Dünya ısınıyor petrolcüler vazgeçmiyor

Polonya’da devam eden iklim müzakerelerinin ilk haftası geride kaldı. İklim değişikliğini durdurmak için 12 yılımızın kaldığını söyleyen bilimsel rapor petrolcülerin engeliyle karşılaştı. Türkiye içinse konferans başlamadan bitti. 

Özgür Gürbüz-BirGün / 10 Aralık 2018

Polonya’da devam eden iklim müzakerelerinde ilk hafta geride kaldı. Haftaya damgasını, ekim ayında Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından açıklanan ve iklim değişikliği hedeflerinin tutturulmadığını söyleyen rapor vurdu. Raporun iklim müzakereleri bünyesine alınması isteği ve metinde geçen “iyi karşılanmıştır” sözüne itiraz eden Suudi Arabistan, ABD, Rusya ve Katar’ın uzlaşmaya yanaşmaması nedeniyle bu cümle metinden çıkarıldı. Petrol ve gaz üreticisi bu dört ülke, raporun müzakerelerde etkili bir doküman olmasına neden olabileceği kaygısıyla, “iyi karşılanmıştır” kelimesi yerine “raporu dikkate” alacağız sözcüğünü kullanmayı öneriyordu.

Aralarında Türkiye’nin de olduğu 195 ülkenin üye olduğu IPCC’nin “1,5 derece Küresel Isınma Özel Raporu”, 12 yıl içinde karbondioksit emisyonlarının yüzde 45 oranında azaltılması gerektiğini aksi takdirde dünyanın ortalama sıcaklık artışının bu yüzyıl sonuna kadar üç dereceyi bulacağını söylüyor. Rapor resmi metinlere istenildiği gibi giremese de müzakereler için bir referans noktası kabul ediliyor. 12 yıl içinde seragazı emisyonlarını neredeyse yarı yarıya azaltmak içinse başta kömür, petrol ve doğalgaz olmak üzere fosil yakıt kullanımında ciddi oranlarda azaltıma gidilmesi gerektiriyor.

Türkiye’nin isteği gündem dışına itildi
Tam adı, Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması 24. Taraflar Konferansı (COP24) olan iki haftalık müzakereler Türkiye adına adeta başlamadan sona erdi. Türkiye, İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’ndaki pozisyonunu değiştirmek için toplantı öncesi yer aldığı Ek-1 Grubundan çıkmak istediğini BM Sekretaryası’na iletmişti. Bu istek toplantının ilk günü müzakerelerin yarım saat geç başlamasına neden oldu. Tartışmalar sonucunda Türkiye’nin isteği gündem dışı bırakıldı.

Türkiye, daha önce de benzer girişimlerde bulunmuş, gelişen ülkelere maddi yardım yapması istenen Ek-2 listesinden çıkarılmıştı. 1992’de OECD üyesi olan ve ekonomisi geçiş sürecindeki ülkelerden oluşturulan Ek-1 listesinden çıkma isteğinin ardında, Türkiye’nin iklim fonlarından daha fazla yararlanabileceği “iddiası” yer alıyor. Türkiye’nin Paris Anlaşması kapsamında verdiği seragazı emisyonlarını 2030’a kadar iki katına çıkarma taahhüdü, güçlü bir hedef konmamasına rağmen neden daha fazla maddi yardım talep ediliyor eleştirisini gündeme getiriyor. Türkiye, Paris Anlaşması’nı imzalayan ancak taraf olmayan 13 ülkeden biri. Türkiye’nin, 2020 yılında hayata geçecek anlaşmaya taraf olmaması halinde süreç dışında kalması söz konusu. BM Genel Sekreteri
Antonio Guterres’in dediği gibi, “Tren istasyonu terk etti, içinde olmayanlar arkada kalacak.”

