termik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
termik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Özelleştirilen santrallara teşviğe devam

Özgür Gürbüz-BirGün / 4 Ocak 2024

Foto: ykenerji
Enerji sektörü yeni yıla hızlı başladı. Kapasite Mekanizması Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle
hidroelektrik santrallar mekanizmadan çıkarıldı. Böylece devletin kapasite mekanizması kapsamında ödeyeceği para azalacak. Tasarruf tedbiri deyip sevinmeyin, gidilecek daha çok yol var. 2023’ün ilk 11 ayında, bu mekanizma kapsamında özel sektörün elindeki santrallara ödenecek miktar şimdiden 3,5 milyar TL’yi buldu. Bu miktarın 1 milyar TL’ye yakını ise bir süre önce özelleştirilen santrallara ait.

Bu mekanizmanın benzerleri başka ülkelerde de var. Gerekçesi, yenilenebilir enerjinin payının arttığı ülkelerde, depolama yöntemleri yerleşene kadar arz sorunu yaşamamak. Başta termik santraller olmak üzere, istendiğinde devreye giren santralları çalışmaya hazır halde bekletmek. Sürekli çalışmayacakları için de kayıp zamanlarını telafi etmek için bir bedel ödemek. Bir çeşit sübvansiyon aslında. Bizde ise durum farklı.

Türkiye’de bir arz sorunu yok. Kurulu gücün 106 bin, en yüksek talebin 55 bin megavat olduğu bir ülkede arz sorunundan bahsedilemez. Arz sorunundan çok ‘istendiği’ gibi artmayan elektrik talebi sorunu yaşanıyor. Herkes enerjiyi verimli kullanmaya çalışırken biz plansızlık nedeniyle tüketimi artırmaya çalışıyoruz ama olmuyor. 2023 yılı da ekside kapanırsa, son beş yılın üçünde elektrik tüketiminin azaldığı bir dönemi geride bırakmış olacağız. Talep tüm çabalara rağmen artmayınca da yapılan onlarca gaz santralı, özelleştirilen kömürlü termik santrallar tam kapasite çalışamıyor ve planladıkları kârı elde edemiyor. Şirketler rahatsız.

3,5 MİLYARI BULDU
Neyse ki bu şirketleri çok seven bir hükümetleri var. 2018 yılında kapasite mekanizmasını devreye alıp, birçok santrala teşvik vermeye başladı. Bu yıl listeden çıkarılan hidroelektrik santrallar da 2019 yılında mekanizmaya eklenmişti. Şirketlere ödenen para az buz değil. 2023 yılının 11 ayında bu mekanizma kapsamında şirketlere ödenen miktar 3,5 milyar TL’yi buldu. Hidroelektrik santrallar bu miktarın yüzde 8,5’ini almıştı. Aslan payı ise gaz santrallarında ve onlar mekanizma içinde kalmaya devam edecek. Makine Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu raporlarında bu durumu, “İlk gündeme geldiği yıllarında amaç arz güvenliğinin sağlanmasıydı. Şimdi ise yapılan plansız yatırımların yarattığı arz fazlalığı ortamında, özel şirketlere destek sağlamanın yöntemlerinden birisi oldu” diye yorumluyor.

2023 yılının ilk 11 ayında teşvikler kime gitmiş, ona da bakalım. ENKA’nın Adapazarı, Gebze ve İzmir’deki gaz santrallarına 11 ay sonunda ödenecek miktar 640 milyonu bulmuş. Enerjisa’ya ait biri kömürle, ikisi gazla çalışan santrallarına 285 milyon, Bilgin Enerji’nin gaz santralına 152 milyon, Aksa’nın gaz santralına 147 milyon, Yeni Enerji’nin gaz santralına 144 milyon, Akenerji’nin gaz santralına 138 milyon, Acwa’nın gaz santralına 129 milyon, Gama Enerji’nin gaz santralına 127 milyon, RWE- Turcas şirketinin gaz santralına 101 milyon, Boyobat Elektrik’e ait HES’e 97 milyon, Koloğlu Holding’e ait Soma Kolin Kömürlü Termik Santralı’na 88 milyon, Cengiz Enerji’nin gaz santralına 87 milyon, Odaş Grubu’na ait Çan-2 kömürlü termik santralına 57 milyon ve Ciner Grubu’na ait Silopi’deki kömürlü termik santrala 55 milyon ödenecek.

ÖNCE ÖZELLEŞTİR SONRA DESTEKLE
İşin bir de özelleştirme boyutu var. Özelleştirilen santrallardan da bu kapsamda ciddi miktarda destek alanlar var. Örneğin, Limak ve IC İçtaş şirketlerine ait, Akbelen’in canına okuyan Yeniköy ve Kemerköy kömür santralları. Bu santrallara 11 ay için ödenmesi gereken teşvik miktarı 190 milyonu bulmuş. Tunçbilek, Seyitömer ve Orhaneli kömürlü termik santralları da özelleştirilip Çelikler Holding’e verilmişti, bu yıl kapasite mekanizmasından en az 161 milyon TL ödenecek. Özelleştirilen Hamitabat gaz santralı için Limak Doğal Gaz Elektrik Üretim A.Ş.’ye 191 milyon, Soma-B ve Kangal kömürlü termik santralları için Konya Şeker A.Ş.’ye 167 milyon, Yatağan kömür santralı için Aydem Enerji’ye 116 milyon ve Oymapınar HES için Cengiz Holding’e 93 milyon ödenmesi de kesinleşti.  

Bunlar sadece 2023’in ilk 11 ayına ait rakamlar. Yıllardır ödenen miktarları düşününce, özelleştirmeyle risk aldığı iddia edilen bu firmaları devlet adeta kurtarmış desek yeridir. Bu nasıl serbest piyasa anlamak mümkün değil. Madem teşvik verip ayakta tutacaktınız, neden kamunun santrallarını özelleştirdiniz? Halkın parasını kullanıp bu yatırımları ayakta tutmaya çalışacaksak, en doğrusu santralları kamunun elinde tutmak olmaz mıydı?

Ormanları baz yük santrallar yaktı

Özgür Gürbüz-BirGün / 25 Ağustos 2023

Foto: Ç. Gürbüz
Termik ve nükleer santrallara “yürekten” bağlı olanlarla mücadele yıllardır sürüyor. Önce, “rüzgar güneş işe yaramaz” dediler. Baktılar türbinler dönüyor, güneş panelleri elektrik üretiyor, yalanlar değişti, “pahalı” dediler. Güneş ve rüzgar, kömürlü termik santralın en az yarı fiyatına, nükleerden ise 4-5 kat ucuza elektrik üretmeye başladı, bu defa da, “Baz yük değiller. Rüzgar kesilir, güneş batar elektriksiz kalırız” demeye başladılar. Bu yalan da yetmezse yaftalama başlıyor. Ormanını koruyana “dış güç”, doğayı öne çıkarana “ajan” diyorlar.

