Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tarık’ın gözünden Filistin

Özgür Gürbüz-BirGün/18 Nisan 2013

 Foto: www.whenisawyou.com
Kendini bir anda mülteci kampında bulan bir çocuk ne yapar? Sorunun yanıtı basit aslında; evini özler. Tarık, 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında annesiyle birlikte Ürdün’deki bir mülteci kampına getirilir. Tek isteği, eski okulundaki öğretmenine, nerede olduğunu bilmedikleri babasına ve evine kavuşmaktır. Annesi ona evlerinin güneşin batığı yönde olduğunu söyler, o da evini bulmak için sırtında okul çantası yollara düşer. Kendini, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) fedailerinin kampında bulur. Tarık’ın inadı annesini de kampa getirir.

Annemarie Jacir’in, “Seni Gördügümde”  adlı bu filmi bizi görüntü ve ses efektleriyle süslenmiş egemen sinemanın dilinden bir buçuk saatliğine de olsa uzaklaştırıyor  ve bağımsız sinemayı bir kez daha hatırlamamıza yardımcı oluyor. Jacir’in filmi, kendisinin de şair olmasından olsa gerek, şiirsel ve sade bir anlatıma sahip. Bizi 40-45 yıl öncesinin Filistin’ine götürüyor. Mülteci kampalarını, fedailerin duygularını ve evine dönmek isteyen 11 yaşındaki bir çocuğa evinin yolunu gösteremeyen bir annenin çaresizliğini sakin bir dille anlatıyor. Tarif edilmesi imkânsız acıları tebessümle izletiyor. Bir bakıyorsunuz ki, İsrail’in çitlerinin yerini dev duvarlar, ciplerinin yerini insansız hava araçları almış. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün fedailerinin yerini kim almış, o hiç belli değil. Türkiye’den bakınca, Arafat’ın ölümüyle etkisizleşen direnişin yerini bu işten çıkar sağlamak için nutuk atan politikacılar almışa benziyor. Çok yakından tanıyorsunuz bu isimleri. Film, belki bilerek belki de bilmeyerek, FKÖ’nün militanlarının zaman içerisinde ne kadar değiştiğine de işaret ediyor.

 Foto: www.whenisawyou.com
Jacir daha önceki filmi, “Bu denizin tuzu”nda da, Amerika’da doğan Filistinli bir mültecinin evine dönüş hikâyesini konu almıştı. Dünyadaki dört mülteciden birinin Filistinli olduğu söylenir. Jacir onlardan biri. Onun, filmlerde ev ve memleket temalarını işlemesine şaşırmamak gerek. Aksine, Jacir’e teşekkür etmeliyiz. Çekilen acıları bir mültecinin gözünden bize sakin sakin anlatmayı başardığı için.

***
“Emek”siz olmuyor
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın düzenlediği otuz ikinci film festivalini de geride bıraktık. Festivalin bu yılki havasını tarif etmek zor. Beyoğlu’nda festival filmlerini gösteren sinema sayısı ikiye düştü (Atlas ve Beyoğlu). Eskiden, festival zamanı Beyoğlu’nda sadece film konuşulurdu. İstiklal caddesinde tanıdıklara rastlar, ellerinde festival kitapçıklarıyla dolaşan insanlar görürdünüz. Nişantaşı’ndaki sinemada elinde patlamış mısırla film izlemeye gelen ve ona “popcorn” demeyi tercih eden bir güruhla film izlemeye çalışmak hoş değildi. Gel de “Emek Sineması”nı arama.

Yeşil Kaplanın Uyanışı

Özgür Gürbüz-BirGün/7 Nisan 2013
Dali'de pirinç tarlaları (Yunnan) - Foto: O.Gurbuz.


Mao’nun, “İnsanoğlu doğayı fethetmeli” sözleri Çin’de önemini yitireli çok oldu. Bugün Çin’de aklı başında hiç kimse doğayı fethederek “kalkınmaktan” bahsetmez. Çin Kültür Devrimi’nden kalan “doğayı fethetme” hedefi yerini, “yeşil kentlere, düşük karbon ekonomisine ve yenilenebilir enerjiye bırakmaya başladı. Çin ekonomik kalkınma ve doğayı koruma kavramları arasındaki sorunları tümden çözmüş değil elbet ama gittikleri yolun yanlış olduğunu fark ettiler. Değişimin ilk adımı da hata yaptığınızı kabul etmektir. Darısı başımıza!

11 Nisan’da Ankara’da başlayacak Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nin en çarpıcı ve tartışmalı filmlerinden biri hiç kuşkusuz Yeşil Kaplanın Uyanışı. Çin’in Yunnan bölgesinde kurulmak istenen barajlara karşı mücadele eden yerel halkın öyküsünü anlatan film, bir anlamda Çin’in son 50 yıllık kalkınma hamlesini inceliyor. Çin’in deneyimi hem doğa korumacılara hem de “ekonomik kalkınmayı” tanrılaştıran günümüz sanayici ve politikacılarına çok önemli mesajlar veriyor.

Serçe avından açlığa
1958’deki Büyük Atılım politikasıyla başlatılan çelik üretimi seferberliği nedeniyle yok edilen ormanlar, yeni tarım sahaları açmak için doldurula göller veya tahıl üretimini düşürdüğü için sinek, fare ve serçe avına çıkarılan kitleler. Çin’in bu kalkınma hamlelerinin yol açtığı ekolojik ve sosyal felaketlerden hepimiz, başta politikacılar, ders çıkarmalı. Çin’de bu politikaların sonuçları ağır oldu. Çelik ocakları için kesilen ağaçlar sonucu ormanlar kaybedildi. Filmde çarpıcı karelerle gösterilen, Diançi Gölü’nü doldurarak yeni tarım sahaları açma fikri, göl ekosistemini yok etti. Sadece göller değil, otlaklar ve ormanlar da pirinç üretimi için heba edildi. Bugün Diançi Gölü’nün iyileştirilmesi için milyonlar harcanıyor, ormanları yeniden kazanmak içinse fidanlar dikiliyor. Tahıl üretimini azalttığı için serçelerin ve farelerin öldürülmesi ise tahıllara saldıran böceklerin artmasına neden olmuş. Kimilerine göre 1958-1961 yılları arasında yaşanan büyük açlığın nedenlerinden biri de bu. Film, zaman zaman bir Çin karşıtı propaganda hissi verse de, ortalarında kapitalizmin de benzer sorunlara yol açtığını söyleyerek sizi biraz rahatlatıyor.

Çin’de 2004 yılında yürürlüğe giren Çevre Etki Değerlendirme Yasası, bu tip projelerde halkın katılımını ve onayını şart koşuyor. Belgesel, birkaç gazeteci ve akademisyenle yerel halkın bu yasal değişikliğe güvenerek, Yunnan eyaletindeki baraj projelerinin bazılarını nasıl durdurduklarını anlatıyor. İçlerinde en büyük olanı, Kaplan Atlatan Boğaz Barajı da var. Ana akım medyada baraj karşıtı ilk haberlerin çıkmasıyla eski Başbakan Vın Ciabao, Nu Nehri üzerindeki projelerin dikkatle ele alınması gerektiğini söylüyor. Ciabao’nun bu demeci, zenginliğin tartışılamaz ön şartı kabul edilen kalkınmanın sorgulanması anlamına geliyor. Bu açıdan baraj karşıtı bu mücadele Çin için önemli bir mihenk taşı niteliğinde. Ekoloji mücadelesi, halkın birlikte sesini yükseltmesine, hükümetin eleştirilere daha açık olmasına neden oluyor; tüm dünyada olduğu gibi. Türkiye’de süreç Çin’in tersi yönde ilerlese de…

Çin’de yaşarken Yunnan eyaletine gitmiştim. Doğasıyla insanı büyüleyen bir yer. Çin’in tüm hayvan ve bitki türlerinin yarısından fazlası bu bölgede. Yaşam suyla birlikte geldiğinden olsa gerek hidroelektrik potansiyelinin dörtte biri de yine burada. Kültürel zenginlik de çok çarpıcı. 25 etnik grup burada yaşıyor. Müslümanlar, Budistler ve Şamanlar.

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Türkiye’de ilk kez İstanbul dışında bir kentte gösterilecek. Sinemaseverler, 14 Nisan’a kadar 24 filmi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde ücretsiz izleyebilecek. Arıların neden son yıllarda kaybolduğunu, ABD’de 83 bin öğrencinin nasıl yerel gıda ile beslendiğini, Türkiye’de kentsel dönüşüm yaşanırken dünyanın pasif mimariye dönüşünü filmler çok güzel anlatıyor. Festivalin amacı sürdürülebilir yaşamı hep birlikte inşa etmek. Yunnanlı bir köylünün dediği gibi. “İki yemek çubuğunu kırmak kolay ancak bir deste yemek çubuğunu kıramazsınız”.

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali başladı

İlki 2008 yılında yapılan Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, bu yıl 29 Kasım – 2 Aralık tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşiyor. Festival, bu yıl da neyin sürdürülebilir olduğu veya olmadığına dair dünyanın dört bir yanından örnekler sunarak, gerçek hikâyelerle ilham vermeye çalışacak.

Festival sadece filmleri ve filmlerin içeriğiyle ön plana çıkmıyor. İzleyicileri, konuşmacılar ve müzisyenlerle bir araya getiren renkli etkinlikleri bir buluşma zemini oluşturuyor. Toplumun her kesimini bir araya getirerek birleştirici ve kapsayıcı olmayı hedefleyen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali'nde bir çiftçiyi, bir iş adamını, öğrencilerini toplayıp gelmiş bir öğretmeni, çocuğunun gelecekte yaşayacağı dünyadan endişeli bir anneyi, akademisyenleri, aktivistleri yan yana otururken ve fikir alışverişinde bulunurken görebilirsiniz. İtalyan Kültür Merkezi ve Salt Galata’da gerçekleşecek bu yılki festivalde gösterilecek filmler ise şunlar:

