UEA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
UEA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yeni nükleer santral yatırımları son beş yılın en düşük seviyesinde*

Uluslararası Enerji Ajansı‘nın son raporuna göre yeni nükleer santral yatırımları son beş yılın en düşük seviyesinde kaldı. Artan elektrik talebine rağmen nükleer santralların küresel elektrik üretimindeki payı azalıyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/19 Temmuz 2018

Uluslararası Enerji Ajansı‘nın (UEA) 2018 yılı Küresel Enerji Yatırımları raporu açıklandı. Rapora göre enerji yatırımları son iki yıldaki düşüş eğilimini bozmadı ve 2017 yılında 1,8 triyon dolara geriledi. Özellikle elektrik sektöründe yatırımların azaldığı görülürken, güneş ve rüzgarın başını çektiği yenilenebilir enerji yatırımları düşüşten en az etkilenen sektörler oldu.

Nükleer enerji yatırımlarındaki düşüş ise oldukça çarpıcı. 2017 yılında nükleer enerji yatırımları yüzde 45 oranında azalarak 17 milyar dolara geriledi. Geçen yıl tüm dünyada sadece 4 yeni nükleer reaktör devreye alındı ve bunların üçü Çin’deydi.

UEA verilerine göre dünya elektrik tüketimi 2004 yılında 15 bin teravatsaat civarındaydı. 2017 yılında tüketim 22 bin teravatsaatlere yükseldi ancak aynı dönemde nükleer santralların elektrik üretimi artmadığı gibi geriledi. 2004 yılında dünyadaki tüm nükleer reaktörler 2 bin 616 teravatsaat elektrik üretirken bu rakam 2017’de 2 bin 488 teravatsaate düştü. Artan elektrik talebine rağmen nükleer enerjinin payı azaldı. Bu da nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payının neredeyse yarı yarıya azalttı. 1996 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 17,6’sını karşılayan nükleer santralların bugünkü payı yüzde 10,5 civarında. 

Küresel Enerji Yatırımları raporu nükleer enerji yatırımlarının neredeyse tamamının devlet desteğiyle ve rekabet koşullarının olmadığı pazarlarda gerçekleştiğine de dikkat çekiyor. 2000 yılından bu yana onaylanan nükleer enerji yatırımlarının sadece yüzde 3’ü rekabetçi pazarlarda gerçekleşmiş. Bu yatırımlarda da devlet şirketlerinin varlığı ve fiyat garantileri gibi rekabeti zedeleyen faktörler rol oynamış.

Enerji yatırımlarında payını artırmayı başaran nadir sektörler arasında enerji verimliliğinin olması dikkat çekici. 2017 yılında 236 milyar dolarlık yatırım yapılan enerji verimliliği sektöründe binalar, ulaşım ve endüstri başlıkları ön planda. Elektrikli araçlara harcanan miktarın 43 milyar doları bulması da raporun dikkat çektiği ilginç veriler arasında.

Elektrik enerjisi yatırımlarında ise yenilenebilir enerji başı çekiyor. 2017’de elektrik üretimi yatırımlarının üçte ikisi (300 milyar dolar) yenilenebilir enerjiye ayrılmış. Geçen yıl kurulan güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesinin toplamı, diğer enerji kaynaklarına eklenen yeni kapasiteyi geride bırakıyor. UEA, küresel enerji yatırımlarının yüzde 8’ini çeken güneş enerjisindeki en büyük avantajın neredeyse her yıl yüzde 15 oranında azalan maliyetler olduğuna dikkat çekiyor. 2017’de güneşten elektrik üreten fotovoltaik panellere yapılan yatırımın nerdeyse yarısı Çin’de yapılmış. Çin’in aynı yıl kömür santralları yatırımını yüzde 55 oranında azaltması da dikkat çekiyor.

*BirGün'de Dünya Nükleerden Kaçıyor başlığıyla yayımlanmıştır.

Nükleer enerjinin geleceği karanlık

Özgür Gürbüz/Aralık 2016*

Foto: UAEA Susanna Loof, Fukuşima.
“Nükleer enerjinin bir geleceği var mı” sorusunu nükleer karşıtlarından taraftarlarına kadar herkes soruyor. Bu soruyu, Üç Mil Adası, Çernobil ve Fukuşima kazalarına, yok edilemediği için çözülemeyen atık sorununa veya nükleer enerjinin artan maliyetlerine bakarak, “hayır” diye yanıtlamak mümkün. Ateşli bir nükleer enerji taraftarıyla karşı karşıya değilseniz, bu yanıta itiraz eden de olmaz. Yine de konuyu, nükleer enerjinin gelişmesi için kurulmuş bir kurumun, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) verileriyle irdelemekte fayda var. Aynı soruyu UAEA’na sorduğunuzda alacağınız yanıt şuna benzerse şaşırmayın: “Evet ancak pek parlak bir gelecek değil”.

