belirledi. Bitmedi…

Bir süre öncesine kadar kendilerinin yanında duran birkaç medya kuruluşuna polis eşliğinde el konuldu. Hocasını beğenmediler kayyum atadılar. Kapağını beğenmediler dergiyi toplattılar. Medyada iktidarı eleştirmek fiilen yasaklandı. Sokakta hükümeti eleştirmek isteyenler canından oldu. Suruç’ta, Ankara’da bombalar patladı. Ölenler hep hükümete karşı sesini yükselten muhaliflerdi. Cenazesini buzluklarda saklayan insanlar birkaç hafta sonra panzer gölgesinde oy kullandı. Bu seçimin demokrasinin “d”siyle uzaktan yakından ilgisi yok; kimse hikaye anlatmasın.

Yüzde 49’un oyunu aldığı iddia edenler neden cesaret edip, adil bir seçime evet demezler bilemiyorum. Herhalde küçümsedikleri o partilerden korkuyorlar. Bugün Türkiye’de muhalefetin seçim çalışması, seçimi kazanmaktan çok Türkiye’nin hak ettiği demokratik bir seçimin yapılması mücadelesidir. Oy toplamak için çalışandan çok oyları korumak için çalışanların olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Muhalefetin demokrasiye inancı ve inadı bu ülkeyi krizden kurtaran yegâne güçtür. İktidarın bunun farkına varması ve ülkenin hayrı için bundan sonra demokratik bir seçimde uzlaşması gerekir. Kimsenin bu tiyatroyu izlemeye tahammülü kalmadı. AKP demokratik bir seçimden de galip çıkabilir mi? Belki. Hakkıyla kazanırsa da ülkede demokrasi gelişir, gerilim ve kutuplaşma azalır.

Bu kadar saptama, şikayet yeter. Şimdi ben de fabrika ayarlarıma döneyim.

Bu seçimin asıl kaybedeni Kılıçdaroğlu, Demirtaş veya Bahçeli değil. Asıl kaybeden bu ülkenin hayalleri… Son 13 yılın güzel bir özeti deyince aklıma gelen liste uzun. Kalabalıklaşan kentler, kirlenen hava, bozulan gelir dağılımı, artan polis şiddeti ve daha niceleri. Bu ülkenin insanları hayal etmeyi, daha güzel yaşamayı unuttu. Artık kentlerin havasının temiz olabileceğine, bisikletle işine gidebileceğine, enerjisini kömürden, nükleerden değil temiz enerjiden elde edebileceğine inanmıyor. Hırsızlar bu ülkede ayakkabı kutularından önce gerçekleri, umudu ve hayalleri çaldı.

Artık başka ülkelerden örnekler verdiğinizde heyecanlanmayan, yeni fikirler, orijinal çözümler üretmeyen, daha iyi yaşayabileceğine inanmayan, umudunu yitirmiş insanlarla birlikte yaşıyoruz. İlk işimiz bu umudu yeniden canlandırmak olmalı.

“Yiyorlar ama çalışıyorlar” diyenlere Uruguay eski Cumhurbaşkanı Mujica gibi yemeden çalışan onlarca devlet adamını göstermeliyiz.

“Madende ölmek fıtrat diyene”, Şili’de kurtarılan madencilerin öyküsünü anlatmalıyız.

Petrolsüz, kömürsüz olmaz diyenlere, Danimarka, İsveç gibi ülkelerin neden “olur” dediğini ve nasıl bu işi yaptıklarını herkese duyurmalıyız.

Ekonominin büyümesi için daha çok enerji ve nükleer santral gerek diyenlere, Almanya gibi dünyanın en büyük ekonomilerinden birinin nükleersiz ve daha az enerji tüketerek büyümeye devam ettiğini göstermeliyiz.

Güzel bir çevrede yaşamak zengin ülkelerin işi diyenlere, Çin’den, Hindistan’dan, Ekvador ve Kosta Rika’dan başarı öyküleri paylaşmalıyız.

Dünyanın en iyi sağlık sisteminin New York’ta değil Küba’da olduğunun altını yüz kere çizmeliyiz. Duble yolların değil, iyi bir sağlık sisteminin kanserli yakınlarımızı kurtarabileceğini anlatabilmeliyiz.

