Akdeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Akdeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Son balık tutulduğunda

Özgür Gürbüz-BirGün/23 Temmuz 2018

Çevrecinin daniskaları bile Şef Seattle’a atfedilen şu sözü bilir: “Son ağaç kesildiğinde, son balık yakalandığında ve son nehir kirlendiğinde beyaz adam paranın yenmeyeceğini anlayacak”. Sorun da burada. Bizim kovboyların kafası karışık. Kendilerini yıllarca eziyet çektirilen Kızılderili sandıkları için bu toprakların “beyaz adamına” dönüştüklerinin farkında değiller. O yüzden jeton son balık tutulduğunda da düşmeyecek diye korkuyorum.


Yaşadıkları toprakları “paraya hücum” naralarıyla işgal etmeye çalışan kovboyların son bir birkaç haftada yaptıklarını hatırlatayım siz de bana hak vereceksiniz. Uğur Şahin’in geçen hafta BirGün’deki haberinde detaylarını okuduğumuz Türk Akımı faciası sürüyor. Rusya’dan gelen doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya götürecek boru hattı için Kıyıköy’ün Selvez Koyu feda ediliyor. Denizde balık yerine dozer, karada kuşlar yerine hafriyat kamyonları var. Sabah akşam bela okuduğumuz Avrupalı kovboylar gazsız kalmasın diye Türkiye’nin doğası feda ediliyor.

Selvez’in biraz üstünde benzerine nadiren rastlanan bir ekosistem var. İğneada Longoz Ormanları. Burası Milli Park ilan edilmiş ama yaz aylarında cipler park ediyor, bol bol “safari” yapıyorlar. Cipli kovboylar milli parkı halledemezse “b planı” da hazır. Nükleer santral için İğneada’nın adı geçiyor. Tek tek ağacı, balığı, nehri yok etmekle kim uğraşacak? Kısa yoldan “paranın yenmeyeceği” bölümüne geçmek için Trakya’nın kalbine ülke boyu nükleer piknik tüpü yerleştirmek istiyorlar.

Anadolu kovboylarının Trakya’nın öte yakasını da boş bırakmadığını söyleyelim. BOTAŞ Saros Körfezi’ne doğalgaz taşıyacak gemiler için liman yapmak istiyorlar. “Saros Körfezi, 144 çeşit balık, 78 tür deniz bitkisi ve 34 tür süngere ev sahipliği yapan, su altı zenginlikleri ile dolu ve sualtı etkinlikleri ile ilgilenenler için oldukça önemli bir bölge”. Son cümleyi ben yazmadım, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bilgisunar sayfasında yazıyor. Bizim kovboylar at üstünde ihaleden ihaleye koşturmaktan belli ki kendi yazdıklarını da okumuyor. Neyse ki bölgedeki Kızılderililer ayakta, Cuma günü halkın katılımı toplantısını yaptırmayıp, direnişe başlamış.

Başka bir balık merkezi de Sinop’ta. Oraya da malumunuz bir nükleer piknik tüpü siparişi verildi. Santral çalışmaya başlar başlamaz balıklar radyoaktif bereketten nasibini alıp, ekstra göz ve yüzgeçle soframıza gelecek. Ekmeğin tersine gramajı orası burası şiştiği için fiyatı da düşecek. Bizden başka kim yer o balığı? Çernobil’den biliyoruz; bizim kovboyumuz satamadığı radyasyonlu çayı, fındığı kendi halkına yedirir.

Anadolu kovboylarının Kızılderili topraklarını işgali sadece batıda olmuyor. Kars’ta baraj yapmışlar, suyu kesince balıklar havasız kalmış, ölmüş. Karadeniz’in el değmemiş ormanları yollarla bölünmüş. İşgalin lojistik ayağı tamamlansın diye ülkenin en uzun sahili Karadeniz Otoyolu’yla kullanılamaz hale getirilmiş. Ansiklopedilere Karadeniz’in Türkiye kısmı, “denizi olup giremeyen kovboyların ülkesi” diye geçecek. Kirlenen son nehri görmek isteyenlerin ilk adresi de bu gidişle Karadeniz olacak.

Memlekette “talana hücüm” haberi çok, yazsak her güne bir köşe yazısı çıkar ama biz işi karaya taşımadan burada bırakalım. Balık ve deniz meselesi çok ciddi. Yukarıda şen şakrak yazdığıma bakmayın…

Avrupa Çevre Ajansı Karadeniz’deki balık yığınlarının durumuna bakmış. Karadeniz’de sekiz balık yığınını incelemiş. Sekiz yığının hemen hemen hepsi, balıkçılık kaynaklı ölüm oranı ve üreme kapasiteleri açısından iyi çevresel şartlara (GES) sahip değil. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) de benzer bir uyarıda bulunuyor. Akdeniz ve Karadeniz bütün denizler içinde en sürdürülemez balık yığınlarına sahip. Yüzde 62’si bu durumda. Bu iki denizde, 2005 ila 2014 arasında yılda ortalama 1 milyon 421 ton balık avlanırken 2016’da bu rakam 1 milyon 236 bin tona düşmüş. Avlanan balık miktarı, sadece son bir yıl içinde (2015’ten 2016’ya) yüzde 5,9 oranında azalmış.

