madencilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
madencilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Madencilik sorunu için öneriler

Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Kasım 2025

Foto: Kazdağı Derneği
Geçtiğimiz hafta TMMOB Maden Mühendisleri Odası’nın düzenlediği ‘Türkiye 29. Uluslararası Madencilik Sempozyumu’na (IMCET 2025) katıldım. Özel bir oturumunda konunun uzmanları ile madencilik sektörünün artı ve eksilerini tartıştık. Önerilerimi, iletişimde gördüğüm eksiklikleri anlattım. Düşüncelerimi sizlerle de paylaşayım.

Madenciliğin gerçek ihtiyaçlara göre belirlenmesi, ithalat ve kâr amaçlı madenciliğin öne çıkarılmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Bu da kamucu bir bakış açkısıyla mümkün. Altın madenciliği ihtiyaç meselesini açıklamak için iyi bir örnek. 2024 yılında dünya altın talebi 4 bin 621 ton. En yüksek pay 2 bin 26 tonla mücevherata ait. Yatırım ve merkez bankalarının talebi de biner tonun biraz üstünde. Gerçek ihtiyaç kabul edebileceğimiz teknoloji kaynaklı talep ise sadece 326 ton. Dünya Altın Konseyi rakamlarına göre şu ana kadar çıkarılan altınların tümü teknoloji talebini 663 yıl karşılayacak seviyede.

Bizim altın madenciliği dediğimiz aslında bir daha yerine koyamayacağımız ekosistemleri, su kaynaklarını bilezik, küpe ve düğün hediyelerine dönüştürmek. Takılarınız ya da düğün hediyeniz için Kazdağları’nı, Karadeniz’i, İç Anadolu’yu feda etmeye gerçekten razı mısınız? Kapitalizm suyun bedelini altından ucuz belirlediği için su altından değersiz olmuyor. İhtiyaçları ve neyin gerçekten vazgeçilmez olduğunu bir kez daha düşünmeliyiz.

Madencilik sorununu çözmede atacağımız ikinci adım ise ‘kent madenciliği’nin payını hızla artırmak olmalı. Yerin altında maden aramayı bırakmalı, yerin üstüne bakmalıyız. Ürettiğimiz onlarca araç ve gereçte tonlarca kullanılmış maden var. Bu madenleri geri dönüştürme ve yeniden kullanma kapasitemizi artırmaya yatırım yapmak yeni maden açmaya kıyasla teşvik edilmeli. Avrupa ve ABD’de elektronik ekipmanların toplanma oranı yüzde 50, Japonya ve Güney Kore’de ise yüzde 30 seviyesinde. Türkiye’de net bir istatistik yok ama farklı raporlara bakarak yaptığım hesaplama, 2020 yılında yaklaşık yüzde 10’a ulaştığımızı gösteriyor. Gidilecek çok yol var.

Altın gibi bir takvim çerçevesinde azaltılması gereken bir madencilik de kömür madenciliği. İklim krizinin bir numaralı sorumlusu kömürden elektrik üretmenin yerine koyabildiğimiz, güneş ve rüzgâr gibi seçenekler var. İkame edebiliyorsak kazmamalıyız. Çimentoyu sadece ülke ihtiyacı için üretmek, doğal taş ihracatını sınırlamak gibi yasal düzenlemeler de doğanın üzerindeki baskıyı azaltır. Türkiye özel bir coğrafya. Avrupa kıtası kadar bitki türüne ev sahipliği yapan, dünyanın en eski yerleşim yerlerini barındıran bir ülkede madenciliğe kapalı alanlar olması bu yüzden bir zorunluluk. Çözüm önerilerimden biri de bu.