Bunları defalarca tekrarlamalıyız ki, umudunu ve hayallerini yitirenlere umut ve tutunacak bir dal olabilelim. Bugün AKP’ye oy verenlerin de aynı trafikte bunaldığını, aynı havayı soluyarak hasta olduğunu unutmayalım. Şikayet ederek onlardan biri olabiliriz ama çözümü göstererek ve üreterek, bu ülkenin makus kaderini yıkan “umut” olabiliriz.

Türkiye geride kalmasın

Özgür Gürbüz-BirGün/30 Ekim 2015

Önümüzdeki seçimlerde hükümetin icraatlarının, muhalefetin proje ve vaatlerinin ne kadar konuşulacağı belli değil. Toroslarla, sıkıyönetimle, bombalarla, yargısız infazlarla, sansür ve tehditlerle korkutulmaya, sindirilmeye çalışılan insanların özgürlük mücadelesine tanıklık edeceğiz. Bu ülkenin geleceğini düşünenler, cumhuriyete sahip çıkmak için tüm hile hurdaya, haksız rekabete, aşağılık suçlamalara rağmen sandık başına gidecek. Sadece oy vermeyecek sandığına da sahip çıkacak. 7 Haziran seçiminden sonra geçen süre gösterdi ki çocuklarımızın demokrasi içinde yaşayabilmesi için tek adam fantezilerinden uzak durmamız şart.

Rakiplerinin karşısına çıkıp fikirlerini savunamayacak kadar aciz durumdaki bir iktidarın tek güvencesi yarattığı korku imparatorluğu ve başta medya olmak üzere tek yanlı bilgilendirme araçları. Bu seçim aynı zamanda yalan makinalarıyla halka bambaşka bir dünya çizenlere, bu ülkenin geliştiğini, güzel bir ülke olduğunu sananlara hepimizi üzen acı gerçekleri anlatma seçimi.

Bir köşe yazısına hepsini sığdırmak zor. Çevre ve enerji alanından, rakamlarla birkaç örnek vermekle yetineceğim. AKP’nin kentleşme politikaları nedeniyle nüfus yoğunluğu arttı. Koca ülkede insanlar birkaç kente sıkıştırıldı. Kentlerdeki hava kirlendi, trafik sıkıştı, yeşil alan sayısı azaldı, sahiller ve güzelim kıyılar halkın değil, birkaç zenginin erişebileceği alanlara dönüştürüldü. Sadece hava kirliliği nedeniyle 2010 yılında 28 bin 924 kişinin öldüğü bir ülke haline geldik (Heal Raporu). 

Su fakiri olma yolunda ilerleyen Türkiye’de neredeyse musluktan su içilebilen kent kalmadı. Halbuki dünyanın gelişmiş kentlerinde insanlar su tekellerine esir edilmeden musluk suyu içiyor, dev parklarında boş zamanlarını değerlendirebiliyor.

Var olanı koruyamadığımız gibi geleceğe yatırım da yapamıyoruz. Yerli otomobil üretmekten bahsedenler, ne bu yatırımın nasıl geri döneceğinden ne de tüm dünyada örneklerini görmeye başladığımız elektrikli araçların çağının geldiğinden bahsetmiyor. Hidrojenle çalışan araçlar Japonya’da sokaklara inerken (2018’de Japonya’da 4 bin 200 hidrojenli araç olması bekleniyor), burada, ülkemizde olmayan, tamamen dışa bağımlı olduğumuz petrolle çalışan araba tasarımlarıyla oy toplanmaya çalışılıyor. Tüm dünya elektrikli otomobilleri, bizler ise yerli otomobilin tasarımının nereden kopyalandığını konuşuyoruz.

Türkiye’de enerji üretimi deyince hükümetin aklına sadece kömür ve nükleer geliyor. Tüm dünyada kömürden kaçış planları yapılıyor. İskoçya’da kömür santralleri yıkılıyor. İklim değişikliği nedeniyle Çin ve ABD bile anlaşırken Türkiye ne sel baskınlarından ders alıyor ne kuraklıklardan. Nükleerde de durum farklı değil. AKP, eski teknoloji adına ne varsa onunla ilgileniyor. 2000’de dünyadaki elektrik tüketiminin yüzde 17’si nükleerden sağlanıyordu şimdi bu pay yüzde 11’in altına düştü. Nükleerin yerini güneş ve rüzgar alıyor ama hükümet bu ülkeye değil bu işten karlı çıkacak birkaç şirkete faydası dokunacak nükleeri tercih ediyor. Doğalgazda, petrolde dışa bağımlılıktan şikayet edenler, yerli kaynak rüzgara, güneşe, biyokütleye sırtını dönüyor. Hem de Avrupa’nın en iyi potansiyeline sahip Türkiye’de.

