Özgür Gürbüz/18 Ekim 2015
2000 yılında dünyadaki elektrik üretiminin %17'si nükleer santrallerden sağlanıyordu. 2014'te bu oran %11'in altına düştü. Nükleer enerjiyi savunanlar rakamları çarpıtarak tüm dünyada nükleer enerjinin yaygınlaştığını anlatsalar da gerçek bu değil. Onlara rakamlarla, bu iki grafiği göstererek yanıt verebilirsiniz.
Nükleer santrallerden üretilen elektrik miktarının da düştüğüne (2450 TWs'ten 2417 TWs) dikkat edin lütfen. Dünyada elektrik tüketimi yani talep artmasına rağmen nükleer enerji üretimi geriliyor. Artan talebi başka kaynaklar karşılıyor.
Grafiklerde dikkat etmeniz gereken ikinci bir konu da, hidroelektrik dışındaki yenilenebilir enerji kaynaklarının payındaki yükseliş. Rüzgar, güneş ve biyokütle gibi kaynaklar 2000 yılında küresel elektrik üretiminin sadece %2'sini karşılıyordu. 14 yılda bu oranı %7'ye çıkardılar ve paylarını arttırmaya da devam ediyorlar.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
elektrik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
elektrik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15 dakika 32 saniye
Özgür Gürbüz-BirGün/5 Nisan 2015
2013 yılında
Almanya’da toplam elektrik kesintisi süresi 15 dakika 32 saniye*. Bir başka deyişle, deprem gibi doğal afetler
dışında, üç dakikadan uzun süren kesintilerin toplamı yılda 15 dakika. 31
Mart’taki yaklaşık 10 saatlik (bazı yerlerde daha fazla) kesintinin nedenlerini
araştıran Ankara’daki hükümet için bir kez de yazıyla yazayım. On beş dakika otuz iki saniye.
2014 yılında
Almanya’da üretilen elektriğin dörtte birinden fazlası yenilenebilir enerji
kaynaklarından elde edildi. Toplam elektrik üretimin yüzde 9’a yakını
rüzgardan, yüzde 8’i biyokütleden, yüzde 6’sı güneşten ve yüzde 3’ü de
hidroelektrik santrallerden sağlandı. Aniden kesilen rüzgardan, bulut arkasında
kalınca sizi karanlıkta bırakan güneşten, ottan çöpten, tavuk dışkısından
elektrik üreten biyokütleden. Ben söylemiyorum, memleketin üniversitelerinde,
sokakta ve sosyal medyada yenilenebilir enerji hakkında anlatılanlar bunlar. 31
Mart bu palavraların da sonu oldu.
Almanya’nın en güneşli yeri Karadeniz kadar güneş alıyor. Rüzgar enerjisinde de bizim kadar şanslı değiller. Ege ve Marmara’daki rüzgar türbinleri verimlilik açısından dünyanın en iyileri arasında. Buna rağmen Almanya’da güneş ve rüzgardan üretilen elektrik miktarı Türkiye’nin toplam tüketiminin dörtte birinden fazla. Her yıl payları artıyor. Hedefleri 2050’de elektrik tüketiminin yüzde 80’ini yenilenebilir enerjiden sağlamak. Dünyanın en büyük sanayi ülkelerinden Almanya güvenilemez denen rüzgar ve güneşe geçiyor.
Almanya’nın en güneşli yeri Karadeniz kadar güneş alıyor. Rüzgar enerjisinde de bizim kadar şanslı değiller. Ege ve Marmara’daki rüzgar türbinleri verimlilik açısından dünyanın en iyileri arasında. Buna rağmen Almanya’da güneş ve rüzgardan üretilen elektrik miktarı Türkiye’nin toplam tüketiminin dörtte birinden fazla. Her yıl payları artıyor. Hedefleri 2050’de elektrik tüketiminin yüzde 80’ini yenilenebilir enerjiden sağlamak. Dünyanın en büyük sanayi ülkelerinden Almanya güvenilemez denen rüzgar ve güneşe geçiyor.
Türkiye’de ise
dünya tersine dönüyor. Rüzgar diyorsunuz, “rüzgar
esmezse elektriksiz kalırsınız” diyorlar. Güneş diyorsunuz, “akşamları mum ışığında mı oturacaksınız”
diyorlar. Nükleer termik gibi baz yük santraller olmazsa sistem çöker deyip eski
düzeni sürdürmeye çalışıyorlar. Dağ taş termik santral dolu Türkiye’de durmadan
elektrikler kesiliyor ama dağ taş rüzgar ve güneşle dolu Almanya elektrik
kesintisi tarih derslerinde okutuluyor. Bizim bir günde yaşadığımız elektrik
kesintisi Almanların 40 yılda yaşayacakları elektrik kesintilerinin toplamından
daha fazla.
Mesele eldeki
kaynakları yönetmek. Adana’da rüzgar yoksa, Bandırma’da var. Güneş battıysa
büyokütle santralleri, jeotermal var. Koca koca barajlar yapmışsın. Rüzgar
eserken kapakları kapat, suyu yani enerjiyi depola. Rüzgar kesilince aç. Çok mu
zora düştün komşudaki rüzgar tarlasından elektrik al, ertesi gün sen ona güneş
sat. Son çare de bizde onlarcası kurulmuş doğalgaz santralleri. Almanya işte
bunu yapıyor. Yıl sonunda alacaklı bile çıkıyor. Net elektrik ihracatçısı. Büyük ve hantal iletim hattını terk
ediyor, değişime çabuk ayak uydurabilen ‘akıllı
şebekeleri’ kuruyor. Yeni depolama sistemleri geliştiriyor. Bir yandan da
nükleer santralleri bir bir kapatıyor. Öyle yaşı geldiği için falan değil.
Pahalı ve riskli oldukları için.
