Altın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Altın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Taşkın riskine rağmen altın inadı

Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Haziran 2024

Türkiye’nin altın madeni olmayan, açılmak istenmeyen ili var mı bilmiyorum. Bunlar ülke altın kaynadığından olmuyor, siyanür sayesinde kayadaki altın tozunu bile alabildiğiniz için her yerde maden açılıyor. Siyanür liçi madencinin işini kolaylaştırıyor ancak bu yöntem devasa madenler açılmasına, tonlarca kaya ve toprağın atığa dönüşmesine ve geri döndürülemez bir çevre hasarına yol açıyor.

Altıncıların istilası altındaki Türkiye’de, altıncı filonun son duraklarından biri Ardahan’ın Göle ilçesi. Jeofizik Yüksek Mühendisi Kadir Işık bölgede altı ayrı maden sahası oluşturulduğunu, bunlardan birinin Koza Altın’a, ikisinin ise Cemar Madencilik’e verildiğini belirtiyor. Koza Altın’ın altın ve bakır çıkarmak istediği biliniyor. Hayvancılığın son merkezlerinden Göle’de meralar, 12 köy ve hatta ilçe merkezi madencilik tehlikesiyle karşı karşıya. Göçe rağmen önemli bir nüfusa ev sahipliği yapan Göle’de, Ulusal Kaşar Festivali yapıldığını da hatırlatan Işık, “Bu köylerin tamamından süt alınır ve kaşar üretilir. Buralar kaşar üreticilerinin süt aldığı bölgeler” diyerek, tarımsal üretimin bölge ve Türkiye için önemine dikkat çekiyor.

Maden sahalarının birbirleriyle adeta iç içe olması riski büyütüyor ama riski artıran bir başka nokta ise Devlet Su İşleri’nin (DSİ) CİMER başvurusuna verdiği yanıtta ortaya çıktı. Göle ilçesi, Büyükaltunbulak köyündeki taşkın riskini gösteren alanları haritada işaretleyen DSİ, bu alanların kullanılmaması gerektiğine dikkat çekti. Kullanılmasın dedikleri alanlar Koza Altın’ın ruhsat sahasının neredeyse yarısını kaplıyor ve sahanın her bir köşesine yayılmış.

DSİ TAŞKIN RİSKİNE İŞARET ETTİ
Erzincan İliç’teki maden faciasında tanıklık ettiğimiz
tehlikeli maden atıklarının taşkın anında sularla daha kolay bir şekilde bölgeye yayılabileceğini görmek için uzman olmaya gerek yok. Kaldı ki, maden sahasından geçen aktif fay hattı da bu riski artıracak bir etken. O hatta, Eylül 2022’de 5,3 büyüklüğünde bir deprem olmuştu. Koza Altın’ın hazırladığı proje tanıtım dosyasında bu bilgi yer almıyor.

Avukat Cömert Uygar Erdem, “DSİ belgelerinden görüyoruz ki deprem riski olan sahada taşkın riski de var. Dahası ruhsat sahasının büyük bir kısmı derelerden oluşuyor. Kura Nehri'nin ana kaynağı olan, dört mevsim akışı olan derelerden söz ediyoruz. Doğal hayata verilecek zararların yanı sıra, can ve mal güvenliği açısından da riskler taşıyor. Kura nehrinin uzandığı bütün topraklar risk altında” diyor. Erdem, ÇED süreci ile ilgili Ardahan vekillerinin yaptığı “iptal” açıklamalarının kıymetli olduğunu ancak valiliğin henüz sonucu ilan etmediğini vurguluyor. Ruhsatların iptal edilmesi için yasal süreç başlattıklarını söylüyor.  

