Çocuklarınız ağaçlara günaydın desin

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Ağustos 2018

Kazdağı’ndan kente ineli birkaç saat oldu. Aklım yüzdüğüm en güzel sularda, kamp alanın yanındaki derede kaldı. En güzel denizi ararken geçen ömrüm bir dereye mi tutuldu yoksa? Şaşkınım.

Geçirdiğim üç gün, bu dünyanın her yeri mi güzel olur dedirtti adeta. Şimdi kentteyim ama gözlerimi kapattığımda, gece boyunca izlemeye doyamadığım yıldızları görüyorum. Arada bir ufak çizgi geçiyor soldan sağa, demek ki saydığım meteorlar hâlâ aklımda. İtiraf etmeliyim, zeytin ağaçlarının gölgesi sıcağı kesmeye yetmiyordu ama o kadar çok dost, dost olmayı bekleyen yüz vardı ki etrafta, merhabalarla başlayan sohbetler serinletiyordu günü. Sonra bir bakmışsın yine ay çıkmış. Tek farkı düne göre biraz daha dolgunca olması. 

Bu yıl Kazdağı’nda dördüncüsü düzenlenen Ekofest’tin konusu enerji, sloganı ise “güneş bize yeter”di. Güneş yeter ama bunu herkese anlatamazsak yukarıda bahsettiğim dere de belki bir barajın kurbanı olacak.
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin bu organizasyonu sayesinde 500 kişi daha bu doğa harikası bölgeyi yakından tanıdı. Korumaya çalışılan ile tehdidi gördü. Belki ilk kez bir arıyı dere kenarında uzun uzun seyretti. Edebiyat panelinde doğa aşığı Melih Cevdet Anday’ı bu yönüyle de tanıdı. Kömür santrallarının, altın madenleri ve taş ocaklarının tehdit ettiği bu eşsiz güzelliği korumak için verilen mücadeleleri öğrendi. Sorunları ve çözüm yollarını dinledi. Kömür yerine güneş bize yeter dedi. Düğünlerde, doğumlarda eşine dostuna altın almaktan vazgeçti. Bu katliama izin veren siyasetçilere kızdı, durdurmak için uğraşanlara teşekkür etti. Kimi kentinde elektrikli araçlarla ulaşım istedi. Kimi güneş kooperatifi kuralım yerel yönetim bize ön ayak olsun dedi. Kimi ise sesini Ankara’ya yetiştirmenin yollarını düşünmeye başladı. Bazıları da elini taşın altına koymaya karar verdi. Termiksiz, madensiz bir Kazdağı için yanındaki zeytin ağacına mücadele sözü verdi. İlgili derneğe, kuruma gidip gönüllü çalışma kararı aldı.
Nasıl bir dünya istiyoruz? - Foto: Mustafa Dermanlı
Ben dağdan aşağıya indim ama yüreğim, aklım orada kaldı. Çadırımı toplarken evimi kapatıyormuş gibi hissettim. Oğlumla çadırda kalacağım ilk günün hayalini kurdum. Ekofest’te çocukların sayısı çoktu. Hem oyunlar oynadılar hem de öğrendiler. Ritm atölyesinde tempo tutarken, merhem yapılırken hep onlar vardı. Çocuklar kadar büyükler de mutluydu. Çıktığı ekosistem yürüyüşünde, gölgesinde durduğu ağacın adını öğrendiler. “Merhaba ağaç” yerine “merhaba göknar”, “merhaba çınar” demeye başladılar. Festivale gelmeden önce her yerde bir çeşit ot olduğunu sananlar, dönerken 100 çeşit ota el sallayıp vedalaştılar.
Gerçekten de her şey elimizde. Tatiller geçici bir süre için de olsa yaşadığımız çarpık kentlerin, gülmeyen yüzlerin getirdiği dertleri unutmak adına elbette önemli. Önemli ama unutmak için hiçbir şey yapmamak gerektiği fikrine de katılmıyorum. Yanlışı unutmanın en iyi yolunun doğruyu öğrenmekten geçtiğini savunuyorum. Ekofest’e gelenlerin bireyselleşmek yerine birlikte hareket ederek başka bir hayatın mümkün olduğunu gördüklerini düşünüyorum.
Yemek sırası - Foto: Mustafa Dermanlı
Son sözüm de çocukları olanlara. Tatil köylerinde iki beton arasında animasyon gruplarına bırakılan çocuklarla doğaya bırakılan çocukları karşılaştırıyorum. İnanın aralarında çok fark var. Ekofest’te kavga eden çocuk görmedim. Oyuncaklarını paylaşanlar, birlikte ip atlayanlar vardı. Karıncadan korkan çocuklar yerine karıncayı seven çocuklar yetiştirmek için en iyi çözümün onları doğayla tanıştırmaktan geçtiğini düşünüyorum. Çocukken arıdan deli gibi korkardım, geçen yaz kahvaltı tabağıma konan bir arının pamuksu tüylerini okşadım. Değişimin ne kadar uzun sürdüğünü görüyorsunuz, çocuklarınız bu dünyanın parçası olsun istiyorsanız, onları doğayla erkenden buluşturmaya gayret edin. Hem parçası oldukları gerçek dünyayı tanımaları hem de onu korumaları için. 

