Güneş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güneş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Enerji sektörü rotasız bir gemi

Özgür Gürbüz-BirGün / 24 Ocak 2019

Enerji sektörü rotasız bir gemiye benziyor. Bir o deniz, bir bu deniz dolaşıyor. Uzun yıllardır böyle. Çevre açısından baktığınızda gemi çoktan karaya oturdu. Kömür, petrol, nükleer ve doğalgaza bağlı bir sektör hem kirletiyor hem de dışa bağımlı. Üreticilerin ve tüketicilerin halinden memnun oldukları da söylenemez.

Enerji faturaları el yakıyor, özelleştirmelerin faturaları vatandaşa kesiliyor. Elektrik fiyatlarında seçim öncesi yüzde 10 indirim yapılırken, iletim, dağıtım, kayıp ve kaçak bedelleri yüzde 15,7 oranında artırıldı. Şirketler kazandı, vatandaş gizli bir zamla yine kaybetti. Özelleştirirsek kayıp kaçak azalır diyorlardı, azalmadığı gibi şirketlerin sorumluluğu vatandaşın faturasına gizlendi.

Termik santrallara çevreyi kirletme izni veriliyor, “termik alana orman bedava” deniyor. Şirketler daha çok para kazansın diye santrallardaki arıtma tesisleri çalıştırılmıyor. Oradan gelecek yüzde 5-10 fazla elektrik üretiminin hesabı yapılıyor. Doğa, bir ‘promosyon’ malzemesi gibi özelleştirmelerin yanında dağıtılıyor.

Ülkenin iklim hedefi yok. Çevreyi koruma hedefi yok. İnsan sağlığını koruma hedefi yok. Kömürün önünü açmak için teşvik üstüne teşvik veriliyor. Elektrik üretiminde kömürün payı yüzde 40’lara doğru gidiyor; yarısından fazlası da ithal kömür. Ucuz olsun da kim ölürse ölsün poltikası…

2018 yılı verileri geliyor. Elektrik talebi yerinde sayarken, kurulu güç 3 bin 350 megavat daha artmış. Zaten arz fazlası var. En yüksek talep 2017 yazındaydı. O talebin iki katına yakın kurulu güç var.

2018 yılında 626 megavatlık doğalgaz santralı söküldü, kurulu güç rakamlarından düştü. Doğalgazın payının azalmasında sıkıntı yok ama 5-10 yıl önce açılan santralların şimdi sökülüp başka ülkelere götürülmesi yazının başında söylediğimiz rotasızlığa bir işaret. Kimse neyin desteklendiğini, nereye gideceğini bilmiyor. Çevre standartları belli değil. Rüzgar türbini yerleşim yerine ne kadar uzakta olmalı, aynı yere kurulan benzer santralların birikmiş etkileri nasıl ölçülür diye sorsam, bana verebilecekleri bir kurallar kitabı var mı merak ediyorum. ÇED’ler ihtiyacı karşılamıyor, şirketlerin oyuncağı oldu. Karadeniz’deki santrala yazılmış ÇED raporu kopyalanıp Akdeniz’deki için kullanılıyor, mahkemenin sesi çıkmıyor.

Hükümet kömürü ve nükleeri sonuna kadar destekliyor ama sorarsanız yenilenebilir enerji çok önemli. Çatıları güneşten elektrik üretecek fotovoltaik panellere açacak düzenlemeler bir türlü tamamlanmıyor. Parasını uzun vadede çıkarmayı göze alan bireylerin önü de dağıtım ücretlerine yapılan zamla yine tıkandı. Mahsuplaşma konusu yıllardır çözüm bekliyor. Övünülen YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı) ihalelerinden ikincisi iptal edildi. Kulislerde ilk ihalenin Güney Koreli ortağı Hanwha’nın da çekildiği haberi dolaşıyor. Dev güneş ihaleleriyle vakit kaybetmek yerine, elektrik talebinin düşük, kredi bulmanın zor olduğu günlerde çatıların önünü açacak düzenlemeler neden hayata geçirilmiyor belli değil. Biraz da malum şirketleri değil kendi elektriğini üretmek isteyen vatandaşı destekleyin.

Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması’nın (YEKDEM) 2020 sonrası biteceği açıklandı. Yerine ne gelecek belli değil. Kömüre, doğalgaza, nükleere piyasa fiyatının üzerinde, dolar üzerinden alım garantisi verilirken yenilenebilir enerji yatırımcısı bir yıl sonrasını göremiyor.

Enerji verimliliği konusuna hiç girmiyorum. Onun haftası var, seveni çok ama icraat yok.

Ülkede rotasını kaybeden tek gemi enerji sektörü değil elbette. Diğer sektörlerin gemileri de aynı durumda. Gemi çok, “kaptan” tek olunca böyle…

Enerji ve ulaşım sektörlerinin çevre sorunlarına olan etkileri nedeniyle yeni buluşlara ve ilerlemelere en çok bu alanlarında rastlanıyor. Yollardan araçlara, bambaşka bir gelecek bizi bekliyor. 2018’in akılda kalan yeşil teknolojilerinden üç örneğe birlikte bakalım.

Özgür Gürbüz-Digital Age/ 15 Ocak 2019


Hava kirliliği ve iklim değişikliğinin sorumlularından biri de petrol. Ulaşımda petrollü araçların tahtını sallayan temiz seçenekler fazla değil. Biyoyakıtları, kullandığı elektriği yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlayan elektrikli araçları hepimiz biliyoruz.

Hidrojen enerjisiyle çalışan ilk tren

Uzun yıllardır konuşulan ancak çok yavaş yayılan hidrojen enerjisi ise Almanya’da çalışmaya başlayan dünyanın ilk hidrojenli treniyle yeniden gündeme damgasını vurdu. Fransız Alstom firmasının, Cuxhaven ile Buxtehude arasındaki 100 kilometrelik hatta çalışmaya başlayan hidrojenli treni, eski dizel trenin yerini aldı. 2021’e kadar Aşağı Saksonya eyaletinde hidrojenle çalışan 14 tren daha çalışmaya başlayacak. Elektrik motorların özellikle ağır vasıtalarda zorlandığı düşünülürse, hidrojen tam da bu soruna ilaç olabilir.