A Passion for Sustainability / Sürdürülebilirlik Tutkusu, Agricoltori da Slegare / Çiftçilere Özgürlük, Biophilic Design: The Architecture of Life / Yaşam Dostu Tasarım: Hayatın Mimarisi, Bonsai People – The Vision of Muhammad Yunus / Bonsai İnsanlar – Muhammad Yunus’un Vizyonu, Cafeteria Man / Yemekhanelerin Adamı, Carbon for Water / Su için Karbon, Delicios Peace / Lezzetli Barış, Education For A Sustainable Future / Sürdürülebilir Bir Gelecek için Eğitim, Gundondu / Gündöndü, Indonesia's Palm Oil Dilemma / Palmiye Yağı: Endonezya’nın İkilemi, Passive Passion / Pasif Tutku, Perma Kultcha, Play Again / Yeniden Oyna, Sacred Economics / Kutsal Ekonomi, Sucumbíos Tierra Sin Mal / Sucumbíos, Kötülüğün Olmadığı Yer, Seeds of Freedom / Özgürlük Tohumları, Surviving Progress / Kalkınmazedeler, Switch / Şalter, Symphony Of The Soil / Toprağın Senfonisi, Taste The Waste / Çöpün Tadına Bak, The Garden at the End of the World / Dünyanın Ucundaki Bahçe, The Light Bulb Conspiracy: The Untold Story of Planned Obsolescence / Ampul Tuzağı: Kasıtlı Eskitmenin Anlatılmayan Öyküsü, The Man Who Stopped The Desert / Çölü Durduran Adam, Waking The Green Tiger: A Green Movement Rises In China / Yeşil Kaplanın Uyanışı: Çin’de Yükselen Yeşil Hareket, Waste Not / İsraf Etme!, Watershed: Exploring A New Water Ethic For The New West / Havza: Yeni Batı için Yeni bir Su Etiği Arayışı, Yasuni: A Wild Idea / Yasuni: Sıra Dışı Bir Fikir.

Festival hakkında detaylı bilgi almak için;
Web : www.surdurulebiliryasam.org
Facebook : http://www.facebook.com/surdurulebiliryasam
https://www.facebook.com/events/274134846040963/?fref=ts
Twitter : https://twitter.com/SYKolektifi

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Hakkında:
2008 yılından bu yana Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, gerçek hikâyelerle ilham vermek, dünyada ‘sürdürülebilir bir yaşam’ için yapılan çalışmaları, hareketleri, düşünce sistemlerini, uygulamaları, öğretileri, yeni bir bilinç seviyesini ve sürdürülebilir yaşam vizyonunu seyirciyle paylaşarak bireyleri umuda ve sağduyuya davet etmek; onları kendilerini güçsüz kılan bir sistemden sıyrılmaları ve kendi güçlerini keşfetmeleri için cesaretlendirmek amacını taşıyor.

Festivali gerçekleştiren Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi, çeşitliliğe değer veren açık ve esnek bir yapı dahilinde yaşamı sürdürülebilir kılmak niyetiyle bir araya gelmiş bireylerin “yaşamı çoğaltacak” projeleri kolektif olarak hayata geçirme amacıyla doğdu. Tamamen sivil bir oluşum olan Kolektif, film festivali gibi "sürdürülebilir yaşam" konusuyla ilgili farkındalık arttırıcı çalışmaları, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi'nin vizyonunu paylaşan bireyler ve organizasyonların desteği ve katılımıyla sürdürüyor.

Ovalar, nehirler, dağlar için...

31. İstanbul Film Festivali'nin çevre temalı filmleri gerçekle yüzleşmek isteyenler için iyi bir fırsat. Ovalarında, nehirlerinde ve dağlarında olan biteni göremeyenler için de iyi bir hatırlatma niteliğinde. 

Özgür Gürbüz-Birgün/10 Nisan 2012

Beyaz perdeye yansıtılan görüntüler bazen hayalleri bazen de görmediğimiz ya da görmek istemediğimiz gerçeği konuk eder. 31. İstanbul Film Festivali, başta belgesel kuşağı olmak üzere 'çevre' temalı birçok filme salonlarını açmışa benziyor. Gerçekle yüzleşmek isteyenler için iyi bir fırsat. Ovalarında, nehirlerinde ve dağlarında olan biteni göremeyenler için de iyi bir hatırlatma niteliğinde.

Büyülü Krallık filminden bir sahne. Kaynak: www.iksv.org
Geçen yıl, yönetmen Iciar Bollain'in 'Yağmuru Bile' filmi beni çok etkilemişti. Suya erişim hakkını ve Bolivya'daki yerlilerin mücadelesini bir filmin içerisine yedirmeyi başararak belgesel hüviyetinden çıkarılmış bir çevre filmi izlemiştik. Bu yıl ise çevre filmlerini izlemeye Başkaldıran Toprak ikilemesiyle başladım. Serinin ilk filmi Arjantin'de altın madenciliğinin içyüzünü ortaya çıkaran, doğaya verilen zararı biraz da halkçı bir bakış açısıyla anlatan önemli bir belegesel. Konuya duyarlı olanlar için öykü çok tanıdık. Hükümet ve yerel idarecileri tavlayan çokuluslu maden şirketleri, sömürülen doğa, iş vaadiyle kandırılan halk ve madenlerden geriye kalan siyanür havuzları. Fernando Solanas'ın belgeselindeki altın madeni görüntülerine ve açılmış dev çukurlara dikkatlice bakmanızı öneririm. Bu fotoğrafların aynısını Türkiye'de, örneğin Bergama'da görmek mümkün ancak ne siz o fotoğrafı çekebilecek kadar madene yaklaşabilirsiniz ne de Türkiye'deki ana akım gazetelerde o fotoğraflar yayımlanır. Madencilerin reklam gelirleri ve hükümetle ilişkileri buna engel. O nedenle benzer bir belegeselin Türkiye'de çekilebileceğinden emin değilim. İyisi mi siz, Arjantin'i Türkiye'ymiş gibi izleyin.

Solanas'ın serisinin ikinci filmi ise petrolü konu alıyor. Arjantin'deki petrol rezervlerinin nasıl yabancı şirketlere devredildiğini, bu uğurda hükümetlerin nasıl devrildiğini anlatıyor. 'Kara Altın' konulu serinin ilk filmi kadar sağlam bir altyapıya sahip olmasa da izlemeye değer. İkinci filmdeki anti-emperyalist bakış açısı petrol sahalarının kimin elinde olduğuna o kadar çok odaklanıyor ki, mesele çevre sorunlarına ve küresel ısınmaya geldiğinde ortaya bir çelişki çıkıyor. Sahaların halka geri verilmesinin petrolün yarattığı çevre sorunlarının çözümüne ve özellikle de küresel ısınmanın durdurulmasına neden olmayacağı açık. Belgesel bu sorunları görüyor ama çözüm önermiyor. Bu yüzden ufak bir çelişki yaşasa da yine ibretlik bilgiler ve görüntüler içeriyor.

Festivalin çevre alanında en başarılı filmlerinden biri de kentleşme ve kentsel dönüşümü ele alan Ekümenopolis. Bu yapıtın başrol oyuncusu ise İstanbul. İmre Azem'in filmi Ekümenopolis'i mutlaka izlemeli ve kentsel dönüşüm konusunu filmi izledikten sonra tekrar düşünmelisiniz. Fimin sonlarına doğru biraz tekrara düştüğünü düşünsem de, başlangıçtaki animasyonlar ve konusu itibariyle çok önemli bir boşluğu doldurduğu inancındayım. 

Festivalin çevre filmleri listesi bu kadarla kalmıyor. Henüz izleyemediğim Küreselleşme Üçlemesi'nin yönetmeni Micha X Peled, GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar), ucuz işgücü ve büyük süpermarketlerin hegemonyasını üç farklı ülkeden, Çin, Hindistan ve ABD'den örneklerle anlatıyor. Bu üç belgeselin toplam sekiz ödül aldığını belirtelim. Unutulan Topraklar, Türkiye'de nükleer enerji tartışmalarına Çernobil'den bir mesaj iletiyor. Büyülü Krallık ise beni heyecanlandıran bir film. Festival kataloğunda bu film için, 'ıssız bir gölde geçiyor' denmiş. İçinde insan olmayınca 'ıssız' deme cesaretini gösterdiğimiz bu göl acaba gerçekten de o kadar ıssız mı? Festivalin göze çarpan bir başka çevre filmi ise yine tanıdık sahnelere sahip. İstanbul Sokak Köpekleri adlı film, Kültür Başkenti adına köpeklere çektirilen eziyeti konu alıyor. Dileriz birgün bu ülkede çekilen çevre filmleri de bizlere insanların doğaya çektirdiği acıları değil diğer canlılarla birlikte yaşamayı öğrenmiş bir ülkeyi gösterir.

Entelköylüler ve “aşırılar” birleşsin!

Özgür Gürbüz-Birgün / 8 Ocak 2012

Biraz geç de olsa 'Entelköy Efeköy'e Karşı' filmini izlemeyi başardım. Film, ‘entel’ köylülerin termik santrale ve ona destek veren herkese karşı sürdürdükleri mücadeleyi konu alıyor. Böylece, konusu ‘çevre’ olan bir sanat etkinliğine gitmediğimi öğrendiklerinde yüzüme garip garip bakan dostlardan köşe bucak kaçmama gerek kalmadı. Adınız yeşile çıkmaya görsün, sokağa yeşil boya dökülse bilmeniz gerekiyor.