Dört yılı geride bırakan Ekofest harika bir iş yapıyor. Doğayı korumak için mücadele eden herkesin yöresinde gerçekleştirebileceği örnek bir çalışma bu. Örnekler ne kadar çoğalırsa, umudumuz da o kadar artacak.

Yeni havalimanı kabusuna hazırlanın

İstanbul’un en uzak köşesine yapılan 3. havalimanı açılırsa yolcuları ciddi bir ulaşım sorunu bekliyor. En erken bir yıl sonra açılması beklenen raylı ulaşım bile sorunu çözemeyebilir.

Özgür Gürbüz-BirGün/13 Ağustos 2018

İki buçuk ay sonra açılması planlanan İstanbul’daki 3. havalimanından ilk uçağın 31 Ekim 2018 tarihinde kalkacağı açıklandı. THY yetkilileri yaptıkları açıklamalarda havalimanının ne kadar büyük olacağına vurgu yapsa da büyüklük mevcut sorunları çözmüyor. Havalimanı nedeniyle tahrip edilen doğanın yarattığı kalıcı sorunların yanı sıra, 10 gün önce medyada yer alan göçük fotoğrafı ve havalimanına ulaşımla ilgili sorular hala yanıtlanmış değil.

Kentin tüm merkezlerine çok uzak bir noktada, yüzde 90’ı göl ve ormandan oluşan bir arazi üzerine kurulan havalimanına halihazırda ulaşan bir metro hattı yok. Gayrettepe ile havalimanını birbirine bağlayacak ve yolcuları yaklaşık yarım saatte taşıyacak metro hattının ise en erken 2019 sonunda bitirileceği söyleniyor. Halkalı’ya bağlanması beklenen ve daha çok durağa sahip olan metro hattının bitiş tarihi de hemen hemen aynı. Halkalı hattının kentin birçok noktasına uzak olması ve durak sayısının fazlalığı da bir alternatif olmasını zorlaştırıyor. O yüzden de bir yıl boyunca tek seçenek, yolcuların otobüs ve hatta minibüslerle kentin farklı noktalara taşınması olacak. Metro inşaatları gecikirse bu süre daha da uzayabilir.  