Kesinti
konusunda nükleer de çözüm değil. Fransa elektriğinin yüzde 70’den fazlasını
nükleerden sağlıyor ama yıllık kesinti süresi Almanya’nın dört katı. Nükleersiz
Avusturya, İtalya ve Almanya, Fransa’dan çok daha iyi durumda. Zaten, 31
Mart’taki karanlığın temelinde nükleer gibi büyük santraller var. Bir büyük
santral arıza yaptı mı, yerine o büyüklükte başka bir santral koymanız lazım. Koyamazsanız
sistem çöküyor. Halbuki bir rüzgar türbini arızalansa kimsenin ruhu duymaz.
Elektriği küçük ama çok sayıda santralden üretme dönemindeyiz. Merkezi, tek bir
yerden değil.
Yenilenebilir
enerji kaynaklarından, küçük santrallerle yapılan üretim merkezi sistemlerin
yerini alıyor. Türkiye’yi yönetenler ise
hâlâ 40 yıl öncesinin enerji sistemini savunuyor. İktidardaki Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin sembolü ampul. O ampulü Edison 1879’da bulmuştu. Avrupa’da
üretimi yasaklandı çünkü verimsiz. Aynı elektriği harcayıp 8-10 kat daha fazla
ışık vereni var. 31 Mart’taki kesinti bize ders olsun. Sizi karanlıkta bırakan
ampulü verimlisiyle değiştirme vakti geldi. Türkiye’nin enerjisini boşa
harcamayın.
*SAIDI ortalama.
Nükleer santrallerin gerekçesi kalmadı
Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi/28 Mart 2015
Türkiye’nin Mersin ve Sinop’ta kurulmak istenen nükleer
santrallere ihtiyacı kalmadı. Ben söylemiyorum, TEİAŞ öyle söylüyor. Azalan elektrik talebi Mersin ve Sinop’ta
kurulmak istenen ve kurulu gücü 10 bin megavatı bulan iki nükleer santrali de
gereksiz kıldı.
Türkiye’de nükleer santral kurulması için Rusya ile 2011
yılında uluslararası anlaşma yapıldı. Aynı
yıl TEİAŞ tarafından yapılan elektrik talep projeksiyonu, ilk reaktörün devreye
gireceği 2020 yılında en düşük elektrik
talebinin 398 milyar kilovatsaat (kWs) olacağını
tahmin ediyordu. Hükümet bu abartılı talep senaryosunu gerekçe göstererek
nükleer santral işine girdi. Yine aynı yıl, Rusya ile Türkiye arasında nükleer
santral kurmak üzere anlaşma yapıldı. Sonuçta umulan olmadı. Türkiye'nin
elektrik talebi hiç de öyle düşünüldüğü gibi artmadı. Öyle ki, TEİAŞ 2014 yılında açıkladığı yeni projeksiyonda, 2020 için talep tahminini
333 milyar kWs'e düşürdü. Yani, Türkiye'nin 2020 yılındaki elektrik
ihtiyacı yaklaşık 65 milyar kWs azaldı.
Bu rakam Akkuyu'nun yıllık üretiminin (35 milyar kWs) iki katı! Bırakın
Akkuyu'yu, Sinop'ta yapılacak eş güçteki nükleer santrale de gerek kalmadı. Türkiye'de
ekonomi yavaşladı, tüketime dayalı modelin yarattığı, üretimden çok israfa
giden elektrik artışı da birkaç yıl önce tarih oldu. Yılda yüzde 7’lere
yaklaşması beklenen talep artışının abartılmış olduğunu defalarca yazdık. TEİAŞ
yeni projeksiyonunda bu oranları (hâlâ yüksek olsa da) yüzde 5’lere çekti. Zaman
bizi haklı çıkardı.
TEİAŞ Kapasite Projeksiyonu 2011 |
2014 yılında yine TEİAŞ’ın yaptığı talep projeksiyonunda aynı yıl (2020)
için beklenen elektrik talebini aşağıda görüyorsunuz. Üç yıl arayla yapılan
tahminler arasında 65 milyar kWs gibi devasa bir fark var. Türkiye’nin 2014
yılındaki elektrik talebinin (251 milyar kWs) dörtte birine denk düşen bir
tahmin hatasından bahsediyoruz. Bu hata ve hükümetin nükleer enerjideki
anlamsız ısrarı bizleri iki nükleer santral projesiyle başbaşa bıraktı. Sırada
bekleyen doğalgaz, HES ve kömür santrallerini saymıyorum.
TEİAŞ Kapasite Projeksiyonu 2014 |
Akkuyu’daki proje gecikiyor. Bunun bir nedeni Rusya’nın
yaşadığı mali kriz. Projenin ilk yatırım finansmanı 25 milyar doları buluyor ve
hepsi Rus devlet şirketi Rosatom tarafından karşılanacak. Santralin mülkiyeti
de onlarda kalacak. Rusya’nın kasasında para yok. O yüzden çok acele
ettiklerini sanmıyorum ama santral geciktikçe Türkiye’nin projeden vazgeçme
riski de artıyor.
Türkiye, Rusya'ya üretilecek elektriği 15 yıl boyunca
satın alma garantisi verdiği için şimdi kara kara düşünüyor olmalı. Satın alacağı elektriği talep olmayınca
kime satacak? Üstelik Rusya'ya verilen alım garantisi kilovatsaat başına
12,35 dolar sent. Anlaşma imzalandığında Merkez Bankası dolar kuru 1,52 TL’yi
gösteriyordu. Çivisi çakılmayan
nükleerin üreteceği elektriğe sadece kur farkından yüzde 70 zam geldi! Piyasadaki
elektrik fiyatının üstünde ve dolar arttıkça nükleer daha da pahalılaşıyor.
Türkiye gecikmeyi bahane ederek anlaşmadan vazgeçerse, bilmeden girdiği bu
nükleer bataklıktan ve abartılı talep senaryolarının kendisini düşürdüğü
tuzaktan bir anda kurtulabilir. Sinop anlaşması zaten Meclis’ten geçmedi, bu
bir şans.