Baz yük santral aslında düğmesine bastığınızda elektrik üreten santral demek. Gerçekte böyle bir santral da yok. Arızası olur, yakıtı değişir, hava ısınır (Fransa’da olduğu gibi nükleer santrallar bile çalışamaz) santral durur. Teoride kontrolün sizde olduğu santrallardır bunlar. Rüzgar ve güneş ise haliyle iklimle ilgili. Güneş batınca güneş santralı elektrik üretmez. Rüzgar çok yavaşlarsa pervane dönmez. 30 yıldır termik ve nükleerciler, bu gerekçelerle rüzgar ve güneşi yerden yere vurur. 30 yıla dikkatinizi çekerim, dünya artık çok değişti.

Eskiden mühendislik fakültelerinde hocalar elektriğin depolanamayan bir kaynak olduğunu öğretirdi. O günler geride kaldı. Bataryalar sayesinde rüzgar ve güneşten elde edilen elektrik depolanabiliyor ve güneşin battığı, rüzgarın yavaşladığı anda kullanılabiliyor. Elektrikli arabalar, kamyonlar, elektrik süpürgeleri, cep telefonları bu batarya sistemleriyle çalışıyor. Şimdi kentlere saatlerce elektrik verebilecek dev elektrik depolama sahaları kuruluyor. Uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye’de depolamalı güneş ve rüzgar santralları için yapılan başvuruların toplamı 270 gigavatı aştı. Türkiye’nin tüm santrallarının kurulu gücünün (105 gigavat) 2,5 katı başvuru var. Bunların 17 gigavatı da EPDK’den ön lisans aldı. Size “baz yük santral gerek” diyenler bunları anlatmıyor.

Rüzgar ve güneş santrallarının ne zaman, ne kadar elektrik üreteceği de tahmin edilebilir. Sapma payları oldukça düşük, o yüzden de planlama yapabilirsiniz. Rüzgar santrallarının hepsi de aynı anda durmaz ya da yavaşlamaz. Ege’deki rüzgar akımıyla, İç Anadolu’daki rüzgar akımı aynı değil. Santrallar farklı bölgelere yayıldıkça birbirlerini dengeleme şansı artar. Güneş enerjisinde de Türkiye’nin batısı ve doğusu arasındaki fark üretimi daha geniş bir saate yayıyor.

Elektrik depolanabiliyor, rüzgar ve güneş sanıldığı gibi aniden ve tüm yurtta aynı anda kesilmiyor bunu anladık ama yenilenebilir enerjinin marifetleri bunlarla da sınırlı değil. Jeotermal, biyokütle ve büyük hidroelektrik santrallar zaten baz yük sınıfında. Jeotermal ve yakıtı kentsel atık, hayvan dışkısı olan biyokütle santralları düğmesine basınca çalışan santrallar. Eskiden yapılmış onlarca dev barajlar da istenirse güneş ve rüzgarı dengelemek için kullanılabilir. Ne zaman çalışacağına yine siz karar verirsiniz. Almanya, Avusturya, Danimarka, Portekiz gibi ülkeler bu yüzden yüzde 100 yenilenebilir enerji yolunda ilerliyorlar. Elektriksiz yaşamak istedikleri için değil.

Türkiye’de güneş enerjisinin baz yük santrallara olan ihtiyacı düşürme gibi bir etkisi de var. Elektrik talebi yaz aylarında klimalarla birlikte artıyor. Güneş ise bu zamanda en çok elektriği üretiyor. Çatılarda panel sayısı arttıkça baz yük santrallara, yani nükleer ve termiğe ihtiyaç da o derece azalıyor. Belki de bu yüzden güneşi sevmiyorlar.

Baz yük bahanesiyle termik santralları savunanların bize söylemediği bir başka sır da kömürlü termik santralların iklim krizinin bir numaralı sorumlusu olması. Kömür yaktıkça sıcaklıklar artıyor ve orman yangınlarına davetiye çıkarıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre Çanakkale’de ortalama en yüksek sıcaklık Temmuz ve Ağustos aylarında 30 derecenin biraz üzerinde; kaydedilmiş en yüksek sıcaklık 39,7 derece. Bu yılın Temmuz ve Ağustos aylarında Çanakkale’de hava sıcaklığı, bazı hava durumu sitelerine göre tam 8 kez 40 dereceyi sınamış görünüyor. Ortalama sıcaklığın da sık sık 30 derecenin üzerine çıktığını görüyoruz. Orman yangınlarının sıklığı ve şiddetinin iklim krizi nedeniyle arttığını bilim çoktan kabul etti. Risk arttı, sonrası bir ihmale bakıyor.

Baz yük santralı bahanesiyle kömür santralını savunanlar, Akbelen Ormanları’nın kesilmesine seyirci kalanlar, Türkiye’yi geçmişte yaşatıp, orman yangınlarına neden oldukları için ne kadar övünse azdır.

Termik santrallara filtre takarsak elektriksiz mi kalırız?

Eskiden çevreciler termik veya nükleer santralı protesto ettiğinde o bölgede elektrik kesintisi yaparlardı. Şimdi medya yoluyla aynı oyunu denediler. Olmadı tabi ama biz verilerle de bu santrallar olmasa elektrik kesinitisi yaşar mıyız anlatalım.



Türkiye'nin kurulu gücü 90 bin megavatın üstünde. Puant talep dediğimiz, en yüksek talebin olduğu anda oluşan ihtiyaç ise 47 bin megavat civarında. Kısacası, filtre takmak için 10-15 gün bakıma girecek bir santralın yerini tutacak yedek kapasite var.

Güncel bir örnekle de termik santrallara tanınan bu "kirletme hakkının" bir zorunluluk olmadığını anlatalım. Bu santrallar zaten sık sık arıza yapıyor. Son 24 saat içindeki arızalara baktığınızda 4 termik santralda arıza nedeniyle üretimin durduğunu gördüm. Yorumlarda o tabloyu da görebilirsiniz. Santrallar durmuş ama iddia edildiği gibi metrolar durmamış...


Hepsini geçtim; 20-30 yıl geçmişi olan bu santralları hala en temel filtreler olmadan çalıştırmak kabul edilemez. İnsan yaşamı, canlıların sağlığı bu kadar mı ucuz? #iklimkrizi çağında kömür santrallarını nasıl kapatacağımızı tartışmak yerine, filtresiz çalıştırmayı tartışıyoruz.