Madenin tarımsal ve hayvansal üretimin kaynağı doğaya vereceği zarara da dikkat çekiliyor. Doğa Derneği Başkanı Dicle Tuba Kılıç, yapılması planlanan altın ve bakır madeninin biyolojik çeşitlilik ve tarımsal üretime de zarar vereceğini, aynı zamanda yerüstü ve yeraltı su kaynaklarını olumsuz etkileyeceğini söylüyor. Kılıç, “Alan, nesli tehlikedeki küçük akbaba başta olmak üzere birçok türün yaşadığı nadir yerlerden biri. Hiçbir maden projesi yaşamdan daha değerli değil. Doğu Anadolu’nun doğa dostu üretim merkezlerinden biri olan Göle Havzası’nı tehdit eden bu maden ruhsatı hemen iptal edilmeli.” diyor. Kafkas ırkı arılar, dört akbaba türü ve daha birçok hayvan ve bitki türü sanayileşmeden uzakta kalabilmiş bu alanda yaşamını sürdürmeye çalışıyor.

Bu köşede birkaç kez yazdık, bir altın yüzük için 20 ton civarında atık üretiyorsunuz. Üstelik, çıkarılan altının sadece yüzde 6,7’si sanayi ve teknoloji alanında kullanılıyor. Dünyadaki hurda ve geri dönüştürülen altın miktarı bu talebi yıllarca karşılamaya yeter. Altın madenciliği bir ihtiyaç değil. Madencilerin cesetlerini çıkardığımız, zehirli atıkları derelere ve toprağa bıraktığımız şu günlerde bizim ihtiyacımız altın madenciliğine dur diyecek cesaretli bir hükümet. Yaşamı öne çıkaran siyaset bildiğiniz tüm mücevherlerden daha değerli artık Türkiye için.

Madenin değil bu düzenin felaketi

Özgür Gürbüz-BirGün / 21 Şubat 2024

Siyanür içerikli yığının altında kalan işçilere 10 gündür ulaşılamıyor. Türkiye, 10 gündür Erzincan’daki altın madeninde yaşanan felaketi izliyor. “İzliyor” kelimesi durumu herhalde en iyi anlatan kelime.

Erzincan, İliç’teki madeni işleten Anagold Madencilik’in yüzde 80 hissesine sahip SSR Mining firmasına kazadan hemen sonra üç soru sordum. Israr edince şirketin yatırımcı ilişkilerinden sorumlu Başkan Yardımcısı Alex Hunchak’tan yanıt geldi. Şu anda sadece arama ve kurtarma çalışmalarına ve kayıp madencilerin yerini bulmaya odaklandıklarını söyledi ve diğer sorularıma yanıt vermedi.

Merak ettiğim konu, işçilerin altında kaldığı yığın liçindeki siyanür gibi toksik maddelerin içeriği ile miktarı konusunda bir fikirleri olup olmadığı ve bir buçuk yıl içinde meydana gelen iki büyük maden kazasından sonra madeni kapatmayı düşünüp düşünmedikleriydi. Madenin kapatılması için şirketin kararını beklememek gerek elbette ancak hükümetin tavrı bize bu konuda hiç umut vermiyor. Başımızda halkın çıkarlarını düşünen bir hükümet olsaydı, ilk kazadan sonra madenin kapısına kilit vurulur ve bugün tanık olduğumuz felaket önlenirdi. Hepimiz herhalde bu durumun farkındayız.

***

ALMAN “AJANLARI” HAKLI ÇIKTI
Çevrecilerin, sivil toplum kuruluşları ve altın madenine karşı mücadele eden yöredeki insanların, Bergama’dan bu yana yaptığı uyarılara kulak asmayanlar yüzünden bugün bedel ödüyoruz. Madenlere, “siyanür doğaya bulaşabilir, atık havuzları sızdırabilir” diye karşı çıkanlara ‘Alman ajanı’ diye iftira atan “milliyetçi” ve “ulusalcı” iftiracılar acaba bugün neredeler? Umarım şirketlerin çıkarları için tasarlanan bu kirli oyunlara bir daha kimse alet olmaz. Altının bir ihtiyaç olmadığını fark ederek, mücadele sırasında alyanslarını bozdurup altını hayatlarından çıkaran dostlara, Bergamalılara da bu vesileyle bir kez daha selam olsun.