Japonya’da da hidrojenle çalışan otobüsler var. Taşıtlarda maliyet sorunu yaşayan hidrojen enerjisi kendisine daha uygun bir alan bulmuşa benziyor. Tren hidrojen tankı ve yakıt hücrelerine sahip. Fazla enerji ise lityum bataryalarda depolanıyor. Bu sayede tren 1000 km yol yapabiliyor ve 147 km hıza çıkabiliyor.

Yollar elektrik üretiyor

Dünyanın çevre sorunlarını çözecek yeni fikirlere hiç olmadığı kadar ihtiyacı var. Sadece yeni teknolojiler değil, bu teknolojilerin farklı alanlarda kullanılması da fark yaratabiliyor. Hayatımızın bir parçası olmaya başlayan güneşten elektrik üreten fotovoltaik panellerin yol ve kaldırımlarda kullanılması buna bir örnek.

İki yıl önce Fransa’da hayata geçirilen örnek uygulama bu yıl Gürcistan’dan Çin’e kadar yayıldı. Çin’in Şandong eyaletindeki bölünmüş yolun iki şeridi, bir kilometre boyunca güneş panelleriyle kaplandı. Yılda bir milyon kilovatsaat elektrik üretmesi beklenen paneller, güneş enerjisinin ne kadar yaygın bir alanda kullanılabileceğini gösteriyor. Tarım arazileri yerine, hâlihazırda yapılaşmış alanların yüzeylerinin birer güneş santralına dönebileceği ortada. Bisiklet yolları ve kaldırımlarda da uygulamalar başladı. Üzerlerinde araba olmadığında elektrik üretiminin daha çok olacağı düşünülürse, kaldırımlar ve bisiklet yolları çok daha iyi bir seçenek.

Güneşten elektrik üreten çatı kiremitlerini de söz açılmışken hatırlamakta fayda var. Elektrik üreten kiremitler, güneş enerjisinin kullanım alanlarının yaygınlaştığını gösteren bir başka örnek.

Şoförsüz araçlar

Geçtiğimiz yılın akılda kalan bir başka yeşil teknolojisi de şoförsüz araçlar oldu. Tesla ve Waymo’nun (Google’ın başlattığı proje) kendi kendine giden araçları 2018 yılında çok konuşuldu. Geleceğin teknolojisi denen bu araçları bir anda yollarda görmeye başladık. Herkesi şaşırtan bu hızlı gelişme, trafik kazalarının önüne geçerek birçok insanın hayatını kurtarabilir. Çevreye yararı belki ikinci planda kalsa da yakıt tüketimi, araç sayısının azalması gibi nedenlerle normal bir otomobile göre daha çevreci olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Birçok kişi, kent içinde bir yerden bir yere gitmek için otomobil sahibi olmak yerine bu araçları kullanmaya başlayacak. Otobüs gibi toplu taşıma araçlarından farkı, sizi istediğiniz yere kadar götürmesi. Kullanmak için de büyük bir ihtimalle cep telefonunuza bir uygulama indirip, adresi girmeniz yetecek. Trafik kazalarında her yıl bir milyondan fazla insanın öldüğünü düşünürseniz, bu teknolojini önemini daha iyi görebilirsiniz. Kim bilir, sayıları artarsa ehliyet sınavları da tarihe karışabilir. O da işin bir başka keyifli tarafı.

Çocuklarınız ağaçlara günaydın desin

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Ağustos 2018

Kazdağı’ndan kente ineli birkaç saat oldu. Aklım yüzdüğüm en güzel sularda, kamp alanın yanındaki derede kaldı. En güzel denizi ararken geçen ömrüm bir dereye mi tutuldu yoksa? Şaşkınım.

Geçirdiğim üç gün, bu dünyanın her yeri mi güzel olur dedirtti adeta. Şimdi kentteyim ama gözlerimi kapattığımda, gece boyunca izlemeye doyamadığım yıldızları görüyorum. Arada bir ufak çizgi geçiyor soldan sağa, demek ki saydığım meteorlar hâlâ aklımda. İtiraf etmeliyim, zeytin ağaçlarının gölgesi sıcağı kesmeye yetmiyordu ama o kadar çok dost, dost olmayı bekleyen yüz vardı ki etrafta, merhabalarla başlayan sohbetler serinletiyordu günü. Sonra bir bakmışsın yine ay çıkmış. Tek farkı düne göre biraz daha dolgunca olması. 

Bu yıl Kazdağı’nda dördüncüsü düzenlenen Ekofest’tin konusu enerji, sloganı ise “güneş bize yeter”di. Güneş yeter ama bunu herkese anlatamazsak yukarıda bahsettiğim dere de belki bir barajın kurbanı olacak.
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin bu organizasyonu sayesinde 500 kişi daha bu doğa harikası bölgeyi yakından tanıdı. Korumaya çalışılan ile tehdidi gördü. Belki ilk kez bir arıyı dere kenarında uzun uzun seyretti. Edebiyat panelinde doğa aşığı Melih Cevdet Anday’ı bu yönüyle de tanıdı. Kömür santrallarının, altın madenleri ve taş ocaklarının tehdit ettiği bu eşsiz güzelliği korumak için verilen mücadeleleri öğrendi. Sorunları ve çözüm yollarını dinledi. Kömür yerine güneş bize yeter dedi. Düğünlerde, doğumlarda eşine dostuna altın almaktan vazgeçti. Bu katliama izin veren siyasetçilere kızdı, durdurmak için uğraşanlara teşekkür etti. Kimi kentinde elektrikli araçlarla ulaşım istedi. Kimi güneş kooperatifi kuralım yerel yönetim bize ön ayak olsun dedi. Kimi ise sesini Ankara’ya yetiştirmenin yollarını düşünmeye başladı. Bazıları da elini taşın altına koymaya karar verdi. Termiksiz, madensiz bir Kazdağı için yanındaki zeytin ağacına mücadele sözü verdi. İlgili derneğe, kuruma gidip gönüllü çalışma kararı aldı.
Nasıl bir dünya istiyoruz? - Foto: Mustafa Dermanlı
Ben dağdan aşağıya indim ama yüreğim, aklım orada kaldı. Çadırımı toplarken evimi kapatıyormuş gibi hissettim. Oğlumla çadırda kalacağım ilk günün hayalini kurdum. Ekofest’te çocukların sayısı çoktu. Hem oyunlar oynadılar hem de öğrendiler. Ritm atölyesinde tempo tutarken, merhem yapılırken hep onlar vardı. Çocuklar kadar büyükler de mutluydu. Çıktığı ekosistem yürüyüşünde, gölgesinde durduğu ağacın adını öğrendiler. “Merhaba ağaç” yerine “merhaba göknar”, “merhaba çınar” demeye başladılar. Festivale gelmeden önce her yerde bir çeşit ot olduğunu sananlar, dönerken 100 çeşit ota el sallayıp vedalaştılar.
Gerçekten de her şey elimizde. Tatiller geçici bir süre için de olsa yaşadığımız çarpık kentlerin, gülmeyen yüzlerin getirdiği dertleri unutmak adına elbette önemli. Önemli ama unutmak için hiçbir şey yapmamak gerektiği fikrine de katılmıyorum. Yanlışı unutmanın en iyi yolunun doğruyu öğrenmekten geçtiğini savunuyorum. Ekofest’e gelenlerin bireyselleşmek yerine birlikte hareket ederek başka bir hayatın mümkün olduğunu gördüklerini düşünüyorum.
Yemek sırası - Foto: Mustafa Dermanlı
Son sözüm de çocukları olanlara. Tatil köylerinde iki beton arasında animasyon gruplarına bırakılan çocuklarla doğaya bırakılan çocukları karşılaştırıyorum. İnanın aralarında çok fark var. Ekofest’te kavga eden çocuk görmedim. Oyuncaklarını paylaşanlar, birlikte ip atlayanlar vardı. Karıncadan korkan çocuklar yerine karıncayı seven çocuklar yetiştirmek için en iyi çözümün onları doğayla tanıştırmaktan geçtiğini düşünüyorum. Çocukken arıdan deli gibi korkardım, geçen yaz kahvaltı tabağıma konan bir arının pamuksu tüylerini okşadım. Değişimin ne kadar uzun sürdüğünü görüyorsunuz, çocuklarınız bu dünyanın parçası olsun istiyorsanız, onları doğayla erkenden buluşturmaya gayret edin. Hem parçası oldukları gerçek dünyayı tanımaları hem de onu korumaları için. 

Dört yılı geride bırakan Ekofest harika bir iş yapıyor. Doğayı korumak için mücadele eden herkesin yöresinde gerçekleştirebileceği örnek bir çalışma bu. Örnekler ne kadar çoğalırsa, umudumuz da o kadar artacak.

Yeni nükleer santral yatırımları son beş yılın en düşük seviyesinde*

Uluslararası Enerji Ajansı‘nın son raporuna göre yeni nükleer santral yatırımları son beş yılın en düşük seviyesinde kaldı. Artan elektrik talebine rağmen nükleer santralların küresel elektrik üretimindeki payı azalıyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/19 Temmuz 2018

Uluslararası Enerji Ajansı‘nın (UEA) 2018 yılı Küresel Enerji Yatırımları raporu açıklandı. Rapora göre enerji yatırımları son iki yıldaki düşüş eğilimini bozmadı ve 2017 yılında 1,8 triyon dolara geriledi. Özellikle elektrik sektöründe yatırımların azaldığı görülürken, güneş ve rüzgarın başını çektiği yenilenebilir enerji yatırımları düşüşten en az etkilenen sektörler oldu.

Nükleer enerji yatırımlarındaki düşüş ise oldukça çarpıcı. 2017 yılında nükleer enerji yatırımları yüzde 45 oranında azalarak 17 milyar dolara geriledi. Geçen yıl tüm dünyada sadece 4 yeni nükleer reaktör devreye alındı ve bunların üçü Çin’deydi.

UEA verilerine göre dünya elektrik tüketimi 2004 yılında 15 bin teravatsaat civarındaydı. 2017 yılında tüketim 22 bin teravatsaatlere yükseldi ancak aynı dönemde nükleer santralların elektrik üretimi artmadığı gibi geriledi. 2004 yılında dünyadaki tüm nükleer reaktörler 2 bin 616 teravatsaat elektrik üretirken bu rakam 2017’de 2 bin 488 teravatsaate düştü. Artan elektrik talebine rağmen nükleer enerjinin payı azaldı. Bu da nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payının neredeyse yarı yarıya azalttı. 1996 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 17,6’sını karşılayan nükleer santralların bugünkü payı yüzde 10,5 civarında. 

Küresel Enerji Yatırımları raporu nükleer enerji yatırımlarının neredeyse tamamının devlet desteğiyle ve rekabet koşullarının olmadığı pazarlarda gerçekleştiğine de dikkat çekiyor. 2000 yılından bu yana onaylanan nükleer enerji yatırımlarının sadece yüzde 3’ü rekabetçi pazarlarda gerçekleşmiş. Bu yatırımlarda da devlet şirketlerinin varlığı ve fiyat garantileri gibi rekabeti zedeleyen faktörler rol oynamış.

Enerji yatırımlarında payını artırmayı başaran nadir sektörler arasında enerji verimliliğinin olması dikkat çekici. 2017 yılında 236 milyar dolarlık yatırım yapılan enerji verimliliği sektöründe binalar, ulaşım ve endüstri başlıkları ön planda. Elektrikli araçlara harcanan miktarın 43 milyar doları bulması da raporun dikkat çektiği ilginç veriler arasında.

Elektrik enerjisi yatırımlarında ise yenilenebilir enerji başı çekiyor. 2017’de elektrik üretimi yatırımlarının üçte ikisi (300 milyar dolar) yenilenebilir enerjiye ayrılmış. Geçen yıl kurulan güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesinin toplamı, diğer enerji kaynaklarına eklenen yeni kapasiteyi geride bırakıyor. UEA, küresel enerji yatırımlarının yüzde 8’ini çeken güneş enerjisindeki en büyük avantajın neredeyse her yıl yüzde 15 oranında azalan maliyetler olduğuna dikkat çekiyor. 2017’de güneşten elektrik üreten fotovoltaik panellere yapılan yatırımın nerdeyse yarısı Çin’de yapılmış. Çin’in aynı yıl kömür santralları yatırımını yüzde 55 oranında azaltması da dikkat çekiyor.

*BirGün'de Dünya Nükleerden Kaçıyor başlığıyla yayımlanmıştır.