Enerji sektörü rotasız bir gemi

Özgür Gürbüz-BirGün / 24 Ocak 2019

Enerji sektörü rotasız bir gemiye benziyor. Bir o deniz, bir bu deniz dolaşıyor. Uzun yıllardır böyle. Çevre açısından baktığınızda gemi çoktan karaya oturdu. Kömür, petrol, nükleer ve doğalgaza bağlı bir sektör hem kirletiyor hem de dışa bağımlı. Üreticilerin ve tüketicilerin halinden memnun oldukları da söylenemez.

Enerji faturaları el yakıyor, özelleştirmelerin faturaları vatandaşa kesiliyor. Elektrik fiyatlarında seçim öncesi yüzde 10 indirim yapılırken, iletim, dağıtım, kayıp ve kaçak bedelleri yüzde 15,7 oranında artırıldı. Şirketler kazandı, vatandaş gizli bir zamla yine kaybetti. Özelleştirirsek kayıp kaçak azalır diyorlardı, azalmadığı gibi şirketlerin sorumluluğu vatandaşın faturasına gizlendi.

Termik santrallara çevreyi kirletme izni veriliyor, “termik alana orman bedava” deniyor. Şirketler daha çok para kazansın diye santrallardaki arıtma tesisleri çalıştırılmıyor. Oradan gelecek yüzde 5-10 fazla elektrik üretiminin hesabı yapılıyor. Doğa, bir ‘promosyon’ malzemesi gibi özelleştirmelerin yanında dağıtılıyor.

Ülkenin iklim hedefi yok. Çevreyi koruma hedefi yok. İnsan sağlığını koruma hedefi yok. Kömürün önünü açmak için teşvik üstüne teşvik veriliyor. Elektrik üretiminde kömürün payı yüzde 40’lara doğru gidiyor; yarısından fazlası da ithal kömür. Ucuz olsun da kim ölürse ölsün poltikası…

2018 yılı verileri geliyor. Elektrik talebi yerinde sayarken, kurulu güç 3 bin 350 megavat daha artmış. Zaten arz fazlası var. En yüksek talep 2017 yazındaydı. O talebin iki katına yakın kurulu güç var.

2018 yılında 626 megavatlık doğalgaz santralı söküldü, kurulu güç rakamlarından düştü. Doğalgazın payının azalmasında sıkıntı yok ama 5-10 yıl önce açılan santralların şimdi sökülüp başka ülkelere götürülmesi yazının başında söylediğimiz rotasızlığa bir işaret. Kimse neyin desteklendiğini, nereye gideceğini bilmiyor. Çevre standartları belli değil. Rüzgar türbini yerleşim yerine ne kadar uzakta olmalı, aynı yere kurulan benzer santralların birikmiş etkileri nasıl ölçülür diye sorsam, bana verebilecekleri bir kurallar kitabı var mı merak ediyorum. ÇED’ler ihtiyacı karşılamıyor, şirketlerin oyuncağı oldu. Karadeniz’deki santrala yazılmış ÇED raporu kopyalanıp Akdeniz’deki için kullanılıyor, mahkemenin sesi çıkmıyor.

Hükümet kömürü ve nükleeri sonuna kadar destekliyor ama sorarsanız yenilenebilir enerji çok önemli. Çatıları güneşten elektrik üretecek fotovoltaik panellere açacak düzenlemeler bir türlü tamamlanmıyor. Parasını uzun vadede çıkarmayı göze alan bireylerin önü de dağıtım ücretlerine yapılan zamla yine tıkandı. Mahsuplaşma konusu yıllardır çözüm bekliyor. Övünülen YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı) ihalelerinden ikincisi iptal edildi. Kulislerde ilk ihalenin Güney Koreli ortağı Hanwha’nın da çekildiği haberi dolaşıyor. Dev güneş ihaleleriyle vakit kaybetmek yerine, elektrik talebinin düşük, kredi bulmanın zor olduğu günlerde çatıların önünü açacak düzenlemeler neden hayata geçirilmiyor belli değil. Biraz da malum şirketleri değil kendi elektriğini üretmek isteyen vatandaşı destekleyin.

Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması’nın (YEKDEM) 2020 sonrası biteceği açıklandı. Yerine ne gelecek belli değil. Kömüre, doğalgaza, nükleere piyasa fiyatının üzerinde, dolar üzerinden alım garantisi verilirken yenilenebilir enerji yatırımcısı bir yıl sonrasını göremiyor.

Enerji verimliliği konusuna hiç girmiyorum. Onun haftası var, seveni çok ama icraat yok.

Ülkede rotasını kaybeden tek gemi enerji sektörü değil elbette. Diğer sektörlerin gemileri de aynı durumda. Gemi çok, “kaptan” tek olunca böyle…

Termik santrallara çevreyi kirletme izni Meclis’te

Termik santralları çevre mevzuatından iki yıl daha muaf tutacak yasa teklifi ilgili komisyonlardan geçti, Meclis’te görüşülecek. CHP altı yılı bulacak muafiyetle ilgili araştırma önergesi verdi.  

Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Ocak 2019

4 Haziran 2016 tarihinde Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan değişiklikle EÜAŞ’ın sahip olduğu ve özelleştirilen termik santrallar çevre mevzuatından 3,5 yıl boyunca muaf tutulmuştu. TBMM gündemine alınan 2/1410 sayılı torba yasadaki kanun teklifiyle bu süre iki yıl daha uzatılmak isteniyor. Kanun teklifi kabul edilirse, özelleştirilen ve özelleştirilecek santralların çevreyi kirletme hakları 31 Aralık 2021 tarihine kadar uzatılacak. Santrallar baca gazı arıtma tesisi gibi en temel filtreleri olmadan çalışmaya devam edecek. Çevre mevzuatına uymayan santrallara durdurma, kapatma veya para cezası verilemeyecek.

İlgili komisyonlarda AKP ve MHP milletvekillerince kabul edilen, “Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” adlı torba yasa, 5 Şubat’ta biten Meclis tatilinden sonra TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek. Hava kirliliğini artıracağı ve sağlık sorunlarını büyüteceği düşünülen bu muafiyete Meclis’teki görüşmelerde CHP, İyi Parti ve HDP milletvekilleri muhalefet şerhi verdi.

Komisyonlardaki görüşmelerde değişiklik önergeleri veren ve teklifin geri çekilmesini isteyen CHP milletvekilleri, konuyla ilgili bir Meclis Araştırma Önergesi de hazırladı. Araştırma önergesinde, kanun kapsamında bulunan 13 termik santralın son altı yıllık süreçte çevre ve insan sağlığı yönünden tedbirler alıp almadığı; baca gazı arıtma tesislerini, düzenli kül depolama alanlarını, atıksu arıtma tesislerini yapıp yapmadıkları, baca gazı arıtma tesislerini özelleştirmeden sonra düzenli çalıştırıp çalıştırmadıkları, getirilen muafiyetler nedeniyle ek gelir sağlayıp sağlamadıklarının araştırılması istendi.

CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin
Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, yapılmak istenenin termik santral sahibi şirketlere, çevreyi istedikleri kadar kirletip, vatandaşı istedikleri kadar zehirleyebilirsiniz, hatta var olan baca gazı arıtma tesislerini dahi bir gerekçeyle çalıştırmayabilirsiniz, bu yolla daha fazla kâr elde edebilirsiniz demek olduğunu söyledi. Girgin, “AKP, iki yıl daha ben gözlerimi kapadım, görmezden geleceğim, vatandaşın hak arama yolunu da tıkadım, gerisi size kalmış, bildiğiniz gibi davranın” dediğini belirtti. Torba yasa içerisindeki madencilikle ilgili maddeleri de eleştiren Girgin, “Sektör, oda ve sendika temsilcilerinin görüşleri alınmadan sarayın mutfağında hazırlanan ve AKP ile MHP oylarıyla komisyondan geçirilen, önümüzdeki günlerde de Meclis Genel Kurulu’na getirilecek yeni Maden Yasası ne sektörü, ne işçiyi ne de oda ve sendikaları memnun etmiştir. Sorun, madenciliğimizi topyekün bilimsel bir anlayışla ele alarak, rödovans usulünü kaldırarak, havza madenciliğine geçerek, siyasi kayırmacılığa son vererek ve ayrı bir maden kanunu çıkarmak ve bir Maden Bakanlığı kurarak dünya ölçeğinde bir madencilik anlayışı getirilerek çözülmelidir” dedi.

***
Ne olmuştu?
Başta kömürle çalışanlar olmak üzere, termik santrallara diledikleri gibi kirletme hakkı tanıyan bu değişiklik kamuoyunun gündemine ilk kez 2013 yılında, “geçici 8. madde” adıyla geldi. Özelleştirmeleri cazip kılmak için çevre üzerinden taviz veriliyor diye değerlendirilen değişikliği CHP Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Anayasa Mahkemesi de önerilen değişikliği, Anayasa’nın 2, 5, ve 56. maddelerine aykırı olduğu gerekçesi ile 2014 yılında iptal etti. 2016 yılında ise AKP, hemen hemen aynı kapsamda bir değişikliği Elektrik Piyasası Kanunu’nda değişiklik yaparak hayata geçirdi ve termik santrallar 2019 yılı sonuna kadar çevre mevzuatından muaf tutuldu. Geçen 2,5 yıllık süre içerisinde birçok santralda gerekli yatırımların yapılmadığı hatta mevcut arıtma sistemlerinin bile çalıştırılmadığı gözlendi. 5 Şubat’tan sonra TBMM gündemine gelecek 2/1410 sayılı Torba Yasa teklifi kabul edilirse 13 termik santral 2022 yılına kadar çevre mevzuatından muaf tutulacak.

Anayasa Mahkemesi ne demişti?
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı uzun süreli olarak vazgeçilecek haklardan değildir. İnsanın, toplumun ve çevrenin varlık, sağlık ve güvenliği ile bu konuda Anayasa’nın devlete yüklediği görev göz önünde bulundurulduğunda, dava konusu kural­la belirtilen süre zarfında EÜAŞ’a bağlı santraller ile özelleştirilen santrallerin elektrik üretim faaliyetlerinde çevre mevzuatına tabi olmaması kabul edilemez.

Poşeti görüyor termik santralları görmüyor

Çevreyi korumak için naylon poşetleri paralı yapan hükümet, özelleştirilen termik santralların filtre ve baca gazı arıtma tesisi olmadan 2 yıl daha çalıştırılması için yasa teklifi hazırladı.

Özgür Gürbüz-BirGün/10 Ocak 2019

Termik santralların satışını kolaylaştırmak için özelleştirilen santrallara verilen çevreyi kirletme hakkı, iki yıl daha uzatılıyor. 4 Haziran 2016 tarihinde Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan değişiklikle özelleştirilen santralların çevre mevzuatına uyumu için 3,5 yıl süre verilmiş, bu santrallar her türlü ceza ve yaptırımdan muaf tutulmuştu. Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerince hazırlanan kanun teklifi Meclis’te kabul edilirse, mevcut 10 santral ve özelleştirilecek yeni santrallar iki yıl daha aynı şekilde çevreyi kirletebilecek.

Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda görüşülecek, “Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” kabul edilirse sadece daha önce özelleştirilen santrallar değil yeni özelleştirilecek santrallar da 31 Aralık 2021 tarihine kadar bu muafiyetten yararlanacak. Özelleştirilmiş santralların 2019 Haziran ayına kadar arıtma tesisleri için yapım sözleşmesi imzalaması yetecek.

Filtresi olan bile çalıştırmıyor
2016 yılında getirilen muafiyet nedeniyle şirketler, halihazırda sahip oldukları filtre ve baca gazı kükürt arıtma tesislerini (desülfürizasyon) bile çalıştırmaktan kaçınıyor. Bursa Tabip Odası, Çevre Bakanlığı’na santrallarla ilgili sorunu iletmiş, kendilerine gelen resmi yazıda, “Özelleştirme koşulları arasında 2020 yılına kadar bunların kirliliği ile ilgili herhangi bir izleme, denetleme ve cezayı süreç uygulanmayacak” yanıtı verilmişti. Yasa değişikliği nedeniyle halk sağlığını ve çevreyi tehdit eden gaz ve katı partiküller hiçbir önlem alınmadan doğaya bırakılıyor. Üç yıllığına çıkarılan ve şimdi 2 yıl daha uzatılmak istenen muafiyetin, kömürle çalışan eski termik santralları alan şirketleri, çevre cezalarından ve yükümlülüklerinden kurtararak ek gelir sağlamak amacıyla yapıldığı düşünülüyor.

Şirketler sürenin uzatılacağını biliyordu
TMMOB Makine Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu üyesi Orhan Aytaç tarafından hazırlanan, “Kömür Yakıtlı Termik Santrallerin Baca Gazındaki Kirleticiler, İzin Verilen Salım Sınır Değerleri, Ülkemizdeki Santrallerdeki Baca Gazı Arıtma Tesislerinin Güncel Durumu” adlı makale Türkiye’deki durumu gözler önüne seriyor. 2013 ila 2015 yılları arasında özelleştirilen santrallara tanınan uyum sürecinin yılsonunda biteceği bilinmesine rağmen firmaların gereken adımları atmadığı görülüyor. Özelleştirilen 10 kömür santralının yarısında baca gazı arıtma tesisi yok, olanların çoğunun da iyileştirilmesi gerekiyor. Aralarında Afşin Elbistan A, Tunçbilek, Soma, Seyitömer, Çatalağzı ve Çan termik santralının da bulunduğu birçok santralda baca gazı arıtma tesisi yok.