Akkuyu Nükleer A.Ş. bu riskin farkında olmalı.
Televizyonlarda gösterdiği reklam filmi, hükümet üzerinde seçim öncesi baskı
yaratmayı amaçlıyor gibi. Sanki, “Buyrun size propaganda malzemesi, bizi yolda
bırakmayın” diyor. Çivisi çakılmamış santral açılmış gibi reklam filmi
çekmişler. Bu film kamuoyu yoklamalarında yüzde 70’leri bulan nükleer
karşıtlarının aklını çelemez. Aksine daha fazla kişiyi nükleer maceradan
haberdar etti, kızdırdı. Olmayan elektrik talebi de cabası.
Hadi göbek atalım
Özgür Gürbüz-BirGün/11 Ocak 2015
Her şey Silifke’den Hasan Gültekin’in, elektrik faturasındaki kayıp-kaçak bedeline itiraz ederek Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’ne başvurmasıyla başladı. Hakem Heyeti Gültekin’i haklı buldu, 26 lirayı bulan kayıp kaçak bedelinin iadesini istedi. Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş. karara direndi. İş büyüdü ve dava Yargıtay’a taşındı. Yargıtay karar düzeltme talebini de geçtiğimiz günlerde reddetti ve tüketici lehine karar verdi. Sorun artık 26 lira meselesi değil. Türkiye’deki tüm elektrik abonelerinin dağıtım şirketlerine yıllardır ödediği kayıp-kaçak bedellerini geri isteme hakkı var.
Enerji piyasası şimdi bu kararla yatıp kalkıyor. Bildiğiniz gibi TEDAŞ’ın elinde bulunan elektrik dağıtım sistemi 18 ayrı parçaya bölünmüş ve 12 milyar 700 milyon dolar karşılığında özelleştirilmişti. Özelleştirmeden önce de kayıp kaçak bedeli tüketiciden tahsil ediliyordu ama o zaman muhatap devletti. Milyar dolarları ihalelere yatıran şirketler dağıtım bölgelerini teslim aldıktan sonra da kayıp-kaçak bedelini tüketicilere yansıtmaya devam etti. Halbuki özelleştirmeler yapılırken bu şirketlerden kayıp-kaçak oranlarını aşağıya çekmeleri istenmiş, özelleştirmeler böyle savunulmuştu.
Enerji Bakanı Taner Yıldız Türkiye’de kayıp kaçak oranının yüzde 15 olduğunu söylüyor. Enerji santrallerinden dağıtım bölgelerine getirilirken meydana gelen ‘iletim kaybı’ dağıtım şirketlerinin sorumluluğunda değil. Dağıtım kaybından ise onlar sorumlu. 2013’te dağıtım kaybı 31,5 milyar kilovatsaat. Bunun yüzde 7’si teknik kayıp, kalanı kaçak elektrik. Şirketlere verilen elektriğin neredeyse beşte biri buharlaşıyor.
Dağıtım şirketlerinin bölgelerindeki kayıplardan (teknik nedenlerle kabul edilebilir kısmı hariç) ve kaçak elektrik kullanımından tüketici sorumlu tutulamaz. Faturalarınızda kuruş gibi görülebilir ama rakam az buz değil. Elektrik Mühendisleri Odası son üç yılda dağıtım şirketlerinin kayıp ve kaçaklar için elektrik abonesi tüketicilerden topladığı miktarın 13 milyar TL’yi bulduğunu açıkladı. Oysa bu konuda sorumluluk tüketicide değil dağıtım şirketlerinde.
Konu kaçak elektrik kullanımına gelmişken şunu da belirtelim. Sanıldığı gibi bu iş sadece Doğu’da olmuyor. Batı’da da kaçak elektrik kullanılıyor. Oranlar Doğu’da yüksek ama Batı’da da tüketim miktarı fazla. Vangölü dağıtım bölgesinde kayıp-kaçak yaklaşık 3,5 milyar, Boğaziçi bölgesinde ise 2 milyar kilovatsaat. Kaçak elektrik kullananların bir bölümünün elektrik parasını ödeyecek durumu yok. Nedeni fark etmez, kaçak elektriğin tüketiciye yüklenmesi kabul edilemez. Devlet istiyorsa elektrik parasını ödeyemeyenler için bir yardım fonu veya bir sosyal tarife oluşturabilir ama önce parası olup da elektrik faturası ödemeyenleri belirlemeli. Bu da tüketicinin işi değil, bu işten para kazanan dağıtım şirketlerinin işi.
Tek tümceyle söylersek Yargıtay çok yerinde bir karar vermiş. Sen, iletim kayıplarını azaltma, kaçakları yakalama, yoksullara bir çözüm üretme ama tüm bunların maddi sorumluluğunu faturasını düzenli ödeyen tüketicinin üzerine yükle. Türkiye gerçekten de girişimci için cennet gibi bir ülke!
Dağıtım şirketleri panikliyor. Herkes dava açar, yıllardır ödedikleri kayıp-kaçak bedellerini geri isterse ne yaparız diye korkuyorlar. Hükümet ne yapıyor dersiniz? Şirketlerin yardımına koşuyor. Yeni bir yasa hazırlayıp kayıp-kaçak bedelini resmileştirmeyi planlıyor. Kulislerde, mahkemelerin iadesini istediği kayıp kaçak bedellerinin bile faturalara yansıtılarak şirketlerin mağdur edilmeyeceği konuşuluyor.
Halk vergisini ödemese ceza özel sektöre kesilir mi? Kesilmez. Özel sektör üstüne düşeni yapmadığında ise ceza halka kesiliyor. Flash TV’de neden kesintisiz göbek attıklarını şimdi daha iyi anlıyorum. Bu ülkede göbek atmayıp da ne yapacaksın?
