New York’ta
yapılan 23 Eylül’deki İklim Zirvesi, bir süredir yerinde sayan iklim
müzakerelerini hareketlendirdi. Hem iklim anlaşmalarına imza atmış devletler
hem de sivil toplum üzerindeki ölü toprağını attı. Çağrıcı Birleşmiş Milletler,
tüm ülkeleri 2015’te Paris’te yapılacak Taraflar Toplantısı (COP 21) öncesi
yeni hedefler almaya, taahhüt etmeye çağırdı. Zirve’de başta Avrupa Birliği
olmak üzere birçok ülke yeni, ölçülebilir hedefler açıkladı. New York
Zirvesi’nin en büyük hedefi ise yıl sonunda Peru’da yapılacak toplantıda yeni
bir küresel anlaşmanın taslak metninin ortaya çıkması ve gelecek yıl Paris’te
imzalanmasıydı. Bu başarılırsa, 2020’den itibaren yürürülüğe giren, yeni ve
bağlayıcı bir uluslararası iklim anlaşmamız olacak. Kyoto’nun birinci
dönemindeki gibi ancak daha yüksek oranlarda seragazı azaltmayı mecbur kılacak
bu anlaşma ülkelerin ekonomi ve enerji politikalarını etkileyecek. Peki, dünyada
bu gelişmeler yaşanırken Türkiye ne yapıyor ve Paris’te ne yapacak?
Aslında
Paris’ten önce Lima’da, 20. Taraflar Toplantısı var ama New York’ta
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşmaya bakılırsa Türkiye bu
toplantıya hazır değil. Erdoğan’ın 2011’deki söylemi tekrarlayan konuşması, bir
anlamda son üç yılın boşa harcandığının işareti oldu. Türkiye şunu anlamak
zorunda. Seragazı emisyonları kelime oyunlarıyla değil, eylemle azalıyor. İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (İDÇS) imza koyduğumuzdan bu yana her yıl BMİDÇS
Sekretaryası’na düzenli envanter raporu veriyoruz. O raporda da emisyonlarımızın 1990’dan bu yana yüzde 133,4
oranında arttığı yazıyor. Bunu yok sayamayız. Müzakereler öyle bir sürece
giriyor ki, ya ok yaydan tamamen çıkacak ya da herkes elini taşın altına
koyacak. Aklı başında hiçbir devlet ‘vurdumduymazlık senaryosuna’ güvenip plan yapmaz.
Türkiye’de seller ve kuraklığın sadece bu yılki bilançosuna bakmak bile
sokaklara ceset torbaları bırakmanın önlem almak olmadığını göstermeye yetiyor.
O halde ne yapabileceğimizi çalışıp, toplantılara öyle gitmeliyiz.
Türkiye’nin bahanesi
kalmadı
Türkiye bugüne
kadar iki bahanenin arkasına sığındı. İklim müzakerelerinden sonuç çıkmaması birinci bahaneydi. Sorumluluğun başka ülkelerde olduğu ise ikinci bahane. İlk
bahanenin Paris’te geçerliliğini yitirdiğini ve herkesin yeni bir anlaşmayla
yola koyulduğunu düşünelim. Türkiye bu anlaşmanın dışında kalabilir mi? Hiç
sanmıyorum. Kyoto sürecine yanlış başlayıp, geç dahil olduğumuz için sorumluluk
almadık ama artık sürecin içindeyiz. Peki, yeni süreçte nasıl ve hangi sözlerle
yer alacağız? Yine, “bizim kişi başına düşen emisyon miktarımız az, bu iş
gelişmiş ülkelerin sorumluluğu” argümanının ardına sığınabilir miyiz? Bakalım.
Türkiye’de
kişi başına düşen emisyon miktarı 2012 sonu itibariyle 5,9 ton. 2011 ile 2012
arasındaki artış hızımızı (%3,7) temel alırsak ve her yıl bu oranda artış
öngörürsek (bu son yıllardaki en düşük artış hızı) Türkiye’nin toplam seragazı
emisyonları 2020 yılında 600 milyon tona ulaşıyor. Yılda kişi başına düşen
emisyon miktarı da 7,1 tonun üzerine çıkıyor. Aynı zaman diliminde, Avrupa
Birliği ülkelerinin kişi başı emisyonları da muhtemelen 7 ton seviyesine
inecek. 2012 itibariyle AB-28 ortalaması 8,9 ton. AB-15 ortalaması ise 9 ton. Avrupa
Birliği ülkeleri seragazı emisyonlarını hızla azaltıyor ve taahhütlerini
sürekli yükselttikleri için daha da azaltacak. 2002’de, AB-15’te kişi başına
düşen emisyon miktarı 11 tondu ve 10 yılda 2 ton azaltmayı başardılar. 2020’de
Türkiye’nin AB ortalamasını yakalayacağını söylemek falcılık olmaz. Kısacası, 2020’de
devreye girecek bir anlaşmada, kişi başına düşen emisyon miktarı Türkiye’nin
sorumluluk almaması için bir bahane olamayacak.