Emisyon sınır değerleri aşılacak
Özelleştirilen santralların hiçbiri, Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği’nce belirlenen ve 8 Haziran 2019 tarihinden itibaren geçerli olacak yeni emisyon sınır değerlerini tutturacak arıtma tesisine sahip değil. Normal şartlarda santralların altı ay sonra çalıştırılmaması gerek. Yasa değişikliği gerçekleşirse santrallar bu yönetmelikten de muaf tutulacak. Şirketlerin yeni sınır değerleri bilmesine rağmen gerekli hazırlığı yapmamaları, muafiyet getiren yasa değişikliğinden haberdar oldukları izlenimini doğuruyor.

Arz fazlası var
Yeni yasa tasarısında santrallara iki yıl ek süre verilmek istenmesinin nedeni ise söz konusu tesislerin uzun yapım süresi ve yapım sırasında elektrik üretiminin aksaması nedeniyle arz güvenliğinin tehlikeye gireceği şeklinde açıklanıyor. Türkiye’nin elektrik tüketiminde en yüksek talebin 47 bin MW civarında olduğu, kurulu gücün ise yaklaşık 90 bin megavatla talebin neredeyse iki katına yaklaştığı gerçeği ise bu gerekçeye gölge düşürüyor.

***
Anayasa Mahkemesi Karşı Çıkmıştı
Termik santrallara çevreyi kirletme özgürlüğü tanıyan değişiklik ilk kez 6446 sayılı ve 14 Mart 2013 tarihli Elektrik Piyasası Kanunun Geçici 8. maddesiyle gündeme gelmişti. Geçici 8. madde, kamu tarafından işletilen, özelleştirilmiş ve özelleştirilecek santrallara, çevre mevzuatına uyumuna yönelik yatırımlarını gerçekleştirmesi ve çevre mevzuatı açısından gerekli izinlerini tamamlanması amacıyla 31 Aralık 2018 tarihine kadar süre veriyordu. Bu sürenin üç yıl uzatılması konusunda da Bakanlar Kurulu’nu yetkili kılıyordu. CHP’nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi, 22 Mayıs 2014 tarihli kararıyla geçici 8. maddeyi iptal etti. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının yürürlüğe girmesinden yaklaşık altı ay sonra, 4 Haziran 2016 tarihinde kabul edilen Elektrik Piyasası Kanunu İle Başka Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile geçici 8. madde değiştirilerek yeniden hayata geçirildi ve söz konusu santrallara 31 Aralık 2019 tarihine kadar muafiyet tanındı.

Kömür yakar

Özgür Gürbüz-BirGün/14 Mayıs 2018

Soma’daki büyük cinayetin üzerinden dört yıl geçti. 301 madenci aramızda yok. Acıları ailelerinin ve milyonlarca insanın arasında bölüşüldü ama azalmadı. Yitirmişler bilir, yitirdiklerinizin ardından akıttığınız gözyaşlarının “son damlası” yoktur.

Ölenleri geri getiremeyiz ama yeni ölümleri önleyebiliriz. Bu da ancak hatalarımızdan ders çıkartarak olur.

Madende yakınını bırakanlara tekme atanları milletvekili yaparak olmaz.

İş cinayetine “fıtrat”, “bunlar olağan şeyler” dersek olmaz.

100-150 yıl önce başka ülkelerde de maden kazası oluyordu diyerek olmaz.

Kömürden medet umarak, enerjide “kömür yılı” ilan ederek hiç olmaz.

Türkiye artık kafasını yer altından çıkarıp güneşe bakmalı. Yerin altındaki kalitesiz kömürden değil, güneş ve onun türevi enerji kaynaklarından yararlanmanın yollarını aramalı. Elektrik motorunun, yapay zekanın çağında buhar makinasının peşine düşerseniz çağdaş uygarlıkların seviyesine ulaşamazsınız.

Tablo ortada. Türkiye’nin birincil enerji arzında kömürün payı 2016 sonunda yüzde 28’e ulaştı. Buna diğer yer altındaki kaynakları, petrol ve doğalgazı da ekleyin yüzde 87’iyi geçiyor. Türkiye’de doğalgazın, petrolün neredeyse hepsi ithal. 70 milyon ton civarı yerli linyit çıkarılıyorsa onun yarısı kadar da taşkömürü ithal ediliyor. Yeraltındaki kaynaklarımız zayıf, çıkan kömür de kömür değil. Kalorifik değeri düşük, bazı yerlerde toprak gibi. Hiç sorun değil. Zaten çağ artık yeraltının değil yerüstünün çağı.

Güneş bizim kaynağımız. Biyokütle desen yerli, rüzgar öyle; sahibi yok. Tüketimini dengelersen sınırı da yok. Öyle ama biz kurtuluşu toprağın altında arıyoruz. Toprağın altındakini çıkarırken ölüyoruz. Çıkardığımızı yakıyoruz bu defa da hava kirliliğinden, çevre sorunlarına bir daha ölüyoruz. Kömür herkesi yakıyor. Peki, bu ısrar niye? Kim kazançlı çıkıyor bu işten? Yoksa fıtratımızda ucuz işçi, ucuz can mı yazıyor?

Kömür, petrol doğalgaz iklimi değiştiriyor, havayı kirletiyor. Çevre Mühendisleri Odası açıkladı. 81 ilin sadece altısının havası temiz. Sorumluların başında kömür ve petrol geliyor. Bütün ülke her gün intihar ediyor, yok mu buna dur diyecek?

Üstelik bu ısrarın bir faydası da yok. Kömür için doğa, insan sağlığı görmezden gelindikçe, iklim hedefi olmayınca kömür ithalatı da artıyor. 2002 yılında 15 milyon ton civarında olan kömür ithalatı, 2016 sonunda 36 milyon tonu geçti. Bakmayın siz “kömür yılı” sloganlarına, “yerli enerji” güzellemelerine, Türkiye’nin elektrik üretiminde ithal kömür santrallarının payı yüzde 17, yerli kömürün payı ise yüzde 13. İthal kömürün payı altı yıl önce yüzde 6,3’tü. Kazıyoruz, ölüyoruz, kömür soluyoruz ve tüm bunlara rağmen dışa bağımlılık azalmıyor artıyor. Yanlış yaptığımızı görmek için daha ne lazım?