Ben filmi sanatsal bir değerlendirme yapmak amacıyla izlemedim; bir ‘yeşil’ gibi izledim. Zaten, bir ara öldüğümü, hayatımın gözlerimin önünden film şeridi gibi aktığını düşündüm. Filmi ister istemez bir belgesel izler gibi izledim. Filmi izlemeyenler için kısa bir bilgi notu düşmekte fayda var. Filmde Efeköy'e bir termik santral yapılmak istenir. Köylüler tarımdan fazla para kazanamadıkları için iş ve istimlak geliri umuduyla santral yapılmasını destekliyor. Santrale karşı çıkanlar ise kentten köye göçüp, kısa bir süre önce bölgeye yerleşen çevreciler (entelektüeller) ya da yeşiller. Üçüncü grup ise aslında tek kişi, köylülerin 'Aşırı' dediği eski bir solcu. Bir de termik santral kurmak isteyenler var. Kaymakam termikçilerin yanındadır. Her şey çok esprili anlatılmış ve mesajlar çok yerinde. Köye Efeköy değil Yatağan ya da Gerze deyin, film değil bir belgesel izlediğinizi düşünebilirsiniz. Öncelikle emeği geçenlere teşekkür ederim.

Bugün sadece termik santral değil, tüm çevre mücadelelerinde filmdeki gruplara rastlamak mümkün. Bazen geçim derdi bazen de yol bilmezlikten erken pes eden köylüler, kötü adamı oynayan şirketler ve onların yanındaki devlet. Bir de iyi adam rolünde, halkı tabiri caizse uyandırmaya çalışan doğa korumacılar . Bizim memlekette bu rol genelde solculara verilir, filmin yönetmeni Yüksel Aksu da geleneği bozmamış. Bu yazıyı yazmamın amacı aslında sesli düşünmek. Filmden öğrendiklerimi gerçek hayatta sürdürülen yaşam mücadeleleriyle kıyaslayarak sizlerle paylaşmak.  

Köylüler konusunda söylenecek pek fazla bir şey yok. Entelköy Efeköy'e Karşı'da karikatürize edilen köylüler aslında toplumun büyük bir bölümünü yansıtıyor. Hayatlarını riske atma pahasına, para için her şeyi yapan sonra da dizini döven binlerce insan var bu ülkede. Böyle olmayanlar da yok değil. Munzur'un Karadeniz'in, Bergama'nın aslan yürekli köylülerini de biliyor bu memleket.

'Entellerin' bir örnek model oluşturma çabası filmde olumlu sonuçlanıyor ancak gerçek hayatta bu her zaman böyle değil. 'Aşırı'nın filmin başında entellere yönelttiği, düzen değiştirilmeden bir örnekle sorun çözülemez eleştirisine ben de katılıyorum. Velhasıl, bu hiçbir şey yapmamak anlamına da gelmemeli. Filmin sonunda adeta kahraman ilan edilen 'Aşırı'nın en büyük zaafı da kanımca bu. Film boyunca çoğu zaman doğruları söylese de elini taşın altına koymuyor. Düzen değişmeli diyor ama nasıl değişecek o belli değil. Bugün çevre mücadelesinde gördüğüm en büyük tehlike de bu. Ne istemediğimizi biliyoruz ama ne istediğimiz konusunda pek emin değiliz. 'Çarşı her şeye karşı' misali mücadele yürütmek zor; bunu artık kabul edelim. Filmde de çok net görülüyor. Gerçek hayatta benzer mücadeleleri sürdüren bizler bundan ders çıkarmalıyız. Entelköylülerle aşırıların birleşmesi iyi olur; yeşil-sol koalisyonu yani...

Entellerin kentten kaçışının bir kandırmaca olduğuna hep inanmışımdır. Kapitalizm size kafa dinleyeceğiniz boş bir dağ, temiz bir nehir bırakmaz. Filmde, kentten köye göçenlerin ya da kaçanların karşısına 'dakka bir gol bir' misali termik santral projesinin çıkması da bunun bir örneği. Nereye gidersek gidelim kapitalizmle mücadele etmek zorundayız. Pasifik Okyanusu'nun ortasındaki adaların bile küresel ısınma yüzünden sular altında kaldığı unutulmamalı.

Eşekleri köylünün şiddetinden kurtaran entellerin daha sonra onları sürdürülebilir turizmin bir aracı yapıp, üzerlerinden para kazanmaları da gözden kaçmamalı. Sistemin içinden hemen çıkmak mümkün değil, bu iş adım adım olacak. Eşekler de özgürleşecek elbet ancak herkes insanlığını hatırlamadan ya da hatırlamak zorunda bırakılmadan bu mümkün değil.

Tanka Karşı Taş, Kuşatmaya Karşı Uzun Metraj!

