sürdürülebilir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sürdürülebilir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Türkiye'den 44 şirket kara listede

Aralarında Alarko Holding, Doğan Holding, Koç Holding, Sabancı Holding, Aselsan, Bizim Toptan, Roketsan ve Turkcell gibi Türkiye’nin en büyük işletmelerinin de olduğu 44 firma, iklim ve çevre kıstaslarına uymadığı için fon sağlayan 87 kuruluşun kara listesine girdi.

Özgür Gürbüz-BirGün/13 Ekim 2023

Ticari faaliyetlerini petrol, kömür ve gaz gibi fosil yakıtlara, silah üretimi ve ticaretine, tütün ürünlerine ve iklime zarar veren çalışmalara dayandıran 4532 şirket, 16 ülkeden 87 finans kuruluşunun kara listesine alındı. Ağırlıklı olarak Avrupa’da yer alan küresel yatırımcı kuruluşlar ve bankalar, sürdürülebilirlik esaslarına uymayan bu şirketlere kredi vermiyor. 4532 şirket arasında Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek aracılığıyla yurt dışından kaynak arayan Türkiye’den de 44 firmanın ismi yer alıyor.

Türkiye’den Alarko Holding, Çalık Holding, Çukurova Holding, Doğan Holding, Kazancı Holding, Koç Holding, Sabancı Holding gibi holdinglerin yanı sıra Akenerji, Aksa, Anadolu Grubu, Aselsan, Bizim Toptan, ENKA, EÜAŞ, Mavi, Makine ve Kimya Endüstrisi (MKE), Park Elektrik Üretim ve Madencilik, Roketsan, Tekfen, Turkcell gibi dev şirketlere de listede rastlanıyor. Firmaların kara listeye alınmasında beş ana etken rol oynuyor. İklim değişikliği, tartışmalı silah üretimi, tütünle bağlantılı faaliyetler, insan hakları ve iş uygulamalarındaki eksiklikler. Exxon Mobil, Philip Morris, General Dynamics, Walmart ve Çin Ulusal Petrol Kurumu (CNPC) gibi küresel dev şirketler de aynı listede yer alıyor.

Kamuya açık bir şekilde financialexclusionstracker.org adresinde paylaşılan kara listede firmaların neden bu listeye alındığı da belirtiliyor. Örneğin, dünyanın en büyük gıda üreticilerinden JBS, Amazon ormanlarında yarattığı tahribat ve hak ihlalleri nedeniyle finansal kuruluşların kara listesine alınmış. Kara listeye alınma nedenlerinin yüzde 40’ı iklim kriziyle ilgili. İklimi silah ve tütün başlıkları takip ediyor. BankTrack ve Fair Finance International (Uluslararası Adil Finans) gibi 10 farklı sivil toplum örgütünün işbirliğiyle oluşturulan veritabanı, finansal kuruluşların kara listeye aldığı şirketleri göstermenin yanı sıra daha fazla sayıda finansal kuruluşu benzer faaliyetleri finansal destek kapsamı dışına almaya çağırmayı da hedefliyor.

İzmir Demir Çelik, Ereğli Demir Çelik ve Türkiye Kömür İşletmeleri’nin listeye giriş nedeni kömür üretimi-kullanımına bağlı olarak iklim kategorisi altında olmuş. Türk Eximbank, Ziraat Bankası ve Vakıfbank ülke politikaları nedeniyle listede yer alırken Halkbank insan hakları kategorisinde sınıflandırılmış. Anadolu Grubu içki ve tütün, Net Holding kumar, silah üretimi yapan şirketler ise silahlar ana kategorisinde yer almış alt kategorilerde ise tartışmalı silahlar, mayınlar ve hatta nükleer silahlar gibi (Roketsan ve Aselsan için) alt başlıklar da var.

Kara listedeki firmalara kredi vermeme kararı alan finansal kuruluşlar arasında ABN Ambro, Achmea, ANZ, Danske Bank, Ethikbank, Folsam, Spar Nord gibi ağırlıklı olarak kuzey Avrupa ülkelerine ait bankalar ve emeklilik fonları yer alıyor. Etik veya sürdürülebilir faaliyette bulunmayan şirketlere fon vermeme kararı alan finans kuruluşları arasında Türkiye’den bir isme rastlanmadı.