Sorun şu. Tüketimi serbest bırakmışız, sanki enerji sınırsız gibi davranıyoruz. Tüketerek büyüyen, borca dayalı ekonomi ocağına kürek kürek kömür atıyoruz. Halbuki çözüm ocağa daha çok kömür atmaktan değil enerjiyi akıllı kullanmaktan, evin kapısını bacasını yalıtmaktan geçiyor. Çatısına güneş paneli koyup, yerel küçük santrallarla herkesin kendine yeter üretim yapabilmesini sağlamaktan geçiyor. Birileri, birkaç şirket kar etsin diye canı pahasına çalıştırılan işçilere ihtiyaç duyan büyük santrallara, madenlere elveda deyip, kendi kendine yeten köyler, küçük kentler kurmaktan geçiyor. Tüketim toplumundan üretim toplumuna adım atmaktan geçiyor çözüm.

Söylediklerim hayal değil. Aklı başında ülkeler rotayı bu yola çevirdi. Dünyada yenilenebilir enerji alanında çalışan sayısı 10 milyonu geçti. Madendeki işçiyi de kurtarır, kentte kömür soluyanı da. Yeter ki kaderimizi başkalarının eline bırakmayalım. 

2019 Bartınlı

Özgür Gürbüz-BirGün/16 Nisan 2018

Hattat Holding’e ait Hema Elektrik’in Amasra yakınlarına kurmak istediği kömürlü termik santral projesi aslında tüm ilin, Bartın’ın havasına, suyuna ve toprağına hücum eden bir proje. 1320 megavatlık dev kömür santralının ardında, kömür karası kıyafetleriyle hazırda bekleyen bürokratlar, politikacılar var. Bugün saldırıya geçtiler.

Kömür ordusu hücumda. Hücumdalar hücumda olmasına da termik santralın ÇED iptal davasının görüleceği Zonguldak İdare Mahkemesi’nde onları 2019 Bartınlı bekliyor. Kömürlü santralın ÇED raporunun iptali için dava açan bu 2019 kişi, ellerinde bir hafta önce zeytinlerle buluşturdukları memleket toprağı, yüreklerinde temiz hava ve arkalarında binlerce Bartınlıyla mahkeme salonunu dolduracak. Elektrik için yaşamın kaynağı suyu bile feda etmeye hazır Hema şirketini durdurmaya çalışacak. 300 Ispartalı gibi filmi çekilir mi bilmem ama bu mücadele de tarihe yazılacak.

Bakmayın siz politikacıların, bürokratların arkasında olduğuna. Halkı karşısına alan kömür ordusu Bartın’da zor durumda. Termik santral su olmazsa çalışmaz. Kömürü yakacaklar, suyu ısıtıp buharından elektrik üretecekler. O yüzden de her gün 100 bin Bartınlının su ihtiyacını karşılayan “Kavşak Suyu”nu kullanmak istiyorlar. Şirket, bu suyun arsenik içerdiğini, herhangi bir arıtmadan geçirilmediğini ve Bartın Belediyesi’nin su ihtiyacının sadece yüzde 3’ünü karşıladığını iddia ediyor. Bartın Belediye Başkanı Cemal Akın ise bu iddiaları yalanlıyor. Suyun hem belediye hem de İl Halk Sağlığı Müdürlüğü tarafından düzenli analiz edildiğini, olumsuz bir sonuca rastlanmadığını söylüyor. Cemal Akın, toplam suyun içinde Kavşak Suyu’nun payı yüzde 3 olsa da, 100 bin kişiye sebiller aracılığıyla ulaştırılan ücretsiz bir içme suyu olduğuna dikkat çekiyor. Anlaşılan o ki, gözlerini kapatan isten dolayı yaşamı göremeyenler, Bartınlıların içme suyuna da el koymak istiyor. Bugün görülen davada 2019 Bartınlı sadece zeytinlerini, toprağı, havayı değil, suyunu da savunacak.

Su ile elektrik karşı karşıya geldiğine göre termik sevdalılarına hodri meydan deyip en kritik soruyu soralım: Başka hiçbir yerde bulamayacağınız suyu mu koruyacaksınız yoksa biraz tasarruf ederek, enerjiyi akıllı kullanarak ihtiyaç duymayacağınız şu termik santralı mı? Susuz yaşanmayacağı için elbette her aklı başında insan suyu seçer ama biz yine de şu bilgileri hatırlatalım. Türkiye su fakiri olmaya aday bir ülke. Orman ve Su İşleri Bakanlığı ülkedeki kullanılabilir su miktarının 112 milyar m3 olduğunu söylüyor. 80 milyon olduğumuzu düşünürsek kişi başına düşen yıllık su miktarı 1400 m3. Bu da bizi su stresi yaşayan ülkeler arasına koyuyor. 2030’da nüfus 90 milyon olursa kişi başına düşen su miktarı yılda 1200 m3’lere gerileyecek ve bizi iyiden iyiye su fakiri sınırı kabul edilen 1000 m3’e yaklaştıracak. Bakanlık da bu bilgiyi teyit ediyor. Durum bu kadar ciddi. İklim değişikliği ve suyun kötü kullanımı nedeniyle daha da ciddi olabilir.

Elektrikte ise arz fazlası var. Dağ taş santral doldu, talep sanıldığı gibi “delice” artmıyor. Ülkedeki santralların kurulu gücü 86 bin megavat, en yüksek talep 47 binlerde kaldı. Hedeflenen, lisans almış santralları yapmaya kalksanız 10 yıl sonra kurulu güç iki katına çıkacak ama TEİAŞ’ın 2026 yılı için yaptığı tahminler, o tarihler için en yüksek talebin 68 binlerde kalacağını gösteriyor. Güneş ve rüzgar gibi kömürden daha ucuza elektrik üreten kaynakları yazmıyorum bile.

Şimdi siz karar verin. 2019 Bartınlı gibi suyu korumak için mi mücadele edeceksiniz yoksa ülkenin geleceğini tehdit eden kömür santrallarına karşı dur mu diyeceksiniz? Protestonuzla, sosyal medyadaki mesajınızla, sandıktaki oyunuzla bu kararı sizler vereceksiniz. Ve karar verme günü bugün, yarın çeşmelerden akacak temiz su bulamayabilirsiniz.

Matematik Eskişehir’de kömür santralına karşı

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Ocak 2018

Türkiye’deki şekerpancarı üretiminin yüzde 6,4’ü, arpanın yüzde 3,9’u, buğdayın yüzde 3,3’ü, kuşkonmazın neredeyse tamamı ve rokanın yarısına yakını Eskişehir’den sağlanıyor. İlin 5 bin 337 dekarlık bir alanında organik tarım, 6 bin 146 dekarlık bir alanında ise iyi tarım yapılıyor. Buğday, saman ve et ithal ediyoruz. Eskişehir’de bunlar üretiliyor. İstenirse daha çok da üretilir ama dert o değil. Dert, Eskişehir’e kurulmak istenen termik santral.