Bir beton projesi de Lara’ya

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Şubat 2018

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üç ay önce söylediği, “Günümüz şehirleri insana huzur vermiyor. Beton beton beton orada ruh yok, huzur yok” cümlesini hatırlayın. Erdoğan’ın tezat yorumlarına alıştığımız için bu yakınmanın aslında “daha fazla beton dökün” anlamına geldiğini herkes biliyor. Antalya Büyükşehir Belediyesi de öyle yapıyor. Antalya’nın incisi diyebileceğimiz, halkın plajı Lara açıklarına beton dökmeye hazırlanıyor.

Antalya Büyükşehir Belediyesi, 113 bin metrekaresi denizde, toplam 490 bin metrekare alan üzerine kurulacak bir kruvaziyer (büyük gezinti gemileri) limanını Lara Plajı açıklarına kurmayı planlıyor. Hediyesi de 426 yata hizmet verecek yat limanı ve tabi ki bir Alışveriş Merkezi. Yaklaşık 1 milyar TL’ye mal olması beklenen proje, Antalya’nın yapılaşmamış, önemli bir kumul ekosistemine sahip, halkın ücret ödemeden faydalanabildiği Lara Plajı ve çevresinde ciddi bir yapılaşma baskısı oluşturacak.

Deniz dolgusunun yarattığı çevresel sorunları ve Antalya’yı Antalya yapan en büyük özelliğin, kentin içinden denize girmek olduğunu bilen kent sakinleri projeye itiraz ediyor. Basın açıklamaları ve gösteriler yapıyor. Aralarında İnşaat Mühendisleri, Peyzaj Mimarları, Şehir Plancıları ve Mimarlar Odası’nın da bulunduğu Antalya Meslek Odaları Eşgüdümü de bu yıl ihaleye çıkarılması beklenen projenin doğaya ve kentin turizmine zarar vereceğini açık açık söylüyor. İtirazlar ve çelişkileri özetleyelim.
  • Projenin ÇED sürecinde halk bilgilendirilmemiş. Farklı grupların ortak bir eleştirisi var.
  • Projenin yapılabilirliği (fizibilitesi) tartışmalı. Kuşadası gibi yıllardır büyük gezinti gemilerine hizmet eden bir limanın Türkiye’nin çekiciliğini kaybetmesiyle rotalardan çıkarılması düşünülürken, Antalya’ya yeni bir liman açılmasının ekonomik karşılığı gerçekten var mı, belli değil.
  • Proje hayata geçerse, halkın kullanımına açık 4 kilometrelik sahilin ve doğal sit alanı Lara Kent Parkı’nın bir kısmı gözden çıkarılacak. Lara Plajı’nın kumul yapısı ve Caretta caretta gibi diğer canlılar, gemi/yat trafiğinden zarar görecek. Olası bir kazada onarılamaz doğal felaketlerle karşı karşıya kalınacak.
  • Bir başka tartışmalı proje, Boğaçay’da yeni bir yat limanı yapılması planlanırken, bir başkasının buraya eklenmesi garip. Böyle bir ihtiyaç gerçekten var mı, iyi bir planlama yapıldı mı, net değil.
  • Dev gemiler için yapılacak dalgakıranın denizin temizlenmesinin önüne geçeceği uzmanlarca söyleniyor.
  • Gemilerin demirlemesi için gereken 20 metre derinliğe ulaşmak için limanı 1 kilometre açığa kurmak gerekecek. Bu da kara bağlantısını uzatacak, Lara Plajı’nın bir yakasını adeta kapatacak.
Bir de Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in çelişkili açıklamaları var. Türel, limanı kıyıya bağlamak için 8 bin 91 metrelik tüp tünel yapılacağını söylüyor ama bu tüp tünele proje dosyalarında rastlanmıyor. Türel, yapılacak limanın kentte zayıflayan turizmi çekici hale getireceğini söylüyor ama proje kapsamında 1000 yataklı bir otelin yapılacağını da ekliyor. Bu gemiler zaten bir otel vazifesi görüyor, o gemilerle gelenlerin Antalya’da kalacakları 1-2 gün için başka bir otele gitmeyecekleri kesin. Kentteki oteller zaten müşteri beklerken, denizin ortasına yeni bir otel yapmak istenmesi soru işaretlerini artırıyor.

Türel, Lara’nın havaalanına yakınlığına da vurgu yapıyor. Gemiye binecek yolcuların uçakla Antalya’ya geleceğini, oradan gemiye geçeceğini söylüyor. Bu iddia da oldukça ilginç. Akdeniz turuna katılmak isteyen turistler büyük olasılıkla Avrupa ülkelerinden gelecek. Havalimanından limana, uzun yolculuk yapmak istemediği(!) düşünülen bu turistler, tura İspanya, Fransa gibi 1 saatlik uçak yolculuğu yapıp varabilecekleri bir noktadan başlamak yerine 3-4 saatlik uçak yolculuğunu göze alıp neden Antalya’dan başlayacak?

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in yeni dönemindeki ilk icraatı, güneşten elektrik üretmenin önemli örneklerini gösteren Güneş Evi’ni kapatmaktı.
Şimdi de Antalya’yı Antalya yapan denizini, halk açık plajlarını tehlikeye atan işler yapılıyor. Birileri, Antalya’nın gerçek hazinesinin güneşi ve doğası olduğunu Belediye Başkanı’na anlatsa iyi olur. Görüldüğü gibi Lara Kruvaziyer Limanı projesi, akıl ve mantık işine benzemiyor. Beton döküleceği, huzurun kaçacağı ortada. En iyisi bu projeyi hiç başlamadan rafa kaldırmak.

Rüzgar üste para veriyor devlet kirli enerjiyi teşvik ediyor

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Haziran 2017 

Türkiye’deki elektrik piyasasında ilginç gelişmeler yaşanıyor. TEİAŞ’ın (Türkiye Elektrik İletim A.Ş.) geçen hafta yeni rüzgar santralları için düzenlediği ihalelerde ortaya çıkan eksi fiyatlar da bu gelişmelerden biri. İhaleleri, ürettiği elektriği şebekeye en ucuza verecek şirketler kazanıyor. Bazı sahalarda ise şirketler eksi (-) fiyat verdi. Ne demek eksi fiyat? Sen bana ihaleyi ver, ben ürettiğim her kilovatsaat için senden para istemiyorum aksine üste para veriyorum demek. Piyasa fiyatının altına elektriği satmaya razı oldular. Alım garantisi yok, teşvik yok.