87 finans kuruluşunun kara listesine alınan 44 Türk şirketi

Şirket adı

Listeye alındığı kategori

Akenerji

İklim

Aksa

İklim

Aksoy Holding

İklim

Alarko Holding

İklim

Anadolu Efes Biracılık

İçki

Anadolu Grubu

İçki ve Türün

Aselsan

Silah

AUTCO Savunma Sanayi

Silah

Başkent Doğalgaz

İklim

Bizim Toptan

Ürün bazlı (tütün)

Central Bottling Company (Tuborg)

Alkol

Çalık Holding

İklim

Çukurova Holding

İklim

Doğan Holding

İklim, ürün bazlı (tütün)

EÜAŞ

İklim

ENKA

İklim

ERDEMİR

İklim

Global Investment Holding

İklim

Hacı Ömer Sabancı Holding

İklim, ürün bazlı (tütün)

Halkbank

İnsan Hakları

Hektaş

Ürün bazlı (pestisit)

Izmir Demir Çelik Sanayi

İklim

Kazancı Holding

İklim

Koç Holding

İklim, silah, ürün bazlı (tütün)

Koza İpek Holding

İklim

Mavi

Ürün bazlı (kürk)

Makine ve Kimya Endüstrisi

Silah, insan hakları

NET Holding

Kumar

Net Turizm

Kumar

Odaş Elektrik Üretim ve Sanayi

İklim

Odaş Enerji

İklim

Park Elektrik Uretim Madencilik Sanayi ve Ticaret AS

İklim

Roketsan Roket Sanayii ve Ticaret

Silah, İklim, insan hakları

Şok Marketler

Üzün bazlı (tütün)

T. C. Ziraat Bankası

Ülke politikaları

Tekfen

İnsan hakları

Turkcell

İnsan hakları

Turkish Armed Forces Foundation (TAFF)

Silah

Turkish Hard Coal Enterprises

İklim

TÜMAD Madencilik Sanayi ve Ticaret

İklim

Türk Eximbank

Ülke politikaları

Türkiye Petrol Rafinerileri (Tüpraş)

İklim

Vakıfbank

Ülke politikaları

VIP Grub

Ülke politikaları

 

İstanbul’u bahçeyle kurtaramazsınız

Özgür Gürbüz-BirGün/19 Kasım 2018

Dünyanın en garip ülkelerinden birinde yaşıyoruz. Ormanlarının ortasından yol geçiren, içlerine saray konduran sonra da “yeşilimiz az” deyip “bahçe” açılışı yapan bir ülke burası. Ormanlarını kaybettiğinde üzülmeyenler, beton bloklar arasında ufacık bir bahçesi olmasına seviniyor.

İstanbul’un artık taşı toprağı beton. Gözlemler kadar raporlara da yansıyan bir gerilemeden bahsediyoruz. Arcadis tarafından hazırlanan Sürdürülebilir Kentler Dizini 2018 (The Sustainable Cities Index 2018) adlı değerlendirmede İstanbul, dünyadaki 100 büyük kent içinde 82. sırada yer alıyor. Londra ilk sırada, onu Stockholm, Edinburgh, Singapur ve Viyana izliyor.

Bahane arayanlara peşin peşin söyleyelim. İstanbul’un sınıfta kalmasının tek nedeni çevre değil. İnsanlar, çevre ve kâr başlıkları altında; sosyal, çevresel ve ekonomik değerlendirmelere göre bu sıralama yapılıyor. İstanbul bu üç başlık altındaki değerlendirmelerin hepsinde de sonlarda yer alıyor.

Sosyal değerlendirme, fırsat ve yaşam kalitesine bakılarak yapılıyor. Sağlık, eğitim, suç oranı, gelir adaletsizliği ve ulaşım gibi kıstaslar değerlendiriliyor. İstanbul 75. sırada.

Çevresel değerlendirme, enerji kullanımı yönetimi ve kirliliğe bakılarak yapılıyor. Suya erişim, sağlık önlemleri, hava kirliliği, seragazı emisyonları, enerji tüketimi, geri dönüşüm, bisiklet yolları ve doğal afetlere direnme gibi kıstaslar değerlendiriliyor. İstanbul 88. sırada.

Ekonomik değerlendirme, iş ortamı ve ekonomik performansa bakılarak yapılıyor. Ulaşım altyapısının verimliliği, işsizlik oranı, küresel ekonomi içerisindeki yeri, turizm, iş yapma kolaylığı, işsizlik oranı, teknolojik altyapı ve üniversitelerdeki teknoloji araştırmaları gibi kıstaslara bakılıyor. İstanbul 80. sırada.

En çarpıcı olan da belki bu; İstanbul’un ekonomik değerlendirme notu. Parayı ve ticareti her şeyin önüne koyarak, yeşili ve insana ait değerleri (sağlıklı bir kentte yaşamak, eğitim, ulaşım) hiçe saymalarına rağmen İstanbul bu konuda bile 100 ülke içinde 80’inci olmuş. Nereden tutsanız elinizde kalıyor. Raporu dış güçler falan hazırlamıştır diye bahanelere hiç başlamayın. Arcadis adlı tasarım ve danışmanlık firması yeni havalimanından iş almış firmalardan biri. 

Kentin bu hale gelmesinin sorumlusu belli. Sorumlular da bu kente “ihanet ettiklerini” zaten itiraf etti. O yüzden suçlunun adını yazmak, İstanbul’u 1994’ten beri yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Önümüzdeki yerel seçimlerde yapılan yanlışları düzeltmeyi, kenti küçültmeyi, en azından genişletmemeyi düşünen bir yönetime şehrin anahtarını vermezsek, son sıraları görmemiz kaçınılmaz. İstanbul’un içine bahçe yaparak kentin sorunlarını çözemeyiz, kenti bir bahçeye çevirip, rantı, plansızlığı, yasadışılığı ve betonu bahçenin dışında bırakmalıyız. Birçok dev projeyi yıkmak pahasına bunu yapmalıyız. Bahçesinde insan yetiştiren bir kent kuramazsak, İstanbul hep beton kokacak.

***
Dünyayı kurtaran filmler
Hepimiz kentlerimizi değiştirmek, doğamıza sahip çıkmak istiyoruz ama nasıl yapacağımız konusunda kafamız biraz karışık. Kafa karışıklığını azaltan belgeseller bana hep yardımcı oldu, size de olabilir. Hem dünyanın karşı karşıya kaldığı çevre sorunlarını görmek hem de çözümlerden ilham almak için, 22-25 Kasım tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşecek Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’ne gitmenizi öneririm. Aralarında Türkiye’nin de olduğu 21 farklı ülkeden derlenen filmler sizi bekliyor. Orada görüşmek üzere. surdurulebiliryasamfilmfestivali.org

Yaşasın tekbir

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Kasım 2015

İngiltere hükümeti iklim değişikliğine yol açan kömür santrallerini 2025’e kadar kapatacağını açıkladı. Bizim Enerji Bakanlığı duyuyor mu olan biteni bilmiyorum. Tek bildiğimiz onlarca kömür santrali kurmayı planladıkları. Adana, Zonguldak, Aliağa ve Çanakkale civarında beşer onar termik santral planları var. Ne halka soruluyor ne de doğru dürüst çevre etkileri araştırılıyor. Oradaki insanlar ne yapacak, nerede yaşayacak, nasıl bir hava soluyacak belli değil. Türkiye’nin iklim değişikliğine katkısı da ortada. Dünyanın en çok elektrik üreten 20. ülkesiyiz. Ürettiğimiz elektriğin yüzde 70’ten fazlasını termik santrallerden (doğalgaz ve kömür) sağlıyoruz. Her yıl sellerde insanlarımız ölüyor, kuraklık yüzünden tarlalarda ürünler kavruluyor ama tek yaptığımız iş olan biteni seyretmek. Ha, bir de aklımıza geldikçe tekbir getiriyoruz. Statta, okulda, sokakta tekbir. Maşallah!

İngiltere’de sanayi devrimini gerçekleştiren iki hammadde vardı; kömür ve demir. İngiltere işte bu iki hammaddenin birinden vazgeçiyor. Sadece İngiltere değil, gelişmiş ülkelerin hemen hemen hepsi aynı yönde ilerliyor. İsveç, Danimarka gibi ülkeler çoktan petrolsüz, kömürsüz bir gelecek için planlarını yaptı. Ekonomisi bize yakın ülkeler de boş durmuyor. Örneğin Portekiz; elektrik üretiminin yüzde 60’dan fazlası yenilenebilir enerjiden sağlanıyor.

OECD bile kömür santrallerinin verimsizlerine ihracat kredilerini kesme konusunda anlaşmaya vardı. Yakında detaylar ortaya çıkacak. Kısacası dünyada yeni bir çağ başlıyor, adına güneş çağı diyelim. Türkiye bu çağın neresinde? Biz devre tekbir getirerek başlamıştık, tekbir getirerek devam ediyoruz. Arada da kayda değer bir şey yok. Ya Allah yola devam ama gittiğimiz yolun sonu yok farkında değiliz.

Filmler bize yol gösteriyor
Yalnız değiliz. İş mücadeleye gelince bu dünya çok küçük. Yeni otoyollara, havaalanlarına, sofranıza kadar uzanan genetiği değişmiş organizmalara (GDO), kentleşmeye karşı direnen çiftçilere sadece Türkiye’de rastlanmıyor. Dünyanın dört bir yanında insanlar benzer kavgaları veriyor. Amaçları aynı, yaşam hakkını savunmak, yaşamı sürdürülebilir kılmak. Farkları ise buldukları çözüm yolları.

Bu yıl sekizincisi düzenlenen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali (SYFF) dün başladı. Filmler dünyanın dört bir yanından derlenen güzel fikir ve mücadeleleri önümüze getiriyor. En sevdiğim film festivali SYFF desem abartmış olmam. Filmleri izlerken bazen aynı dertleri paylaştığım bir dostla sohbet ettiğimi düşünüyorum. Festival, yaratıcı fikirler edinmek, sorunlar hakkında bilgi sahibi olmak ve çözüm önerilerini görmek adına dört dörtlük bir fırsat sunuyor bizlere. www.surdurulebiliryasam.org adresinden bilgi alabileceğiniz festival bu yıl 20 ayrı noktada aynı zamanda başlıyor. Festival, Adana, Ankara, Antalya, Artvin, Balıkesir, Bayındır (İzmir), Bodrum (Muğla), Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Eskişehir, Fethiye (Muğla), Giresun, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Trabzon ve Urla’da (İzmir) ücretsiz izlenebiliyor. Festivalin bir özelliği de izleyicileri işin içine katması. Programda sohbet bölümleri de var. Ben de bir tanesine katılacağım. Pazar günü Caddebostan Kültür Merkezi'nde, 16.00'da gösterilecek, ‘Hayatta Kalma Bilgeliği’ adlı filmden sonra izleyicilerle filmi değerlendireceğiz, ilkim değişikliği sorununu tartışırken bu defa sadece insan merkezli bir değerlendirme yapmayacağız. Film ve doğa severleri beklerim.

Yeşil Kaplanın Uyanışı

Özgür Gürbüz-BirGün/7 Nisan 2013
Dali'de pirinç tarlaları (Yunnan) - Foto: O.Gurbuz.


Mao’nun, “İnsanoğlu doğayı fethetmeli” sözleri Çin’de önemini yitireli çok oldu. Bugün Çin’de aklı başında hiç kimse doğayı fethederek “kalkınmaktan” bahsetmez. Çin Kültür Devrimi’nden kalan “doğayı fethetme” hedefi yerini, “yeşil kentlere, düşük karbon ekonomisine ve yenilenebilir enerjiye bırakmaya başladı. Çin ekonomik kalkınma ve doğayı koruma kavramları arasındaki sorunları tümden çözmüş değil elbet ama gittikleri yolun yanlış olduğunu fark ettiler. Değişimin ilk adımı da hata yaptığınızı kabul etmektir. Darısı başımıza!

11 Nisan’da Ankara’da başlayacak Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nin en çarpıcı ve tartışmalı filmlerinden biri hiç kuşkusuz Yeşil Kaplanın Uyanışı. Çin’in Yunnan bölgesinde kurulmak istenen barajlara karşı mücadele eden yerel halkın öyküsünü anlatan film, bir anlamda Çin’in son 50 yıllık kalkınma hamlesini inceliyor. Çin’in deneyimi hem doğa korumacılara hem de “ekonomik kalkınmayı” tanrılaştıran günümüz sanayici ve politikacılarına çok önemli mesajlar veriyor.