Metro açılsa bile çile bitmeyecek
Havalimanını Gayrettepe’ye bağlayacak hattın açılması da işleri düzeltmeyecek. Kentin farklı yerlerinden özellikle de Anadolu yakasından metro bağlantısına ulaşmak hiç kolay değil. Birkaç örnekle durumu anlatalım. Bostancı’da oturan bir kişinin Gayrettepe’ye toplu taşımayla ulaşması için önce Tavşantepe-Kadıköy metrosuna binmesi, Ünalan’da inip Uzunçayır’daki metrobüse yürümesi ve oradan da Gayrettepe’ye gidip yeniden metro hattına geçmesi gerekiyor. Bavullarla bu yolculuğu yapmak, aktarma istasyonlarındaki bağlantıların uzunluğu ve özellikle metrobüsün kalabalıklığı da düşünülürse, hiç kolay değil. Kadıköy metrosuyla Ayrılık Çeşmesi’ne gidip, Marmaray’a aktarma yapmak ve Yenikapı’dan tekrar metroya binerek Gayrettepe istasyonunda inip, havalimanı metrosuna geçmek de bir seçenek. Yine de kalabalıktan ve bavullarla yolculuğun zorluğundan kurtulmak mümkün değil. Ümraniye’de oturan bir kişinin yolculuğu da farklı değil. Önce mümkünse metroyla Üsküdar’a gidecek. Oradan Marmaray’la Yenikapı’ya geçip Hacıosman metrosuna aktarma yapacak. Gayrettepe’de inince de havalimanı metrosuna geçecek. Gayrettepe metrosuyla havalimanına varınca da iş bitmiyor. Durakla havalimanı arasındaki mesafenin fazla olduğu da söyleniyor. Zaten aşırı büyük olan bu havalimanında bir yerden bir yere gitmek de hiç kolay olmayacak. Metro durağıyla uçağa bineceğiniz kapı arasında ciddi bir yürüyüş mesafesi olabilir.

Bavullarla metrobüse hücum
Avrupa yakasında oturanların bir bölümü (Avcılar, Bayrampaşa, K. Çekmece gibi) ise büyük bir olasılıkla metrobüs hattına ulaşmaya ve oradan Gayrettepe’ye gelmeyi hedefleyecek. Zaten hınca hınç dolu olan Metrobüs bu kadar bavullu yolcuyu kaldırır mı göreceğiz. Yoğun saatlerde Yenikapı-Hacıosman hattının durumu da ortada. Orası da iyi bir alternatif olmayabilir. Özetlersek, metro duraklarına ulaşma sürelerini hesaba katmasak bile yeni havalimanına toplu taşımayla ulaşma süresinin İstanbullular için en az 1,5-2 saati bulacağını söyleyebiliriz. Hele de biraz yaşınız ve yükünüz varsa işiniz çok zor.

Atatürk Havalimanı’na göre yol iki kat uzadı
Havalimanına araçla gitmek de çözüm değil. Atatürk Havalimanı’na göre hem mesafeler uzuyor hem de petrol yüzünden masraf artıyor. Örneğin, 3. havalimanı ile Taksim arası 40 km. Atatürk Havalimanı Taksim arası 22 km idi. Taksim’de oturuyorsanız uçağa binmek için artık iki katı yol yapacaksınız. Yeni havalimanından Avcılar’a gitmek isterseniz 50 km yol yapmanız gerekecek. Atatürk Havalimanı düzenlense ve kullanıma devam edilseydi Avcılar’dan uçağa ulaşmak için 16 km gidilecekti. Kadıköy’de otuyorsanız da bir 50 km kadar mesafe sizi bekliyor ama Boğaziçi Köprüsü’nden ve daha birçok yoğun trafiğe sahip bölgeden geçmeniz gerekecek. 3. köprüyü tercih ederseniz de 80 kilometreden fazla yol yapmayı göze almalısınız. Pendik 3. havalimanı arası 70 km. Halbuki Pendik’ten Atatürk’e giden yolcular bugün 48 km sonra hedefine ulaşıyor. Pendik, Kartal veya Bostancı’daki yolcu neden Sabiha Gökçen’e gitmiyor diyebilirsiniz. Verilen yolcu garantisi nedeniyle birçok seferin adresinin 3. havalimanı olacağını hatırlatalım. Siz tercih etmeseniz de gitmek istediğiniz kente uçan uçak sadece 3. havalimanından kalkabilir. Mecburen gideceksiniz. Yeni Türkiye böyle çalışıyor. 

