Yenilenebilir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yenilenebilir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yenilenebilir enerji yol haritası güven vermiyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 23 Ekim 2024

Enerji Bakanlığı 2035 yılına ait yenilenebilir enerji yol haritasını açıkladı. Güneş ve rüzgar enerjisi kurulu gücünü dört kat artıracaklarını, söz konusu yatırımların yeni iletim hatlarıyla birlikte 108 milyar doları bulacağını belirtildi. 2005 yılına dönelim. Dönemin Enerji Bakanı Hilmi Güler de o sıralar sık sık medyanın karşısına çıkıyor ve Türkiye’nin 2010’a kadar enerjide 130 milyar dolara ihtiyacı olduğunu söylüyordu.

Hilmi Güler’in bu çağrısı aslında bir davetti. Yabancı yatırımcılara, finansörlere Türkiye’ye gelin, yatırım yapın ya da bize para verin diyordu. Ekonomiyi 20 yılda tarihteki en kötü duruma getiren AKP, 20 yıl sonra yine enerji kozunu öne sürerek para bulmaya, yabancı yatırımcıyı Türkiye’ye çekmeye çalışıyor. Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar’ın Pazartesi günü yaptığı sunumun özeti buydu.

Anlatılan ise tahmin edersiniz ki bu değildi. Enerji Bakanı, politikalarının üç temel üzerine oturtulduğunu söyledi. Arz güvenliği, enerji bağımsızlığı ve 2053 net sıfır emisyon hedefi. Bu hedeflere ulaşmak için de bugün 31 bin megavatı bulan rüzgar ve güneş kurulu gücünün 2035’te 120 bine çıkarılacağını söyledi. Elektrik talebinin de 330 milyar kilovatsaatten 510 milyar kilovatsaate çıkacağını…

Güneş ve rüzgar gücünü 10 yılda 90 bin megavat artırmak oldukça iddialı bir hedef. Bayraktar, özel sektöre havale edilen bu işler için izin süreçlerinin kısaltılacağını da belirtti. Yatırımcılara bir kez daha göz kırptı. Yakılan bu yeşil ışığın Türkiye’de doğa talanına dönüşmeyeceğini düşünmek naiflik olur. Süreci hızlandırmak, denetimi ortadan kaldırmak, olmadık yere beton dökmek olmamalı. Açıklanan planda çatılara, bina cephelerine, enerji kooperatiflerine bir vurgu yapılmadı.

Yenilenebilir enerji planının en sorunlu yanı ise inandırıcılığıydı. Türkiye 2053 yılında iklimi değiştiren seragazı emisyonlarını azaltarak “net sıfır emisyon” hedefini yakalamak istiyorsa önce emisyonların kaynağını kurutmalı. Bir numaralı kaynak da kömür santralları. Türkiye ise kömürle çalışan termik santralları ne zaman kapatacağını açıklamayan Avrupa’daki beş ülkeden biri. Bu santrallardan çıkan emisyonları durdurmadan nasıl net sıfıra ulaşacaksınız? Sobadan çıkan duman sizi zehirliyor ama siz sobayı kapatmayıp yanına elektrikli ısıtıcı koyuyorsunuz. Bakanlık bu planda ve 2053 hedefinde samimiyse bir an önce termik santralların kapatılma takvimini kamuoyuyla paylaşmalı.

Bu kadar santral gerekli mi sorusuna da yenilenebilir enerji planında tatmin edici bir yanıt bulamadık. Bayraktar’ın şu cümlesi ise düşündürücüydü: “Önümüzdeki 30 yılda Türkiye’yi enerji ihracatçısı bir ülke yapmak istiyoruz”. Görüldüğü gibi niyet başka ama biz yine de rakamları hatırlatalım. Halihazırda Türkiye’de 67 bin megavatlık yenilenebilir enerji santralı var. Buna 90 bin megavatlık güneş ve rüzgar eklenirse yenilenebilir enerjiden oluşan kurulu gücümüz 160 bin megavatı bulacak. Böyle bir kurulu güç, enerji depolama ve belki de birkaç gaz santralıyla desteklenirse zaten bahsedilen elektrik talebini karşılamaya yeter. 115 bin megavat kurulu güce sahip Türkiye’nin en yüksek enerji talep ettiği sıcak yaz günlerinde bile talebin 57 bini geçmediğini biliyoruz. Bakanlık kendi yazdığı planını ciddiye alıyorsa, arz güvenliği açısından Mersin’de yapımı süren, Sinop ve Trakya’da yapılması düşünülen nükleer santrallar ile küçük reaktörlere ihtiyacı olmayacağını da biliyordur.