Serçe avından açlığa
1958’deki Büyük Atılım politikasıyla başlatılan çelik üretimi seferberliği nedeniyle yok edilen ormanlar, yeni tarım sahaları açmak için doldurula göller veya tahıl üretimini düşürdüğü için sinek, fare ve serçe avına çıkarılan kitleler. Çin’in bu kalkınma hamlelerinin yol açtığı ekolojik ve sosyal felaketlerden hepimiz, başta politikacılar, ders çıkarmalı. Çin’de bu politikaların sonuçları ağır oldu. Çelik ocakları için kesilen ağaçlar sonucu ormanlar kaybedildi. Filmde çarpıcı karelerle gösterilen, Diançi Gölü’nü doldurarak yeni tarım sahaları açma fikri, göl ekosistemini yok etti. Sadece göller değil, otlaklar ve ormanlar da pirinç üretimi için heba edildi. Bugün Diançi Gölü’nün iyileştirilmesi için milyonlar harcanıyor, ormanları yeniden kazanmak içinse fidanlar dikiliyor. Tahıl üretimini azalttığı için serçelerin ve farelerin öldürülmesi ise tahıllara saldıran böceklerin artmasına neden olmuş. Kimilerine göre 1958-1961 yılları arasında yaşanan büyük açlığın nedenlerinden biri de bu. Film, zaman zaman bir Çin karşıtı propaganda hissi verse de, ortalarında kapitalizmin de benzer sorunlara yol açtığını söyleyerek sizi biraz rahatlatıyor.

Çin’de 2004 yılında yürürlüğe giren Çevre Etki Değerlendirme Yasası, bu tip projelerde halkın katılımını ve onayını şart koşuyor. Belgesel, birkaç gazeteci ve akademisyenle yerel halkın bu yasal değişikliğe güvenerek, Yunnan eyaletindeki baraj projelerinin bazılarını nasıl durdurduklarını anlatıyor. İçlerinde en büyük olanı, Kaplan Atlatan Boğaz Barajı da var. Ana akım medyada baraj karşıtı ilk haberlerin çıkmasıyla eski Başbakan Vın Ciabao, Nu Nehri üzerindeki projelerin dikkatle ele alınması gerektiğini söylüyor. Ciabao’nun bu demeci, zenginliğin tartışılamaz ön şartı kabul edilen kalkınmanın sorgulanması anlamına geliyor. Bu açıdan baraj karşıtı bu mücadele Çin için önemli bir mihenk taşı niteliğinde. Ekoloji mücadelesi, halkın birlikte sesini yükseltmesine, hükümetin eleştirilere daha açık olmasına neden oluyor; tüm dünyada olduğu gibi. Türkiye’de süreç Çin’in tersi yönde ilerlese de…

Çin’de yaşarken Yunnan eyaletine gitmiştim. Doğasıyla insanı büyüleyen bir yer. Çin’in tüm hayvan ve bitki türlerinin yarısından fazlası bu bölgede. Yaşam suyla birlikte geldiğinden olsa gerek hidroelektrik potansiyelinin dörtte biri de yine burada. Kültürel zenginlik de çok çarpıcı. 25 etnik grup burada yaşıyor. Müslümanlar, Budistler ve Şamanlar.

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Türkiye’de ilk kez İstanbul dışında bir kentte gösterilecek. Sinemaseverler, 14 Nisan’a kadar 24 filmi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde ücretsiz izleyebilecek. Arıların neden son yıllarda kaybolduğunu, ABD’de 83 bin öğrencinin nasıl yerel gıda ile beslendiğini, Türkiye’de kentsel dönüşüm yaşanırken dünyanın pasif mimariye dönüşünü filmler çok güzel anlatıyor. Festivalin amacı sürdürülebilir yaşamı hep birlikte inşa etmek. Yunnanlı bir köylünün dediği gibi. “İki yemek çubuğunu kırmak kolay ancak bir deste yemek çubuğunu kıramazsınız”.

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali başladı

İlki 2008 yılında yapılan Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, bu yıl 29 Kasım – 2 Aralık tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşiyor. Festival, bu yıl da neyin sürdürülebilir olduğu veya olmadığına dair dünyanın dört bir yanından örnekler sunarak, gerçek hikâyelerle ilham vermeye çalışacak.

Festival sadece filmleri ve filmlerin içeriğiyle ön plana çıkmıyor. İzleyicileri, konuşmacılar ve müzisyenlerle bir araya getiren renkli etkinlikleri bir buluşma zemini oluşturuyor. Toplumun her kesimini bir araya getirerek birleştirici ve kapsayıcı olmayı hedefleyen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali'nde bir çiftçiyi, bir iş adamını, öğrencilerini toplayıp gelmiş bir öğretmeni, çocuğunun gelecekte yaşayacağı dünyadan endişeli bir anneyi, akademisyenleri, aktivistleri yan yana otururken ve fikir alışverişinde bulunurken görebilirsiniz. İtalyan Kültür Merkezi ve Salt Galata’da gerçekleşecek bu yılki festivalde gösterilecek filmler ise şunlar:

A Passion for Sustainability / Sürdürülebilirlik Tutkusu, Agricoltori da Slegare / Çiftçilere Özgürlük, Biophilic Design: The Architecture of Life / Yaşam Dostu Tasarım: Hayatın Mimarisi, Bonsai People – The Vision of Muhammad Yunus / Bonsai İnsanlar – Muhammad Yunus’un Vizyonu, Cafeteria Man / Yemekhanelerin Adamı, Carbon for Water / Su için Karbon, Delicios Peace / Lezzetli Barış, Education For A Sustainable Future / Sürdürülebilir Bir Gelecek için Eğitim, Gundondu / Gündöndü, Indonesia's Palm Oil Dilemma / Palmiye Yağı: Endonezya’nın İkilemi, Passive Passion / Pasif Tutku, Perma Kultcha, Play Again / Yeniden Oyna, Sacred Economics / Kutsal Ekonomi, Sucumbíos Tierra Sin Mal / Sucumbíos, Kötülüğün Olmadığı Yer, Seeds of Freedom / Özgürlük Tohumları, Surviving Progress / Kalkınmazedeler, Switch / Şalter, Symphony Of The Soil / Toprağın Senfonisi, Taste The Waste / Çöpün Tadına Bak, The Garden at the End of the World / Dünyanın Ucundaki Bahçe, The Light Bulb Conspiracy: The Untold Story of Planned Obsolescence / Ampul Tuzağı: Kasıtlı Eskitmenin Anlatılmayan Öyküsü, The Man Who Stopped The Desert / Çölü Durduran Adam, Waking The Green Tiger: A Green Movement Rises In China / Yeşil Kaplanın Uyanışı: Çin’de Yükselen Yeşil Hareket, Waste Not / İsraf Etme!, Watershed: Exploring A New Water Ethic For The New West / Havza: Yeni Batı için Yeni bir Su Etiği Arayışı, Yasuni: A Wild Idea / Yasuni: Sıra Dışı Bir Fikir.

Festival hakkında detaylı bilgi almak için;
Web : www.surdurulebiliryasam.org
Facebook : http://www.facebook.com/surdurulebiliryasam
https://www.facebook.com/events/274134846040963/?fref=ts
Twitter : https://twitter.com/SYKolektifi

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Hakkında:
2008 yılından bu yana Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, gerçek hikâyelerle ilham vermek, dünyada ‘sürdürülebilir bir yaşam’ için yapılan çalışmaları, hareketleri, düşünce sistemlerini, uygulamaları, öğretileri, yeni bir bilinç seviyesini ve sürdürülebilir yaşam vizyonunu seyirciyle paylaşarak bireyleri umuda ve sağduyuya davet etmek; onları kendilerini güçsüz kılan bir sistemden sıyrılmaları ve kendi güçlerini keşfetmeleri için cesaretlendirmek amacını taşıyor.

Festivali gerçekleştiren Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi, çeşitliliğe değer veren açık ve esnek bir yapı dahilinde yaşamı sürdürülebilir kılmak niyetiyle bir araya gelmiş bireylerin “yaşamı çoğaltacak” projeleri kolektif olarak hayata geçirme amacıyla doğdu. Tamamen sivil bir oluşum olan Kolektif, film festivali gibi "sürdürülebilir yaşam" konusuyla ilgili farkındalık arttırıcı çalışmaları, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi'nin vizyonunu paylaşan bireyler ve organizasyonların desteği ve katılımıyla sürdürüyor.

Yeşil kapitalizm imkânsızdır

Yeşil ekonomiyi kapitalizm limanından ayrılmış bir gemiye benzetiyorum. Varmak istediği liman, kapitalizm dışında bir yerde. Başka türlü doğanın korunamayacağı açık. Ancak geminin rotası yolda şekilleniyor, arada sistemin içindeki limanlara uğruyor. Mesele dümeni sağlam tutabilmekte.

Özgür Gürbüz-Birgün/24 Haziran 2012

Bu aralar yeşil ekonomi gündemde. Dört gün önce Birleşmiş Milletler, Rio de Janerio'da büyük bir zirve organize etti. 1992 yılındaki ilk yeryüzü zirvesinin üzerinden 20 yıl geçti ama gidişat hiç iyi değil. Bu nedenle de hükümetler ve sivil toplum örgütleri yeniden biraraya geldiler. Amaç, dünyayı kurtarmak. İlk zirvenin dünyaya hediyesi sürdürülebilir kalkınma kavramı olmuştu. Bu defa amaç yeşil bir ekonominin yol haritasını çizmek, dünyada yeşil ekonomiyi hâkim kılmak. Yıllardır yeşil ekonomi üzerine kafa yormama rağmen bu işe çok sevindiğim söylenemez. Dünya ülkelerinin liderleri, resmi sivil toplum örgütleri, bankalar falan filan bu işin içindeyse korkmak lazım. Korkmalı ama yeşil ekonomiden değil, onun dönüştürüleceği halinden...