Hiç sorgulamadan kabul ettiğimiz endüstriyel yaşam biçimi, kent madenciliği de yapsak, güneş paneli veya buzdolabı da kullansak bizi birçok madene muhtaç bırakıyor. Toksik maddeler yine kullanılacak. Bunu da atlamayıp, iğneyi kendimize batırmayı unutmayalım. Tüketimi azaltabiliriz, alternatifler önerebilir ve takı kültürüyle mücadele edebiliriz. Tüm bunları yapsak da maden ihtiyacı bitmeyecek. Orada da çevre ve güvenlik kültürünü, rehabilitasyon ve denetim süreçlerini en üst düzeyde tutacak bir kural ve anlayışa ihtiyacımız var. Panele katılan Türkiye Madenciler Derneği Başkanı Mehmet Yılmaz’ın, çarpıcı bir örneği oldu. Yılmaz, Kanada’da ziyaret ettikleri bir sivil toplum örgütünün belirlediği standartlara işaret ederek, bunları uygulasak Türkiye’de madenci kalmaz dedi. Standartların ne olduğunu bilmiyorum ancak o seviyeye çıkmazsak, “sömürge madenciliği” ve “vahşi madencilik” eleştirilerine de kızamayız.

Kongredeki yüzlerce madenci içinde çevreye önem veren, doğa koruma mücadelelerine destek olan ve bir orta yol arayan onlarca madenciyle tanıştım. Orta yol arayan, hataları söyleyen, kamuyu savunan madenciler. İklim değişikliğiyle ilgili mücadelenin zayıflamasını hayra yoran, Trump’ın iklim inkarcılarına verdiği desteği destekleyen, kömürün enerji içindeki payının istenildiği hızda düşmemesine sevinen ilginç birkaç kişiyle de tanıştım. Açıkçası bu ruh halini anlamakta zorlandım. Yüz binlerce insan ve canlının hayatını tehdit eden, her yıl binlerce can alan iklim krizinin durdurulmamasına sevinmenin anlaşılır bir yanı yok. ‘İşimi kaybederim’ korkusuyla hareket edersek hepimiz topluma karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz. Mesele bu değil, iklim inkarcılığıysa, üniversitelerin bilimsel eğitimden uzaklaşma sorunu acilen masaya yatırmalı. Neredeyse yer çekimi gibi üzerinde fikir birliğine varılmış bir konudan söz ediyoruz. Mühendisler ve madenciler sorunun değil çözümün parçası olmalı.

Türkiye’nin nadir element ihtiyacı tartışılır

Özgür Gürbüz-BirGün / 23 Ekim 2025

Foto: Dominik Vanyi on Unsplash
Eskişehir Beylikova’da 694 milyon ton nadir toprak elementi olduğu ilk olarak 2022 yılında açıklanmıştı. Üç yıl sonra CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bu elementlerin ABD’ye verileceği iddiaları nadir toprak elementlerini yeniden gündeme getirdi. Yüksek teknoloji ürünlerinde, enerji sektörü ve savaş aletlerinde kullanılan bu elementlere kayıtsız kalmak mümkün değil. Türkiye’nin ihtiyacı ise tartışılır.

Nadir element ithalatımızın tutarı 2015 yılında 1 milyon 180 bin dolarmış (MTA, 2017). 2019 yılında bu rakam 2 milyon 629 bin dolara çıkmış. 2019 ithalatının 1 milyon dolarlık kısmı Çin Halk Cumhuriyeti’nden yapılmış (Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı verileri). Çin’den sonra değer açısından en çok ithalatı Hindistan ve Avusturya’dan yapmışız. Ticaret Bakanlığı’nın halka açık 2024 yılı ithalat verileri nadir elementleri detaylandırılmasa da ilgili kalemden geçen yılki ithalatın 2019 seviyesinin de altında olduğunu tahmin ediyoruz.

Yılda 20 makam arabası parası verdiğimiz bu madenleri ithal etmiyoruz çünkü kullanıldığı yüksek teknoloji, enerji, silah üretimi gibi alanlarda ciddi bir üretici değil. Füze ve jet motorları, radarlar, lazerler, elektrik motorlarında kullanılan özel mıknatısların üretiminde kullanılan bu maddelere çok az ihtiyacı oluyor. 2015’te ithal edilen nadir element miktarı sadece 38 kilogramdı.