1987 Aralık ayında başlayan İlk İntifada, “Cenin Sineması”nın da bir anlamda sonu oldu. Filistin’in birçok kentinde olduğu gibi Cenin’deki sinema salonu da kapılarını büyülü dünyanın meraklılarına kapamak zorunda kaldı. Ta ki annesi Alman, babası Türk olan yönetmen Marcus Atilla Vetter, İsrail ve Filistinli dostlarıyla beraber bu eski sinemanın perdesine yeniden hayat vermek için kollarını sıvayana dek. Bu işte en büyük yardımcısıysa İsrailli askerlerin öldürdüğü oğlunun organlarını, altı İsrailli çocuğa bağışlayarak hayatlarını kurtaran Filistinli İsmail Hatib…

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 9-15 Ekim 2008
Fotoğraflar: Marcus Vetter


İsmail Hatib’in 11 yaşındaki oğlu Ahmed, 2005 yılında İsrail ordusu tarafından öldürüldü. Tesellisi mümkün olmayan acısına rağmen, birçoğumuzun gösteremeyeceği cesareti göstererek oğlunun organlarını İsrailli çocuklara bağışladı. Öldürülen oğluna karşılık tam altı İsrailli çocuğun hayatını kurtardı. Aradan bir yıl geçti ama geçen zaman elbette acısını hafifletmedi. 2006 yılında, Cenin Mülteci Kampı’ndaki çocuklar için bir kültür merkezi açmaya karar verdi. Belki de onlara, bir mülteci kampındaki hayattan başka, “diğer hayat” hatta hayatlar olduğunu anlatmaya, ispatlamaya çalışıyordu. İtalya’nın Cuneo kenti, İsmail Hatib’in sesini duydu. Gelen yardımlar sayesinde açılan Cuneo Kültür Merkezi’nde çocuk ve gençlere yönelik birçok kurs açıldı. İsmail Hatib’in sesini duyan bir başkası da, organ bağışıyla ilgili öyküsünü belgesel haline getirmek için oraya giden Alman yönetmen Marcus Atilla Vetter oldu. İsmail’in bu dramatik öyküsünü filmleştirdiği sırada Cuneo Merkezi’nde çocuklara yönelik bir de sinema kursu düzenledi. Çocukların ilgisi, katılımı müthişti ama çekilen filmleri gösterecek yer yoktu! Vetter Almanya’ya döndü ama bir süre sonra, “Cenin’in Kalbi” adlı belgeselin kabataslak hâlini İsmail ve dostlarına göstermek için yeniden Cenin’e gitti. İşte ilk kez o zaman, kasabanın merkezindeki dev binayı fark etti. Binanın 1987 yılında başlayan İlk İntifada’dan beri kapalı olan Cenin Sineması olduğunu öğrendiğinde Vetter’in ağzından “Neden orayı yeniden açmıyoruz” sözleri döküldü. Belgeseli çekilirken kendisini sinemanın büyüsüne kaptırmaya başlayan İsmail’in yanıtı kısa ve net oldu: “Hadi, orayı yeniden açalım!”

Batı Şeria’da 2,5 milyon insana bir sinema düşüyor
Bu çılgın fikir, İsmail, Marcus ve onların İsrailli, Filistinli dostlarınca da desteklenince, iş ciddi bir projeye dönüştü. 2008 ve 2009 yıllarında restorasyonu bitirip, 2009 yılında sinemanın açılışını yapmaya karar verdiler. 2010 yılında da sinemanın işletmesini Ceninlilere bırakacak bir plan yapıp işe koyuldular. İlk adım, gerekli finansal desteği sağlamak olarak belirlendi. Çünkü sinema, 1987’den beri sadece politik grupların toplantı yaptığı bir yer hâlinde. Duvarlarında film afişleri değil, politik toplantılardan geride kalan komünizme ait simgeler, Che Guevara resimleri var. Binanın asıl işlevini görmesini sağlayacak hemen hemen her şeyin yenilenmesi gerekiyor. 35 mm’lik projektörler çalışmıyor, perde yırtılmış ve koltukların birçoğu da kullanılamaz halde.

Alman hükümeti, şimdiden 100 bin Euroluk yardım sözü vermiş. İnternet üzerinden yapılan bireysel yardımlar da hızla çoğalıyor. Sinemanın sahiplerinin katkısıysa, beş yıl boyunca kira almamak olacak. Filistin’de elektrik kesintisi günlük yaşamın bir parçası olduğu için sinemanın elektriğini sağlamak üzere yine 100 bin Euroluk bir güneş enerjisi sistemini kurmayı da Alman M.A.N. firması üstlenmiş. Böylece filmler elektrik kesintisine kurban gitmeyecek. Goethe Enstitüsü, One World Cinema Foundation (Tek Dünya Sinema Vakfı) gibi kuruluşlar da yardım sözü vermiş. Türkiye’den de yardım istemişler ancak henüz olumlu ya da olumsuz bir yanıt gelmemiş. Konuyu sorduğumuz Kültür Bakanlığı’nın Ankara’daki yetkilileri kendilerine henüz böyle bir talep gelmediğini belirtiyor.