Paris Anlaşması Kurallar Kitabı
Konferansın ikinci ve son haftasından herkesin beklentisi farklı. En büyük beklenti bir yıl sonra görevi Kyoto’dan devralacak Paris Anlaşması’nın nasıl işleyeceğini gösteren, “Kurallar Kitabı”nın ortaya çıkması. Emisyoların nasıl ölçüleceği, raporlanacağı, finansal destekler ve uyum gibi konularda büyük ölçüde uzlaşma sağlansa da özellikle emisyon azaltımı konusunda görüşmelerin sürdüğü belirtiliyor. Anlaşma kapsamında ülkelerin taahhüt ettiği seragazı emisyon azaltımlarının bilim insanlarının 1,5 derecelik hedifinden çok uzak olduğu ve dünyayı üç derecelik bir ısınmaya götüreceği biliniyor. Bazı ülkeler “politik hedef” diye adlandırabileceğimiz iki derecelik artışı daha gerçekçi buluyor. Mevcut ve yetersiz taahhütlerin iyileştirilip iyileştirilemeyeceği ve bunun Kurallar Kitabı’nda nasıl tarif edileceği hala büyük bir soru işareti.

İklim eylemcileri Polonya'ya giremedi

Özgür Gürbüz-BirGün / 9 Aralık 2018 Katoviçe-Polonya

İlk haftası geride kalan Birleşmiş Milletler (BM) iklim konferansında
eylemciler polis engeline takıldı. Polonya’nın Katoviçe kentinde devam eden ve kısaca COP24 diye adlandırılan görüşmelerden daha kuvvetli bir sonuç çıkmasını isteyen çevreciler dün (8 Aralık) Katoviçe kentinde bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşe katılmak için Polonya’ya gelmek isteyen 12 eylemcinin ülkeye girişine ise izin verilmedi. 350.org grubuna göre, son üç gün içerisinde Polonya’ya girmesine müsaade edilmeyen kişi sayısı 170'i buldu. Çekya üzerinden trenle Polonya’ya gelen Zanna Vanrentergh adlı eylemci ise Belçika Elçiliği’nin devreye girmesiyle ülkeye giriş izni alabildi.

Polonya hükümetinin bazı eylemcilerin ülkeye girişine izin vermemesi ve tren ve otobüslerde uzun ve gözdağı veren kontroller yapması tepkilere neden oldu. Yüzlerce çevre örgütünün iklim müzakerelerinde ortak hareket etmek için oluşturduğu İklim Eylem Ağı’ndan (CAN) Dr. Stephan Singer, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin değişmez kurallarından birinin eksiksiz ve etkin bir katılım olduğuna vurgu yaparak eylemcilerin ülkeye girişine izin verilmemesini ciddi bir şekilde değerlendirdiklerini söyledi. 350.org örgütünün yöneticisi May Boeve ise olayı kınayarak, ‘ülkenin güvenliğini tehdit ettikleri’ iddiasıyla Polonya’ya alınmayan bu kişilerin iklim krizine sürdürülebilir çözümler bulmak için uğraşan, bu işe kendini adamış insanlar olduğunu söyledi.

12 eylemcinin ülkeye alınmamasına rağmen iklim yürüyüşü binden fazla kişinin katılımıyla Katoviçe kentinde yapıldı. Yürüyüş sırasında oldukça fazla sayıda polisin görev yapması ve BM İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’nın 24. Taraflar Toplantısı’nın yapıldığı merkezin etrafının polis kordonuna alınması dikkat çekti.

Çevre kuruluşlarının yanı sıra kadın örgütlerinin, nükleer karşıtı grupların ve bazı siyasi partilerin de yürüyüşe destek verdiği görüldü. Birkaç hafta önce Londra’da beş köprüyü trafiğe kapayan ve kendilerini Yokoluş İsyanı olarak adlandırılan grup da yürüyüş öncesi bir açıklama yaptı. Soğuk havaya rağmen oldukça hareketli geçen yürüyüşte, iklim değişikliğine dikkat çekmek için yaptığı çalışmalarla gündeme gelen Leonardo Dicaprio’nun pankartını taşıyan eylemciler, çocuklarıyla yürüyüşe gelen aileler ve iklim değişikliğinden en çok etkilenmesi beklenen yerli halkların temsilcilerinin katılımı özellikle dikkat çekiciydi.