***
Göçük tehlikesi
Yaklaşık bir hafta önce medyaya yansıyan 3. havalimanındaki göçük fotoğrafı konusunda da hükümetin kontrolündeki medyanın suskunluğu sürüyor. Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı’nın birkaç gün önce yaptığı basın açıklamasında bu konu soruldu ama Aycı’nın, “Ben bu tür gizemli haberlerin yayılmasını hoş bulmuyorum, doğru da bulmuyorum” yanıtı şüpheleri artırdı. Göçük fotoğrafı, dünyanın “en büyüğü” denilen havalimanının zeminiyle ilgili uyarıları akla getirdi. 8 Ekim 2014 tarihinde TMMOB’a bağlı Jeoloji Mühendisleri Odası 3. havalimanı ile ilgili bir rapor yayımlamıştı. O raporda havalimanı yapılacak sahada kömür ve kum ocakları nedeniyle oluşmuş 66 göl olduğu, bunların 16 adedinin derinliğinin 15 metreden fazla olduğu açıkça yazılmış. Bu 16 gölden 8 adedinin derinliğinin 20 metreden fazla ve büyük göllerin tabanında 6,5 metreye varan kalınlıkta balçık bulunduğu da yine raporda yer alıyor. Jeoloji Mühendisleri Odası raporunda, “Böylesi bir zemin üzerine yapılacak gelişigüzel dolgunun stabil olmasını beklemek ise akla aykırıdır” cümlesini kullanarak adeta bugün yaşanan göçük tehlikesine karşı ilgilileri 4 yıl önce uyarmış. Raporla çökme haberini ve fotoğrafları yanyana getirdiğinizde İstanbul’un kuzeyinde nasıl akla aykırı bir iş yapıldığını daha iyi anlıyorsunuz. Sonuçta çöküyor. Akla aykırı ekonomi politikalarında, tren kazalarında olduğu gibi.

İstanbulluları ve o havalimanını kullanacakları bekleyen ciddi bir tehlike olduğu ortada. 4 Ağustos günü sosyal medyaya düşen göçük fotoğrafından sonra THY yetkilileri, gazetecileri (özellikle iktidarın kontrolünde olmayanları) alıp göçüğün olduğu veya olmadığı yere götürebilirdi. Böylece de olayın iddia edildiği gibi “gizemli” olup olmadığı anlaşılabilirdi. THY Yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı’nın açıklaması ise daha çok gazetecilere bunu yazmayın diyen kabul edilemez bir “uyarıya” benziyordu.

Monsanto'ya 289 milyon dolarlık tazminat cezası

Özgür Gürbüz/12 Ağustos 2018

Bildiğiniz gibi Türkiye'de de çok yaygın kullanılan roundup adlı ot öldürücü nedeniyle kansere yakalandığını öne süren bir hastaya ABD'de 289 milyon dolar tazminat ödenmesi kararlaştırıldı. Bir anlamda, ürünün kanserojen olduğuna dair öne sürülen iddialara hukuki bir destek geldi. Dünya Sağlık Örgütü de 2015 yılında yaptığı açıklamada Monsanto adlı GDO'lu tohum üreticisinin ürettiği bu ot öldürücünün "muhtemelen kansorejen" olduğunu söylemişti. İlgili haberi BBC Türkçe'den okuyabilirsiniz.

Glifosat konusu bu haberle birlikte Türkiye'de de konuşulmaya başlandı. En sonunda. Bu konuda BirGün gazetesinde üç yazı yazmıştım. Onları hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. İlk yazıda da şu talep vardı: "Glifosat konusunda da geç kalınıyor. Eldeki verilere bakılarak, Dünya Sağlık Örgütü, Sağlık ve Çevre Birliği gibi örgütlerin uyarılarını ciddiye alarak, glifosatın Türkiye’de satışına ve kullanılmasına hemen, en azından tedbir amaçlı bir yasak konulması gerek". Bu talebi şimdi yeniden tekraralamak ve bu ot öldürücülerin Türkiye'de kullanılmasını yasaklamalıyız. Her geçen gün risk artıyor."