Projeye çok olumlu bakan Filistinli otoriteler aslında başka sinemalar da açmak istiyor. Şu anda Batı Şeria’da sadece bir sinema var ve o da Ramallah’ta; yani 100 km. ötede. Batı Şeria’da yaşayan 2,5 milyon kişiye bir sinema düşüyor. Oysa Filistin’de yaşayanların ne yol ücretini karşılayacak paraları ne de sinemadan eve kazasız belasız geri dönme garantisi var. Restorasyon tamamlanıp da film gösterimleri başladığında parasızlık yüzünden sinemaya gidilememesini engellemek için bilet fiyatlarının mümkün olduğunca düşük tutulması kararlaştırılmış durumda şimdiden; giriş ücreti sadece 1 Euro olacak. Sinemanın eski hâli 200’ü balkonda olmak üzere 400 koltuk kapasiteliyken şimdi amaç günde ortalama 300 sinemasevere hizmet vermek ve burayı ileride bir kültür merkezi, sanatçıların çalışmalarını sergileyebilecekleri bir mekân haline getirmek.

Her filme açık değil
Cenin sinemasını dünyadaki diğer sinemalardan farklı kılan sadece Filistin topraklarında olması değil. Altı tane olması düşünülen beyazperdelere her film yansıtılmayacak. Savaş temalı, vurdulu kırdılı filmlerin pek şansı yok. Bu tür sahneler içeren filmler bir tek koşulla gösterilecek; barışa hizmet etmek koşuluyla. Vetter’in düşüncesi, bu sinemada ağırlıklı olarak belgesellerin gösterime girmesi. “O kadar çok güzel belgesel var ki” diyor, “kimsenin haberi yok. Televizyon giderek daha da kötü oluyor ama belgeseller 10-20 yıl öncesine göre çok ama çok daha iyi. Arap ve Avrupa menşeli belgeseller ve tabii ki çocuk filmleri olacak.” Vetter, Cenin’de gösterilmeyi hak etmek için filmlerde aranacak kriteri şöyle özetliyor: “Tüm dünyadan filmler göstereceğiz ama bir tek şartla: Filmler harika olmak zorunda”. “Benim Babam Türk” adlı belgesel filminin Ekvator’da gösterilirken müthiş bir ilgi görmesinden çok etkilenen Vetter, “Dünyanın en iyi filmi değildi ama insanlar dünyanın bir başka köşesindeki insanların öykülerini merak ediyor” diyor ve ekliyor: “ Cenin’deki insanlar kendilerini o kadar yalnız hissediyor ki, dışarıdaki hayattan bir kesit bile onlara yalnız olmadıklarını anlatmak için çok önemli”.

“Hayalim sinemayı dolu görmek”
Marcus Atilla Vetter için “Cenin Sineması” projesi sadece Filistinlileri daha mutlu edecek bir girişim değil; Avrupalı ve İsraillilere de mesaj verecek bir proje. İsrail ve Avrupa’da birçok kişinin Cenin hakkında yanlış fikirlere sahip olduğunu söyleyen Vetter, “Cenin sineması barışa yardım edecek. Birçok İsrailli, sadece kendilerinin sanat ve sinemayla ilgilenebileceklerini düşünüyor. Filistin’deki insanlarla film yapmak, dünyaca ünlü sinemacıları oraya getirmek, onları tekrar düşündürecek. İsraillilere, Filistin’deki her çocuğun sandıkları gibi terörist olmadığını gösterecek” diye ifade ediyor düşüncelerini. En büyük rüyasının sinemayı dolu görmek olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Benim rüyam sinemayı dolu görmek. Dolu görmek ama popüler filmler, kötü Mısır filmleri gösterdiğimiz için değil; dünyanın her tarafından harika filmler gösterdiğimiz için, insanlar gerçekten sinemaya gelip mutlu oldukları için”. Konu hayallerden açılmışken Vetter’e, “İsrail ve Filistinlilerin bu sinemada beraber film izlediklerini, İsrail filmlerinin de gösterildiğini hiç hayal ettiniz mi?” diyoruz. Zamana ihtiyaç var elbette ama “Tabii ki mümkün” yanıtını veriyor. Neden olmasın?
***
Cenin Sineması Projesi Yöneticisi Marcus Atilla Vetter
“Burası bir terörist kasabası değil”

Marcus Vetter, 2007 yazında İsmail Hatib’in hikâyesini filmleştirmek için İsrail’e gittiğinde kendisiyle birlikte Cenin’e gidecek bir film ekibi ya da bir gazeteci bulamamış. “Birçok İsraillinin Cenin’e gitmekten çok korktuklarını o zaman anladım” diyen Vetter, daha sonra Filistinli politikacıları savunduğu için 1990 yılında Alternatif Nobel ödülü almış olan Avukat Felicia Langer’a ulaşmış. Langer, Vetter’i, Cenin’deki Özgürlük Tiyatrosu’nun (The Freedom Theater) yöneticisi Juliano Mer Hamis’le buluşturmuş. Hayatını Filistin’de alternatif bir eğitim sistemi oluşturmaya adamış bir İsrailli olan Hamis Vetter’e Cenin’de yol göstermiş. O tarihten sonra beş kez daha Cenin’e giden Vetter, “Her ziyaretimde buranın Batı’da sanıldığı gibi bir terörist kasabası olmadığına daha da emin oldum” diyor.

Babasını İlk Kez 38 yaşında gördü
“Ona motosiklet aldım çünkü kullanmayı öğretirken sarılabilecektim”

Her şey Marcus Vetter’in annesinin 1960’lı yıllarda Almanya’da aşçılık yapan Cahit Çubuk’a âşık olmasıyla başlar. Kadın Marcus’a hamile kaldığında, Çubuk’un Türkiye’de evli ve iki kızı olduğunu öğrenir. Cahit Çubuk, 7 yaşındaki kızı Nazmiye’nin kendisine devamlı mektuplar yazdığını ve Türkiye’ye çağırdığını söyler ve kısa bir ziyaret için Bolu’ya döner. Marcus’un annesi bunun kısa bir ziyaret olmadığını daha sonra anlar. Ailesi tarafından dışlanan kadın, hayatını kazanmak için zor koşullarda çalışır ve Marcus Atilla Vetter’i 1967 baharında dünyaya getirir. Hep bir erkek çocuk sahibi olmak isteyen Cahit Çubuk haberi alınca oğlunu görmek ister. Onları Türkiye’ye, nikâhlı olduğu eşi ve diğer çocuklarıyla birlikte yaşamaya çağırır. Marcus’un annesi bu teklifi reddeder. Beş parasız olmasına rağmen otostopla Almanya’ya gitmeyi başaran Cahit Çubuk, iltica talep eder. Talebi kabul edilmeyince oğlunu göremeden yeniden Çunuk köyüne dönmek zorunda kalır. İlerleyen yıllarda iki kız çocuğu daha olan Cahit Çubuk, oğlunu artık hiç göremeyeceğini düşünürken 2005 yılında Vetter’i köyünde, karşısında bulur. Oğlu tanınmış bir film yönetmenidir artık ve doğumundan 38 yıl sonra gerçekleşen bu ilk karşılaşmayı filme çeker. Belgeselinin adını “Benim Babam Türk” koyan Vetter, bir söyleşide 72 yaşındaki babasına neden motosiklet aldığı sorulunca şu yanıtı verir: “Ona motosiklet kullanmayı öğretirken sarılabilecektim çünkü”. Cenin Sineması projesinin yöneticisi Marcus Vetter babasıyla ve dört kız kardeşiyle hâlâ görüştüğünü ve yıllarca tek bir fotoğrafıyla idare ettiği babasını çoktan affettiğini söylüyor.

Hayvanlar için destek istedi, Bush'u savundu

Ünlü sinema yıldızı Bo Derek, Galapagos adalarındaki soyu tükenen hayvanlar için para toplamak amacıyla geldiği İstanbul'da Kyoto Protokolü'nü imzalamayan ABD Başkanı George Bush'u savundu..

Özgür Gürbüz - Sabah Gazetesi / 25 Ağustos 2007

Ekvador'un Galapagos Adaları'nda yaşayan ve soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalan hayvanları korumak için bir kampanya başlatan Bo Derek, destek için Türkiye'ye geldi. 2000 yılında Bush için kampanya yapan yıldız, George Bush'un Kyoto'yu imzalamamasına sahip çıktı. Kyoto'nun bazı noktalarda problemli olduğunu belirten Derek, "Sadece birkaç nokta Bush'u imzadan alıkoydu. Kyoto'yu imzalamadan da sera gazlarını azaltmak mümkün; Vali Schwarzenegger'in Kaliforniya'da yaptığı gibi" dedi.

"Viagra alın" önerisiABD Dışişleri Bakanlığı Özel Temsilcisi ve "Sonsuza dek Galapagos Derneği" kurucularından olan ünlü film yıldızı, Türkiye'yi ABD, Hindistan, Kanada, Avustralya ve İngiltere'nin desteklediği "Yaban Hayat Karaborsasına Karşı Koalisyon"a üye olmaya davet etti. Derek, "Soyu tükenen bir filin dişinden yapılmış bir kolyeyi takmak çok aptalca" diyerek herkesi soyu tükenen hayvan ürünleri ticaretine karşı çıkmaya çağırdı. Bo Derek onuruna verilen kokteylde dernek yararına 30 bin dolar toplandığını belirten Ekvador Eski Ticaret Bakanı Ivonne Baki ise ülkesindeki köpekbalığı avcılığına dikkat çekti. Köpekbalığının yüzgecinden yapılan ve Asya ülkelerinde afrodizyak etkisi olduğuna inanıldığı için içilen çorba yerine Viagra alınmasını tavsiye etti. "Galapagos insan elinin en az değdiği yerlerden biri. Hepimizin bir parçası ve dünyada bir eşi yok" diyen Bo Derek, adalardaki vahşi hayatı tehdit eden en büyük tehlikenin yasadışı avcılık olduğuna değindi. Baki adaların öncelikli sorunu yasadışı avcılığın önüne geçmek için öncelikle ada insanlarının eğitimiyle işe başlayacaklarını ve ada nüfusuyla gelen turist sayısına sınır koyacaklarını söyledi. Son zamanlarda TV dizilerine ağırlık veren seksi yıldız iki ay önce yeni bir film çekti ve şu sıralar National Geographic için bir belgesel sunmaya hazırlanıyor.