Türkiye’nin bir başka sorunu da bu elementleri işleme kapasitesine sahip olmaması. Çin dünyadaki nadir elementleri işleme kapasitesinin yüzde 87’sine sahip. Teknolojiye hâkim ve aynı zamanda bu işi diğer ülkelere göre daha düşük maliyete yapabiliyor. İşin püf noktası da bu. Nadir elementler adının aksine aslında dünyada birçok yerde var ancak belli bir bölgede yüksek yoğunlukta olmaları çıkarılmasını kolaylaştırıyor. Cevheri işlemeyi bilmek, içinden az miktardaki madenleri çıkarmak ise ayrı bir bilgi gerektiriyor. Elementlerin değeri de bu süreçte artıyor. Ham maddeyi satmak aynı altın, gümüş ve mermerde yaptığımız gibi yerine yenisini koyamayacağımız bu madenleri ucuza başka ülkelere ve şirketlere ikram etmeye benziyor.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Salı günkü gurup toplantısında imzaladığı kanun tasarısı bu yüzden önemliydi. Teklifte nadir toprak elementlerinin sadece devlet tarafından işlenmesini ve hammadde halinde satılmamasını garanti altına alacak iki madde var. AKP hükümeti bu kanun teklifine de hayır derse, ABD ile anlaşma yapıldığı iddiaları güçlenir. Nadir elementleri ucuza başka ülkelere ikram etme düşüncesinde değilse AKP’nin de bu kanun teklifine hayır dememesi gerekir.

Kanun teklifinin eksik tarafı ise işin çevre boyutu. Madencilik faaliyetlerinin hepsinde olduğu gibi nadir elementlerin çıkarılmasından işlenmesine kadar olan tüm süreçte toprak, su ve hava toksik kimyasallarla kirlenir. En başta da madende çalışan işçiler risk altındadır. Kullanılan iki temel yöntem var. Liç yöntemiyle havuzlarda çıkarılan cevherden kimyasallarla metalleri ayırmak. Ancak Türkiye’de defalarca gördüğümüz gibi toksik kimyasallarla dolu bu havuzlardan toprağa ve yeraltı sularına sızmalar olabiliyor. İkincisinde ise benzer bir yöntemi PVC borularla toprağa kimyasallar vererek uygulamak. Sonuçları ve riskleri aynı. İki yöntemde de çevre ve sağlık açısından yüksek risk taşıyan zehirli atık dağları ortaya çıkar. Her ton nadir toprak elementi için 2 bin ton toksik atık üretildiği belirtiliyor ki bu cevherler uranyum ve toryum içerdiği için radyasyon tehlikesi de söz konusu.

Türkiye sadece son 15 yılda, metal madenciliğinde birçok ülkenin tarihinde görmediği çok ciddi maden kazalarına tanıklık etti. Erzincan İliç’te Çöpler altın madeni, Giresun Şebinkarahisar kurşun, çinko, bakır madeni, Balıkesir Karaayıt demir madeni, Ordu Kabadüz kurşun, bakır, çinko madeni ve Kütahya Eti gümüş madeninde atık havuzlarıyla ilgili kazalar başka ülkelerde olsa madencilik faaliyetleri o ülkelerde askıya bile alınırdı.

Eğer bu madenciliği yapmaya niyetliysek, kanun teklifine çevreyle ilgili en sıkı standartları yerine getirme şartını da detaylı bir maddeyle eklemek gerekir. Nadir elementleri kullanan teknoloji üretimine girmeyeceksek ya da girip zarar etmeme şansımız yoksa onları yerinde bırakmak daha akıllıca bile olabilir. Belki bundan 10-20 yıl sonra başka bir madencilik mümkün olur ya da endüstriyel çağın dayattığı bu teknolojik ürünleri başka bir yöntemle üretme şansı buluruz. İçinde yaşadığımız endüstriyel toplumun çözüm önerileri bile büyük sorunlar yaratabiliyor; trajik olan da aslında bu. Defineci mantığıyla, ülkenin gaz, maden, petrol bularak kurtulacağına inandırılan halka ve jelibonla kurtulacağına inanan Melih Gökçek’e sürecin tüm gerçekleri anlatılmalı.