Gelelim günümüze. TMMOB Maden Mühendisleri Odası, kazanın nedenleri ve bizi bekleyen tehlikeye dair önemli saptamalarda bulundu. Özetle aktarayım. 2014 ve 2021 yıllarında hazırlanan ÇED kapasite artışı projeleri ile madendeki yığın liç tesisi için de kapasite artışı talebinde bulunulmuş. Her iki talep de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca uygun görülmüş. Projenin başlangıcında planlanan yığın liç alanı kapasitesi 34 milyonken, 2021 yılındaki son kapasite artışı ile 85,3 milyon tona yükseltilmiş. Böylece yığın liç alanının yüksekliği 250 metreyi aşmış. Maden Mühendisleri Odası, ikinci ve üçüncü liç alanı yapmak yerine, maliyetten kaçınmak için devasa tek bir alan oluşturulduğunu ve bu alanın kontrolden çıktığını belirtiyor.

Oda, 10 milyon metreküplük siyanür ve ağır metal içeren yığının, yeraltı sularına ve Fırat Nehri’ne karışma riskiyle ilgili de uyarılarda bulunuyor. Bölgenin yeraltı suyu haritasının çıkarılması, etki alanından, kontrol kuyularından, Sabırlı Deresi ve Fırat Nehri’nden düzenli örnek alınması ve sonuçların kamuoyu ile paylaşılması gerektiğinin altını çiziyor. Yığın liçi artık geçirgen toprağın üzerinde. Yağmurla, karla içindeki toksik maddelerin yeraltı sularına, oradan Fırat’a geçmesini önleyecek bir koruyucu yok. Ciddi bir riskle karşı karşıyayız.

Bu felaket bize siyanür kullanılan madenlerin ne kadar tehlikeli olduğunu göstermekle kalmadı, sanayi tesisleri kurulmadan önce izlenen prosedürlerin de formaliteden ibaret olduğunu gösterdi. Kaçak bir madenden bahsetmiyoruz. ÇED raporu ve tüm izinleri alınmış bir tesisten, dava süreçlerinde ‘bilirkişi’ heyetlerinin onayından geçmiş bir işletmeden bahsediyoruz. Risklerin hepsinin ele alınmadığı ortada. Kâğıt üstünde verilen onayların denetlenmediği ortada. Halbuki ÇED süreci raporu alınca bitmez. Son aşaması proje sonrası izleme ve değerlendirmedir. Raporda yazılanların kontrol edilmesini de içeren, işletmenin beşikten mezara tüm faaliyet sürecini kapsayan bir süreçtir.

Bilirkişilerin ne kadar yeterli olduğu, siyasi iradeden bağımsız karar verip veremedikleri de artık tartışılmalı. Yanlış karar veren, uzman olmadığı anlaşılan bilirkişilerin bir daha bu süreçlerde yer almaması sağlanmalı. İliç’teki maden felaketini büyük bir kaza diye nitelemek yanlış olur. Sistemin başından sonuna kadar her aşamada işlemediğini gösteren, büyük bir çöküşün işaretidir İliç.

Altın bir ihtiyaç mı?

Özgür Gürbüz-BirGün / 16 Şubat 2024

2023 yılı dünya altın talebi 4448 ton. Altın talebinin yarısına yakını (yüzde 48,73) mücevherat sektörü
kaynaklı. Merkez bankaları altın talebinin yüzde 23,32’sinden, yatırım amaçlı altın kullanımı ise yüzde 21,24’ünden sorumlu. 2023 yılında küresel altın talebinin sadece yüzde 6,71’i teknoloji alanında kullanıldı; 300 tondan azı. Dünya Altın Konseyi verileri, altının bir spekülasyon aracı ve mücevher olarak kullanıldığını net bir şekilde ortaya koyuyor.