Anlayacağınız, radikal önlemler alınmazsa balık bitti kara göründü. Şef Seattle haklı mı değil mi herhalde ilk biz göreceğiz. Son balığın tutulmasına, son ağacın kesilmesine ve son nehrin kirlenmesine az kaldı.

Yaz geldi, yazar yoruldu. İzninizle yazılarıma iki hafta ara veriyorum.

Akdeniz elden gidiyor


Özgür Gürbüz-BirGün/9 Şubat 2014

Bu defa onların anladığı dilden yazacağım. Paradan bahsedeceğim. Manipüle etmeden, fıskiye kırmadan anlatacağım.

Türkiye’nin turizm gelirleri 2013 yılında 32 milyar doları geçti. Otomotiv sektörünün 2013’te yaptığı ihracat miktarı ise 21 milyar dolar. Turizmin istihdama katkısını kıyaslamıyorum bile.

Turistlerin çoğu Akdeniz’e geliyor. Ülkeye giren 39 milyon turistin yarısının bu bölgede tatil yaptığı tahmin ediliyor, 11 milyondan fazlası doğrudan Antalya’ya uçuyor. Yerli turist de cabası. Peki, siz ne yapıyorsunuz? Antalya’ya 300 km öteye bir nükleer santral kurmaya çalışıyorsunuz. İtirazlar ayyuka çıkana kadar, nükleer santralin kaçak inşa edilmesine bile ses çıkarmadınız. Yapılmak istenen tavuk kümesi değil, nükleer santral. Denetim yok, hukuk yok. Ayıptır söylemesi konuyu bilen de yok. Manisa’da uranyum çıkartılıp daha sonra kaderine terk edilen maden ocaklarında sınır değerlerin 140 katı radyasyon tespit ediliyor, hükümet oralı değil. Gaziemir’de tonlarca radyoaktif atık gömülü, halkı korumak için alınan tek önlem radyasyonlu alana tel örgü çekmek. Havadaki, topraktaki radyasyonu tel örgüyle hapseden ilk ülkeyiz. Dünya tarihine adını, çayından, hurdasından nükleer atık çıkan ülke diye yazdırmışsın. Akdeniz’e nükleer santral kurarsan bu turizmi etkilemez mi sanıyorsun?

Çok değil, bundan üç yıl önce Türkiye’ye nükleer santral satmak isteyen firmalar ve onların ‘gönüllü’ halkla ilişkiler ekibinin ellerinde bir fotoğraf vardı. Nükleer santralin yanında denize giren insanların fotoğrafı. O fotoğrafları gösterenlere bir teklifim var. Hadi, bu yaz Fukuşima’ya gidip santralin yanında denize girenleri gözlerimizle görelim. Balıkçıları, tıklım tıklım plajları seyredelim. Mayonuzu da yanınızda getirmeyi unutmayın, Fukuşima’nın bol trityumlu sularında serinlemeden olmaz. Akşama da sezyumu bol balıklardan yeriz.    

İş sadece nükleerle bitmiyor. Adana-Mersin arasını termik santrallere yem edecek planlar var. Halihazırda Yumurtalık bölgesi kömür ve petrole boğulmuş durumda. Yapılaşmadan nasibini almamış tarihi ören yerleriyle, kalan birkaç kumsal da talana hazırlanıyor. Phaselis (Faselis) antik kenti yakınına otel yapılmak isteniyor. Beş yıldızsız, otelsiz bir turizm modelinin en güzel örneği Olimpos’a geçen yıl yapılan taarruz geri püskürtüldü ama tehlike sürüyor. Antalya ve civarında betona tutsak olmamış yüzlerce dönüm arazi 2B adı altında satışa çıkarıldı. Çığlıkara’da taş ocağı, Ahmetler’de HES turistlerin görmek için geldiği doğal güzellikleri tehdit ediyor. Beydağları Sahil Milli Parkı Bakanlar Kurulu kararıyla milli park statüsünden çıkarıldı; kamptı, oteldi derken orası da talan edilecek.

Olsun, biz turistleri beş yıldızlı otellerle kandırırız sanmayın. Yakında ormansızlıktan hava, plansız yapılaşmadan denizler kirlenmeye başlayacak. Rehberler, turistleri eski çağlardan kalan harabelere değil, süpermarket depolarına, barajların su toplama havzalarına götürecek. “Burası İzmir Kemalpaşa” diyecekler. “Bu deterjan deposunun altında 1500 yıllık mozaikler yatıyor”. “Burası Hasankeyf” diyecekler. “10 bin yıllık tarihimize bir şey olmasın diye su altında bıraktık”. “Ve burası Allionai. İki bin yıllık bu sağlık merkezini sulama barajı yapmak için yerin altına gömdük” diye anlatacaklar. Beş yıldızlı betonlarınızı beş kuruşa pazarlayamayacaksınız. Türkiye’nin en büyük gelir kapısı kapanacak. Dağları, ovaları verdiğiniz, suları zehirlettiğiniz maden sektörünün ihracatı 5 milyar dolar. O ovalara, dağlara çadır kampı kursanız, ekolojik tarım yapsanız aynı parayı kazanırsınız. Dünya kirleniyor, temiz hava, toprak ve su dünyanın en pahalı ürünleri olacak. Çıkardığınız altınları üst üste yığsanız satın alamayacaksınız. Turistlerin bu ülkeye Başbakan’ın hologramını izlemeye geldiğini sanıyorsanız aldanıyorsunuz.