Pahalı dedikleri rüzgar sudan ucuz oldu. Kömürcüler, çevreyi kirlettikleri yetmiyormuş gibi piyasa fiyatının üstünde teşvik isterken rüzgar enerjisi tersini yaptı. Bir ihalede eksi fiyat kilovat başına -1,61 sente (ABD doları) kadar çıktı. Şimdi bir hesap yapalım herkes hangi enerji kaynağının ucuz, hangisinin pahalı olduğunu artık net bir şekilde görsün.

2017 yılı için ‘piyasa takas fiyatı’ ortalaması kilovatsaat başına 4 sent. Diyelim ki, bu rüzgar santralları üç yıl sonra çalışmaya başlasın ve o zamanki piyasa fiyatı da 5 sent olsun. Bu durumda, geçen haftaki ihalede -1,61 sent teklif eden firma ürettiği elektriği piyasaya 3,49 sentten satacak. Hem de 10 yıl boyunca. Şimdi de hükümetin nükleer ve kömüre verdikleri teşviklerle bu rakamı kıyaslayalım.


Şebekeye satış fiyatı
(kWs için ABD Doları-sent)
Süre (yıl)
Rüzgar
3,39
10
Kömür (Çayırhan B)
6,04
15
Nükleer (Akkuyu)
12,35
15
Güneş (Karapınar)*
6,99
15
* İhaleye katılan firmalardan Türkiye’de güneş paneli üretecek bir fabrika kurma şartı da istendi.

Ankara Çayırhan’da kurulmak istenen yerli kömürle çalışacak termik santral için Kolin İnşaat, Kalyon Enerji ve Çelikler Holding ortaklığı ürettikleri elektriği kilovatsaat başına 6,04 dolar sentten satma taahhüdüyle ihaleyi kazandı. Fiyat rüzgarın neredeyse iki katı. Üstelik çevreyi kirletecek, iklimi değiştirecek. Bu mu ucuz kömür? Ucuz olan kömür değil hayatımız.

Nükleeri defalarca yazdık. Yine geçen hafta yüzde 49 hissesi Cengiz Holding, Kalyon ve Kolin İnşaat firmalarına satılan Akkuyu santralı eğer hayata geçerse elektriği şebekeye 12,35 dolar sentten verecek. Rüzgar enerjisinden nerdeyse dört kat pahalı. Bu mu ucuz nükleer? Nükleer kaza riskiyle yaşayacak olmamız, bölgede birikecek binlerce ton radyoaktif atık ve Akdeniz’de turizmin darbe alması da cabası.

Karapınar’da güneş için verilen fiyat, kömürün biraz üstünde kalıyor gibi gözükse de bu ihale sizi yanıltmasın. O ihalede, Karapınar’a güneş santrali kuracak firmadan Türkiye’de, yılda en az 500 MW güneş paneli üretecek bir fabrika kurulması da istendi. Başka dedikodular da var. Yakında yeni güneş ihaleleri yapılacak ve biz güneşin ne kadar ucuz olduğunu da kısa zaman içinde göreceğiz. Güneş ihalelerinde de eksi fiyat çıkarsa hiç şaşırmayın.

Rüzgar ve güneş gibi kaynakların çevreci ve dışa bağımlı olmaması gibi özelliklerini bir yana bırakalım artık diğer enerji kaynaklarına karşı ciddi bir fiyat avantajına da sahipler. Enerjide kömür ve nükleere verilen desteğin ne teknik ne de ekonomik bir açıklaması yok. Varsa Enerji Bakanlığı açıklasın, tartışalım.

Hükümet ne kadar direnirse dirensin enerji devrimi Türkiye’de de gerçekleşecek. Tek korkum, bu fiyatlarla iyice cazip hale gelen rüzgar, güneş gibi enerji kaynakları konusundaki eksik düzenlemelerin çevreyi korumak yerine yeni çevre sorunlarına yol açması. Örneğin, rüzgar için gürültü sınır değerlerinden halkın katılımına kadar uzanan birçok başlıkta daha belirgin kurallara ihtiyaç var. Bir an önce meslek odaları, ilgili çevre kuruluşları, şirket temsilcileri ve yetkililer bir araya gelip bu işin nasıl yapılacağı üzerinde anlaşmalı.

Son sözüm de sanayiciye, üreticiye, iktidar partisine ve finans kuruluşlarına. Bu saatten sonra, orada burada elektrik enerjisi pahalı, rekabet edemiyoruz nutukları atmayın. Ucuz elektrik istiyorsanız çıkın ortaya, hükümete kömürle, nükleerle uğraşmamasını söyleyin. Daha pahalı enerjiyi tercih eden siyasetçileri uyarın, kömür ve nükleer santrallara kredi vermeyin. Enerji devrimi lobilerin tüm gayretlerine rağmen Türkiye’de de başladı. Ne durdurabilir ne de görmezden gelebilirsiniz.

Sonuç ne olursa olsun

Özgür Gürbüz-BirGün/17 Nisan 2017

Ben bu yazıyı yazarken halk oylaması henüz başlamamıştı. Sonuçları bilmiyorum ama gidilecek yol hakkında bir fikrim var. Sonuç ne olursa olsun ben o yolu yazmaya karar verdim.

Türkiye’nin çok sorunu var. Başkanlık gibi bir dert bu sorunlara eklenmemiş olsa bile işimiz zor. Halka “nedir bu sorunlar” diye sorunca genelde işsizlik, terör ve eğitimden bahsediyorlar. Çevre sorunlarını listenin başına koyan çok az. Medyada, sokakta gündem çevre değil. Yoksa çevre meselesi düşündüğümüz kadar önemli değil mi? Bir bakalım.

Ölümleri kıyaslamak elbette doğru değil ama bir sefere mahsus bunu yapacağım. 2016, Türkiye tarihine bombalarla geçti. 350’den fazla kişi hayatını terör saldırılarında kaybetti. Bu yüzden birçok anket sonucuna göre terör en önemli sorun ya da sorunlardan biri. Şimdi size başka bir rakam vereyim. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2016 sonunda açıkladığı rapora göre Türkiye’de hava kirliliği kaynaklı hastalıklar sonucu ölen insan sayısı 32 bin 668. Her 100 bin ölümden 44’ünün sorumlusu kirli hava ama insanlar farkında değil. Kimse park yerine alışveriş merkezine gittiği için daha sağlıksız olduğunu bilmiyor. Duble yollar yüzünden daha fazla kanser görüldüğünü kimse anlatmıyor. Ölüme hastalığa yatırım denildiğini bilmeyenlerin gündeminde haliyle çevre yok.  