Bakanlığın tüm planlarındaki asıl eksiklik ise talebi yönetmeyi amaçlayan politikaların yokluğu. Enerji tasarrufu, enerji verimliliği dilimizden düşmüyor ama akşam saatlerinde reklam ışıklarını kapattıran basit bir politikamız bile yok. Tersine yaz saati uygulamasıyla tüketimi artırma peşindeyiz. Dünyanın üçüncü büyük ekonomisi Almanya son 30 yılda ekonomisini yüzde 47 oranında büyütürken, birincil enerji talebini yüzde 20, seragazı emisyonlarını da yüzde 60 oranında azalttı. Bu süre içerisinde elektrik ihtiyacının yüzde 30’una yakınını karşılayan nükleer santralların hepsini kapattı, yenilenebilir enerjinin payını da yüzde 60’a çıkardı. Biraz kopya mı çeksek acaba?

Enerjide hangi parti daha çevreci

Özgür Gürbüz-BirGün/28 Mayıs 2018

Seçim tarihi yaklaştıkça seçmenlerin karar verme süreci kolaylaşıyor. Seçim bildirgeleri, liderlerin vaatleri ortaya çıktıkça oy vereceğimiz partinin bize nasıl bir gelecek hazırladığına dair öngörülerimiz netleşiyor. Parti bildirgeleri bize bu bilgiyi veriyor. Şimdi satırların izin verdiği kadarıyla AKP, CHP, HDP ve İyi Parti’nin enerji konusundaki görüşlerini özetlemeye çalışayım.

Kömür
AKP iktidarda kalırsa daha fazla kömür santralı yapacağını, kamunun elindeki kömür sahalarını da özelleştirmeye devam edeceğini açıklamış. En az 5 bin megavat (MW) gücünde yerli kömürle çalışan santral yapma hedefleri var. Bildirgede bu kadar çok kömür olunca hava kirliliği konusunda ne yapacaklar diye baktım ama tek bulduğum izleme istasyonlarının sayısının artıracakları bilgisi. Hava kalitesi başlığı altında gürültü kirliliğinden bile bahsedilmiş ancak havanın kirli olduğundan bahsedilmemiş, haliyle çözüm için herhangi bir hedef koyulmamış. Bildirgede kentlerin havası temizlendi deniyor ama bildiğiniz gibi en son Çevre Mühendisleri Odası 81 ilden sadece altısının havasının temiz olduğunu açıklamıştı. Türk Toraks Derneği ve diğer sivil toplum örgütleri de benzer raporlar yayımlamıştı.

CHP hava kirliliğini azaltacak önlemlere öncelik vereceğiz, doğalgaz altyapısı olan kentlerde yakıt yardımını kömür yerine doğalgazla yapacağız demiş. Daha fazla örnek yok ama hava kirliliği sorununu kabul etmiş. AKP gibi termik santrallarda verimli ve yüksek teknoloji kullanma vurgusu var hatta bu teknolojilerin kullanılmasını yasal zorunluluk haline getireceğiz diyerek bir adım öne geçmişler. Zira, AKP döneminde özelleştirilen termik santrallara adeta çevreyi kirletme hakkı verilmiş, en basit filtreler bile olmadan çalıştırılması için Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle çevre mevzuatına uyum konusunda muafiyet getirilmişti. Anayasa Mahkemesi’nden dönen değişiklik ısrarla yeniden yasalaştırılmıştı.

İyi Parti kömür santralları kuracağını belirtmiş. Uygun teknolojik çözümler denmiş ama kömürle ilgili hava kirliliği veya başka bir çevre sorunundan bahsedilmemiş. Üç partinin kömüre karşı tavır almadan iklim değişikliğiyle nasıl mücadele edeceği kocaman bir soru işareti olarak havada asılı kalmış.