Enerji tasarrufunu, enerjiyi verimliliğini hiç sormayın. Bu konuda son 13 yıldır bir arpa boyu yol alamayan bir ülkede yaşıyoruz. Türkiye aynı milli geliri üretmek için İspanya ve İtalya gibi ülkelerin iki katı enerji harcıyor. İşin daha da kötüsü, tüm dünya enerjiyi akıllı kullanma yolunda ilerlerken Türkiye’de 2003-2013 arası hiç ilerleme olmaması. 2003’te enerjiyi bizden daha kötü kullanan Hırvatistan, Finlandiya gibi ülkelerin artık gerisindeyiz.

Böyle onlarca örnek var. Pazar günü Türkiye’nin her anlamda geride kalmaması  için oy vermeliyiz.

Koalisyon önce sokakta olur

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Haziran 2015

Türkiye’de muhalefetin gönlünden geçen AKP’siz bir koalisyon. Bunu herkes biliyor. Türkiye’de muhalefet bir kez daha ‘ne istemediğini’, ‘ne istediğinden’ daha iyi biliyor. Öyle ama bu sorunu çözmüyor.

AKP’siz koalisyon formülü bir tane. Yeterli çoğunluk için CHP, HDP ve MHP’nin birlikte hükümet kurması gerekiyor. MHP ve HDP’nin yanyana gelmeyeceğini düşünürsek bu düşük bir ihtimal. CHP, iki tarafla da uzlaşabilecek tek parti gibi. Dışarıda kalan partinin hükümete güvenoyu vermesiyle bir azınlık hükümeti kurulabilir.

MHP’nin, CHP-HDP azınlık hükümetine güvenoyu vermesini seçmenine anlatması zor. HDP’nin CHP-MHP hükümetine verdiği güvenoyunu açıklaması da. Yine de HDP içindeki yapılar uzlaşma konusunda MHP’den daha ileride gözüküyor. Kısacası, içinden ‘adalet ve kalkınma’ geçmeyen en yüksek olasılık, CHP-MHP azınlık hükümetine HDP’nin dışardan destek vermesi. Bu iş elbet hatırla, emanet oyla açıklanacak kadar basit değil. Bir siyasi anlaşma gerekecek.

Bu anlaşmanın, çözülmeyi bekleyen Kürt sorunu, Anayasa değişikliği gibi nedenlerden dolayı dört yıllık bir dönemi kapsayacağını düşünmek iyimserlik. Kurulacak azınlık hükümeti aslında bir seçim hükümeti olacak. Bu, asgari müştereklerde anlaşılırsa aslında pazarlığı kolaylaştıran bir faktör olabilir. Türkiye’nin 13 yıldır mahkum bırakıldığı antidemokratik rejimin sonunu da getirebilir. Tek şart, her partinin ve seçmeninin bir süre fedakarlık yapması.

MHP’nin HDP’nin istediği Anayasa değişikliğine evet demeyeceği ortada.
HDP’nin ana dilde eğitim talebini MHP kabul etmeyecek.
CHP zorunlu din dersi kaldırılsın, seçmeli olsun dese büyük bir olasılıkla MHP itiraz edecek.
Çözüm süreci belki bir süre rafta bekleyecek.

Örnekler çoğaltılabilir. Madalyonun diğer yüzüne de bakalım. Azınlık ya da seçim hükümeti şunları yapabilir.

Seçim barajını indirip, bir daha hiçbir partinin ülkeyi diktatör gibi yönetmesine izin vermeyebilir.
Başkanlık sistemi tartışmalarını çöpe atıp, Kaçaksaray’ı halkın kullanımına açabilir.
Hasıraltı edilen yolsuzluk dosyalarını ortaya çıkarıp, gerçekleri ortaya çıkarabilir.
YSK’den RTÜK ve TRT’ye kadar birçok kurumu özerkleştirebilir.
Sayıştay’ı yeniden çalışır hale getirip, adalet sisteminde yapılacak gerekli düzenlemelerle hukukun üstünlüğü yeniden sağlanabilir.
Nükleer santral projelerini iptal edip, 77 milyonun hayatını kurtarabilir.
YÖK kaldırılabilir, Cemevleri’ne ibadethane statüsü tanınabilir.

Olası kısa süreli koalisyonların çevre konusunda kalıcı etki bırakması nükleer gibi belli başlı projeler dışında zor. 3. Havalimanı iptal edilebilir. Hasankeyf, 3. Köprü gibi konularda ise işlerin yarım bırakılması gibi cesaretli kararlar alınabilir mi emin değilim. Yönetmelikleri, iklim müzakarelerini etkileyecek çalışmalar da koalisyonun ne kadar süreceğine bağlı. Hepsinin ön koşulu ise anlaşmak çünkü partilerin seçim bildirgeleri çevre konusunda çok belirgin ya da gerçekçi olmayan ifadeler içeriyordu.

Bu kadarı bile Türkiye’yi son 13 yılda yaşadığı karanlık günlere bir daha dönmemek üzere değiştirebilir. Bunun için sadece partilerin değil onlara oy verenlerin de anlaşması gerek. Sosyal medyada muhalefete oy verenlerin yazdıklarına bakarsanız asıl sorunun Meclis’te değil sokakta olduğunu görürsünüz. Kırmızı çizgilerin haddi hesabı yok.

Muhalefetin AKP ile koalisyona karşı çıkmaları anlaşılır bir durum. Böyle bir koalisyonun yukarıda saydıklarımızı gerçekleştirme şansı zor. Diğer seçeneklere karşı çıkmalarını anlamak ise çok zor. Bir koalisyon olmazsa erken seçimden başka bir seçenek yok. Böyle bir durumda aynı Meclis tablosunu kim garanti edebilir?

Yaşadığımız, takip ettiğimiz siyasi hayattan soğumamak elde değil ancak bu bile ‘kötünün iyisi’ diye bir seçenek olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sokaktakiler işi yokuşa sürerek partilerini köşeye sıkıştırdıkça bu seçenek de ortadan kalkabilir. O nedenle önce sokakta asgari müşterekler üzerinden bir koalisyon kurulmalı. Biz bunu Gezi’de yapmıştık yine yapabiliriz.

Sıfırlama sırası sizde

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Haziran 2015

Mutsuz evliliklerde eşlerin birbirine tatsız yakarışlarından biri, “hayatımı yedin”dir. 7 Haziran’da milyonlar sandığa, “Hayatımı yedin(iz)” diye söylenerek gidecek. Yemek fiilinin her anlamda hakkını verdiklerini bilerek.

13 yıl, dile kolay. 13 yıl önce başka bir ülkede yaşıyorduk. Demokrasiyi oturtmaya çalışan sancılı bir ülkede. O zaman sorsaydınız “en kötüsü bu” derdik. Şimdi ise her sabah kalktığımızda “en kötüsü dündü” diyoruz. Her gün daha kötüye giden bir ülkedeyiz. Özal ile başlayan ‘çağ atlama’ sloganlarına gülüyorduk ama Erdoğan hükümetleriyle çağın gerisine düştük.

Bugün Türkiye’de ‘imam nikahı’ numarasıyla kadınları köleleştirmeyi savunan bir hukuk sistemi var. Kadınların dünyanın birçok gelişmiş ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkının tanındığı ülkenin geldiği nokta bu.

Bugün Türkiye’de taraf tutan, taraf tutmayanı bertaraf etmek için hukuken bir bahane bile uydurma gereği duymayan mahkemeler var. Sahte delillerle insanları hapse atan, bu sahte delilleri göre göre gerçekmiş gibi haber yapan ‘gazeteciler’ var. Siyasetçi değil ahlak zabıtası kesilenlerin yolsuzluk kasetleri var. Dindarmış gibi yapanların boş zamanlarında dini “bakara makara” diyerek tiye alması var. Madende işçi arkadaşını kaybeden işçiye tekme atan danışman var. Sonucunda birbirine bağıran çağıran, farklı düşündüğü için karşısındakini öldüren bir halk var. Karısına, sevgilisine aşkını onu öldürerek gösteren erkekler var. 13 yılda ülkeyi getirdikleri nokta bu. Biz ‘konuşurken’ yaptıkları bu. Artık şiddet ve nefretin olmadığı bir ülkeyi hatırlamayan çocuklar var.  

7 Haziran seçiminde AKP’nin yenilmesi veya HDP’nin barajı geçerek Meclis’teki dengeleri bozması halinde bu Türkiye sıfırlanacak. İlmek ilmek dokuyarak yaratacağımız yeni bir ülkeye uyanacağız.

25-30 yaşlarındaki insanlar ilk defa yeni bir lider görecek. Başbakan-cumhurbaşkanı tanımları değişecek. Ülkeyi yönetenlerin işinin ülkede yaşayanları azarlamak olmadığını öğrenecekler. Siyasetin hakaretle değil mizahla, nükteyle yapıldığı günleri görecekler. Türkiye’de nefretle, kinle, ötekileştirerek ve hakaretle siyaset yapma biçimi sıfırlanacak.

Dış politika da sıfırlanacak. Komşularıyla kavga eden, onları tehdit edip, iç işlerine karışan Türkiye gidecek yerine “yurtta barış dünyada barış” diyen Türkiye gelecek. Tırlar sıfırlanacak, kasalarındaki silahlar boşaltılacak.

Ayakkabı kutularıyla iş yapanlar, eşe dosta sınav sorusu paslayanlar, tecavüzcüleri serbest bırakanlar, ayakkabı kutusu hırsızlarını koruyup, işçilerin grevlerini erteleyenler de sıfırlanacak.

İhalelerden alacağı paralar uğruna ülkeyi nükleer bataklığa sokanlar, ülkenin derelerini olmadık HES’lere teslim edenler, kömür için zeytine kıyanlar, rant için ormanları kesenler; hepsi sıfırlanacak. Seçimde iktidar değişirse yeni bir Türkiye kurma umudu hiç olmadığı kadar güçlenecek. 5 Haziran Dünya Çevre Günü gibi birçok önemli tarih, belki de bir süre sonra sorunlarla anılmayacak aksine kutlanacak. Böyle bir umut var çünkü herkes kötüyü gördü. Ortada kötünün tekrarına müsaade etmeyecek bir irade var. 

Seçimden istenilen sonuç çıkmazsa bir sıfırlama da orada olacak. Muhalefetin eski bildikleri sıfırlanacak. Yeni bir eylem planı, yeni bir örgütlülük gerekecek ama ne olursa olsun bir 13 yıl daha heba edilmeyecek. Bu maçın ikinci yarısı yok.

Parti bildirgelerine bel bağlanmamalı

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Mayıs 2015

İki hafta sonra seçim var. Partilerin çevre ve enerji vaatlerine bakıp bir değerlendirme yazısı yazma vakti. En kolayı AKP’nin bildirgesini değerlendirmek. “Her yer beton her yer rant” anlayışı yeni dönemde de devam edeceğe benziyor. Nükleer santral gibi geçmişin rüyaları enerji planlarına damgasını vurmuş. İnsan dostu, çevre dostu kentlerden bahsediliyor ama “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diye boşuna dememişler. Son 12 yılda kentlere doluşturulan binlerce insan ve binadan başka bir şey görmedik. Şehirde ağaç görenin ağlayası geliyor. Kentler öyle kalabalıklaştı ki, mecburen yapılan metrolar bile ihtiyaca yanıt vermiyor; hepsi tıklım tıklım. Metroların insandan çok ranta hizmet etmesi de ayrı bir dert. Metro hattı alışveriş merkezleriyle doluyor, bu merkezlere özel girişler sağlanıyor. Şu günlerde İstanbul’da iş saatlerinde metroya binen ya da yer bulup binebilen kendini Çin’de sanır.

CHP’nin projelerinin AKP’den farkı ise çevreye zarar vermeyecek olmasından çok, “zarar verir mi diye bakacağız ve soracağız” demesi sanki. Buna da şükür diyen çıkabilir tabii. Kimseyi kırmayalım türünden bir program yazılmış. Nükleere net hayır denmiyor gibi gözükse de atık sorunu çözülene kadar evet demeyiz denmiş. Atık sorununun çözülemeyeceği ortada. Bu cümleyle zaten nükleere hayır deniyor ama neden açıkça söylenemiyor anlamak zor. HES projelerine çekinceli yaklaşılması, iklim değişikliği vurgusu iyi ama program sadece ithal kömüre hayır deyince iklim konusu havada kalıyor. ‘Enerjide ihtiyacın karşılanmasında enerji arzının abartılı biçimde arttırılması yerine enerji verimliliğinin yükseltilmesini esas alacağız’ CHP’nin bu bölümdeki en olumlu cümlesi. Büyüme hızı saplantısı AKP’de olduğu gibi CHP’de de kendini gösteriyor.