İster Türkiye’yi yönetenlere sorun ister burada yaşayanlara… Çoğu çevre sorunlarının ekonomik dertlerden veya politik kavgalardan daha önemsiz olduğunu söyleyecektir. Halbuki aynı insanlara sağlık sorunlarının ne kadar önemli olduğunu sorsanız belki listenin en başına sağlığı koyacak. İyi bir hastane için oy verecek birçok kişi, kendisini hastanelik etmeyecek yeşil alanı bol kentlerin, doğal tarımı savunan politikaların, temiz enerji seçeneklerinin sorunun asıl çözümü olduğunu bilmiyor. Onlar beton binaları gelişme, kendisine temiz hava sağlayan ormanlardan geçen yolları kalkınma sanıyor. Yatırım dediklerinin kanser, astım ya da stres olduğunun farkında değil. Dünyada ama dünyadan çok uzakta yaşamaya devam ediyoruz. Hasta olduğumuzda para kazanan özel hastanelerle çevrilmişiz. Hastaneye giden hastanın azlığıyla değil hastane sayısıyla övünüyoruz.

Dünyada ise işler başka türlü ilerliyor. Gelişmenin tanımı çevre korumayla bütünleşti. Uygarlık düzeyiniz döktüğünüz betondan değil, koruduğunuz yeşil alandan anlaşılıyor. Ekonomi, eğitim, sağlık ve enerji gibi belli başlı politikalarınızı çevresel hedefleriniz belirliyor. Çevrenin ekonomi politikalarınızın süsü olduğu çağı geçtik, çevre politikalarınızın ekonomiyi şekillendirdiği çağdayız.

Bir örnek. Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) verilerine göre 2015 yılında güneş enerjisine yapılan yatırım 161 milyar dolar. İklimi korumak için geliştirilen yeni teknolojiler artık enerji sektörünün ana oyuncuları oldu. Bundan 10 yıl önce 16 milyar dolar yatırılan güneş enerjisi sektörü artık hem dünyayı iklim değişikliği tehdidinden koruma umudunun hem de enerji dönüşümünün en önemli oyuncusu oldu. Enerji üretiminde dev şirketlerin tekelini kıran, dünyadaki savaşlardan darbelere birçok kirli işin arkasındaki fosil yakıt şirketlerinin oyununu bozan, uğruna kimsenin ölmediği ve öldürmediği bir kaynaktan bahsediyoruz. Her gün herkes için doğan güneşten.

İster tek adam ister çok. Doğayı siyasetin tam merkezine koymayanların gelişmelerinin imkansız olduğu bir çağdayız. Size para kazandıran, istihdam yaratan, çevreye zararı en aza indiren, teknoloji transferine, yeni icatlara götüren her şey doğayı koruma anlayışını işin özü yapan anlayıştan geçiyor. Sonuç ne olursa olsun gelecek bu. Yaşamaya niyetliyseniz gelecekten kaçamazsınız. 

İşsizliğe yeşil çözüm

Türkiye’de artışa geçen işsizlik sorununu çözümü yapısal bir değişiklikten geçiyor. Yeşil işler işsizliğe çözüm olabilir ancak mevcut ekonomi politikaları yeşil istihdamın önünü tıkıyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Mart 2017

Türkiye’de TÜİK’in verilerine göre işsizlik oranı yüzde 12,7’ye yükseldi.  DİSK’in verileri ise gerçek işsizliğin yüzde 21’lere ulaştığını gösteriyor. Bir yanda ‘çağ atlattık’, ‘ülkeyi kalkındırdık’ diyen siyasetçiler öte yanda artan işsizlik. Birinden birinin yalan söylediği kesin.

İşsizlik sorununun tek kaynağı siyasi krizlerle tetiklenen ekonomik sorunlar değil. Üzerinden araç geçmeyen ama bedeli cebimizden çıkan köprüler, gerçek talep hesaplanmadan yapılan ve zarar etmemesi için teşvik verilen elektrik santralleri ile trafik sorununa çözüm olmayan ama şirketlere gelir yaratan tüneller gibi birçok ‘yatırım’, sınırlı maddi kaynakları ekonomik faydaya çeviremeyecek kanallara aktarırken, istihdama da sabun köpüğü gibi geçici bir katkı sağlıyor. Köprü inşaatında çalışan işçi, inşaat bitince işsiz ve güvencesiz kalıyor. Elde ettiği gelirden birikim sağlayamadığı gibi, çalıştığı süreç boyunca yeni bir bilgi veya yetenek de öğrenmiyor. Yatırımlar rant odaklı olduğu için de iş kazaları kaderi oluyor. Yaratılan bu geçici işler ekonomide dönüşüm yaratmaktan uzak. Bir çeşit üretememe sancısı çekiyoruz. Gerekli mal ve hizmeti üretemediğimiz gibi yanlış ürün ve hizmetleri üretme çabasındayız. Üretim süreçleri insandan, doğadan ve ihtiyaçlardan kopuk. Bu sancıyı dindirmenin yolu ise Türkiye’nin üretim alanlarını ve üretme biçimlerini değiştirmesinden geçiyor. Yeşil sektörler ve yeşil işler, işte bu dönüşümde anahtar rol oynayabilir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) rakamlarına göre bu dönüşüm 1,5 milyarlık bir işgücünü ilgilendiriyor. Daha yeşil ve düşük karbonlu (diğer işlere oranla daha az iklim değişikliğine yol açan) işlerin 60 milyon ek iş yaratacağı da söyleniyor. Bu rakamları sadece bir tahmin gibi okumayın. 2015 sonunda dünyada yenilenebilir enerji alanında çalışan 8 milyon 100 bin kişi vardı (IRENA). En büyük pay güneşte. 3 milyon 700 bin kişi elektrik üreten veya su ısıtan panel üretimi ve montajında çalışıyor. Biyoyakıt alanında 2 milyon 500 bin, rüzgar enerjisinde ise 1 milyon kişi iş bulmuş. Baraj yapıldıktan sonra istihdam yaratma özelliğini kaybeden küçük hidroelektrik santralların yarattığı istihdam ise 200 binle sınırlı.