Termik santral için seçtikleri Alpu Ovası tarıma elverişli. Alpu ilçesinde besi sığırcılığı yapılıyor, şekerpancarı, patates ve kaz yetiştiriliyor. Toprağın altında ise “milli” diye pazarlamaya çalıştıkları kömür var. Bizim hükümet yerin üstünde olan biteni görmüyor, yerin altındaki kömürü görüyor. Her yıl 6 milyon 316 bin 812 ton kömür yakıp elektrik üreteceğim diyor.  

Santral kurulmak istenen yerin etrafında 1 milyona yakın insan yaşıyor, kömür santralı 1 milyon insanın havasını kirletecek, hükümet onu da görmüyor. Çevre Mühendisleri Odası Türkiye’de sadece 6 ilin havası temiz diyeli 10 gün oldu. O illerden biri de Eskişehir. Yöneticilerimiz, gelir dağılımına, eğitime, medyada söz hakkına gelince eşit davranmıyor ama iş “zehirlenme hakkı”na gelince oldukça adaletliler. Tüm Türkiye kirli hava solurken Eskişehir nasıl olur da temiz hava solur diyerek, oraya da bir termik santral planlayıvermişler.

Santral tam kapasite çalışırsa, her şey yolunda giderse yılda 7,5 milyar kilovatsaat elektrik üretecek. Yerli linyitin kalitesizliği ve geçmiş tecrübeler öyle olmadığını söylüyor ama varsayalım haklı çıktılar, biz bu veriler ışığında kritik soruyu soralım. Bu santral yapılmazsa Türkiye’de elektrikler kesilir mi? Ya da Eskişehirliler santrala karşı çıkar ve yaptırmazsa Türkiye elektrik ithal etmek zorunda kalır mı? İki sorunun da yanıtı hayır. İhtiyaçtan fazla santralımız var. Türkiye’nin kurulu gücü 2017 sonunda 85 bin megavatı geçti. 2017’de elektrik tüketim rekorunun kırıldığı günde ise en yüksek talep (puant güç) 48 bin megavatın altındaydı. Yani, talebin yaklaşık iki katı fazla kurulu güç var.

Görüldüğü gibi Türkiye’nin şu anda yeni bir santrala ihtiyacı yok. Önümüzdeki yıllarda elektrik talebi artarsa ne olacak diye sorabilirsiniz. O sorunun yanıtını da Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) vermiş. TEİAŞ`ın 2017-2026 için yaptığı elektrik tüketim tahminlerine bakmışlar. Elektrik talebinin daha az artacağını söyleyen düşük talep senaryosunun tahminin karşılamak için mevcut santralların yüzde 47,6 kapasiteyle çalıştırılması yeterli oluyor. Elektrik talebinin çok arttığı yüksek talep senaryosu içinse mevcut santralların yüzde 56,2 kapasiteyle çalıştırılması yeterli oluyor. Kısaca EMO, yeni bir santral yapılmasa bile talebi karşılamakta sorun yok diyor. Kaldı ki lisans almış yapılmayı bekleyen ya da yapımına başlanan nereden baksanız bir 30 bin megavatlık santral daha var.

Bu kadar is ve kömür kokusu yeter, işi tatlıya bağlayalım. Türkiye birkaç gün önce enerjide yeni bir hedef daha açıkladı. Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı kapsamında 2023 yılına kadar birincil enerji tüketiminin yüzde 14 oranında azaltılması hedeflendi. Planın içinde elektrikteki dağıtım kayıplarının yüzde 8’e indirilmesi de var. Bugünkü oranın yüzde 14’lerde olduğunu düşünürseniz, sadece bu hedefe erişilmesi Eskişehir’de kurulmak istenen santralın üreteceği kadar elektriğe ihtiyaç kalmayacağını gösteriyor. Tatlı olan da bu. Dağa taşa santral kuruyorsun, elektrik talebinden fazla üretim yapıyorsun ve bir yandan da enerjiyi daha verimli kullanmak için eylem planı hazırlıyorsun. Kafaların karıştığı kesin bilgi, yayalım.   

Tatlının üzerine acı kahve sevenleri de şu satırla baş başa bırakayım. Türkiye önümüzdeki günlerde ekmeklik buğday bulamayabilir ama herkesi çarpmaya yetecek elektriği olacak. Buğday bulamazsak yine ithal ederiz ama kömürü yakmazsak elektriksiz kalmayız. Onun yerine koyacak seçenek ise çok.

Amasya’da termik santral kabusu son buldu

Soma Holding’in kömür santralının ÇED süreci sonlandırıldı 

Özgür Gürbüz-BirGün/27 Aralık 2017

Amasya’nın Merzifon ve Suluova ilçeleri sınırına yapılmak istenen 450 megavat gücündeki kömürlü termik santral projesi ÇED sürecinin sonlandırılmasıyla rafa kalktı.

Amasya’daki termik santral, Türkiye’nin en çok can kaybıyla sonuçlanan , 301 madencinin öldüğü Soma’daki maden kazasının sorumlusu Soma Holding’e bağlı Gürmin Enerji Madencilik tarafından kurulmak isteniyordu. Santral projesine bölgede yaşayanlar ciddi tepki göstermiş, birçok eylem ve etkinlik düzenlemişti.

Santralın ÇED süreci, Soma’daki maden kazasından yaklaşık bir yıl önce başlamış, 13 Eylül 2013 tarihinde de Amasya’da halkın katılımı toplantısı yapılmıştı. Tarımsal üretim yapılan bölgeye yapılacak termik santrala itirazların artması ve 2. İnceleme Değerlendirme Komisyonu toplantısında kurum görüşlerinin eksikliği ÇED sürecinin 25 Ağustos 2016 tarihinde durmasına yol açtı. Bu tarihten sonra geçen 13 ay boyunca revize rapor sunulmaması ve şirketin bir bilgilendirme yapmamasıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı projenin ÇED sürecinin sonlandırılmasına karar verdi.