HDP ise sermayenin çıkarı için yapılacak termik santral gibi uygulamalara son vereceklerini söylemiş. Bu söylem geçen seçimde de vardı ve çok net değil. Kamu yaparsa sermayenin çıkarı olmayacağı için onay veriliyor mu sorusu geliyor aklıma. Bildirgede ayrıca “Ormanların, derelerin, havanın, suyun, taşın, toprağın, ağacın, kurdun, kuşun, böceğin, tüm yaşamın haklarını koruyacak, yaşamın bilgisini savunacağız” denmiş.

Nükleer
AKP tahmin edileceği gibi Mersin, Sinop ve üçüncü bir yere nükleer santral kurmaktan bahsediyor. İşin ilginç tarafı, yabancı şirketlerin elindeki bu projelerle dışa bağımlılığın azaltılmasının hedeflendiği söylenmiş. Yakıtından, işletmesine yabancılara bağlı santrallarla bu iş nasıl olacak belli değil.

CHP bir önceki seçime göre tabanına kulak vermişe benziyor. Sinop ve Mersin projelerini gözden geçireceklerini, uluslararası yükümlülükler çerçevesinde mümkünse iptal edeceklerini yazmışlar. Bir başka yerde ise “Mevcut nükleer enerji teknolojilerine dayalı, sorunlarını giderememiş riskli santrallerin, ülkemizde kurulmasına izin vermeyeceğiz” deniyor. Bana fisyonla değil füzyonla gel diyorlar. Bu da nükleer santrallara güle güle demek aslında. CHP, diğer partilerin değinmediği nükleer silah konusunda da barışçıl bir tavır sergilemiş. Nükleer ve kimyasal silahların bölgede ve dünyada yayılmasına karşı mücadele edeceklerini söyleyen tek parti olmuş.

İyi Parti nükleer enerjiyle ilgili bir şey söylememiş. HDP’nin tavrı ise net; Sinop ve Mersin’deki projeleri iptal edeceğini söylemiş.

Sorunlar nükleer ve kömürle sınırlı değil ama bu iki örnek partilerin bakışını görmek için bize fırsat veriyor. Biraz da çözüm tarafına yani ne yapacaklarına bakalım.

İklim değişikliği
AKP’nin iklim değişikliği ile mücadelede “yeşil büyüme” sloganını seçtiğini ve akıllı şehirlere odaklandığı görülüyor. 2016 yılında Paris Anlaşması’nı imzaladık denmiş ama sürecin tamamlanmadığından ve Türkiye’nin anlaşmaya taraf olmayan 23 ülkeden biri olduğu es geçilmiş. İklim fonlarından en çok yararlanan ülkelerden biri olmasına rağmen hâlâ Yeşil İklim Fonu’ndan para alınmaya çalışılacağı belirtilmiş. Seragazı azaltım hedefi ise yok. Paris onaylanmadığı için havada kalsa da 2030’a kadar artıştan azaltma hedefi var. Kamu alımlarında çevre dostu ürün tercihi, Ankara’dan başlayarak hastane ve AVM gibi merkezlerde “sıfır atık” politikası ve atıkların kaynağında ayrıştırılması gibi iklimle ilgili öneriler dikkat çekici. Ağaçların korunmasından çok fidan dikimine odaklanıldığını, fidan ithalatının önüne geçmek için de önlem alınacağı da gözümden kaçmadı. Tersi daha kolay olurdu sanki.

CHP, AKP’nin aşırı tüketimle doğaya zarar verdiğine değinmiş ve çözüm için yeşil ekonomiye geçişi önermiş. Düşük karbonlu sektörlere ve yeşil teknolojilere yatırım yapılacağı vurgulanmış. ÇED sürecini etkin uygulamanın yanı sıra sivil toplumun uzun zamandır dillendirdiği “Sosyal Etki Değerlendirmesi”nin de sürece ekleneceği vurgulanmış. İklim değişikliğinden en çok etkilenecek çitfçi, balıkçı ve tarım işçilerini koruyacak politikalar uygulanacağı belirtilmiş. Paris ve toplam seragazı azaltımıyla ilgili bir hedef yok ama deniz ve demiryoluyla birlikte toplu ulaşımı, verimli uygulama ve ürünleri teşvik ederek seragazı emisyonlarını azaltmayı amaçladıkları yazılmış.  Bu arada hem AKP hem de CHP’nin emisyon yerine kullanılan “salım” kelimesini yanlış yazıp “salınım” yazdıklarını da belirtmeliyim.