Jeotermalde acil çözüm gerekiyor

Özgür Gürbüz-BirGün/6 Aralık 2018

Aydın’ın Efeler ilçesine bağlı Kızılcaköy’de köylüler aylardır çadırlarda nöbet tutuyor. Kurulmak istenen jeotermal santralına karşı direniyorlar. Dün medyaya yansıyan bir kareyi unutmak mümkün değil. Onlarca jandarmanın önünde toprağını korumak için oturmuş o köylü kadının fotoğrafından bahsediyorum…

Ne garip, küçükken bana okullarda hep köylünün milletin efendisi olduğu anlatılmıştı. Fotoğraf bütün öğretilenleri yalanlar gibiydi.

Köylüler, tarımsal ürünlerinin etkileneceğini ve santraldan çıkacak zararlı gazlar ile atık suların çevre kirliliğine yol açacağını düşündüklerinden jeotermal santrala karşı çıkıyor. Kızılcaköy tek değil. Aydın yöresinden uzun zamandır jeotermal santrallarıyla ilgili benzer şikâyetler geliyor.

Jeotermal enerji yer altındaki sıcak suyun buharından faydalanarak elektrik üreten bir sistem. Buhar türbinleri çeviriyor, jeneratör elektrik üretiyor. Dünyada yenilenebilir enerji sınıfında yer alıyor ve küresel iklim değişikliğine neden olmamasından ötürü destekleniyor. Peki, ne oluyor da dünyada “temiz” kabul edilen bu enerji kaynağı Türkiye’de “kirli” olabiliyor?

Efeler Belediyesi de bu sorunun yanıtını bulmaya çalışmış ve şikâyetleri araştırmak için bir komisyon kurmuş. Yaklaşık 10 ay önce yayımladıkları raporda; yeraltından çıkarılan akışkanın tamamen yeraltına geri verilmediği, bazı gazların koku yaptığı, yüksek sıcaklıktaki suyun çevreye zarar verebileceği ve bölgede artık organik incir yetiştirmenin mümkün olmadığına dair önemli bulgular var. Öneriler bölümünde de şu madde yer alıyor: “Yaptığımız araştırmada diğer ülkelerin standartlarına uygun olmayan Jeotermal Yasası ve yönetmeliğinin, dünya ülkelerinin jeotermal yasaları ve yönetmelikleriyle karşılaştırılıp, yasamızın tekrar düzenlenmesi gerektiğine inanıyoruz”. Anlaşılan o ki enerji aynı enerji ama dünyayla Türkiye’deki uygulama farklı.

Jeotermal enerjiden elektrik üretimi son yıllarda hızla arttı. Bu santrallardan üretilen elektriğe verilen kilovatsaat başına 10,5 dolar sentlik alım garantisinin artıştaki payı büyük. 2017 yılında Türkiye’nin elektrik üretiminin yüzde 2,1’i jeotermalden sağlandı. 2010’da bu oran yüzde 0,3’tü. Yedi yılda yedi kat arttı. Kurulu santralların neredeyse dörtte üçü Aydın ve Denizli’de. Belli bölgelerde yığılma olduğu açık. Aynı HES’ler gibi, tek tek etkisi sınırlı olabilen bu santrallar, aynı bölgede ardı ardına kurulunca iş değişiyor. Yeraltına geri gönderilmeyen sıvılar, koku ve aşırı kullanım nedeniyle azalan yeraltı suları gibi çeşitli sorunların kümülatif etki yaratması sürpriz olmasa gerek.

Gözüme çarpan bir başka nokta ise bu santralların kullanım biçimi. 2017 yılında kurulu gücü 1063 megavatı bulan jeotermal santrallar aynı yıl 6 milyar kilovatsaatten fazla elektrik üretmiş. Bu santralların çok yüksek verimle, adeta bir doğalgaz santralı gibi çalıştırıldığı görülüyor. Kapasite faktörü yüzde 70. Yani, santrallar bir yıldaki 8 bin 760 saatin 6 bin 132’sinde tam kapasite çalışmış. Alım garantisinin 2020’de bitecek olması da bu santralları gece gündüz çalıştıran bir etken olabilir.

Jeotermal enerji rüzgâr ve güneşin aksine dilediğiniz zaman elektrik üretebileceğiniz bir kaynak. O yüzden de baz yük dediğimiz (düğmesine basınca size elektrik veren) santrallarının yerine geçebilir. Ancak, onu böyle kullanmak yerine, rüzgâr veya güneş santrallarıyla eşleştirip, güneşin olmadığı, rüzgârın azaldığı anda devreye alıp, bu üçlüyü tek bir santralmış gibi çalıştırmak daha akıllıca olabilir. Hem yeraltındaki su rezervi sürdürülebilir bir şekilde kullanılır hem de tarımsal ürünler, çevre riske atılmadan, belirlenecek yüksek standartlara uygun bir üretim gerçekleştirilebilir. Çevre ile enerji bakanlıkları işi denetlemez, kurallar koymazsa, firmalar en kısa zamanda en çok karı elde etmek için mümkün olduğunca fazla elektrik üretip satmak ister. İtiraz edenin karşısına jandarmayı göndermekle sorunu çözmüş olmuyorsunuz.

Geleceği konuşmuyoruz

Özgür Gürbüz-BirGün/29 Kasım 2018

Filmlerimiz, dizilerimiz, yazılarımız hatta politikacıların nutukları bile geçmişle ilgili. Bu bir “geçmişten öğrenme” çabası olsa anlayışla karşılanabilirdi elbette ama bu aslında “gelecekten kaçışın” belirtisi. Geleceğe dair bir hedefin olmayışının itirafı. Geçmişe adım atarak geleceği inşa edemeyeceğimizi henüz öğrenemedik.

Bugün Osmanlıcılığa sığınanların, aslında yeni bir başarı yaratamadığı ve gelecekle ilgili kitlelere umut verecek bir icraat bulamadığı ortada. Tarihe, onun da sadece hoşlarına giden kısmına sığınmaları işte tam da bu yüzden. Mevcut durumu iyiye götüremedikleri için bugünü değil geçmişi tartışmaya açıyorlar. Bugünün otoriterleşme, ekonomik kriz ve dış politikanın iflası gibi sorunlarını herkes biliyor ama CHP dönemini sadece tarih ve siyasetle ilgilenen gençler hatırlıyor. O yüzdeni gündemi geçmişe çekmek ve istediğiniz gibi çarpıtmak iktidara vakit kazandırıyor.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ilk dönemlerinde projeleriyle gündemi kontrol ediyordu. Geleceği şekillendirmek, kısa dönemli projelerle ya da bizdeki gibi inşaat işleriyle olmasa da bunların en azından “bugün ve yarınla” ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Projelerin hemen hemen hepsinin ülkeye ekonomik ve çevresel zararlar getirmesiyle proje dönemi de kapandı. Köprüler, şehir hastaneleri, enerji projeleri sermayeyi eritti, kredi muslukları kapandı ve daha da önemlisi gelecek kuşakların ihtiyacını da karşılayacak doğa büyük yara aldı. Doğayı, ülkenin ekonomik ve sosyal geleceğini kuracağımız zemini, böyle yaralamaya devam ettikçe bundan 10, 20 veya 50 yıl sonrası için bir erek oluşturamayız. O zaman, gelsin İsmet İnönü!

İkinci bir neden de bugüne ve geleceğe dair söz söylemenin tehlikeli olması. Behzat Ç. dizisini hepimiz hatırlıyoruz. Emniyet içerisinde herkesin bildiği örgütlenmelere atıfta bulunması bile olay olmuştu. Sistemi eleştiren, hatta bırakın eleştirmeyi bugün yaşananı gösteren dizi ve filmler yayından kaldırılabiliyor, sansürlenebiliyor. Hükümetin, 16 yılda yarattığı ülkeyi halkına göstermeye tahammülü bile yok. Mesele siyaset de değil. Sigara üzerinden anlatalım…

Sigarayı ekranda göstermek isterseniz buzlamak zorundasınız ama biliyorsunuz ki ülkede varmış gibi yapılan sigara yasağı gerçekte uygulanmıyor. Nöbetteki polisinden, statları dolduran seyircisine kadar herkes yasağa rağmen sigara içiyor. AKP yetkilileriyse her fırsatta sigara yasağını başarı öyküsü gibi anlatıyor. Televizyonlar, gazeteler, sosyal medya ve siyaset; bırakın geleceği, yaşadığımız hayatı gündemine alabilse bunun gibi gerçekleşmeyen birçok icraat gözler önüne serilecek.

Geçmişe dönmek hiçbir ilerlemeci ülke için ideal ya da erek olamaz. Dünyaya bakarak, gerçekten de ne kadar geçmişte yaşadığımızı görebiliriz. Son 25 yılda 300 milyondan fazla insanı yoksulluktan kurtaran Çin, 2050’ye kadar nüfusun yüzde 80’ini kentlere taşımayı hedefliyor. Bu sadece bir yer değiştirme hedefi değil. Endüstriyel kentlerdeki nüfus 500 milyona çıkarken, 600 milyon insan da ileri teknoloji kullanılan yörekentlerde (banliyö) yaşayacak.

Danimarka 2050 yılında enerjisinin tamamını yenilenebilir kaynaklardan sağlamayı hedefliyor. Petrol, kömür ve doğalgazı tamamen terk edecek ülkede kullanılan elektrikten, ulaşıma, ısıtmadan endüstriye kadar her şey güneş, rüzgar, biyokütle gibi kaynaklardan sağlanacak. Danimarka’nın geleceğinde kömüre, nükleere, doğalgaza ve petrole yer yok.

Kişi başına düşen milli geliri 800 doların altındaki Ruanda’nın 2050 hedefi ise yaşam koşullarını yükseltmek. Atılacak adımlar arasında yeşil, akıllı, ekolojik kentler kurmak; ulaşımı modernleştirmek; toplumsal cinsiyet eşitliğini yaygınlaştırmak ve turizmi çeşitlendirmek gibi tüm gelişmiş ülkelerde görebileceğiniz konular var. Şeffaflık ve halkın katılımı da 2050 hedefleri arasında. Kimbilir, belki de otobüs durağının yerini değiştirmeden önce halka soruyorlardır.

Türkiye’nin geleceğe dönük planları ise köprü yapmak, kanal açmak ve yine köprü yapmaktan ibaret. Sosyal ya da çevresel bir değerden, genç nüfusu heyecanlandıracak bir projeden bahsetmek zor. Şimdi neden favori dizimizin Ertuğrul, fon müziğimizin mehter ve haber bültenimizin İsmet İnönü olduğunu anladınız mı?

Doğa belgeseli süslü nükleer propaganda

Akkuyu’da nükleer santral kurmak isteyen Rus şirketi Rosatom doğa belgeseli hazırladı. Nükleeri ‘temiz enerji’ olarak gösteren belgesel National Geographic’te de yayımlanacak 

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Kasım 2018*

Mersin’in Akkuyu bölgesinde nükleer santral kurmak isteyen Rusya’nın devlet şirketi Rosatom, nükleer enerjiyi Türkiye’ye sevdirme çabalarına bir yenisini ekledi. Vahşi Cennetler adlı, iklim değişikliğiyle mücadeleye dikkat çektiği iddia edilen belgeselin tanıtımı ve ilk gösterimi 22 Kasım’da Ankara Cermodern’de yapıldı. Belgesel, Aralık ayında National Geographic kanalında yayınlanmaya başlanacak. Türkiye’nin doğal yaşam alanlarındaki bitki örtüsü ve hayvanlarına odaklanan belgesel, iklim değişikliğini durdurmak için temiz enerjiye geçiş yapılması gerektiğini söylüyor. Belgeselin nükleer enerjiyi “temiz” olarak değerlendirdiğini tahmin etmek zor değil. 

‘Rosatom göz boyamaya çalışıyor’
Tarım Orkam-Sen Mersin Şube Başkanı Yılmaz Kilim, Akkuyu’da inşa edilmesi planlanan santralın Göksu Deltası’na 40 km mesafede olduğuna dikkat çekiyor. Yılmaz Kilim, “Göksu Deltası, Ramsar Sözleşmesi ile koruma altına alınmış. Türkiye’de gözlemlenen 464 kuş türünden 332’sinin görüldüğü bu alan zengin biyoçeşitliliğiyle dünyanın en önemli sulak alanlarından biri ve gözlemlenen kuş türlerinin bir kısmı da bu alanda ürüyor“ diyor.