Yeşil işlerin bir başka özelliği de kadın istihdamına daha fazla fırsat vermesi. ABD’de güneş enerjisi sektörünün yüzde 24’ünü kadınlar oluşturuyor. Kömür madeninde kadın görmek hemen hemen her ülkede zor ama yeşil işler, özellikle de enerji gibi kadınların daha az şans bulduğu alanları dönüştürüyor. Geleneksel enerji alanında kadın çalışan oranı yüzde 20-25’lerdeyken, yenilenebilir enerji alanlarında yüzde 35’lere kadar çıkıyor. İşler yeşerdikçe aynı zamanda morlaşıyor da denebilir.

Yeşil işlerin belki de en büyük özelliği, bir ürün üretirken bir başka sorun yaratmaması ya da bunu sınırlaması. Bazen de doğrudan sorunların çözümü için çalışması. Dünyada yaptıkları işin tanınması bekleyen 20 milyona yakın atık toplayıcısının işi buna iyi bir örnek. Onlar olmasa yeniden değerlendirilmediği için büyük bir kaynak israfı yaşanacak. Geri dönüştürülmeyen kağıtlar nedeniyle binlerce ağaç kesilecek. Avrupa Birliği’nde, biyoçeşitliliğin korunması, doğal varlıkların ve ormanların rehabilitasyonu için çalışan 14 milyondan fazla insan olduğunu biliyor muydunuz? Ormanların korunması için ödenen maaşlar bazı eski kafalı iktisatçılar için boşa harcanan bir para gibi kabul edilebilir. Ormanların insanların daha sağlıklı yaşaması için bize sağladığı temiz hava gibi hizmetler ise karşılığında bir bedel ödenmediği için hesaba katılmaz. Halbuki sağlıklı insanlar sayesinde hastane ve ilaç masrafı düşer. Türkiye’de ise sanki tersi söz konusu. Sağlık işlerini özel sektöre bırakmış ülkelerde hasta sayısının devamlılığı, istihdamın sürdürülmesi ve sektörün devamı için şarttır. Sağlıksız şehirler yaratan bir iktidarın sağlığı özelleştirmesi bir tesadüf mü acaba?

***
Nedir bu yeşil işler?
Enerji tüketimini azaltacak yalıtım malzemeleri üreten veya güneş panelleri üreten bir fabrikada ya da atıkların azaltılmasını sağlayacak geri dönüşüm merkezlerinden birinde çalışıyorsanız bir ‘yeşil iş’e sahip olduğunuzu söyleyebilirsiniz. Yeşil işler bazen de yıpranmış bir ekosistemin yenilenmesiyle ortaya çıkar. İster muhasebeci olun ister üretim hattında çalışın, çevre sorunlarının çözümünü amaçlayan, o sorunları yaratmadan üretim yapmayı hedefleyen bir iş kolundaysanız siz de yeşil yakalısınız. Yaka demişken... Türkiye’de çevre korumayı plajda naylon torba toplamak sananların sayısı çok olduğu için özellikle belirtelim. Mavi yakalılar kadar beyaz yakalılar için de yeşil iş fırsatları var. Daha az yakıt, su harcayan ekolojik binaların ve iklimi değiştirmeyen yeni enerji kaynaklarının tasarımı gibi.

Güneş kömürden daha fazla istihdam sağlıyor
Türkiye’de ise kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlara emanet edilmiş enerji sektörü milyarlarca doları bulan harcamaya rağmen kalıcı ve sağlıklı bir istihdam fırsatı yaratmaktan uzak. ‘Yatırım’ miktarının düştüğü 2016’da bile enerji santrallarına harcanan para 5 milyar dolardı. Elektrik üretiminde kaynak seçiminin etkisini görmek için kömür ve güneşi kıyaslayabiliriz. ABD’de Berkeley Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre 1 MW güneş (fotovoltaik) enerjisi kurulduğunda 10’dan fazla kişiye (bazı kaynaklarda bu rakam 30’a kadar çıkıyor) istihdam sağlanabiliyor. Kömürde ise bu sadece bir kişinin iş sahibi olması demek. Yuvarlak bir hesapla söylersek, 1000 megavatlık (MW) bir kömür santrali yerine çatılarımıza 1000 MW’lık güneş paneli kursaydık 1000 değil 12 bin kişiye iş sağlamış olacaktık. Her yıl aynı miktarda kurulum yapmak da bu sektörü kalıcı hale getirecek, teknoloji transferinin de önünü açacaktı. Kömür ve nükleer gibi kirli enerji kaynaklarına verilen teşvikler hem çevre sorunlarına neden oluyor hem de bu dönüşümün önünü tıkıyor.

Ulaşımda prizli araç devri

Özgür Gürbüz-BirGün/13 Mart 2017

Hayatımıza zor bir kelime daha girdi: Elektrifikasyon. Söylemesi zor ama işin özeti şu. Hayatımızdaki birçok alanda elektrik enerjisini kullanmaya başlayacağımız bir dönem başlıyor. Bu değişimin elektrik tüketimini artırma potansiyeli var ancak enerjiyi daha verimli ve akıllı kullanmaya yol açması da mümkün. Benzin ve dizelden elektrikli araca geçiş buna bir örnek çünkü elektrikli araçların kullandığı elektrik motorları, içten yanmalı motorlara karşı enerjiyi çok daha verimli kullanıyor. 

Elektriğe geçiş aslında yeni değil. Evimizde kullandığımız aletlere bakarak bile değişimi görebiliriz. Masadaki kırıntıları alan küçük elektrikli süpürgelerden elektrikli diş fırçasına kadar gerekliliği tartışılır ürünlerle, bulaşık makinası gibi doğru kullanıldığında su ve enerji tasarrufu yapan ürünlere kadar onlarca elektrikli alet hayatımıza girdi bile. Bu dönüşümü daha görünür kılan ise kuşkusuz elektrikli araçlar. 2016 sonunda dünyadaki elektrikli araç sayısı 2 milyonu geçti. Bunların yüzde 61’i sadece elektrikli motora sahip, yüzde 39’u ise ‘prizli hibrit’ diyebileceğimiz hem elektrik hem de fosil yakıtla çalışabilen araçlar. Elektrikli otomobil satışları da diğerlerine göre 20 kat hızlı büyüyor. Geçen yıl satılan her 100 otomobilden yaklaşık 1 tanesinin elektrikle çalıştığını söyleyebiliriz. Altı yıl önce bu rakam sıfıra yakındı.