Her şey Silifke’den Hasan Gültekin’in, elektrik faturasındaki kayıp-kaçak bedeline itiraz ederek Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’ne başvurmasıyla başladı. Hakem Heyeti Gültekin’i haklı buldu, 26 lirayı bulan kayıp kaçak bedelinin iadesini istedi. Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş. karara direndi. İş büyüdü ve dava Yargıtay’a taşındı. Yargıtay karar düzeltme talebini de geçtiğimiz günlerde reddetti ve tüketici lehine karar verdi. Sorun artık 26 lira meselesi değil. Türkiye’deki tüm elektrik abonelerinin dağıtım şirketlerine yıllardır ödediği kayıp-kaçak bedellerini geri isteme hakkı var.
Enerji piyasası şimdi bu kararla yatıp kalkıyor. Bildiğiniz gibi TEDAŞ’ın elinde bulunan elektrik dağıtım sistemi 18 ayrı parçaya bölünmüş ve 12 milyar 700 milyon dolar karşılığında özelleştirilmişti. Özelleştirmeden önce de kayıp kaçak bedeli tüketiciden tahsil ediliyordu ama o zaman muhatap devletti. Milyar dolarları ihalelere yatıran şirketler dağıtım bölgelerini teslim aldıktan sonra da kayıp-kaçak bedelini tüketicilere yansıtmaya devam etti. Halbuki özelleştirmeler yapılırken bu şirketlerden kayıp-kaçak oranlarını aşağıya çekmeleri istenmiş, özelleştirmeler böyle savunulmuştu.
Enerji Bakanı Taner Yıldız Türkiye’de kayıp kaçak oranının yüzde 15 olduğunu söylüyor. Enerji santrallerinden dağıtım bölgelerine getirilirken meydana gelen ‘iletim kaybı’ dağıtım şirketlerinin sorumluluğunda değil. Dağıtım kaybından ise onlar sorumlu. 2013’te dağıtım kaybı 31,5 milyar kilovatsaat. Bunun yüzde 7’si teknik kayıp, kalanı kaçak elektrik. Şirketlere verilen elektriğin neredeyse beşte biri buharlaşıyor.
Dağıtım şirketlerinin bölgelerindeki kayıplardan (teknik nedenlerle kabul edilebilir kısmı hariç) ve kaçak elektrik kullanımından tüketici sorumlu tutulamaz. Faturalarınızda kuruş gibi görülebilir ama rakam az buz değil. Elektrik Mühendisleri Odası son üç yılda dağıtım şirketlerinin kayıp ve kaçaklar için elektrik abonesi tüketicilerden topladığı miktarın 13 milyar TL’yi bulduğunu açıkladı. Oysa bu konuda sorumluluk tüketicide değil dağıtım şirketlerinde.
Konu kaçak elektrik kullanımına gelmişken şunu da belirtelim. Sanıldığı gibi bu iş sadece Doğu’da olmuyor. Batı’da da kaçak elektrik kullanılıyor. Oranlar Doğu’da yüksek ama Batı’da da tüketim miktarı fazla. Vangölü dağıtım bölgesinde kayıp-kaçak yaklaşık 3,5 milyar, Boğaziçi bölgesinde ise 2 milyar kilovatsaat. Kaçak elektrik kullananların bir bölümünün elektrik parasını ödeyecek durumu yok. Nedeni fark etmez, kaçak elektriğin tüketiciye yüklenmesi kabul edilemez. Devlet istiyorsa elektrik parasını ödeyemeyenler için bir yardım fonu veya bir sosyal tarife oluşturabilir ama önce parası olup da elektrik faturası ödemeyenleri belirlemeli. Bu da tüketicinin işi değil, bu işten para kazanan dağıtım şirketlerinin işi.
Tek tümceyle söylersek Yargıtay çok yerinde bir karar vermiş. Sen, iletim kayıplarını azaltma, kaçakları yakalama, yoksullara bir çözüm üretme ama tüm bunların maddi sorumluluğunu faturasını düzenli ödeyen tüketicinin üzerine yükle. Türkiye gerçekten de girişimci için cennet gibi bir ülke!
Dağıtım şirketleri panikliyor. Herkes dava açar, yıllardır ödedikleri kayıp-kaçak bedellerini geri isterse ne yaparız diye korkuyorlar. Hükümet ne yapıyor dersiniz? Şirketlerin yardımına koşuyor. Yeni bir yasa hazırlayıp kayıp-kaçak bedelini resmileştirmeyi planlıyor. Kulislerde, mahkemelerin iadesini istediği kayıp kaçak bedellerinin bile faturalara yansıtılarak şirketlerin mağdur edilmeyeceği konuşuluyor.
Halk vergisini ödemese ceza özel sektöre kesilir mi? Kesilmez. Özel sektör üstüne düşeni yapmadığında ise ceza halka kesiliyor. Flash TV’de neden kesintisiz göbek attıklarını şimdi daha iyi anlıyorum. Bu ülkede göbek atmayıp da ne yapacaksın?
Elektrik ve laiklik
Özgür Gürbüz-BirGün/28 Eylül 2014
Elektriğin
henüz İslami usullere uygun üretileni icat edilmedi. ‘Helal elektrik’ kavramını ilk kez ortaya atmaktan gurur duyuyorum
ama derdim o değil. Elektrik üretiminde değil elektrik tüketiminde vicdan
özgürlüğünün sağlanması için bir devlet neleri yapmalı onları yazacağım. Helal
elektrik üretimi sorununu da konunun uzmanlarına havale ediyorum. İran gazı,
Rus uranyumuyla elektrik üretimi vacip midir bir araştırsınlar.
Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın Ocak ayında yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de 84 bin 684 cami
var. Yasalar, sadece cami, mescit, kilise, havra ve sinagogları ibadethane
kabul ediyor ve aydınlatma giderlerinin Diyanet Bütçesi’nden karşılanmasına
izin veriyor. Suyu ise belediyeler ücretsiz sağlamakla yükümlü. Şimdi hesap
yapalım. Büyüklükleri ve haliyle elektrik harcamaları değişse de, bir caminin
aylık aydınlatma faturasının 200 TL olduğunu varsayalım. Camilerin elektrik
faturaları için Diyanet’in bütçesinden çıkan miktar ayda 17, yılda ise 204 milyon TL’yi buluyor.