İyi Parti, iklim değişimi kaynaklı zararlardan korunmak için gerekli önlemlerin alınacağını söylerken HDP konuya değinmemiş.

Enerji hedefleri
AKP önümüzdeki dönemde yerli ve yenilenebilir kaynaklara önem vereceğini söylüyor. Bu hedefin içinde oldukça tartışmalı HES yatırımlarına Ilısu (Hasankeyf) ve Yusufeli gibi iki büyük barajın yanında 10 bin MW’lık onlarca hidroelektrik santralın eklenmesi de var. Güneş ve rüzgar enerjisinde de 1000 MW’lık büyük projelerden bahsediliyor. İktidar partisinin tüm planlarının büyük şirketler ve elektrik üretiminde merkezileşme üzerine kurulu olduğunu söylemek mümkün. Burada hem CHP hem de İyi Parti daha farklı bir yol öneriyor.

CHP de AKP gibi yerli ve yenilebilir enerji dese de çözüm yolunu birkaç şirketten değil halktan ve devletten geçirmeye çalışmış. Örneğin, apartmanlarda güneş paneli kullanacaklara sıfır faizle kredi vermeyi, ısı yalıtımı ve panel yatırımının mali yükünü karşılama sözü vererek, sorunu yine güneşle ama daha küçük ve faydası halka gidecek yatırımlarla çözmeyi amaçlamış. Sokak aydınlatması için de güneş enerjisini önermiş. Bor madenlerini özelleştirmeyeceklerini, özellikle kamuya ait madenlerin rödovans sözleşmelerini iptal edip kamulaştırılacağını söylemiş.

İyi Parti de “yalnızca makro ve büyük ölçekli projelere değil, mikro ölçekli projeleri de ön planda tutan düzenlemeler yapılacaktır” diyerek çağa daha uygun çözüm önerileri sunmuş. Çatılarda güneş panelleri, bireylerin kurulum yapmasını sağlayacak düzenlemeler yenilenebilir enerji hedefleriyle iç içe yer almış.

HDP’nin Cumhurbaşkanlığı Bildirgesi’nde “Güneş ve rüzgardan yararlanarak her eve temiz ve ucuz enerji sağlayacağız” sözü durumu özetliyor. Tasarruf öne çıkıyor, yerelde üretime vurgu yapılıyor. Su ve elektrik kullanımında, asgari ihtiyaç miktarına kadar ücretsiz sunulması vaadi de önemli.

Bu bölümde CHP’nin hedefleri daha detaylı, İyi Parti’yle birlikte bireysel üretime, mikro çözümlere yönelmeleri ülke için umut veriyor.

Bildirgelerde benim gözüme çarpanlar bunlar. Detaylar için sizleri de okumaya davet ediyorum.

Karar sizin!

Not: Bu değerlendirme yapılırken AKP'nin Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Genel Seçim Beyannemesi 2018, CHP Seçim Bildirgesi 2018, İyi Parti Parti Programı, HDP Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçim bildirgelerinden faydalanılmıştır.  İyi Parti henüz seçim beyannamesini açıklamamıştı.

Türkiye kömür sevdası yüzünden tarihi fırsatı kaçırıyor

Özgür Gürbüz-BBC Türkçe/11 Temmuz 2017

Türkiye iklim değişikliğini durdurmayı amaçlayan Paris Anlaşması’na iki yıl önceki BM İklim Konferansı’nda imza atmıştı. Anlaşmanın yürürlüğe girmesi için TBMM’nde görüşülerek onaylanması gerekiyor. Şu ana kadar anlaşmaya imza atan 197 ülkeden 153’ü anlaşmayı onayladı.

ABD’de Trump yönetiminin başa gelmesi ve anlaşmadan çekileceğini açıklaması, onay sürecine çok sıcak bakmayan Türkiye’nin itirazlarının yüksek sesle konuşulmaya başlamasına neden oldu. 