UAEA’nın, bu yılın Eylül ayında yayımlanan 2050 yılına dek Enerji, Elektrik ve Nükleer Enerji tahminleri adlı raporu**, nükleer enerjinin geleceği hakkında önemli ipuçları veriyor. 2050’ye kadar uzanan projeksiyonlara göre nükleer santrallerin küresel elektrik üretimindeki payı en iyimser tahminler hesaba katılsa bile azalacak. 1996 yılındaki zirve noktasında nükleerin küresel elektrik üretimindeki payı yüzde 17,6’ydı. Bugün ise dünyada üretilen elektriğin yüzde 11,2’si nükleer santrallerden sağlanıyor***. UAEA’nın 2050 için yaptığı en iyi tahmin bile bu oranın yüzde 10’unu geçemeyeceğini söylüyor. Kötü senaryoda ise nükleerin dünyadaki elektrik üretimine yapacağı katkının yüzde 4,7’ye kadar gerileyeceğini söylüyor. Kötü senaryo çöküşten, iyi senaryo ise gerilemeden bahsediyor. Bu tabloya bakarak bir gelecekten söz edilebilir mi? Elbette edilemez.

Nükleer enerjinin fanatik savunucuları, bu verileri laf cambazlığıyla görmezden gelmeye devam ediyor. Dünya elektrik üretimindeki artış nedeniyle nükleerin elektrik üretimindeki payının azalmasını normal göstermeye çalışıyorlar. Halbuki, bu tez doğru olsaydı, diğer enerji kaynaklarının paylarının da düşmesi gerekirdi; durum hiç de öyle değil. Payda büyürken nükleer enerjinin payının düşmesi tercihlerle ilgili. Uluslararası Enerji Ajansı’nın verileriyle hazırlanan aşağıdaki grafiklerde de görebileceğiniz gibi, 1973 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 38’i kömürden sağlanıyordu 2014’te ise yüzde 40’ı. Elektrik talebi ve üretimi artmasına rağmen doğalgazın payı nükleer gibi azalmadı aksine yüzde 12’den 21’e çıktı. 1973’te neredeyse elektrik üretiminde payı sıfıra yakın olan jeotermal, rüzgar ve güneş gibi kaynaklar 2014’te küresel elektrik üretiminin yüzde 6,3’ünü karşılamaya başladı; payları hızla artmaya da devam ediyor****. Bu işin elektrik üretiminin artmasıyla bir ilişkisi olmadığı çok açık, nükleer enerji fanatikliği bu kaynağın yaşadığı sorunları görmezden gelmeye çalışıyor ama güneş balçıkla sıvanmıyor.

Nükleer enerji söylendiği gibi güvenli, ucuz ve sorunsuz olsaydı en azından 1996’daki payını korur, yerini doğalgaz ve yenilenebilir enerji gibi kaynaklara bırakmazdı. Elektrik üretimindeki payı yüzde 3’lerden 17’lere çıkıp, yüzde 11’lere gerilemiş bir kaynaktan bahsediyoruz. Nükleer enerjinin “nazik promosyonu” için var olan UAEA bile, bu payın gerileyeceğinde hem fikir. Hatta enerji sektörüne girdiği ilk yıllardaki oranlara kadar gerileme olasılığının olduğunu da inkar etmiyor.

Dünyada nükleer enerji konusunda gerçekleri görmeyi engelleyen bir yanılsama da yeni inşaatlarla ilgili. Yeni yapılan nükleer reaktörlerle ilgili haberler, medya ve nükleer endüstri arasındaki “ilginç çekicilik” nedeniyle çoğu zaman arıza yapan, maliyetler nedeniyle sorun yaşayan reaktör haberlerinin önüne geçiyor. Dünyada herkes, onlarca nükleer santral yapıyormuş hissi doğuruyor. Aslında durum nükleer endüstri için oldukça net. Dünyada çalışabilir durumdaki reaktör sayısı 450 (Japonya’da Fukuşima’dan beri çalışmayan 40 reaktörü bu rakamdan düşersek 410). Bunların hemen hemen hepsinin tasarım ömrü 40 yıl. 450 reaktörden 92’si çoktan tasarım ömrünü doldurdu ve uzatmaları oynuyor. 30 yaş ve üzerindeki reaktör sayısı da 305. 10 yaşın altındaki reaktör sayısı da 46 ve büyük çoğunluğu enerji açlığını her tür enerjiyle doyurmaya çalışmaktan başka çaresi olmayan Çin’de yer alıyor. Görüldüğü gibi, gazeteleri süsleyen yeni nükleer reaktör haberleri yaşlanan filoyu yenilemeye yetmekten bile uzak. 40 yaşını geçmiş nükleer reaktörlerin ek izinlerle çalıştırılması ciddi ekonomi kazanç sağladığı için tercih edilse riskleri artırıyor ve bir pansuman tedbirden öteye gidemiyor.