Merzifon Belediye Başkanı Alp Kargı kararın ardından sosyal medyada yaptığı açıklamada, Merzifon Belediyesi, Merzifon Çevre Platformu ve sağduyulu hemşerilerimizin birlikte yürüttüğü mücadele beklenilen sonuca ulaştı. Termik santralin ÇED süreci sonlandırıldı. ÇED Raporunun bu aşamaya gelmesinde emek veren herkese şükranlarımı sunuyorum. Her türlü dünya görüşüne sahip insanlar konu insan hayatı olunca ortak akılla bir araya geldi ve amacımıza ulaştık” açıklamasını yaptı. Merzifon Çevre Platformu Sözcüsü Eylem Oktay ise kararı sevinçle karşıladıklarını belirterek, “Bu başarı hepimizin. İnandık, dik durup mücadele ettik. Yılmak yok, umutsuzluğa yer yok diyorduk, herkese örnek olsun. Amasya elması, Amasya kirazı ve Merzifon karası üzümlerimiz tarih olmaktan kurtuldu. Geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olan birçok insan yine üretmeye ve ülke ekonomisine katkıda bulunmaya devam edecek. Merzifon ve Suluova’nın verimli ovaları kurtuldu. Bölge halkının işsiz ve zehir soluyarak hastalanmasının önüne geçtik” dedi.

Danıştay’ın yaz saati pasını hükümet ıskaladı

Özgür Gürbüz-BirGün / 2 Ekim 2017

Dünyada bildiğiniz gibi dört mevsim var ama bizde beş. Yaz saati uygulamasında ısrar ederek yarattığımız beşinci mevsimin adı ‘zombi mevsimi’. Sabahın köründe yola düşen memurdan, okulun kapısını bulmaya çalışan çocuğa kadar ülkedeki herkesi zombiye çeviren ‘kalıcı yaz saati’ uygulaması sayesinde yeni bir mevsimimiz oldu. Halk arasında ‘çapak mevsimi’ diye de geçiyor. Malum, yollar gözleri çapaklı insanlarla doluyor.

Bir yıl önce, elektrik tasarrufu yapacağız diye kalıcı hale getirilen yaz saati uygulaması gerçekten tasarruf ettiriyor mu? Bu sorunun yanıtını geçen yıl Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) vermişti. EMO, 30 Ekim 2016’dan sonra kalıcı hale getirilen uygulamanın daha fazla elektrik tüketilmesine yol açtığını ay ay yaptığı karşılaştırmayla ortaya koymuştu. Yaz saati uygulamasının kalıcı hale getirildiği kış aylarında toplamda 7 milyar kilovatsaat fazla tüketim yapıldı.

Türkiye’de elektrik talebinin hemen hemen her yıl arttığını düşünürsek, bu artışın sadece yaz saatinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için günlük elektrik tüketim verilerine yakından bakalım. Yaz saati uygulamasının kalıcılaştırıldığı tarihten (30 Ekim 2016) önceki iki günün tüketim verileriyle hemen ardından gelen iki günün verilerini karşılaştıralım. Karşılaştırılan günlerde hava sıcaklığının aynı olması da önemli. Böylece, ısınma amaçlı kullanılan elektrik tüketimi karşılaştırmayı çok fazla etkilemez. Elektrik tüketiminin çok olduğu Batı bölgesinin iki merkezindeki sıcaklıkların aynı olduğu günleri seçmem bu yüzden. Sonuçlar aşağıdaki tabloda.

Büyütmek için tabloya tıklayınız.
Görüldüğü gibi, 26 Ekim 2016 tarihinde sabah 8’de 31 bin 306 megavatsaat elektrik harcayan Türkiye, bir hafta sonra, yaz saatinin kalıcı hale getirilmesiyle aynı saatte 33 bin 244 megavatsaat elektrik tüketmiş. Tüketim bir günde 2 bin megavatsaat (2 milyon kilovatsaat) artmış. Hava koşulları aynı. Bir haftada ne oldu da elektrik tüketimi bu kadar arttı. Sanayi devrimi mi yaptık? Konutlarda yeni bir elektrikli alet mi kullanılmaya başlandı? Resmi daireler de bilgisayar sayısı mı arttı? Bunların hiçbirinin olmadığını biliyoruz. Yaz saati uygulaması nedeniyle karanlıkta kalkan birçok kişi daha çok elektrik kullandı, güneş doğmadığı için soğuk kalan evlerini belki de çabucak ısıtmak için elektrikli sobaların düğmesine bastı.

Bu dahiyane fikir ilk ortaya atıldığından beri söylüyoruz. Yaz saatini kalıcı hale getirmenin amacı tasarruf etmek değil. Elektrik tüketimi hükümetin istediği gibi artmadı (Aslında hükümetin buna sevinmesi gerek ancak Türkiye’de ekonomi, verimlilik üzerine değil tüketim üzerine kurulu). Türkiye’de bir santral bolluğu var, onlarca enerji santralının yapımı ise sürüyor. 80 bin megavatı geçen kurulu güce sahip Türkiye’de tüketim rekorunun kırıldığı günde 47 bin megavatlık puant talep oluşuyor. Bunun bir numaralı nedeni de klimalar. Hal böyle olunca, elektrik tüketimini artıracak her türlü çılgın fikir (yaz saatinin tüm yıla yayılması gibi) kabul görüyor. Yoksa piyasadaki elektrik fiyatının 2,5 katı fazlasına satış yapacak nükleer santrallar nasıl kurulacak? Talep artmalı, elektrik fiyatları yükselmeli ki, o nükleer santrallardan satılacak elektrikten edeceğimiz zarar bir nebze olsa da azalsın. Durum bu. İTÜ rapor hazırlamış falan hikaye. Sahi, İTÜ’nün raporunu gören var mı?

Yaz saatinin kalıcı olmasına itiraz etmeyen yok gibi ancak geçen hafta Danıştay’ın aldığı karar işin bir başka boyutuna da dikkat çekti. Danıştay, Bakanlar Kurulu’nun böyle bir düzenleme yapmaya yetkisi yok, bu konuda kanun gerekir diye uygulamanın yürütmesini durdurdu. Hükümet ise bu pası alamadı. “Danıştay’ın itirazı var normale dönüyoruz” diyeceklerine, yasal düzenleme yapacağız” diyorlar.

Bu işten sadece sabahları zombiye dönenler şikayet ediyor sanmayın; sanayici de memnun değil. Ege Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Emre Kızılgüneşler, Avrupa ile saat farkının açılmasından, sabahları yaşanan verim kaybından şikayetçi. Kızılgüneşler, “Hazır giyim sektörünün yıllık 17 milyar dolarlık ihracatının yüzde 72-73’ü Avrupa’ya yapılıyor. Türkiye’yi Euro bölgesinden uzaklaştıracak her türlü adımın ticaretimize olumsuz yansıdığını deneyimlerimizle biliyoruz” diyor.

Son söz: Ülkede ekonomiden demokrasiye her alanda mevsim kış, bir tek saatimiz yaz.

BirGün’de bu konuda iki yazı yazmıştık; hatırlatalım:
“Bu saat işinden kim karlı çıktı” - http://bit.ly/2wr0fcl 
“Yaz saati değil siesta”-  http://bit.ly/2kdtgXx