Yeşil ekonomiyi kapitalizm limanından ayrılmış bir gemiye benzetiyorum. 
Varmak istediği liman, kapitalizm dışında bir yerde. Başka türlü doğanın
 korunamayacağı açık. Ancak geminin rotası yolda şekilleniyor, arada 
sistemin içindeki limanlara uğruyor. Mesele dümeni sağlam tutabilmekte.
Özgür Gürbüz-Birgün/24 Haziran 2012
Bu aralar yeşil ekonomi gündemde. Dört gün önce Birleşmiş Milletler, Rio
 de Janerio'da büyük bir zirve organize etti. 1992 yılındaki ilk yeryüzü
 zirvesinin üzerinden 20 yıl geçti ama gidişat hiç iyi değil. Bu nedenle
 de hükümetler ve sivil toplum örgütleri yeniden biraraya geldiler. 
Amaç, dünyayı kurtarmak. İlk zirvenin dünyaya hediyesi sürdürülebilir 
kalkınma kavramı olmuştu. Bu defa amaç yeşil bir ekonominin yol 
haritasını çizmek, dünyada yeşil ekonomiyi hâkim kılmak. Yıllardır yeşil
 ekonomi üzerine kafa yormama rağmen bu işe çok sevindiğim söylenemez. 
Dünya ülkelerinin liderleri, resmi sivil toplum örgütleri, bankalar 
falan filan bu işin içindeyse korkmak lazım. Korkmalı ama yeşil 
ekonomiden değil, onun dönüştürüleceği halinden...
Fikret Başkaya, 20 Haziran'da başlayan ve 22'sinde son bulan zirve 
öncesi yazdığı yazıda, 1992 zirvesi sonrası olanları çok güzel 
özetlemiş. Diyor ki, “Yeryüzünün egemenleri bundan böyle kalkınmayı 
gerçekleştirme, yoksulluğu ortadan kaldırma, doğayı ve insanlığın 
geleceğini koruma sözü veriyorlardı... Artık her kelimenin önüne 
‘sürdürülebilir’ niteleme sıfatı eklenebilirdi... İşte, sürdürülebilir 
kalkınma, sürdürülebilir büyüme, sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir 
turizm, sürdürülebilir enerji, sürdürülebilir su, vb... Bu amaçla 
‘Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu’ [SKK] kuruldu. 
Daha doğrusu bu iş ‘komisyona havale edildi’... Ve ondan sonra tüm 
benzer komisyonlar gibi adı pek duyulmadı... 2012 zirvesi de işte bu 
komisyon tarafından düzenleniyor...” Başkaya'nın yazısını bulup 
okumanızı öneririm. Yazı, bu zirveden sonra aynı şeyin bu defa da yeşil 
ekonomi konusunda yaşanacağına dikkat çekiyor. Kalkınma yeşil olacak, 
büyüme yeşil olacak ama her şey bildiğiniz gibi hatta daha da hızlanarak
 devam edecek diyor Fikret Başkaya. Aynı kaygıyı taşımadığımı söylesem 
yalan olur ancak farklı düşündüğüm noktalar da var. Başkaya'nın yazısı 
üzerinden değil, genel eleştiriler üzerinden giderek görüşlerimi 
belirtmeye çalışayım.
Bir fabrika çevreyi kirletiyorsa onu yeşile boyasanız da yine kirletir. 
Şirketler, bu zirveden sonra yeşile boyama faaliyetlerini hızlandıracak;
 orası kesin. Ancak, sırf bu yüzden yeşil ekonominin, kapitalizmin bir 
oyunu olduğunu söylemek bence doğru olmaz. Bu aslında sıkça yaşadığımız,
 kavramların içlerinin boşaltılması ve kapitalizmin birer oyuncağı 
haline getirilmesine bir örnek. Yeşil büyümeyi ben, doğal kaynakların 
geri gelmeyecek şekilde kullanılmasına olanak tanımayan ve bu tanım 
içerisinde kalabilme şartıyla izin verilen gelişme şeklinde 
tanımlıyorum. Birçok şirket ise muhtemelen, “kestiğim ağaç kadarını 
dikersem yeşil yeşil büyümüş olurum” diye düşünüyordur. İşte bu yüzden, 
bu kavramlara sahip çıkmaya ve içlerini doğru kelimelerle doldurmaya 
çalışmalı. Yoksa hayatımız yeni kavramlar üreterek geçecek.
NEDİR BU YEŞİL EKONOMİ?
Yeri gelmişken yeşil ekonomiden ne anladığımı da belirtmek isterim. 
Yeşil ekonomiyi kapitalizm limanından ayrılmış bir gemiye benzetiyorum. 
Varmak istediği liman, kapitalizm dışında bir yerde. Başka türlü doğanın
 korunamayacağı açık. Ancak geminin rotası yolda şekilleniyor, arada 
sistemin içindeki limanlara uğruyor. Mesele dümeni sağlam tutabilmekte. 