Türkiye’de nükleer enerji
Türkiye’de nükleer santral kurmak için ciddi bir istek olduğu muhakkak. Mevcut iktidarın nükleer santral planlarını 2004 yılında açıkladığını biliyoruz. Aradan geçen 12 yıla rağmen, bolca söylenti ve Akkuyu’da geleceği meçhul bir projeden başka bir şey yok. Rüzgara karşı yol almanın faturası şimdiden zaman ve para kaybına yol açtı. Fukuşima kazasının ardından nükleerden çıkış kararı alan birçok ülkenin aksine Türkiye’nin nükleer enerjide ısrar etmesine anlam vermek gerçekten zor. Bunun bir nedeni Rusya ile yapılan anlaşmanın sonlandırılması halinde Türkiye’nin tazminat ödeyeceği korkusu olabilir. Şu ana kadar Mersin Akkuyu’da dişe dokunur bir inşaat faaliyeti olmadığını düşünürsek bu miktarın ciddi bir rakama ulaştığını söylemek çok. Fakat, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Rusya oraya 3 milyar dolarlık bir yatırım yaptı sözü kafaları karıştırıyor. Nükleer sürecin şeffaf yürümemesi nedeniyle söz konusu 3 milyar doların nereye gittiğine dair şirketten veya hükümetten tatmin edici bir açıklama gelmedi. Bu garip 3 milyar dolar hikayesi ısrarın bir nedeni olabilir. Tazminat meselesi kulağa korkutucu gelse de, Türkiye bu beladan hâlâ bedel ödemeden veya az bir bedelle kurtulabilir. Bin tane açığı olan ÇED raporunun dava sürecinden çıkacak bir iptal kararı, Türkiye’nin elini oldukça rahatlatır. Nükleer tehlikeyi durdurmak için bunun gibi birçok yol var.

İkinci neden ise Rusya’nın ısrarı gibi görünüyor. Türkiye’yi turizm, ticaret ve doğalgazla kıskaca alan Rusya, bu çok karlı anlaşmadan kolay kolay vazgeçmeyecek. Yapılan anlaşma, 15 yıl süren bir alım garantisi de içeriyor. Bu 15 yıl boyunca üretilen elektriğin büyük bir bölümü TETAŞ tarafından kilovatsaati 12,35 dolar sentten satın alınacak. Şu anda elektriğin piyasa fiyatı 5 dolar sent civarında. Piyasa fiyatının iki buçuk katına elektrik satacağını bilen Rusya elbette projeden vazgeçmek istemeyecek. Belki de yine bu yüzden, Akkuyu’da Rusya’nın yüzde 49 hissesini satması (anlaşma gereği çoğunluk hisse hep Rus devlet şirketinde kalmak zorunda) isteniyor. Tanıdık isimlere tabii. Cengiz Holding, Kolin ve Kalyon İnşaat gibi firmaların adı geçiyor. Onlar da böylesine kârlı bir anlaşmadan pay almak isteyecekler ancak günümüzün ekonomik koşullarında hisseleri almak için gereken 10-12 milyar doları bulmaları zor.

Türkiye’nin elektrik üretmek için onlarca farklı, ucuz ve temiz seçeneğe sahip olduğunu herkes biliyor. Enerji Bakanlığı’nın kabul ettiği güneş enerjisi potansiyeli yılda 380 milyar kilovatsaati buluyor. Türkiye’nin mevcut elektrik ihtiyacının 260 milyar kilovatsaat olduğunu hatırlatalım. Güneş seçeneklerden sadece bir tanesi. DPT raporlarında enerji verimliliği ve tasarrufu potansiyelinin %20-25 arasında olduğu da açık açık yazıyor. Lafı uzatmadan söylersek, enerji verimliliği, rüzgar, jeotermal ve biyokütle gibi kaynaklar Türkiye’yi yaklaşan temiz enerji çağında çok avantajlı bir ülke yapabilir. Gelecekten bahsediyorsak, akıllı kentlerden, güneş enerjisinden, elektrikli araçlardan, verimli motorlardan bahsetmeliyiz. Geçmişin enerji kaynağında ısrar etmenin Türkiye’ye bir yararı yok. Nükleer enerji konusunda inatçı değil akılcı politikalara ihtiyaç var. 