Teknoloji alanında gereken altının tamamının insanlık için gerçekten gerekli alanlarda kullanıldığını varsaysak bile sadece 300 tondan ya da yıllık altın talebinin yüzde 6,71’inden bahsediyoruz. Yaşadığımız endüstriyel hayata devam etmekte ısrarcıysak bize her yıl gereken altın bu kadar. 2023 yılında geri dönüştürülen altın miktarı ise tam 1237,3 ton. Teknoloji alanında kullanılan altın miktarının dört katından fazla. Özetle söylersek, dünya altın madenlerinin hepsini kapatsa ve artık altın çıkarmamaya karar verse, teknoloji alanında altın sıkıntısı diye bir şey olmaz. Hurda altınlar, geri dönüştürülenler yeter de artar bile.

İçinde her yıl azalan bir paya sahip olan diş hekimliğinin de olduğu teknoloji sektörünün altın ihtiyacı yıllardır bu oranda (son 10 yılda yüzde 8 civarı) seyrediyor. Hem elektronik hem de diş hekimliğinde altın talebi düşmeye de devam ediyor. 2023’te yüzde 7’inin altına düşmesi bu eğilimin bir sonucu. Dünya Altın Konseyi, insanların şu ana kadar 187 bin 200 ton altın çıkardığını söylüyor. Mevcut altın rezervlerinin hepsini, teknoloji alanında kullansak 624 yıllık ihtiyacı karşılıyor. Sadece mücevhere dönüştürülmüş altını teknoloji alanında kullansak 324 yıl altına ihtiyaç duymayabilirsiniz. Teknoloji alanında kullanılan altının da bir süre sonra geri kazanılıp tekrar kullanılacağını düşünürseniz, altın madenciliğinden bugün vazgeçmek istesek, bu kararın önünde teknik bir engel olmadığını görürüz.

Gıda üretiminin yapıldığı topraklar ve diğer ekonomik aktivitelerin gerçekleştiği ekosistemleri kirletme pahasına yürütülen altın madenciliğine ihtiyaç duyanların şirketler olduğu ortada. Çoğu zaman bu şirketler, Türkiye’nin altın ithalatı verilerini göstererek, madenleri meşrulaştırmaya çalışıyor. Elbette bu doğru değil. Yukarıda da görüldüğü gibi altın ithalatının temelini oluşturan gerçek bir ihtiyaç değil, bedeli yaşamla ödenen bir lüks.

Erzincan’daki Anagold madeninde göçük altında kalanları düşünürken, “güzel görünmek” veya “yatırım” amacıyla aldığımız altınları da düşünmemiz gerek. Altın madenciliği gibi elmas ve pırlanta madencilikleri de doğaya büyük zarar verir. Pırlanta yüzükle yapılan evlilik teklifleri, gelin ve damada takılan altınlar aslında bu korkunç sektörlerin ayakta kalmasını sağlayan, şirketlerin ellerini ovuşturarak izlediği ritüeller. Altın madenciliği kadar, bu gereksiz ritüellerin terk edilmesi de doğaya ve bu ekonomik tuzaklara düşürülen insana nefes aldıracak.

Bir hediye çekiyle verebileceğiniz hediyeyi, altına ya da başka bir değerli madene dönüştürmeden önce lütfen bu uğurda can veren insanları ve yok edilen yaşamı gözlerinizin önüne getirin. Bir altın alyans için 20 ton maden atığı ortaya çıktığını unutmayın. Bileğinize sevgilinizin doladığı bir ip, kalpten verilmiş bir söz sizi dünyanın en güzel insanı yapar. Dünyanın en büyük elması, pırlantası değil. Unutmayalım.  

Kanadalı altın şirketine sorular

Özgür Gürbüz-BirGün/1 Temmuz 2022

Erzincan İliç’teki Çöpler Madeni’nde meydana gelen kazadan sonra, madenin yüzde 80 hissesine sahip Kanadalı SSR Mining adlı firma iki ayrı açıklama yaptı. İki açıklamanın da amacı, yurtdışındaki yatırımcıları ürkütmemek, şirketlerinin değer kaybını önlemekti. Bu çabalara rağmen kapatma kararı ve 1 milyon dolarlık ceza geldiğinde hisseleri yüzde 11 değer kaybetti.

Foto: Cömert Erdem
İlk basın açıklaması kazadan altı gün sonra, 27 Haziran 2022’de yapıldı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın madende faaliyetlerin geçici bir süreyle durdurulacağını Twitter’dan açıklaması üzerine, kendilerine yazılı bir yönergenin gelmediğine vurgu yaparak, faaliyet durdurma haberini geçiştirmeye çalıştılar. Türkiye’deki açıklamaya benzer bir şekilde 20 ton siyanürlü solüsyondan değil, 8 kg siyanürden bahsettiler.

İkinci açıklama için bu defa altı gün beklemediler, 28 Haziran 2022’de basına bir metin daha gönderildi. Burada kapanmanın geçici olacağına dair önemli bir vurgu vardı. İkinci basın bülteni, Çevre Bakanlığı’nın kontrollerinden sonra sahanın yeniden açılacağından emin bir tavırla yazılmıştı. Bültenindeki en önemli ayrıntı ise, SSR Madencilik firmasının kazadan hemen sonra yetkilileri bilgilendirdiğini, 23 ve 24’ünde de sahayı denetlemeye yetkili ekiplerin geldiğini belirtmesiydi. 

Bunun üzerine Kanadalı şirkete aşağıda özetini sizlerle de paylaşacağım soruları, yanıtlarını gazetede yayımlamak üzerine sordum. Bu yazı kaleme alındığı tarihte henüz yanıt gelmemişti.

- Jandarmanın tuttuğu tutanakta 20 m3 (20 ton) siyanürlü solüsyon olduğu belirtiliyor, sizin açıklamanızda ise sadece 8 kg siyanürden bahsediliyor. Bu iki farklı rakamı nasıl açıklıyorsunuz?

 - Açıklamalarınızda sızıntının yığın liçi sahasında kaldığını ve hemen temizlendiğini belirtiyorsunuz ancak jandarma tutanağında sızıntının bir bölümünün yola ulaştığı, yani korumalı sahayı aştığı, daha sonra da kirlenmiş alanda toprağın taşındığı ve çamaşır suyuyla yıkama yapıldığı belirtiliyor. Çevre Bakanlığı da yaptığı açıklamada solüsyonun alt kottaki kuru dere yatağına ulaştığını ancak derede akış olmadığı için tehlike olmadığını belirtmiş. Sizin açıklamanızla diğer iki açıklama arasındaki çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz?

 - Maden sahasındaki kaza 21 Haziran 2022’de meydana geldi. Çevre Bakanlığı 27 Haziran’da sizden faaliyetlerinizi durdurmanızı istedi. Çevre Bakanlığı’nı beklemeden, şimdi yapıldığı belirtilen gerekli kontrolleri yapmak için neden madendeki çalışmaları kazanın olduğu gün durdurmadınız?


Sadece bu altı günlük bekleme süresi bile, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu maden istilasını durdurma konusunda mevcut hükümet ve şirketlere güvenemeyeceğini gösteriyor. Bir maden tesisinde olabilecek en kötü kaza oluyor ama faaliyetleri durdurmak için neredeyse bir hafta bekleniyor. Kanadalı şirket ve şirketin yüzde 20 hissesine sahip, Çalık Holding iştiraki Lidya Madencilik’in daha birçok sahası var. Sadece İliç değil diğer operasyonların da mercek altına alınması gerekir.

Adeta bir Don Kişot gibi madene karşı mücadele eden Sedat Cezayirlioğlu olmasa bu kazayı belki duymayacaktık. Kamuoyu baskısı olmasa ne şirket faaliyetleri durduracak ne de Çevre Bakanlığı bu kararı alacaktı. Altı gün beklemelerinden belli. Diğer madenlerde neler oluyor, ne kadarı bize anlatılıyor, bilmiyoruz.

Bergama’daki altın madenine karşı köylüler ve çevreciler direnirken genç bir muhabir olarak sahadaydım. Bir madenin doğaya, yaşama verebileceği en büyük zararlardan biri siyanürün doğrudan toprakla temasıydı. En çok bugün Erzincan’da yaşanan olayın yaşanma ihtimali nedeniyle madene itiraz edilirdi. Şirketlerin olmaz dedikleri yine oldu. Kaza haberlerinin ardı arkası kesilmiyor birkaç yıldır. Erzincan-İliç, Giresun-Şebinkarahisar, Artvin-Murgul…

İliç’teki altın madeniyle ilgili sorunlar sadece bu kaza ve sonrasında yaşananlarla sınırlı değil. Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği ve Çevre Mühendisleri Odası gibi birçok meslek odası ile sivil toplum örgütünün kaza sonrası yaptıkları açıklamalar aslında yıllardır yaptıkları uyarıların bir parçası. TEMA Vakfı, her ilde maden sahalarına açılmış alanları açıklıyor; yüreğiniz elveriyorsa bir bakın. Gıdaya, yabana, insana yer bırakmadan her yeri maden sahası ilan ediyorlar. 3213 sayılı Maden Kanunu’nda yapılan 20’den fazla değişiklikle, Milli Parklar dahilinde korunan alanlarda bile maden sahası açmanın önü açıldı bu ülkede. Bu yüzden sadece Çöpler Madeni’ni kapatmak yetmez, bu kanunları yapanları da değiştirmek gerek. 

Tohum dağıtacağınıza ağaçları kesmeyin

Cumartesi günü Çanakkale’nin Kirazlı köyündeydik. Kentin içme suyunu sağlayan Atikhisar Barajı’nın üstündeki tepedeyiz. Sağım solum, önüm yeşil ama arkam değil. Tepenin ardında binlerce ağaç kesilmiş.

Özgür Gürbüz-BirGün/7 Mayıs 2018

Postacılar tohum getirip duruyor. Zarfın içinden karaçam tohumları çıkıyor. Sanki dikecek bir metrekare yeşil alan varmış gibi. Tohumu elinize alıyorsunuz, bu beton yığınında nereye dikeceğim diye şaşakalıp yeniden zarfın içine koyuyorsunuz. Süs desem tohuma yazık, propaganda desem akla ziyan. Her yerde ağaç keseceksin sonra zarfla tohum göndereceksin.

Kentin içme suyunu sağlayan Atikhisar Barajı’nın üstündeki tepedeyiz. Meşhur Balaban’ın kahvesinde, doğanın ortasındayız. Sağım, solum, önüm yeşil ama arkam değil. Tepenin ardında binlerce ağaç kesilmiş. Size gönderilen karaçam tohumlarının sahibi ağaçlar yerlerde parça parça.

Zarftaki akıbeti belli olmayan tohumlardan bahsetmiyoruz. Yetişkin binlerce ağaçtan bahsediyoruz. Sincabıyla, kurduyla, kuşuyla orman olmuş, ekosistem olmuş ağaçlar bunlar. Bizlere dağıtılan tohumların toprakla buluşacağı, fidan olacağı bile şüpheliyken burada bir orman katliamı var. Dikilmişi, yetişmişi bıçağa yatırılmış. Ne için? Beş yıl çalışacak bir altın ve gümüş madeni için. Kanadalı Alamos Gold şirketi beş yıl altın çıkarıp zengin olsun diye Çanakkale’nin suyu, ormanı feda ediliyor. Şirketin internet sitesinden bir yetkilisine ulaşmak istiyorum, Türkiye’den ne bir telefon numarası var ne de bir eposta adresi.

İDA Dayanışma Derneği ve Çanakkale Çevre Platformu tarafından ağaç kesimini görmek için düzenlenen gezi ve foruma katılmak için bölgeye gelen CHP Bursa milletvekili Orhan Sarıbal durumu tek cümleyle özetliyor: “80 milyon insana karaçam tohumu gönderiyorlar, burada yüzlerce binlerce yıllık ağaçlarımızı kesiyorlar”. “Bu bir emperyalist saldırıdır” diyen Sarıbal, “Burada yaşananın farkındayız ama büyük fotoğrafa bakmalıyız. Hiçbir emperyalist yapı bir ülkeye girerken tek başına girmez, bir yerli işbirlikçi arar. Kim yerli işbirlikçi? Siyasi iktidar. Onların da taşeronu var” diyor.

İDA üyesi, “sınıf öğretmeni” İbrahim Gül’le forum öncesi konuşuyoruz. Kanadalı şirketin Türkiye’deki ayaklarından biri Doğu Biga Madencilik’in Kirazlı’da maden işletme ruhsatı olmamasına rağmen ağaç kesiminin, madenin ulaşım yoluna, iletim hatlarına uygun bir şekilde devam ettiğine dikkat çekiyor. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan da birkaç ay önce şirketin Gayrı Sıhhi Müessese Ruhsatı olmamasına rağmen ağaç kesimi yaptığından şikayet etmişti.

Maden projesinin ÇED raporu Danıştay’dan darbe yemiş. ÇED olumlu kararının iptalini reddeden dava kararı bozulmuş. Çanakkale Belediyesi içme suyumuzu tehdit eden bu projeyi istemeyiz diyor. Halk, Çanakkale’nin altın madenine değil doğaya ihtiyacı var ama Orman Bakanlığı sanki halkı değil Kanadalıları dinliyor.

Alamos şirketi Kirazlı’da yılda yaklaşık 3 ton (104 bin oz) altın çıkaracaklarını ve gram başı maliyetinin 13 dolar (55 TL) olacağını belirtiyor. Piyasa fiyatı bugün 178 TL. Projeyi anlattıkları sayfaya da Kirazlı’nın kısa vadede gelir getirecek çok önemli ve düşük maliyetli proje olduğunu büyük harflerle yazmışlar. Düşük yatırım ve işletme giderleri nedeniyle de dünyadaki madenler içerisinde en iyi getiri sağlayacak projelerden biri olduğunu da göğüslerini gere gere söylüyorlar. Türkiye’de ağaç kesmenin kolaylığı, hukuku ve halkı dinlememek, suyu altından değersiz görmek şirkete maliyet avantajı sağlıyor anlayacağınız.

Madenciler ülkenin gümüşe altına ihtiyacı var diye kafanızı karıştırmaya çalışabilir. O yüzden şu veriyi de yazının sonuna not düşelim. Türkiye ormanlarını bir mecburiyet, ihtiyaç yüzünden feda etmiyor. Örnek verelim. 2016 yılında 620 ton gümüş ihraç eden Türkiye, 1 gram gümüş ithal etmemiş. Ülkenin gümüşe ihtiyaç olmadığı ihracat fazlası vermesinden anlaşılıyor. Altın’da da politik oyunlar olmadığında durum farklı değil. Zaten çıkarılan altının çok azı teknolojik ürünlerde kullanılıyor, aslan payı ziynet eşyası. Hükümet ülkeyi düşünse, karaçam tohumlarını ziyan etmez, düğünde, sünnette altın takılması yerine hediye çekini yaygınlaştırmak için kampanyalar düzenlerdi. Hem ormanlarımız korunur hem de ekonomi nefes alırdı.

Gelin onlar yapmıyorsa biz yapalım. Bundan böyle geline, bebeğe altın takmayalım. Niyet zaten ekonomik destek. Bankadan, marketten hediye çeki alıp verelim. Çanakkaleliler bu işe öncülük etsin, bir kampanya başlatsın. Gümüşten, altından, pırlantadan, tüm eli kanlı madenlerden kurtulalım.