Bir günde devrim vaat etmiyor anlayacağınız ama başka bir denize ulaşmak
 istediği de açık. Ulaşamazsa zaten yeşil ekonomi de hayal olacak. Bunu 
ben böyle söylüyorum ama liberal bir ekonomist başka bir tanım da 
yapabiliyor. En çok eleştirilebilecek noktalardan biri de bu ve benzeri 
tanımlarda ortaklaşılmamış olmaması. O yüzden kavramlara sahip 
çıkılmasını önemsiyorum. Öyle bir tanım yapmalıyız ki, örneğin, toplumun
 temel ihtiyaçlarının mülkiyeti konusu netleşmeli. Su, enerji ve gıda 
alanlarının şirketlerin tam kontrolüne bırakılmasının doğru olmayacağı 
ortada. Sadece piyasa üzerinden yapılan müdahalelerin, yoksulların bu 
kaynaklara erişimini, çevresel tahribatı azaltacağını öne sürmek zor. 
Pratikte bunu gördük. Dev enerji şirketlerinin nükleerden çıkma kararı 
alan Almanya'da hükümeti tehdit ettiğine, ülkemizdeki HES yapımlarında 
özel sektörün kâr amacıyla çevresel yıkımlara yol açtığına hep birlikte 
şahit olduk.
Bir ideolojiyi, kavramı hayata geçirmek için önce duyulmasını sonra 
konuşulmasını sağlamak zorundasınız. Yeşil ekonomi bunları başardı, 
şimdi anlaşılması ve uygulanması gerekiyor. İşte bu noktada şirketler 
kavramın içini boşaltıp, bir anlamda yanlış anlaşılması için ellerinden 
geleni yapıyorlar. Rio'daki zirvede hükümetler de bu kampanyaya adeta el
 attı. (Örneğin Türkiye'yi temsil eden resmi heyetin başında Kalkınma 
Bakanlığı var. Kalkınma diye diye çevrenin nasıl katledildiğine, Türkiye
 iyi bir örnek halbuki). Yanlış anlaşılırsa yanlış uygulanacak, gemi 
bildiğimiz limanlarda turlamaya devam edecek.
Uzunca bir süredir tüketim toplumunun alışkanlıklarıyla beslenmiş, 
bireyselleştirilmiş ve yalnızlaştırılmış dünyamızı bir günde başka bir 
hayata geçirmenin oldukça zor olduğunu düşünüyorum. Tüketim ve seyahat 
alışkanlıkları, çalışma biçimleri, endüstriyel birikimin değişimi ve 
bunun gibi onlarca farklı alanda yeni bir dünya kurmaktan bahsediyoruz. 
Bir anda hepsini, insanların zihnini değiştirmek hiç kolay değil. Yeşil 
ekonomi bunu bir süreç içinde gerçekleştirmeyi öneriyor ve belki de 
reformist diyebileceğimiz bu yaklaşım nedeniyle eleştiriliyor. Yeşil 
ekonomiye yeşil kapitalizm diyenler bile var. Açıkçası bu iddia bana 
biraz kolaycılık gibi geliyor çünkü yeşil ekonomi her şeyden önce 
kalkınmacı anlayışı reddeder, onu önceliği yapmaz. Kalkınma öncelik 
olduğunda doğa koruma zaten hayal olur.
SİZİN DİLİNİZİ KONUŞMAYANLARIN EKONOMİSİ
Yeşil ekonominin diğer ekonomik sistemlerden bir farkı da, insanın 
dilini konuşamayanların ve henüz doğmamış olanların, üretim sürecinden 
çekilmiş emeklilerin haklarını savunuyor olması. Bitkiler, hayvanlar bu 
ekonomik sistemde varlar. Sosyal maliyet kavramı yaşamın değerini 
hesaplayamasa da kapitalizm içinde değersiz kabul edilen canlıların 
hayatlarını dikkate alır. Hava, su ve toprak bedelsiz üretim girdisi 
değildir. Gerçek sosyal ve çevresel maliyetler hesaplanmak zorundadır. 
Yaşam hakkına saygı nedeniyle de insan merkezli bakış açısı reddedilir. 
Kelaynakların tek bir yaşam alanı varsa, o bölgeye herhangi bir müdahale
 yeşil ekonomi açısından kârlı değildir ve reddedilmek zorundadır.
Kısacası, sıfır büyüme veya ekonomik daralmadan söz eden bir iktisadi 
anlayıştan bahsediyoruz; bu nasıl kapitalist olabilir ki? Kapitalizm 
için tüketmek ve büyümek olmazsa olmazdır. Çalışma saatlerinin 
düşürülmesi ve tembellik hakkı gibi kavramlar tüketim toplumunun tam 
tersi bir modele işaret eder. Zenginliğin eşit dağılımı, ülkeler arası 
ekonomik işbirliği sonucu az gelişmiş ülkelere teknoloji ve finans 
desteğinin sağlanması ve o ülkelerde de sürdürülebilir yaşamın 
desteklenmesi gibi kavramlar temel prensipler içerisinde yer alıyor. 
Toplumsal cinsiyet, kültürel eşitlik konuları önemsenirken, gezegenin 
ekolojik sınırlarını dikkate alan bir ekonomik model öneriliyor. Bilimde
 ihtiyatlılık ilkesini, yerel ekonomileri ve katılımcılığı ön plana 
çıkarıyor. Dört dörtlük bir model olmayabilir ama öyle hemen çöpe 
atılacak kadar da kötü değil.
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder