Özgür Gürbüz-BirGün/14 Mayıs 2018
Soma’daki
büyük cinayetin üzerinden dört yıl geçti. 301 madenci aramızda yok. Acıları
ailelerinin ve milyonlarca insanın arasında bölüşüldü ama azalmadı. Yitirmişler
bilir, yitirdiklerinizin ardından akıttığınız gözyaşlarının “son damlası” yoktur.
Ölenleri geri
getiremeyiz ama yeni ölümleri önleyebiliriz. Bu da ancak hatalarımızdan ders
çıkartarak olur.
Madende
yakınını bırakanlara tekme atanları
milletvekili yaparak olmaz.
İş cinayetine “fıtrat”, “bunlar olağan şeyler” dersek
olmaz.
100-150 yıl
önce başka ülkelerde de maden kazası
oluyordu diyerek olmaz.
Kömürden medet
umarak, enerjide “kömür yılı” ilan
ederek hiç olmaz.
Türkiye artık
kafasını yer altından çıkarıp güneşe bakmalı. Yerin altındaki kalitesiz
kömürden değil, güneş ve onun türevi enerji kaynaklarından yararlanmanın
yollarını aramalı. Elektrik motorunun, yapay zekanın çağında buhar makinasının
peşine düşerseniz çağdaş uygarlıkların seviyesine ulaşamazsınız.
Tablo ortada. Türkiye’nin
birincil enerji arzında kömürün payı 2016 sonunda yüzde 28’e ulaştı. Buna diğer
yer altındaki kaynakları, petrol ve doğalgazı da ekleyin yüzde 87’iyi geçiyor.
Türkiye’de doğalgazın, petrolün neredeyse hepsi ithal. 70 milyon ton civarı
yerli linyit çıkarılıyorsa onun yarısı kadar da taşkömürü ithal ediliyor.
Yeraltındaki kaynaklarımız zayıf, çıkan kömür de kömür değil. Kalorifik değeri
düşük, bazı yerlerde toprak gibi. Hiç sorun değil. Zaten çağ artık yeraltının
değil yerüstünün çağı.
Güneş bizim
kaynağımız. Biyokütle desen yerli, rüzgar öyle; sahibi yok. Tüketimini
dengelersen sınırı da yok. Öyle ama biz kurtuluşu toprağın altında arıyoruz.
Toprağın altındakini çıkarırken ölüyoruz. Çıkardığımızı yakıyoruz bu defa da
hava kirliliğinden, çevre sorunlarına bir daha ölüyoruz. Kömür herkesi yakıyor.
Peki, bu ısrar niye? Kim kazançlı çıkıyor bu işten? Yoksa fıtratımızda ucuz
işçi, ucuz can mı yazıyor?
Kömür, petrol
doğalgaz iklimi değiştiriyor, havayı kirletiyor. Çevre Mühendisleri Odası
açıkladı. 81 ilin sadece altısının havası temiz. Sorumluların başında kömür ve
petrol geliyor. Bütün ülke her gün intihar ediyor, yok mu buna dur diyecek?
Üstelik bu
ısrarın bir faydası da yok. Kömür için doğa, insan sağlığı görmezden gelindikçe,
iklim hedefi olmayınca kömür ithalatı da artıyor. 2002 yılında 15 milyon ton civarında olan kömür ithalatı, 2016 sonunda
36 milyon tonu geçti. Bakmayın siz “kömür yılı” sloganlarına, “yerli
enerji” güzellemelerine, Türkiye’nin elektrik üretiminde ithal kömür
santrallarının payı yüzde 17, yerli kömürün payı ise yüzde 13. İthal kömürün
payı altı yıl önce yüzde 6,3’tü. Kazıyoruz, ölüyoruz, kömür soluyoruz ve tüm
bunlara rağmen dışa bağımlılık azalmıyor artıyor. Yanlış yaptığımızı görmek
için daha ne lazım?
Sorun şu. Tüketimi
serbest bırakmışız, sanki enerji sınırsız gibi davranıyoruz. Tüketerek büyüyen,
borca dayalı ekonomi ocağına kürek kürek kömür atıyoruz. Halbuki çözüm ocağa
daha çok kömür atmaktan değil enerjiyi akıllı kullanmaktan, evin kapısını
bacasını yalıtmaktan geçiyor. Çatısına güneş paneli koyup, yerel küçük
santrallarla herkesin kendine yeter üretim yapabilmesini sağlamaktan geçiyor.
Birileri, birkaç şirket kar etsin diye canı pahasına çalıştırılan işçilere
ihtiyaç duyan büyük santrallara, madenlere elveda deyip, kendi kendine yeten
köyler, küçük kentler kurmaktan geçiyor. Tüketim
toplumundan üretim toplumuna adım atmaktan geçiyor çözüm.
Söylediklerim
hayal değil. Aklı başında ülkeler rotayı bu yola çevirdi. Dünyada yenilenebilir
enerji alanında çalışan sayısı 10 milyonu geçti. Madendeki işçiyi de kurtarır,
kentte kömür soluyanı da. Yeter ki kaderimizi başkalarının eline
bırakmayalım.