Santralın normal çalışma koşullarında bile soğutma sisteminden kaynaklı deniz suyunda yaratacağı sıcaklık artışı buradaki canlı yaşamını tehlikeye sokacak diyen Kilim, “Santralın deniz ekosistemi üzerinde yaratacağı etki, ÇED sürecinde Mersin Üniversitesi ve ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü tarafından defalarca dile getirildi. Bir kaza anında yaşanacaklar Çernobil ve Fukuşima’da tecrübe edildiği halde, Rosatom’un iklim değişikliğiyle mücadeleye dikkat çeken belgesel film yapması veya yaptırması nükleer enerji sektörünün kirli sicilini örtbas etme çabasından başka bir şey olamaz. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali Rosatom sözde çevreci faaliyetleriyle göz boyamaya çalışıyor” açıklamasını yaptı. 

Fokların üreme alanını tehdit ediyor
Türkiye’nin yaban hayatını göstermesi beklenen belgeselin, bölgede yaşayan Akdeniz foklarına yer verip vermeyeceği de merak konusu. Dünyada 750 bireyin kaldığı tahmin edilen Akdeniz fokları, Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından nesli tehlikedeki türler arasında gösteriliyor. Fokların inşaat nedeniyle bölgeyi terk edecekleri, üredikleri mağaraların tahrip olacağı ÇED raporunun dava sürecinde, bilirkişi raporunda bile yer almıştı. Bilirkişi heyeti, “Santral sahası etki alanında bulunan nesli kritik derecede tehdit altında olan Akdeniz fokunun 1. derece sit alanı olan Beşparmak adasındaki yaşam alanlarının korunması konusunda gerekli hassasiyet gösterilmelidir. Akkuyu nükleer enerji santralinin inşaat dönemindeki deniz trafiği ve işletme aşamasındaki soğutma suyu nedeniyle özellikle Beşparmak adası mevkiinde yer alan üreme mağarası ve çevresine tehdit oluşturması kaçınılmazdır. Bu bölgede yapılacak olan her türlü faaliyet Akdeniz fokunun bulunduğu bölgeyi terk etmesine neden olacaktır” demişti. 

National Geographic’te yer almasına tepki
Belgeselin National Geographic aracılığıyla birçok ülkede yayınlanacak olması da bir başka eleştiri konusu oldu. Bunun bir halkla ilişkiler çalışması olduğunu söyleyen Kuzey Ormanları Savunması’ndan (KOS) Ayşe Yıkıcı, ‘nükleer için seçilen bölgelerdeki tüm canlıların yaşamları tehdit altında’ diyor. Yıkıcı, “Akkuyu’nun yanı sıra Sinop ve İğneada’da nükleer santral yapılması gündemde. Bu alanlar kuzey rüzgârlarını taşıyan koridorda yer alıyor. Yani, İstanbulluların ve diğer insanların havasını da temizleyen bölgeler bunlar. Sonuç olarak, hem içindeki ağaç, kuş, endemik bitkiler hem de tüm insanlık için korunması, yaşatılması gereken bu bölgelerin yine insanlar tarafından yok edilmesinin doğayı, canlıları anlatan bir belgesel kanalında böyle yansıtılmasını anlamak mümkün değil” diyerek itirazını dile getiriyor.

Haber hazırlanırken National Geographic kanalına ulaşmaya çalıştık ancak yetkili kimseye ulaşamadık. 

Rosatom’un bu ilk “halkla ilişkiler” çalışması değil. Türkiye’deki şirketi Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş. de sık sık benzer faaliyetlerde bulunuyor. Özellikle Mersin bölgesindeki öğrencileri kendi merkezlerinde bilgilendirme toplantılarına çağıran şirket, balıkçılardan Büyükeceli köylülere kadar birçok kişiyi de yurt dışı gezi ve etkinliklere götürüyor.

*Gazetede kısaltılmış hali yayımlandı 

İstanbul’u bahçeyle kurtaramazsınız

Özgür Gürbüz-BirGün/19 Kasım 2018

Dünyanın en garip ülkelerinden birinde yaşıyoruz. Ormanlarının ortasından yol geçiren, içlerine saray konduran sonra da “yeşilimiz az” deyip “bahçe” açılışı yapan bir ülke burası. Ormanlarını kaybettiğinde üzülmeyenler, beton bloklar arasında ufacık bir bahçesi olmasına seviniyor.