Fikret Başkaya, 20 Haziran'da başlayan ve 22'sinde son bulan zirve öncesi yazdığı yazıda, 1992 zirvesi sonrası olanları çok güzel özetlemiş. Diyor ki, “Yeryüzünün egemenleri bundan böyle kalkınmayı gerçekleştirme, yoksulluğu ortadan kaldırma, doğayı ve insanlığın geleceğini koruma sözü veriyorlardı... Artık her kelimenin önüne ‘sürdürülebilir’ niteleme sıfatı eklenebilirdi... İşte, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir büyüme, sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir turizm, sürdürülebilir enerji, sürdürülebilir su, vb... Bu amaçla ‘Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu’ [SKK] kuruldu. Daha doğrusu bu iş ‘komisyona havale edildi’... Ve ondan sonra tüm benzer komisyonlar gibi adı pek duyulmadı... 2012 zirvesi de işte bu komisyon tarafından düzenleniyor...” Başkaya'nın yazısını bulup okumanızı öneririm. Yazı, bu zirveden sonra aynı şeyin bu defa da yeşil ekonomi konusunda yaşanacağına dikkat çekiyor. Kalkınma yeşil olacak, büyüme yeşil olacak ama her şey bildiğiniz gibi hatta daha da hızlanarak devam edecek diyor Fikret Başkaya. Aynı kaygıyı taşımadığımı söylesem yalan olur ancak farklı düşündüğüm noktalar da var. Başkaya'nın yazısı üzerinden değil, genel eleştiriler üzerinden giderek görüşlerimi belirtmeye çalışayım.

Bir fabrika çevreyi kirletiyorsa onu yeşile boyasanız da yine kirletir. Şirketler, bu zirveden sonra yeşile boyama faaliyetlerini hızlandıracak; orası kesin. Ancak, sırf bu yüzden yeşil ekonominin, kapitalizmin bir oyunu olduğunu söylemek bence doğru olmaz. Bu aslında sıkça yaşadığımız, kavramların içlerinin boşaltılması ve kapitalizmin birer oyuncağı haline getirilmesine bir örnek. Yeşil büyümeyi ben, doğal kaynakların geri gelmeyecek şekilde kullanılmasına olanak tanımayan ve bu tanım içerisinde kalabilme şartıyla izin verilen gelişme şeklinde tanımlıyorum. Birçok şirket ise muhtemelen, “kestiğim ağaç kadarını dikersem yeşil yeşil büyümüş olurum” diye düşünüyordur. İşte bu yüzden, bu kavramlara sahip çıkmaya ve içlerini doğru kelimelerle doldurmaya çalışmalı. Yoksa hayatımız yeni kavramlar üreterek geçecek.

NEDİR BU YEŞİL EKONOMİ?

Yeri gelmişken yeşil ekonomiden ne anladığımı da belirtmek isterim. Yeşil ekonomiyi kapitalizm limanından ayrılmış bir gemiye benzetiyorum. Varmak istediği liman, kapitalizm dışında bir yerde. Başka türlü doğanın korunamayacağı açık. Ancak geminin rotası yolda şekilleniyor, arada sistemin içindeki limanlara uğruyor. Mesele dümeni sağlam tutabilmekte. Bir günde devrim vaat etmiyor anlayacağınız ama başka bir denize ulaşmak istediği de açık. Ulaşamazsa zaten yeşil ekonomi de hayal olacak. Bunu ben böyle söylüyorum ama liberal bir ekonomist başka bir tanım da yapabiliyor. En çok eleştirilebilecek noktalardan biri de bu ve benzeri tanımlarda ortaklaşılmamış olmaması. O yüzden kavramlara sahip çıkılmasını önemsiyorum. Öyle bir tanım yapmalıyız ki, örneğin, toplumun temel ihtiyaçlarının mülkiyeti konusu netleşmeli. Su, enerji ve gıda alanlarının şirketlerin tam kontrolüne bırakılmasının doğru olmayacağı ortada. Sadece piyasa üzerinden yapılan müdahalelerin, yoksulların bu kaynaklara erişimini, çevresel tahribatı azaltacağını öne sürmek zor. Pratikte bunu gördük. Dev enerji şirketlerinin nükleerden çıkma kararı alan Almanya'da hükümeti tehdit ettiğine, ülkemizdeki HES yapımlarında özel sektörün kâr amacıyla çevresel yıkımlara yol açtığına hep birlikte şahit olduk.