Camiler,
Türkiye’deki sünni Müslümanlara hizmet etmek için kurulmuş. Sayılarının 15-20
milyon olduğu tahmin edilen Aleviler, başka dini inanca sahip Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşları veya ateistler camiye gitmiyor. Ancak camilerin
aydınlatma masrafları, devletin bu hizmetini kullanıp kullanmadığınıza
bakılmaksızın diyanet bütçesinden yani herkesten tahsil ediliyor. Halbuki aynı
otoyol gibi, bu hizmetten yararlananlar da ayrıca ücretlendirilebilirler. Giden
öder, gitmeyen ödemez. Camilerin ısıtma giderleri için cemaatten para
toplanabildiğine göre pratikte sorun yok. Buna aydınlatma ve imamın maaş giderleri
de eklenebilir. Şimdiki durumun adı ‘zorla
yapılan tahsilat’tır. Dinde zorlama olur mu sorusunun yanıtını bu ülke her
gün acı bir sürprizle aldığı için ben soruyu, “demokratik, laik bir devlette zorlama olur mu” diye soracağım.
Demek ki neymiş, ‘dinde özgürlük’
türban veya başörtüsüyle sınırlı değilmiş.
İşin garibi, radikal
İslamcı gruplar, 2013’teki yasa değişikliğinden bu yana, diyanet bütçesinden
başka ibadethanelerin elektrik faturalarının ödenmesine ateş püskürüyor.
“Kilisenin parasını müftülük ödüyor” diye kızıyorlar. O zaman gitmediği camide
kullanılan elektrik için para ödemek istemeyenlere de kızmayacaksın.
Enerjide laik
düzene geçmenin önündeki tek engel camilerin elektrik faturaları değil. Bir de
TRT engeli var. Türkiye’de elektrik fatura bedellerinin yüzde 2’si TRT’ye
aktarılıyor. Bu sayede TRT, izleyici kaybederim, reklam alamam korkusu olmadan,
hükümetin dini ve siyasi görüşünün propagandasını yapabiliyor. Parasını ödeyen
sizlerin görüş ve inançlarına uygun düşmeyen yayınlara yer verebiliyor. Ne
kadar mı bu bedel, onu da Elektrik Mühendisleri Odası Enerji Birimi
Koordinatörü Olgun Sakarya’nın yardımıyla hesaplamaya çalıştım. 2012’de bu tutar
kaba bir hesapla 870 milyon TL’yi buluyor. Hesap yanlış, eksik diyenler doğru
bedeli çıkarır görürüz. TRT’nin yayınlarının bu ülkedeki her dine, mezhebe,
dinler içerisindeki farklı görüşlerle ve dinsizlere hitap ettiğini kimse iddia
edemez. Yabancı ülkelerde de devlet kanalları var ama hükümetin sesi olmadığı
için halk maddi desteğe sesini çıkarmıyor. TRT
payı da zorla yapılan bir tahsilat. Demokrasilerde işi olmaz.
“Alt tarafı
yılda 1 milyar TL, abartma” diyenlere de bir çift lafım var. Kaçak elektrik
kullanımı gündeme gelince “ben tüketmediğim elektriğin parasını niye ödüyorum”
diye soranları olayı abartmakla suçluyor musunuz? İzlemediği, kendisini hiçe
sayan televizyona para vermek istemeyene de kızamazsınız. Bu aralar baskıyı,
dayatmayı özgürlük gibi göstermek moda oldu. Madem derdiniz özgürlük, gelin
önce dini özgürleştirelim. Devletin, inanmayanın parasından kurtaralım, kendi
yağıyla ve inananların bağışlarıyla kavrulsun. İmamların maaşını, camilerin
suyunu ve elektriğini o hizmetleri kullananlar ödesin. İşe de elektrik
şebekesini laikleştirmekten başlayalım.
Beklemedeki cihazlar her yıl Kanada kadar elektrik tüketiyor
Özgür Gürbüz-BirGün/6 Temmuz 2014
"Beklemede bırakma prizden çek" |
Bugün 7 milyar
nüfuslu dünyada 14 milyar ağ bağlantılı elektrikli cihaz var. Herkese eşit
dağıldığını, kişi başına iki cihaz düştüğünü sanmayın; bir azınlıktan
bahsediyoruz. 2020’de bu sayının 50, 2030’da ise 100 milyara ulaşması bekleniyor.
2008’de bu cihazların tükettiği elektrik miktarı 420 milyar kilovatsaatti (kWs);
Fransa’nın yıllık tüketimi kadar. 2013’te ise bu sayı 616 milyar kWs’e çıktı.
Artık bir Kanada kadar elektrik tüketiyorlar. Böyle giderse 2025’te dünya
elektrik tüketiminin yüzde 6’sı bu cihazlara gidecek, 1140 milyar kWs.
Hatırlatalım, Türkiye’nin yıllık elektrik tüketimi 250 milyar civarında.
Peki, sorun
ne? Bu cihazlara, cep telefonlarına, bilgisayarlara, akıllı televizyonlara veda
mı etmemiz gerekiyor. Fikrimi sorarsanız “veda etsek hiç fena olmaz” derim ama
öncelikle bu cihazları nasıl kullandığımıza bakarak işe başlayabiliriz.
Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yapılan araştırma ve rapora göre ağ
bağlantılı cihazların bağlantısını kullanmadığımız zamanlarda kapatmak
(uykudayken interneti kapatmak, ağa bağlı bilgisayar, bellek gibi cihazları
prizden çıkarmak gibi) ve kullanmadığınız cihazları bekleme (standby) konumunda
bırakmak yerine kapatmak (televizyonu kapattığınızda prizden çıkartmak, çay
makinasını devamlı açık bırakmamak gibi) bu aletlerin tükettiği elektriğin
yüzde 60 azalmasını sağlıyor. Çok zor demeyin. Kullandığınız çoklu prizleri
düğmeli/anahtarlı seçin yeter. Ben evde, gece yatmadan tek düğmeye basarak
televizyon, DVD çalar ve modemi aynı anda kapatabiliyorum. Bu tedbirler
uygulanılırsa dünyada o yıl için 600 milyar kWs elektrik tasarrufu yapılabilir.
Bu da 200 orta büyüklükte kömür santralinin ya da kabataslak bir hesapla 100
nükleer reaktörün kapanması demek.
İşin ciddiyetini
anlatmak için birkaç örnek vereyim. 2012’de, Birleşik Krallık ’ta evlerde
tüketilen elektriğin yüzde 16’sı ‘bekleme’ özelliği ve ağ bağlantısı olan
cihazlarca israf ediliyor. Amerika’da bu cihazların tükettiği elektrik 100
milyar kWs’i buluyor ve bunun tüketicilere maliyeti 3 milyar dolar. Bugün 2
milyar 730 milyon insan internete bağlanıyor. 2016’da 800 milyon evde kablosuz
internet ağı olacağı düşünülüyor. Bu ağlara bağlanacak cihazları varın siz
hesap edin. Beklemedeki enerji tüketimi (vampir enerjisi de deniyor) can yakıcı
olabilir. Örneğin bir bulaşık makinası beklemede saatte 4,2 vat elektrik
harcayabilir. Bu da yılda 35 kWs’e denk düşer. Beklemedeki bir yazıcı saatte
2,2, DVD oynatıcısı 3, LCD ekran 0,6 ve müzik seti 4,6 vat elektrik tüketebiliyor[1].
Burada herkese
iş düşüyor, cihaz üreticilerinden tüketicilere kadar. Yıllardır kumandalardan
açma/kapama düğmesinin kaldırılmasını savunuyorum. Bence televizyonlar böyle
üretilmeli. Odalarda merkezi düğmeler olabilir, ışığı kapatır gibi tüm odanın
elektriği kesilebilir (bu fikrimi ilk kez burada açıklıyorum). Demek ki
mimarlara da iş düşüyor. Tüketicilere de iş düşüyor. Çevreci ya da yeşil olmak
zordur, sadece lafla, eylemle olmaz. Hayatınızı değiştirmek zorundasınız. Yani,
poponuzu koltuklardan kaldırıp, televizyonu/bilgisayarı düğmesinden kapatmak
veya çoklu prizlerdeki düğmelere uzanmak gerekiyor. Çay suyu kaynatmak için 2
dakika beklerseniz ölmezsiniz, merak etmeyin. Hem elektrik faturalarınız da
azalacak. Eleştirdiğimiz şirketlere, ayakkabı kutularına daha az para gidecek.
Güneş enerjisi bir çobanın hayatını değiştirdi
Özgür Gürbüz-BirGün/13 Nisan 2014
Kenan Sarıyer ve NKP Antalya sözcüsü Hediye Gündüz |
Kenan Sarıyer, güneş enerjisine geçerek hem kâr etmiş hem
de kendisini büyük bir külfetten kurtarmış ama çevreye katkı yaptığının da
farkında. Güneş enerjisinden elektrik üreten fotovoltaik paneli için, “Çevreye
hiç zararı yok” diyor. Dört yıl önce 2 bin 700 liraya aldığı panel çoktan
kendisini amorti etmiş. Güneşten önce gazla çalışan lambaları varmış. Diğer
alternatif ise tüp kullanmak. Sarıyer, güneş enerjisini tercih etmesinin
nedenini şu sözlerle açıklıyor: “Jeneratör
alsaydım o zaman 500 liraydı. Şu zamana kadar benzin parası 3 bin lirayı
geçerdi. Çilesi de cabası. Komşular benzin için yayladan 25 km araçla yol
gidip, alıp geliyorlar. Bir bidon benzin için toplam 50 km yol kat ediyorlar.
Biz aynı yerde üç çobanız. Artık onlar da güneş paneli takmak istiyor. Maddi
durumları biraz zayıf olduğu için taktıramadılar. Parayı buldukları zaman gidip
benzin alıyorlar, olmadığı zaman da gaz lambasıyla idare ediyorlar”. Sarıyer’in
iki aküsü var. İki saatte aküler doluyor ve 4-5 günlük ihtiyacı karşılıyor. 200
civarı keçisi var. Yılın büyük bir bölümünde köyden uzakta. Üç ay yaylada,
kalan zamanda Çataltaş mevkiinde yaşıyor. Nereye giderse panelini de
beraberinde götürüyor.
Güneş gibi yenilenebilir enerjilerin maliyeti düşerken,
kömürün, petrolün ve nükleerin artıyor. Halk, termik, nükleer ve hidroelektrik
santrallere tepkiyle yaklaşırken, güneşe ve rüzgara daha sıcak bakıyor.
İtirazlar da yok değil. Rüzgar meselesini Karaburun’da yaşayanlar bambaşka
anlatırlar. Güneş enerjisine karşı olanlar da var. Tarlaların güneş
panelleriyle kaplanmasına karşıyız diyorlar. Türkiye’de güneş enerjisinin önü
zaten mevzuatlarla tıkanmış durumda. Kaldı ki güneş santralleri verimli
arazilere kurulacak diye bir kural yok. Çatılar, bina yüzeyleri, sokak
lambaları, boş araziler gibi onlarca farklı alanda güneş paneli kullanmak
mümkün. Buna rağmen “güneş de zararlı” argümanı kabul görmüş bir doğruymuş gibi
yazılıp çiziliyor.
Yenilenebilir enerjilerin ne her örneği melek ne de her
uygulama şeytan. Enerji ihtiyacının sınırlarını çizip, kuralları, kırmızı çizgileri
iyi belirleyip, halkın onayını aldıktan sonra bu projeler hayata geçirilebilir.