Tüm yazılar kronolojik halde burada: 

12 Şubat 2016 - GDO ve kanser konusunda bir uyarı daha

20 Mayıs 2016 - Faruk Çelik'e bir çağrı

27 Mart 2017 - GDO'ya alışmayın

Ordu'da selin sorumlusu kim

Özgür Gürbüz/8 Ağustos 2018

Ordu'da yaşanan felaketin ardında onlarca neden var. Yanlış yapılaşma, afetlere hazırlıksızlık, rant için betona gömülen dere yatakları ama bir neden var ki tüm bu hataların sonuçlarını daha da ağırlaştırıyor. O da İklim değişikliği. 

İklim değişikliğini durduramazsak yağışların eskisine oranla daha sık, daha şiddetli ve alışılmadık zamanlarda meydana geleceğini bilim bize yıllardır söylüyor. Söylenen oluyor. Peki, Türkiye iklim değişikliğini durdurmak, uyum sağlamak için ne yapıyor? Kayda değer hiçbir şey...

Paris Anlaşması'nı onaylamayan ülke kalmadı. 197 imzacının 179'u onayladı, kalan 18 ülkeden bir Türkiye. Kömür, petrol ve doğalgaz bu işin sorumlusu, Türkiye adeta Ordu'da, Rize'de, Samsun'da daha fazla felaket olsun der gibi durmdan kömür santralı açmaya çalışıyor.

Petrol tüketimini azaltmak lazımken otoyol, duble yol, köprü gibi petrol tüketimini artıracak politikalar marifetmiş gibi anlatılıyor. Havayolu ulaşımı keza öyle. Sonuçta seragazı emisyonları her yıl artıyor. #İklimKrizi bir gün o şehri, yarn başka şehri vuruyor.

Çözüm enerjiyi daha verimli kullanmak. Kömür, doğalgaz ve petrol gibi ithal kaynak yerine yerli, rüzgar ve güneş gibi kaynaklara yönelmek ama iki sözünden biri milli olanlar tam tersini yapıyor. Tek söyledikleri, falanca yılda görülmeyen yağış. Kadercilikle hatalarını gizliyorlar.

Bilim bunların olacağını, nasıl durdurulacağını veya önlem alınacağını da söylüyor ama dinlemiyorlar. İnsanlar sizin yüzünüzden acı çekiyor. Kurdelesini kestiğiniz her temik santral, açtığınız yol, betona boğduğunuz kentler yüzünden Ordu'yu bugün sel alıyor. #SorumluSizsiniz

Son balık tutulduğunda

Özgür Gürbüz-BirGün/23 Temmuz 2018

Çevrecinin daniskaları bile Şef Seattle’a atfedilen şu sözü bilir: “Son ağaç kesildiğinde, son balık yakalandığında ve son nehir kirlendiğinde beyaz adam paranın yenmeyeceğini anlayacak”. Sorun da burada. Bizim kovboyların kafası karışık. Kendilerini yıllarca eziyet çektirilen Kızılderili sandıkları için bu toprakların “beyaz adamına” dönüştüklerinin farkında değiller. O yüzden jeton son balık tutulduğunda da düşmeyecek diye korkuyorum.


Yaşadıkları toprakları “paraya hücum” naralarıyla işgal etmeye çalışan kovboyların son bir birkaç haftada yaptıklarını hatırlatayım siz de bana hak vereceksiniz. Uğur Şahin’in geçen hafta BirGün’deki haberinde detaylarını okuduğumuz Türk Akımı faciası sürüyor. Rusya’dan gelen doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya götürecek boru hattı için Kıyıköy’ün Selvez Koyu feda ediliyor. Denizde balık yerine dozer, karada kuşlar yerine hafriyat kamyonları var. Sabah akşam bela okuduğumuz Avrupalı kovboylar gazsız kalmasın diye Türkiye’nin doğası feda ediliyor.