Elektrikli araçlardan bahsederken hepsine ‘prizli’ (plug-in) araçlar diyebilirsiniz ancak dışarıdan şarj edilemeyen hibrit araçları bu sınıfa koymamalıyız. Hibrit araçlar aslında benzin ve dizelli araçlardan çok farklı değil. Elektrik motorları adeta göstermelik ve birkaç kilometrelik menzili var. Dışardan şarj edilebilen büyük akülü hibrit araçları ise elektrikli araç kapsamında değerlendirebiliriz. Ulaşımda bir dönüşümden bahsediyorsak da son hedefimiz mutlaka tam elektrikli araçlar olmalı. Önceliğimiz de elbette elektrikli toplu taşıma araçları.

Hollanda demiryolları bunun en iyi örneği. Yılbaşından bu yana ülkedeki tüm trenler rüzgar santrallarından gelen elektrikle çalışıyor. Günde 600 bin yolcu iklimi değiştirmeden, havayı ve çevreyi kirletmeden yolculuk yapıyor. Türkiye’nin ulaşım politikasına baktığımızda hem elektrikli araç hem de toplu taşıma konusunda ciddi bir hareket göremiyoruz. Duble yollar, gereksiz köprüler ve özendirilen bireysel araç sahipliliğiyle trafik sıkışmaya, hava kirlenmeye devam ediyor. LPG ve petrolle çalışan araçlar sayesinde de Türkiye’nin enerji ithalatı faturası büyüyor. Ulaşımda sorunları çözmek için ‘elektrifikasyon’ bir fırsat olabilir.

***

Çin önde gidiyor  
2016’da elektrikli araç satışında bir önceki yıla göre yüzde 85 artış sağlayan Çin önde gidiyor. geçen yıl 351 bin prizli aracın yola çıktığı Çin’i Avrupa 221 bin, ABD ise 157 bin araçla izliyor. Çin’i farklı kılan rakamların büyüklüğünün yanı sıra elektrikli araç seçiminde toplu taşımaya öncelik vermesi. 2016’da araç pazarına eklenen 351 bin taşıtın 160 bini elektrikli otobüs. Çin’deki motosikletlerin yüzde 40’ı da elektrikle çalışıyor. Çin ve ABD’yi satışlarda Norveç izliyor. Norveçte satış rakamları Çin kadar yüksek olmasa da, elektrikli otomobillerin yaygınlığı dikkat çekiyor. Yüzde 24’lere ulaşan pazar payı, her caddede görülen şarj istasyonları Norveç’in petrolden çıkış planlarını hızlandırıyor. Pazar payında Norveç’i yüzde 10 ile Hollanda izliyor. Norveç’te elektrikli araçların 12 bin doları bulan alım vergisinden muaf olduğunu, KDV muafiyeti gibi diğer teşviklerden de yararlanabildiklerini söyleyelim.

Türkiye’de elektrikli araçlar
Türkiye’de elektrikli otomobil sayısı 2016 sonunda 426’ya ulaştı. Elektrikli otomobil satışları şarj istasyonlarının sayısının azlığı ve fiyatları nedeniyle çok az. Türkiye’deki şarj istasyonlarının çoğu İstanbul’da. 800’e yakın şarj istasyonunun yarıya yakını evlerde. Bu sayı az ama birçok firma halka açık şarj istasyonu kurma konusunda çalışıyor. 
Elektrikli araçlara tüm dünyada çevreyi kirletmediği için çeşitli teşvikler veriliyor. Türkiye’de ise 2016 sonunda alınan Bakanlar Kurulu kararı, elektrik motor gücü 50 kW'ı geçip motor silindir hacmi 1.800 cm3'ü geçmeyen binek otomobiller için yüzde 90 olan ÖTV oranını yüzde 45'e indirdi. Bu karar çok olumlu bir etki yapmadı çünkü birçok elektrikli otomobil belirtilen kapsam dışında kalıyor. Çoğu yorumda, söz konusu değişikliğin elektrikli araçları teşvik etmek için değil sadece Toyota’nın hibrit modelleri için yapıldığı belirtiliyor.  

Binek otomobillerde durum parlak olmasa da Türkiye’de iki farklı elektrikli otobüs üretimi yapılıyor. Konya Büyükşehir ve Eskişehir Tepebaşı belediyeleri e-otobüsleri ilk kullananlar arasında. İzmir Büyükşehir Belediyesi ise otobüs filosunda elektriğe geçiş için köklü bir değişiklik planladı. Üç yıl içinde 400 e-otobüsü filoya dahil etmeyi planlayan İzmir Büyükşehir Belediyesi, duraklara otobüsleri şarj edecek sistemler üzerinde de çalışıyor. Otobüslerin elektriğini çevreci bir kaynaktan üretmek için de bir güneş santrali kurmayı planlıyor.

Neden elektrikli araç?
Elektrikli araçların tercih edilmesinin nedenleri arasında hava kirliliği ve iklim değişikliğine yol açmamalarını sayabiliriz. Dizel ve benzinli araçların aksine elektrikli araçların egzoz emisyonları yok. Akülerini yenilenebilir enerjiden sağlıyorlarsa iklimi de değiştirmiyorlar. Yine de tüm elektrikli araçları peşinen çevreci kabul etmemeli. Akünüzü bir nükleer veya kömür santralıyla beslenen şebekeden doldurursanız petrolle çalışan araçlar kadar kirletici olabilirsiniz. Aracınızı çatınızdaki veya sitenizdeki bir otoparka kurulmuş güneş panellerinden şarj ediyorsanız çevreci sıfatını daha rahat kullanabilirsiniz. İleride elektrikli araçların fazla elektriği depolamada kullanılması bile mümkün olacak. Öğle saatlerinde ihtiyaçtan fazla üreten güneş panelleri araçları şarj edecek. Elektrikli araç sayısının artması için şarj istasyonlarının sayısı da artmalı. Orta sınıfa ait yeni elektrikli araçların menzilleri 200 km civarında.