Enerji kooperatifleri kurularak enerji kaynakları büyük şirketlerin tekeli
olmaktan çıkarılabilir. Sen, ben, biz kendi enerjimizi üretebiliriz. Kenan
Sarıyer dağda çobanlık yapıyor, tükettiği elektrik hepimizden az ama o da elektriğe
ihtiyaç duyuyor, bilgisayar kullanmak istiyor. Bizden farkı şu, o hem daha az
elektrik tüketiyor hem de tükettiğini üretiyor. Her şeye elde sağlam veriler
olmadan karşı çıkmak umut ettiğimiz ekolojik dönüşümü gerçekleştirmemize değil,
mücadelelerin kaybedilmesine yol açabilir.
Nükleer yalanlar mı radyasyon mu daha tehlikeli?
Nükleer enerjiyle ilgili bir yazıya içinde radyasyon, nükleer atık, Fukuşima, Çernobil veya deprem kelimeleri geçen bir cümleyle başlasaydım, emin olun ki dünyanın hiçbir ülkesinde garip karşılanmazdı. Türkiye’de ise ülkenin nükleer enerji politikasını anlatmak için en uygun düşen kelimenin “hamaset” olduğunu düşünüyorum. Mesele nükleer olunca, “hamaset edebiyatı”nın en güzel örneklerini Türkiye’deki politikacılardan dinleyebilirsiniz. Nükleer enerji konusunda hamaset edebiyatına örnek mi istiyorsunuz? En çok tekrarlananından başlayalım: “Türkiye nükleer santral kurmazsa, elektriksiz kalır.”
Heinrich Böll Stiftung Derneği tarafından yayımlanan Perspectives dergisine yazdığım bu yazının tamamını okumak için lütfen buraya tıklayın.
Elektrik tasarrufu için ipuçları
Özgür Gürbüz-BirGün/14 Ekim 2012
Elektriğe bir yılda yüzde 32,6 oranında zam yapıldı. Bir yıl önce elektriğe 50 TL ödüyorsanız bundan sonra 66 TL ödeyeceksiniz. Umarım maaşınız, geliriniz de bir o kadar, hatta bundan daha fazla artmıştır çünkü zamlanan sadece elektrik değil. Doğalgaza da yine bir yılda yüzde 53,8 oranında zam geldi. On iki ay önce 200 TL'lik doğalgaz yakarak ısınanlar bundan sonra aynı miktarda doğalgaz kullansa bile 300 liradan fazla bir para ödeyecek. Görünen o ki, dört kişilik bir evin enerji faturası kış aylarında 400 liraya yaklaşacak. Yazması kolay ama ödemesi zor.
Elektriğe bir yılda yüzde 32,6 oranında zam yapıldı. Bir yıl önce elektriğe 50 TL ödüyorsanız bundan sonra 66 TL ödeyeceksiniz. Umarım maaşınız, geliriniz de bir o kadar, hatta bundan daha fazla artmıştır çünkü zamlanan sadece elektrik değil. Doğalgaza da yine bir yılda yüzde 53,8 oranında zam geldi. On iki ay önce 200 TL'lik doğalgaz yakarak ısınanlar bundan sonra aynı miktarda doğalgaz kullansa bile 300 liradan fazla bir para ödeyecek. Görünen o ki, dört kişilik bir evin enerji faturası kış aylarında 400 liraya yaklaşacak. Yazması kolay ama ödemesi zor.
Makina Mühendisleri Odası, mevcut hükümetin
görev yaptığı son 10 yılda doğalgaza yapılan zammın yüzde 208 olduğuna dikkat
çekiyor. Buna rağmen hükümetin keyfi yerinde. Doğalgaz fiyatlarının petrol
fiyatlarına endeksli olması ve Türkiye'nin doğalgazda yüzde 99'lara varan
oranda dışa bağımlı olması işlerini kolaylaştırıyor. Bizim elimizden bir şey gelmez,
dışa bağımlıyız deyip kaytarıveriyorlar. Halbuki kazın ayağı öyle değil.
Türkiye'nin enerjide dışa bağımlı olmasında tüm suç geçmiş hükümetlerin değil,
bu hükümetin de meselede hatırı sayılır bir payı var. Dile kolay, 10 yıllık bir
iktidardan bahsediyoruz. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığını azaltmak için
son 10 yılda ne yaptınız diye sormak lazım. Bu soruyu bir başka yazıda soralım.
Durum ciddi, biz önce gelin şu enerji faturalarının yükünü azaltmak için neler
yapabilir, ona bakalım.
TASARRUFLU AMPUL ŞART
Elektrik faturanızı düşürmek için iki konuya
dikkat etmeniz gerekiyor. Bir tanesi aydınlatma diğeriyse evdeki elektronik
eşyalar. Evdeki gereksiz lambalardan kurtulmakla işe başlayın. Spot ışıklar,
halojen lambalar çok elektrik tüketir; mümkünse kullanmayın. Eğer bir yarasa
gibi evin köşelerine tüneyip orada gazete-dergi okumuyorsanız, buralardaki
dekoratif amaçlı aydınlatmalardan kurtulun. Ana aydınlatma lambalarınız,
özellikle de uzun süre açık bırakılanlar mutlaka tasarruflu ampul (kompakt flüoresan)
olmalı. İşte size hesabı: Her gün üç saat açık bırakılan bir ampul düşünün.
Eğer bu ampul, iyi kalitede bir tasarruflu ampulse, Edison'un bulduğu ilk
ampule benzeyen akkor (enkandesan) veya halojen ampullere göre sekiz yıl daha
fazla dayanır ve çalıştığı süre boyunca aynı işi beş kat daha az enerji
harcayarak yapar. 100 vatlık bir akkor ampul yerine 20 vatlık bir tasarruflu
ampul aynı işi görür. LED ampuller ise daha da uzun ömürlüdür. 12 vatlık bir
LED ampul, 20 vatlık tasarruflu ampule eş ışık verir ve ömrü üç kat daha
fazladır. Dolayısıyla fiyatları daha pahalı gözükse de uzun vadede tasarruflu
ampuller kendilerini amorti ederler.