Selvez’in biraz üstünde benzerine nadiren rastlanan bir ekosistem var. İğneada Longoz Ormanları. Burası Milli Park ilan edilmiş ama yaz aylarında cipler park ediyor, bol bol “safari” yapıyorlar. Cipli kovboylar milli parkı halledemezse “b planı” da hazır. Nükleer santral için İğneada’nın adı geçiyor. Tek tek ağacı, balığı, nehri yok etmekle kim uğraşacak? Kısa yoldan “paranın yenmeyeceği” bölümüne geçmek için Trakya’nın kalbine ülke boyu nükleer piknik tüpü yerleştirmek istiyorlar.

Anadolu kovboylarının Trakya’nın öte yakasını da boş bırakmadığını söyleyelim. BOTAŞ Saros Körfezi’ne doğalgaz taşıyacak gemiler için liman yapmak istiyorlar. “Saros Körfezi, 144 çeşit balık, 78 tür deniz bitkisi ve 34 tür süngere ev sahipliği yapan, su altı zenginlikleri ile dolu ve sualtı etkinlikleri ile ilgilenenler için oldukça önemli bir bölge”. Son cümleyi ben yazmadım, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bilgisunar sayfasında yazıyor. Bizim kovboylar at üstünde ihaleden ihaleye koşturmaktan belli ki kendi yazdıklarını da okumuyor. Neyse ki bölgedeki Kızılderililer ayakta, Cuma günü halkın katılımı toplantısını yaptırmayıp, direnişe başlamış.

Başka bir balık merkezi de Sinop’ta. Oraya da malumunuz bir nükleer piknik tüpü siparişi verildi. Santral çalışmaya başlar başlamaz balıklar radyoaktif bereketten nasibini alıp, ekstra göz ve yüzgeçle soframıza gelecek. Ekmeğin tersine gramajı orası burası şiştiği için fiyatı da düşecek. Bizden başka kim yer o balığı? Çernobil’den biliyoruz; bizim kovboyumuz satamadığı radyasyonlu çayı, fındığı kendi halkına yedirir.

Anadolu kovboylarının Kızılderili topraklarını işgali sadece batıda olmuyor. Kars’ta baraj yapmışlar, suyu kesince balıklar havasız kalmış, ölmüş. Karadeniz’in el değmemiş ormanları yollarla bölünmüş. İşgalin lojistik ayağı tamamlansın diye ülkenin en uzun sahili Karadeniz Otoyolu’yla kullanılamaz hale getirilmiş. Ansiklopedilere Karadeniz’in Türkiye kısmı, “denizi olup giremeyen kovboyların ülkesi” diye geçecek. Kirlenen son nehri görmek isteyenlerin ilk adresi de bu gidişle Karadeniz olacak.

Memlekette “talana hücüm” haberi çok, yazsak her güne bir köşe yazısı çıkar ama biz işi karaya taşımadan burada bırakalım. Balık ve deniz meselesi çok ciddi. Yukarıda şen şakrak yazdığıma bakmayın…

Avrupa Çevre Ajansı Karadeniz’deki balık yığınlarının durumuna bakmış. Karadeniz’de sekiz balık yığınını incelemiş. Sekiz yığının hemen hemen hepsi, balıkçılık kaynaklı ölüm oranı ve üreme kapasiteleri açısından iyi çevresel şartlara (GES) sahip değil. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) de benzer bir uyarıda bulunuyor. Akdeniz ve Karadeniz bütün denizler içinde en sürdürülemez balık yığınlarına sahip. Yüzde 62’si bu durumda. Bu iki denizde, 2005 ila 2014 arasında yılda ortalama 1 milyon 421 ton balık avlanırken 2016’da bu rakam 1 milyon 236 bin tona düşmüş. Avlanan balık miktarı, sadece son bir yıl içinde (2015’ten 2016’ya) yüzde 5,9 oranında azalmış.

Anlayacağınız, radikal önlemler alınmazsa balık bitti kara göründü. Şef Seattle haklı mı değil mi herhalde ilk biz göreceğiz. Son balığın tutulmasına, son ağacın kesilmesine ve son nehrin kirlenmesine az kaldı.