Sorumluluğu
başka ülkelere atmakta kullandığımız bir diğer ‘argümanımız’ ise onların tarih
boyunca atmosferi kirlettikleriydi. Türkiye’nin atmosfere seragazı bırakmasının
son 20 yıl ile sınırlı kaldığı, bu yüzden de hâlâ kirletme hakkımız olduğu
savunuluyordu. Acı gerçek ise şu: Son yıllarda o kadar çok miktarda seragazını
atmosfere bıraktık ki, tarihsel emisyon miktarlarında da gelişmiş ülkeleri
yakalamaya başladık. Türkiye’nin 1850-2011 yılları arasında atmosfere bıraktığı
seragazı miktarı 6 milyar 956 milyon ton (Kaynak: The Carbon Map). Bu bizi
tarihsel emisyon sıralamasında 185 ülke asında 27. yapıyor. Bizimle benzer
ekonomik koşullardaki ülkeleri inceleyelim çünkü onların yeni dönemdeki
hedefleri bizden de istenebilir. Meksika’nın tarihsel emisyonları 14,5 milyar
ton. Brezilya’nın 11,2; Güney Afrika’nın 14,7 ve İspanya’nın 12 milyar ton. Bu
ülkeler önümüzdeki dönemde yükümlülük alır veya almaya devam ederse, benzer ekonomik
yapıya sahip Türkiye’nin dışarıda kalması zorlaşacak. Aşağıdaki tabloda
detayları görebilirsiniz.
Son
olarak, New York’taki zirvede, Paris’i beklemeden taahhütte bulunan ülkelerden
bazılarına bir bakalım. Endonezya, 2020’ye kadar seragazı emisyonlarını yüzde
26, Malezya yüzde 40; Uruguay ise 2030’a kadar yüzde 85 azaltmayı taahhüt etti.
Avrupa Birliği’nin 2030 hedefi ise emisyonlarını yüzde 40 oranında azaltmak.
Birlik içerisinde bu hedefi görüp arttıranlar da var. İrlanda’nın azaltım
hedefi 2050’ye kadar yüzde 80. Hindistan, 2030’a kadar güneş ve rüzgardan elde
edeceği enerji miktarını iki katına çıkarmayı, Şili ise 2025’e kadar elektrik
üretiminin yüzde 45’ini yenilenebilir enerji kaynaklardan sağlamayı hedefledi.
Her şey tozpembe değil. Çin ve ABD’nin birbirini sınaması, Rusya ve Kanada’nın ortalarda gözükmemesi hâlâ soru işaretleri yaratıyor. Japonya’nın yeniden görüşmelere döneceğinin sinyallerini vermesi, Kore ve Fransa’nın iklim fonuna para aktarması ise yeterli olmasa da iyi sinyaller. Bu durumda Türkiye’nin şu ana kadar sürdürdüğü çözümsüzlük stratejisini rafa kaldırıp, Paris’e samimi bir hedefle gitmesi, en azından hazırlanması, en doğru iş olacak. Sular altında kalma tehlikesi yaşayan Tuvalu halkı, kendilerine 2020’ye kadar yüzde 100 yenilenebilir enerji hedefi koyarken, bizim de en azından o insanların yüzüne bakabilecek bir taahhütle masaya oturmamız, stratejileri geçtim, insanlığın gereği. Umarım sorumlular bizi utandırmaz.
Her şey tozpembe değil. Çin ve ABD’nin birbirini sınaması, Rusya ve Kanada’nın ortalarda gözükmemesi hâlâ soru işaretleri yaratıyor. Japonya’nın yeniden görüşmelere döneceğinin sinyallerini vermesi, Kore ve Fransa’nın iklim fonuna para aktarması ise yeterli olmasa da iyi sinyaller. Bu durumda Türkiye’nin şu ana kadar sürdürdüğü çözümsüzlük stratejisini rafa kaldırıp, Paris’e samimi bir hedefle gitmesi, en azından hazırlanması, en doğru iş olacak. Sular altında kalma tehlikesi yaşayan Tuvalu halkı, kendilerine 2020’ye kadar yüzde 100 yenilenebilir enerji hedefi koyarken, bizim de en azından o insanların yüzüne bakabilecek bir taahhütle masaya oturmamız, stratejileri geçtim, insanlığın gereği. Umarım sorumlular bizi utandırmaz.