HDP’de birçok konuda çizgiler daha net; örneğin nükleer karşıtlığı. Belirsizlik ise HDP’de de görülüyor. Sermaye birikimi için yapılan HES, nükleer, termik vb. enerji projelerine karşı çıkılıyor. İyi ama bu projelerin ekolojiye verdiği zararın tek kaynağı ‘sermaye birikimi niyeti’ değil. Yanlış HES projesi halk girişimi olsa çevreye zarar vermeyecek mi? Çevre ve enerji sorunları hemen hemen her yerde mülkiyet sorunuyla eşleştirilmiş. Sosyalizm çevre sorunlarını anlama konusunda çok yol kat etti ama HDP metnindeki ifadeler oldukça eski. HDP programı Türkiye’de karşıtlık üzerinden muhalefet edenleri mutlu edecek vaatlere sahip ama diğerleri gibi ne kadarı gerçekçi belli değil.

Özetlersek, 7 Haziran seçimleri öncesi parti bildirgelerine bel bağlamak iyi bir fikre benzemiyor. Partilerin iletişim stratejileri size vaatlerden fazlasını anlatıyor. AKP’nin derdi seçmenini korumak. Daha çok geçmişte yaptıklarını anlatarak oy istiyor. “Onlar konuşur, AKP yapar” sloganı kahve tartışmalarında AKP’li seçmen kullansın diye yazılmış. Reklamlarda da açıkça görülüyor. Karşı tarafı ikna edecek bir yanı yok ama oy kaybetmeyelim yeter düşüncesi hakim.

CHP, AKP’nin eski haline benziyor. Projeler açıklıyor, yeni seçmen kazanmaya çalışıyor. CHP ile eski AKP arasındaki en önemli fark ortadaki paranın daha adil dağıtılacağı ve ülkenin daha şeffaf yönetileceği iddiası. Emekli maaşı, ikramiye meselesi önemli. AKP gelirin birkaç elde toplanmasını istiyor, CHP ise daha fazla dağıtmak.

HDP’nin iletişim stratejisi ise kendisine yüzde 10 barajını geçirecek CHP ve sol oyları almaya dönük. Her şey Erdoğan karşıtlığı üzerine kurulmuş. “Barajı geçemezsek AKP tek başına iktidar, Erdoğan başkan” diyen ve bunun için CHP ve sol seçmenin oyuna ihtiyaç duyan HDP’nin partideki ‘yetmez ama evet’çilerle yollarını ayırmaması, yüzde 10 barajını müzakere masasına getirmemesi hedef kitleye ulaşmalarını zorlayabilir. Oy istedikleri kesim o yüzden bugün samimiyet sorgulaması yapıyor, koalisyon yaparlar mı diye tartışıyor. HDP’nin eylemleri iletişim stratejisiyle çelişiyor. Sloganların havada uçtuğu bir seçim izliyoruz. Seçmenin işi zor.

Bisikletli kentler hayal değil

Özgür Gürbüz-BirGün/10 Mayıs 2015

Otobüs durağı arkasından geçen bisiklet yolu
Başta İstanbul olmak üzere kentlerimizdeki trafik sorununu aşmanın yolu toplu ulaşımı yaygınlaştırmaktan, kentleri küçültmekten, yürümekten ve bisiklete binmekten geçiyor. Konu İstanbul ve bisiklet olunca duyduğumuz ilk cümle ise, “İstanbul’da bisiklete binilmez!” oluyor. Kimi, kentin 77’yi bulan tepelerinden şikayetçi kimi ise araç kullanmayı bilmeyen şoförlerinden. EMBARQ Türkiye - Sürdürülebilir Ulaşım Derneği’nin hazırladığı, ‘İstanbul’da Güvenli Bisiklet Yolları Uygulama Kılavuzu, İstanbul’da iki teker üstünde güvenli yolculuk yapılabileceğini söylüyor. Ocak ayında yayımlanan kılavuz geçenlerde New York’taki bir tasarım ofisinden ‘mükemmellik’ ödülü aldı. Bizim belediyelerde ise olsa olsa raflardaki yerini almıştır.