Bir ideolojiyi, kavramı hayata geçirmek için önce duyulmasını sonra konuşulmasını sağlamak zorundasınız. Yeşil ekonomi bunları başardı, şimdi anlaşılması ve uygulanması gerekiyor. İşte bu noktada şirketler kavramın içini boşaltıp, bir anlamda yanlış anlaşılması için ellerinden geleni yapıyorlar. Rio'daki zirvede hükümetler de bu kampanyaya adeta el attı. (Örneğin Türkiye'yi temsil eden resmi heyetin başında Kalkınma Bakanlığı var. Kalkınma diye diye çevrenin nasıl katledildiğine, Türkiye iyi bir örnek halbuki). Yanlış anlaşılırsa yanlış uygulanacak, gemi bildiğimiz limanlarda turlamaya devam edecek.

Uzunca bir süredir tüketim toplumunun alışkanlıklarıyla beslenmiş, bireyselleştirilmiş ve yalnızlaştırılmış dünyamızı bir günde başka bir hayata geçirmenin oldukça zor olduğunu düşünüyorum. Tüketim ve seyahat alışkanlıkları, çalışma biçimleri, endüstriyel birikimin değişimi ve bunun gibi onlarca farklı alanda yeni bir dünya kurmaktan bahsediyoruz. Bir anda hepsini, insanların zihnini değiştirmek hiç kolay değil. Yeşil ekonomi bunu bir süreç içinde gerçekleştirmeyi öneriyor ve belki de reformist diyebileceğimiz bu yaklaşım nedeniyle eleştiriliyor. Yeşil ekonomiye yeşil kapitalizm diyenler bile var. Açıkçası bu iddia bana biraz kolaycılık gibi geliyor çünkü yeşil ekonomi her şeyden önce kalkınmacı anlayışı reddeder, onu önceliği yapmaz. Kalkınma öncelik olduğunda doğa koruma zaten hayal olur.

SİZİN DİLİNİZİ KONUŞMAYANLARIN EKONOMİSİ
Yeşil ekonominin diğer ekonomik sistemlerden bir farkı da, insanın dilini konuşamayanların ve henüz doğmamış olanların, üretim sürecinden çekilmiş emeklilerin haklarını savunuyor olması. Bitkiler, hayvanlar bu ekonomik sistemde varlar. Sosyal maliyet kavramı yaşamın değerini hesaplayamasa da kapitalizm içinde değersiz kabul edilen canlıların hayatlarını dikkate alır. Hava, su ve toprak bedelsiz üretim girdisi değildir. Gerçek sosyal ve çevresel maliyetler hesaplanmak zorundadır. Yaşam hakkına saygı nedeniyle de insan merkezli bakış açısı reddedilir. Kelaynakların tek bir yaşam alanı varsa, o bölgeye herhangi bir müdahale yeşil ekonomi açısından kârlı değildir ve reddedilmek zorundadır.

Kısacası, sıfır büyüme veya ekonomik daralmadan söz eden bir iktisadi anlayıştan bahsediyoruz; bu nasıl kapitalist olabilir ki? Kapitalizm için tüketmek ve büyümek olmazsa olmazdır. Çalışma saatlerinin düşürülmesi ve tembellik hakkı gibi kavramlar tüketim toplumunun tam tersi bir modele işaret eder. Zenginliğin eşit dağılımı, ülkeler arası ekonomik işbirliği sonucu az gelişmiş ülkelere teknoloji ve finans desteğinin sağlanması ve o ülkelerde de sürdürülebilir yaşamın desteklenmesi gibi kavramlar temel prensipler içerisinde yer alıyor. Toplumsal cinsiyet, kültürel eşitlik konuları önemsenirken, gezegenin ekolojik sınırlarını dikkate alan bir ekonomik model öneriliyor. Bilimde ihtiyatlılık ilkesini, yerel ekonomileri ve katılımcılığı ön plana çıkarıyor. Dört dörtlük bir model olmayabilir ama öyle hemen çöpe atılacak kadar da kötü değil.