Yaz geldi, yazar yoruldu. İzninizle yazılarıma iki hafta ara veriyorum.

Yeni nükleer santral yatırımları son beş yılın en düşük seviyesinde*

Uluslararası Enerji Ajansı‘nın son raporuna göre yeni nükleer santral yatırımları son beş yılın en düşük seviyesinde kaldı. Artan elektrik talebine rağmen nükleer santralların küresel elektrik üretimindeki payı azalıyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/19 Temmuz 2018

Uluslararası Enerji Ajansı‘nın (UEA) 2018 yılı Küresel Enerji Yatırımları raporu açıklandı. Rapora göre enerji yatırımları son iki yıldaki düşüş eğilimini bozmadı ve 2017 yılında 1,8 triyon dolara geriledi. Özellikle elektrik sektöründe yatırımların azaldığı görülürken, güneş ve rüzgarın başını çektiği yenilenebilir enerji yatırımları düşüşten en az etkilenen sektörler oldu.

Nükleer enerji yatırımlarındaki düşüş ise oldukça çarpıcı. 2017 yılında nükleer enerji yatırımları yüzde 45 oranında azalarak 17 milyar dolara geriledi. Geçen yıl tüm dünyada sadece 4 yeni nükleer reaktör devreye alındı ve bunların üçü Çin’deydi.

UEA verilerine göre dünya elektrik tüketimi 2004 yılında 15 bin teravatsaat civarındaydı. 2017 yılında tüketim 22 bin teravatsaatlere yükseldi ancak aynı dönemde nükleer santralların elektrik üretimi artmadığı gibi geriledi. 2004 yılında dünyadaki tüm nükleer reaktörler 2 bin 616 teravatsaat elektrik üretirken bu rakam 2017’de 2 bin 488 teravatsaate düştü. Artan elektrik talebine rağmen nükleer enerjinin payı azaldı. Bu da nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payının neredeyse yarı yarıya azalttı. 1996 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 17,6’sını karşılayan nükleer santralların bugünkü payı yüzde 10,5 civarında. 

Küresel Enerji Yatırımları raporu nükleer enerji yatırımlarının neredeyse tamamının devlet desteğiyle ve rekabet koşullarının olmadığı pazarlarda gerçekleştiğine de dikkat çekiyor. 2000 yılından bu yana onaylanan nükleer enerji yatırımlarının sadece yüzde 3’ü rekabetçi pazarlarda gerçekleşmiş. Bu yatırımlarda da devlet şirketlerinin varlığı ve fiyat garantileri gibi rekabeti zedeleyen faktörler rol oynamış.

Enerji yatırımlarında payını artırmayı başaran nadir sektörler arasında enerji verimliliğinin olması dikkat çekici. 2017 yılında 236 milyar dolarlık yatırım yapılan enerji verimliliği sektöründe binalar, ulaşım ve endüstri başlıkları ön planda. Elektrikli araçlara harcanan miktarın 43 milyar doları bulması da raporun dikkat çektiği ilginç veriler arasında.

Elektrik enerjisi yatırımlarında ise yenilenebilir enerji başı çekiyor. 2017’de elektrik üretimi yatırımlarının üçte ikisi (300 milyar dolar) yenilenebilir enerjiye ayrılmış. Geçen yıl kurulan güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesinin toplamı, diğer enerji kaynaklarına eklenen yeni kapasiteyi geride bırakıyor. UEA, küresel enerji yatırımlarının yüzde 8’ini çeken güneş enerjisindeki en büyük avantajın neredeyse her yıl yüzde 15 oranında azalan maliyetler olduğuna dikkat çekiyor. 2017’de güneşten elektrik üreten fotovoltaik panellere yapılan yatırımın nerdeyse yarısı Çin’de yapılmış. Çin’in aynı yıl kömür santralları yatırımını yüzde 55 oranında azaltması da dikkat çekiyor.

*BirGün'de Dünya Nükleerden Kaçıyor başlığıyla yayımlanmıştır.