* Bu yazının ilk hali Aralık 2016 tarihinde Fizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin e bülteninde, genişletilmiş hali ise Ocak 2017'de Yeşil Ekonomi'de yayımlanmıştır.
** IAEA, Energy, Electricity and Nuclear Power Estimates for the Period up to 2050, 2016 Edition.
*** The World Nuclear Industry Status Report 2016.
**** IEA, Key World Energy Statistics, 2016.

Enerji sektöründe muhafazakarlık

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi/8 Nisan 2014 

Türkiye’nin muhafazakar yapısı enerji sektörünü de etkiliyor. Yeniliklere pek açık olduğumuz söylenemez. Enerji konusu diplomalar üzerinden tartışıldığından olsa gerek, önerilen çözümler de çoğu zaman o diplomaların alınış tarihi kadar eski olabiliyor. Rüzgar, güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları ortaya çıktığında, “onlar bir şey üretemez, çalışmaz” denmesi de kanımıza işlemiş muhafazakarlığın bir eseriydi. İklim değişikliğini öğrenmek yerine inkâr etmek, sosyal maliyetleri hesaplamak yerine yok saymak da yine aynı zihniyetin meyveleri… “Bildik olan doğru, bilinmeyen ise yanlıştır” adeta bizim şiarımız olmuş. Ne yazık ki...

Yenilenebilir enerjinin rüştünü ispat edip birçok ülkede şebekeye ciddi katkılarda bulunduğu ilk yıllarda rüzgarı, güneşi yok sayanlar şimdi de yenilenebilir enerjinin sınırlarını tartışmaya başladı. Bir parça yenilenebilir olsun ama bizim bildiğimiz enerji kaynaklarının da yerini almasın dendi. Zaten yüzde 100 yenilenebilir enerji onlar için teknik açıdan hiç mümkün olmadı. Rüzgar enerjisindeki lisans sürecini hatırlayın. Yapılan açıklamalara bakarak, bırakın yüzde 100’ü, yüzde 5-10 seviyelerinin bile sorunlu olduğunu düşünürdünüz. Danimarka’nın yüzde 100, Almanya’nın yüzde 80 yenilenebilir enerji hedeflerini bu nedenle şimdilik bir kenara bırakalım. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (UEA) birkaç hafta önce açıkladığı, yenilenebilir enerji kaynaklarının şebekeye eklenmesinin maliyeti ve teknik yönlerinin incelendiği raporunun* sonuçlarına bir bakalım.

UEA, rüzgar, güneş gibi değişken ve sürekli üretim yapmayan kaynakların, o ülkenin yıllık üretimin yarıya yakınını karşılamasının mümkün olduğunu söylüyor. Hatta bu oranların üzerine de çıkabileceğini söylüyor ama bazı fosil ve nükleer sever dostlarımızın kalp sağlığı için biz şimdilik yüzde 45’lik örnek üzerinden gidelim. UEA’na göre yenilenebilirin toplam elektrik üretimindeki payının yüzde 45’leri bulması, uzun dönemde değişken üretim kaynakları olmayan bir sistemle kıyasla, az bir ek maliyet getiriyor. Teknik açıdan da sorun yok. Şebekenin iyi yönetildiği, esnek, değişken üretim yapan santrallerin, bildiğimiz baz yüklerin yerini aldığı bir ortamda söz konusu ek maliyet megavatsaat başına sadece 11 dolar. Değişken yenilenebilir enerji kaynaklarını yüzde 30’da tutarsanız, ek maliyet de megavatsaat başına 6 dolara kadar geriliyor. Uzun dönemli projeksiyonlarda bu maliyetleri bile konuşmuyoruz çünkü karbondioksit ve alternatif yakıtların (fosil, nükleer vs) maliyeti artıyor.

Raporun dikkat çektiği bir başka konu ise bizim için çok daha önemli. Elektrik talebi hızla artan Çin, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerde, yenilenebilir enerjinin payının yüksek olduğu sistemler çok daha düşük mali yüklerle gerçekleştirilebiliyor. Batı Avrupa gibi talebin daha yavaş arttığı, üretim santrallerinin halihazırda kurulmuş olduğu ülkelerde ise maliyet haliyle artıyor. Çünkü yapılan iş, bir anlamda eskisini söküp yenisini kurmaya benziyor. Tükiye’de kurulu güce her yıl eklenen rakamlara baktığınızda, bizim Brezilya ve Çin gibi avantajlı kategoride olduğumuz ortada.

UEA, yenilenebilirin payının yüksek oranlarda olduğu bir sistem kurulması için endüstri ile politikacıların birlikte hareket etmesi gerektiğini söylüyor. Adeta tam 12’den vurmuşlar. Dönüp memlekete bakıyorum. Un (yenilenebilir) var, şeker (yatırımcı) var ama ortada helva yok. Ah, o muhafazakar aşçı yok mu o aşçı!

 *The Power of Transformatio, IEA