G20 Zirvesi sonrasında ise Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin anlaşmayı onaylamayacağını açıkladı. Türkiye’nin müzakerelerde gelişen ülkeler sınıfında kabul edilmesini ve mali yardım almasını isteyen Erdoğan, anlaşmayı onaylamak için bu koşulların yerine getirilmesini istedi.
  
Türkiye’nin kendisini iklim müzakerelerinde gelişmiş ülkeler grubundan gelişen ülkelere aldırma isteği yeni değil. Bu isteğin haklı olduğu da söylenebilir. 

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne dayanan bu yanlış, Türkiye’nin başına hep bela oldu ancak 2001 yılında Marakeş’te düzenlenen 7. Taraflar Konferansı’nda (COP7) farklı konumu tanınarak biraz olsun düzeltildi. 

2004 yılında da Türkiye Çerçeve Sözleşmesi’ne katıldı. Geride kalan 13 yılda Türkiye’nin konumunun tamamen netleşememesi biraz da müzakere sürecinin iyi yürütülmemesine bağlı.

Kyoto Protokolü’nde alınan yükümlülükler ülkelerin nasıl sınıflandırıldığıyla (gelişmiş-gelişen gibi) yakından ilgiliydi. Bu yüzden Türkiye Kyoto’yu çok geç, deyim yerindeyse iş işten geçince imzaladı. 

Paris Anlaşması’nda ise bu statünün ne olduğundan çok verdiğiniz taahhüt ve o taahhüdün diğer ülkelerce kabul edilmesi önemli.

2015 yılında Türkiye’nin BM Sekretaryası’na sunduğu Niyet Edilen Ulusal Katkı (INDC) belgesi oldukça zayıf. 

Ne ekonomiyi tehdit edecek bir taahhüt içeriyor ne de ekonomide özel bir dönüşüm gerektiriyor.

Türkiye'nin Niyet Edilen Ulusal Katkı'sı (INDC)
Türkiye, 2015 yılında 477 milyon ton karbondioksit eşdeğerini bulan emisyonlarının, 2030 yılında, koşulların değişmediği bir senaryoda (business as usual) 1 milyar 175 milyon tona çıkacağını tahmin ediyor. 

Paris Anlaşması’nı imzalarken verdiği taahhüt ise bu rakamı 929 milyonda tutmayı öneriyor. Bir başka deyişle artıştan yüzde 21 oranında azaltım yapmayı.

Politik dili bir kenara bırakırsak şöyle demeliyiz: Türkiye, iklim değişikliğini durdurmak için önümüzdeki 15 yıl içinde seragazı emisyonlarını 477’den 929 milyon tona çıkarmayı, azaltmayı değil neredeyse iki kat artırmayı öneriyor.

Asıl sorun da burada. Türkiye’nin seragazı emisyonlarını ciddi şekilde artırmayı öneren bu planının iklime bir katkısı yok. 

Kimse Türkiye’den ABD’nin açığını kapamasını beklemiyor (zaten ülkedeki tüm enerji santrallarını kapatsanız bile bunu yapamazsınız) ancak Türkiye’den de herkes gibi kendi evinin önünü süpürmesi isteniyor. 

Dünyadaki enerji tüketiminin yüzde 1’inden sorumlu bir ülkeden bahsediyoruz. 

Türkiye’nin emisyonlarının bir süre daha yükselmesi anlaşılabilir ancak makul bir yükselişten sonra düşüşe geçmesi, en azından artışın durması gerek. Türkiye’nin Paris taahhüdünde bunlar eksik.


Meksika-Türkiye Karşılaştırması
Bu nedenle, Türkiye’nin gelişmiş ülkeler yerine gelişen ülkeler statüsünü alması sorunu çözmeyecek. 

Paris’te önerilen ve Meksika gibi birçok gelişen ülkenin gerisinde kalan taahhüdün iyileştirilmesi lazım. 

Türkiye ve Meksika’nın ekonomik gelişmişlik düzeyleri birbirine yakın. İki ülkenin kişi başına düşen seragazı emisyon miktarları da aynı; yılda 6 ton civarında. Buna rağmen Meksika’nın sunduğu niyet belgesi, Türkiye’ninkinden çok daha iyi.