İstanbul’un artık taşı toprağı beton. Gözlemler kadar raporlara da yansıyan bir gerilemeden bahsediyoruz. Arcadis tarafından hazırlanan Sürdürülebilir Kentler Dizini 2018 (The Sustainable Cities Index 2018) adlı değerlendirmede İstanbul, dünyadaki 100 büyük kent içinde 82. sırada yer alıyor. Londra ilk sırada, onu Stockholm, Edinburgh, Singapur ve Viyana izliyor.

Bahane arayanlara peşin peşin söyleyelim. İstanbul’un sınıfta kalmasının tek nedeni çevre değil. İnsanlar, çevre ve kâr başlıkları altında; sosyal, çevresel ve ekonomik değerlendirmelere göre bu sıralama yapılıyor. İstanbul bu üç başlık altındaki değerlendirmelerin hepsinde de sonlarda yer alıyor.

Sosyal değerlendirme, fırsat ve yaşam kalitesine bakılarak yapılıyor. Sağlık, eğitim, suç oranı, gelir adaletsizliği ve ulaşım gibi kıstaslar değerlendiriliyor. İstanbul 75. sırada.

Çevresel değerlendirme, enerji kullanımı yönetimi ve kirliliğe bakılarak yapılıyor. Suya erişim, sağlık önlemleri, hava kirliliği, seragazı emisyonları, enerji tüketimi, geri dönüşüm, bisiklet yolları ve doğal afetlere direnme gibi kıstaslar değerlendiriliyor. İstanbul 88. sırada.

Ekonomik değerlendirme, iş ortamı ve ekonomik performansa bakılarak yapılıyor. Ulaşım altyapısının verimliliği, işsizlik oranı, küresel ekonomi içerisindeki yeri, turizm, iş yapma kolaylığı, işsizlik oranı, teknolojik altyapı ve üniversitelerdeki teknoloji araştırmaları gibi kıstaslara bakılıyor. İstanbul 80. sırada.

En çarpıcı olan da belki bu; İstanbul’un ekonomik değerlendirme notu. Parayı ve ticareti her şeyin önüne koyarak, yeşili ve insana ait değerleri (sağlıklı bir kentte yaşamak, eğitim, ulaşım) hiçe saymalarına rağmen İstanbul bu konuda bile 100 ülke içinde 80’inci olmuş. Nereden tutsanız elinizde kalıyor. Raporu dış güçler falan hazırlamıştır diye bahanelere hiç başlamayın. Arcadis adlı tasarım ve danışmanlık firması yeni havalimanından iş almış firmalardan biri. 

Kentin bu hale gelmesinin sorumlusu belli. Sorumlular da bu kente “ihanet ettiklerini” zaten itiraf etti. O yüzden suçlunun adını yazmak, İstanbul’u 1994’ten beri yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Önümüzdeki yerel seçimlerde yapılan yanlışları düzeltmeyi, kenti küçültmeyi, en azından genişletmemeyi düşünen bir yönetime şehrin anahtarını vermezsek, son sıraları görmemiz kaçınılmaz. İstanbul’un içine bahçe yaparak kentin sorunlarını çözemeyiz, kenti bir bahçeye çevirip, rantı, plansızlığı, yasadışılığı ve betonu bahçenin dışında bırakmalıyız. Birçok dev projeyi yıkmak pahasına bunu yapmalıyız. Bahçesinde insan yetiştiren bir kent kuramazsak, İstanbul hep beton kokacak.

***
Dünyayı kurtaran filmler
Hepimiz kentlerimizi değiştirmek, doğamıza sahip çıkmak istiyoruz ama nasıl yapacağımız konusunda kafamız biraz karışık. Kafa karışıklığını azaltan belgeseller bana hep yardımcı oldu, size de olabilir. Hem dünyanın karşı karşıya kaldığı çevre sorunlarını görmek hem de çözümlerden ilham almak için, 22-25 Kasım tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşecek Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’ne gitmenizi öneririm. Aralarında Türkiye’nin de olduğu 21 farklı ülkeden derlenen filmler sizi bekliyor. Orada görüşmek üzere. surdurulebiliryasamfilmfestivali.org