BUZDOLABINA DİKKAT
Elektrik tasarrufu için ikinci önemli konu ise
evdeki beyaz eşyalar. Bunların içinde faturaları kabartan en önemli aktör
buzdolabıdır. Evdeki elektrik tüketiminin yüzde 30'undan buzdolabı sorumludur.
Buzdolabı alırken enerjiyi verimli kullananından almak için bütçenizi
zorlamaktan kaçınmayın. Geri dönüşü kısa sürede gerçekleşir. Buzdolaplarının
içi sürekli soğuk olmak zorundadır. O nedenle radyatör, fırın yakınına veya
güneş alan bir yere buzdolabı koymak adeta deliliktir. İyi bir buzdolabı, doğru
kullanım (kapağını uzun süre açık tutmamak, tıka basa doldurmamak gibi) ve
doğru yer seçimi elektrik faturalarınızı rahatlatabilir. Türkiye'de buzdolabından sonra en çok
elektrik tüketen ev eşyasının sırasıyla fırın, televizyon ve çamaşır makinası
olduğu tahmin ediliyor. Bu sıralama haliyle evden eve değişebilir. Çamaşır ve
bulaşık makinalarını yeterince doldurmak, çamaşırları 40 derece gibi makul
ısılarda yıkamak ciddi tasarruflara neden olabilir. Yeni elektrikli alet
alırken hem az enerji tüketenlerini hem de ihtiyacınıza uygun olanlarını tercih
edin. Evinizin tavanını süpürmeyecekseniz, tavana yapışacak derecede emiş
gücüne sahip bir süpürgeye ihtiyacınız yok. Plazma yerine LED televizyonları
tercih etmenizi de öneririm.
DONLARINIZI ÜTÜLEMEYİN
Ütü gibi anlamsız bir aleti de hayatınızdan
çıkarmanızı öneririm. Hele de çarşaf, iç çamaşırı ve çoraplarını ütüleyen
biriyseniz. İnsanların özel hayatlarına karışmak istemem ama ütülü çarşaf
dediğiniz şey üzerine yattığınız anda kırışır. İç çamaşırın veya çorabın
ütülüsünü ayırt edebilecek kadar “hassas” gözleriniz varsa, o gözlerinizi başka
alanlarda daha hayırlı işler için kullanmanızı önemle tavsiye ederim. Ütü için
harcadığınız zamana yazık, hayat ütülenecek kadar uzun değil.
Evdeki tüm elektrikli aletleri “doğru
kapatmayı” da ihmal etmeyin. Mümkünse açma-kapama düğmeli çoklu priz kullanın
ve tek dokunuşta tüm cihazlarınıza (modem, televizyon, uydu alıcı gibi)
elektrik akışını kesin. Geceleri rahat uyuyun. Bu cihazları uzaktan kumandayla
kapatırsanız, bekleme konumunda elektrik tüketimine davetiye çıkarmış
olursunuz. Enerji tasarrufunun ana kuralı aslında “uzaktan kumanda” meselesine
karşı çıkmak. Poponuzu koltuklarınızdan kaldırıp, lüzumsuz ampulleri, açık ev
aletlerini kapatmanız lazım.
Doğalgaz faturalarını azaltmak için
yapabileceklerinizi de yer darlığı nedeniyle bir başka yazıya bırakalım. Sadece
şu noktayı unutmayın. Kendinize bir termometre alın ve ev içi sıcaklığı 20
dereceye ayarlayın. Kış diye bir şey var, evde tişört ile değil uzun kollularla
gezin. Oda sıcaklığını bir derece düşürmek doğalgaz faturanızı yüzde 6 oranında
azaltabilir. Gece yatarken de oda sıcaklığını düşürmeyi unutmayın. Yaşam
tarzınızı değiştirmeden faturaları azaltmak mümkün değil. Haksız mıyım Samet?
Evde enerji tasarrufu yapmanın ipuçları
Daha az doğalgaz ve elektrik harcamak için bazı küçük tedbirler almanız ve yaşam tarzınızı değiştirmeniz yeterli. 14 Temmuz 2012 tarihinde Kanal 24 televizyonunda yayımlanan Tıkırtı Gazetesi programına katılmış ve hem faturaları azaltmak hem de çevrenin korunmasına katkıda bulunmak için yapabileceklerimizden bazı örnekler vermeye çalışmıştım. Programın kaydını buradan izleyebilirsiniz:
Bu da elektrikli "chopper"
Özgür Gürbüz-12 Ocak 2012
Bu elektrikli motosikleti Durban'daki iklim görüşmeleri sırasında fotoğrafladım. Her ne kadar elektrikli araçlara çok sıcak bakmasam da bu motosiklet, klasik (chopper) tutkunları için oldukça çekici bir seçenek. Siemens'in Orange County Choppers ile birlikte ürettiği bu model göründüğünden daha rahat. Koltuğa oturduğunuzda aldığınız his aynı, tek farkı o alıştığınız (benim alışamadığım) gürültülü motor sesinin olmaması. Motosikletin bir bölümü geri dönüştürülmüş malzemeden yapılmış. Motoru elektrikli. Özellikleri de şöyle:
Siemens eChopper Foto: O. Gurbuz |
- 27 beygir gücünde. 72-96 volt çıkışlı.
- Debriyajsız, tek vites.
- Elektrikli akü tam dolduğunda 120 km gidebiliyor.
- Saatte 160 km hız yapabiliyor.
- Akü 110 voltluk bir prize bağlanırsa 5 saatte, Siemens şarj istasyonlarında 1-2 saatte doluyor.
- Metzeler lastikler var.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)