Aslında Meksika da Türkiye gibi artıştan azaltım öneriyor ve 2030 yılında koşulların değişmediği bir senaryoya (Business as usual) oranla seragazı emisyonlarını yüzde 22 oranında daha az artırmayı planlıyor. 

Bizden farklı olarak bu hedef için hiçbir şart koşmuyorlar ve halihazırda Paris Anlaşması’nı onayladılar.

Meksika bununla da kalmıyor,  2030 yılında seragazı emisyonlarını 2015’e göre yüzde 36 azaltmayı önerdiği bir başka seçenek de sunuyor. 

Bu hedef içinse, teknoloji transferi, düşük maliyetli finansal kaynaklara erişim ve teknik işbirliği gibi şartlar koşuyor. 

Ve yine bizim planımızda olmayan kritik bir hedefe daha sahipler. Meksika toplam emisyonlarının 2025 veya 2026’da zirveye çıkıp daha sonra azalmasını hedefliyor. 

Türkiye’nin emisyonlarının hangi yılda zirve yapacağı ve düşüşe geçeceğiyse belli değil. Bu önemli bir eksiklik. 

Diğeri de Türkiye’nin mali yardım şartını ciddi bir azaltım hedefi bile öne sürmeden masaya koymuş olması. 

Meksika gibi bunu daha iyi bir hedef için öne sürse, müzakerelerde çok daha fazla şansı olabilirdi.

Afşin-Elbistan- Foto: O. Gurbuz
Kömür Enerjide Dışa Bağımlılığı Azaltmadı
Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamaktan kaçınması, gerçekçi olmak gerekirse,  Erdoğan’ın öne
sürdüğü gerekçelerle ilgili değil. Türkiye’nin önündeki en büyük engel kömür sevdası. 

2012 yılını ‘Kömür Yılı’ ilan eden Enerji Bakanlığı, ülkenin neredeyse her yerinde kömür santralı kurmaya çalışıyor. 

Türkiye’nin elektrik üretiminde kömürün payı 2016 sonunda yüzde 33,8’e ulaştı ve doğalgazı geride bırakarak birinci sırayı aldı ancak enerjide sorunlar çözülmedi.

Yerli kömür ve HES hamlelerine rağmen umulan olmadı ve enerjide dışa bağımlılık azalmadı. 

2002’de enerjide dışa bağımlılık yüzde 67’ydi şimdi ise yüzde 75. 

Bunda ithal kömür, petrol ve enerji verimliliğini göz ardı etmenin büyük rolü var. 

Kömürün önünü açmak için santrallara çevre muafiyetleri getiriliyor. Bu da sadece yerli kömürün değil, ithal kömürün de önünü açıyor.

Türkiye Yenilenebilir Enerji Kaynakları Açısından Zengin

Kömürü savunanların sıkça kullandığı, Paris ve Kyoto gibi anlaşmaların Türkiye’nin önünü tıkadığı argümanı da sağlam bir temele dayanmıyor. 

Bu anlaşmalar, seragazı emisyonlarına yol açan fosil yakıtlar (petrol, kömür ve doğalgaz) yerine güneş, rüzgar ve biyogaz gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını dolaylı yoldan öne çıkarıyor. 

Türkiye fosil yakıtlar açısından zengin değil ve bunların büyük bir bölümünü dışarıdan alıyor. 

Halbuki güneş ve rüzgar gibi kaynaklar açısından Avrupa’nın önde gelen ülkeleri arasında.   

Yenilenebilir enerji kaynaklarının ekonomiyi yavaşlatacağı iddiası da artık tarih oldu. 

Yapılan son ihalelerde Ankara Çayırhan’da kurulacak kömür santralinden üretilecek elektriğin şebekeye satış fiyatı 6,04 dolar sent olurken, rüzgar ihalelerinde bu fiyat 3 dolar sent hatta daha aşağısında seyrediyor.

Paris Anlaşması’ndan kaçan Türkiye, aslında kendisini enerjide dışa bağımlılıktan, enerji kaynaklı çevre sorunlarına kadar birçok dertten kurtaracak enerji devriminden kaçıyor. 

Paris Anlaşması Türkiye’nin enerji dönüşümü için aradığı yol haritası olabilir ama yöneticiler bunun farkında değil.