Avrupa’da bisikletle her gün 50 milyon yolculuk yapılıyor. Toplam yolculukların yüzde 5’i iki teker üstünde, çevreye zarar vermeden gerçekleştiriliyor. Danimarka’da yolculukların yüzde 18’i, Hollanda’da yüzde 27’si bisikletle gerçekleştiriliyor. İstanbul’da ise 82 kilometreyi bulan bisiklet yolu, bir de yılan hikayesine dönen 2023’e kadar 1000 kilometre yeni bisiklet yolu projesi var. Büyükşehir Belediyesi’nin bu iddiasını ilk haberleştirdiğimde yıl 2004’tü. 11 yıl geçti toplam bisiklet yolu 100 km’yi bulmadı. Kağıt üstünde de olsa bu proje var.

Çocuklar bisiklete binsin. Foto: A. Kudu
Kılavuzun en önemli özelliği, neredeyse sokak sokak uygulamalara yer vermesi. Mevcut caddelerde nasıl bisiklet yolları yapılması gerektiği şema ve projelerle desteklenmiş. İşin ‘yapılamaz’, ‘olamaz’ kısmı geride kalmış, “istenirse yapılır, işte böyle” deniyor. Kılavuzun en ilgi çeken noktalarından biri de bisikletçilerle yapılan anketler. Yüz yüze yapılan ankette 200 bisiklet kullanıcısının 30’u bisikleti ulaşım amaçlı kullandığını söylemiş. İnternet üzerinden ankete katılanlarda bu oran yüzde 50’ye yaklaşıyor.

En büyük sorun malum kaza riski. Bisiklete binenlerin yaklaşık yüzde 16’sı son bir yıl içinde kaza yapmış. Kazalar genelde motorlu araçlarla daha sonra yayalarla. Ankete katılanların çoğu yaya yolları içerisinden geçirilen bisiklet yollarını tercih etmiyor. Ya sahil yolundan ya da mevcut trafiğe paralel yollardan gidiyor. Bisiklete binenler bilir, yaya dolu bir kaldırımda işaretli bisiklet yolu pek işe yaramaz. Yayalar her yerdedir. Bunlar gösteriyor ki, motorlu araçların ve yayaların giremediği bisiklet yolları lazım. Kentte güvenli bisiklet yolları olursa çevre, sağlık ve ucuz olduğu için bisiklet kullanıcısının sayısının artacağı ortada. Bisikletin trafik sorununun çözümüne de katkısı olacak.

Bisiklet kullananların en çok tercih ettiği güzergahlar Kadıköy ilçesinde. Sarıyer, Beşiktaş, Bakırköy ve Fatih takipte. En tehlikeli buldukları ilçeler ise Üsküdar ve Bahçelievler. Bisiklet yollarını güvensiz kılan birçok etken var. Bunlardan belki de en önemlisi yolların sürekliliğinin olmaması. 500 metrelik bir bisiklet yolunun bir anlamı yok. Bir ilçeden diğerine uzanan yollara, merkezlerde güvenli bisiklet parklarına ihtiyaç var. Yokuşları veya bisiklet yolu olmayan mesafeleri atlatmak için bisikletinizi toplu taşıma araçlarına alabilmeliyiz. Bir de iyi şoförler olmalı. Yaya geçidinde duran, kavşakta, kırmızı ışıkta, dönüşlerde bisiklete yol vermeyi bilen şoförler. Direksiyon hakimiyetinin şoförlük olmadığını bilen, kurallara uyarak araç kullanan insanlar. Zor demeyin, cezalar arttırılır ve uygulanırsa bu sorun çok kısa sürede çözülür. Yeter ki, otomobil kullanımını özendirmek adına trafik kurallarını bilmeyenlere ehliyet veren, hatalara göz yuman hükümetlerden kurtulalım. Sırtını otomobil lobisine yaslamış hükümetler bunu yapamaz, o ayrı. Siyasi irade olursa kentler bisikletle dolar. İklim uygun, insanlar niyetli.

Konu hükümete gelmişken, Meclis’teki dört partiden (AKP, CHP, MHP ve HDP) sadece CHP seçim bildirgesinde bisiklete yer vermiş. Çevre konusunda iddialı vaatlerde bulunan HDP bile bisikleti unutmuş. CHP bildirgesinde, ‘kent içi trafikte yaya ve bisiklet öncelikli düzenlemeler yapılacaktır’ denmiş. Seçimler öncesi motorsuz iki tekerin durumu da bu.