Petrol ve gazdan yeni bir gelecek kurulmaz

Özgür Gürbüz-BirGün / 22 Mayıs 2025

Foto: TPIC
Türkiye’nin petrol ve gaz üretimi yeni sahalarla beraber artıyor. Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün rakamları, özellikle 2024 yılında gaz üretiminin bir yıl öncesine göre üç kat arttığını ve 2,3 milyar metreküpe ulaştığını gösteriyor. Petrolde artış ise daha sınırlı, 2024’te 5,3 milyon ton petrol üretilmiş. Türkiye’nin her iki kaynakta da dışa bağımlı olduğu düşünülürse üretim artışlarının ithalatı az da olsa azaltacağı ve ekonomiye katkı sağlayacağı söylenebilir. Katkının boyutu haberlere yansıyan kadar olmasa da…

Petrol, Türkiye’nin en çok tükettiği enerji kaynağı, birincil enerji arzındaki payı yüzde 30. Petrol ürünleri ithalatımız 50 milyon ton civarında. Kabaca bir hesapla petrolde dışa bağımlılığımız yüzde 90 civarında. EPDK, Türkiye’nin 2025 yılında bir önceki yıla göre daha az, 53,2 milyar metreküp gaz tüketeceğini tahmin ediyor. Azalan talep, artan üretime rağmen dışa bağımlılık oranının yüzde 96’ının üstünde olacağını görüyoruz. Enerji Bakanlığı’nın rezerv tahminleri de ortada. Gazda tüm rezervimizi çıkarmayı başarıp kullansak belki 10 yıl yetecek. Sonra yola gazda yüzde 100 dış bağımlı bir ülke olarak devam ederiz. Hayaller güzel ama gaza bağlı ekonomi kurarsanız bizi bekleyen gerçek bu.

Özetle söylersek, Türkiye hiçbir zaman petrol ve gazda dışa bağımlılığını azaltamayacak hatta kayda değer seviyelere bile çekemeyecek. Potansiyel belli. Bulunan rezerv de kullanınca bitecek. Gaz, kömür ve petrol rezervlerimiz sınırlı. O yüzden bulduğumuz petrolle ellerimizi yıkayıp ziyan edecek durumda değiliz. Halkı yanıltan bu propagandadan kaçınmalı, tam tersine herkesi tasarrufa, enerjiyi verimli kullanmaya özendirmeliyiz.

Bir de işin çevre ve ekonomi boyutu var. Fosil yakıt dediğimiz petrol, kömür ve gazın hava kirliliğinden iklim değişikliğine kadar onlarca etkisi var. Bu yüzden de bizim en kısa zamanda enerji üretiminde bu kaynaklarla vedalaşmamız, kullanımını en aza indirmemiz gerekiyor. Türkiye’de iktidar kendi koyduğu 2053 net sıfır hedefini de unutmuşa benziyor. Net sıfır demek, ürettiğimiz seragazı emisyon miktarı kadarını doğal yollarla tutmak demek. Termik santraldan çıkan karbon kadar, onu tutan ormanımınız olmalı ki atmosfere net sıfır emisyon bırakalım. Türkiye’nin net sıfır karnesinde ise hal ve gidişat zayıf. 2023 yılında 600 milyon tona yakın emisyon ürettik, orman ve diğer yutak alanların tutabildiği miktar 50 milyon tonlara düştü. 550 milyon ton açık var. Önümüzdeki 30 yılda daha çok petrol, kömür ve gaz yakarak bu açığı kapatamayız, tam tersini yapmalıyız. Bunun için de emisyonların yüzde 70’ten fazlasını üreten enerji sektöründe petrolden, kömürden ve gazdan vazgeçmeliyiz. Yoksa 2053 hedefi daha fazla kredi almak, çevreciymiş gibi yapmak için konulmuş bir hedef miydi?

Elbette bu vedalaşma bir günde olmayacak. Kömürle ve gazla çalışan termik santralları kapatmak, ulaşımda toplu taşıma ve elektrikli tren gibi çözüme geçmek için kademeli bir plana ve ölçülebilir hedeflere ihtiyacımız var. Örneğin 2035’e kadar kömür santrallarını kapatma kararı alınmalı, her yıl hangi santralın devreden çıkarılacağı belirlenmeli. 2030’a kadar Türkiye’nin üç büyük kenti hızlı trenlerle birbirine bağlanmalı. 2035’ten sonra dizel araçların üretimi ve satışı yasaklanmalı. 2026’tan itibaren yeni binalarda enerji tüketimini yüzde 30 azalacak tedbirler alınmalı. Haliyle bu hedefler benim yazdığım gibi değil, ölçerek biçerek belirlenmeli, adil geçiş prensiplerine selam gönderip, çalışanları mağdur etmemeli.

Geçiş süreçlerinde de yerli petrol, gaza öncelik verilip onların kullanılmasında bir sorun yok ama gidilecek yol belli. Hayal satarak oy toplamaktan artık vazgeçmeliyiz. Bugün kömür santralı kurmak isteseniz uygun kredi bulamıyorsunuz, Çin bile başka ülkelere termik santral kurmama kararı aldı. Yakında dizel araç üretimi bitecek, onu benzinli araçlar izleyecek. İklimi değiştirerek ürün üretirseniz, AB’den başlayarak sınırda vergi ödemek zorunda kalacaksınız.

Türkiye’yi geçmişte bırakmak istiyorsanız ellerinizi petrolle yıkayıp, ciğerlerinizi gazla doldurabilirsiniz. Ya da yüzümüzü güneşe döner bu ülkeyi geleceğe hazırlarız.

Atık ithalatında yine zirvedeyiz

Özgür Gürbüz-BirGün / 15 Mayıs 2025

Foto: Antoine GIRET on Unsplash
Avrupa Birliği’nin (AB) 27 ülkesinin en çok atık ihraç ettiği ülke 2024 yılında da Türkiye oldu. Bir önceki yıla göre AB’den alınan atık miktarı biraz artarak 12,3 milyon tona çıktı. 2023’te bu rakam 12,2 milyon tondu. “Geri dönüştürülebilir hammadde” adıyla tanımlanan Türkiye’nin atık ithalatının mali değeri de 4 milyar 182 milyon avro oldu. Türkiye’den AB-27 ülkelerine yapılan ihracatın mali değeri ise 658 milyon avroda kaldı. Hurda atık alışverişinde de açık verdik.

Türkiye Avrupa’nın en çok atık gönderdiği ülke olma unvanını bu yıl da elinde tuttu. Türkiye’yi 3,8 milyon tonla Birleşik Krallık, 3,1 milyon tonla da Hindistan izledi.

Türkiye’ye gönderilen atıklar arasında en büyük pay hurda metallerde. 2024 yılında 27 AB ülkesinden 10 milyon 742 bin ton hurda metal ithal eden Türkiye, karşılığında 3 milyar 865 milyon avroluk bir ödeme yaptı. Türkiye’nin en çok para ödediği atık kalemi bu yıl da hurda metaller oldu. Hollanda ve Belçika bu ithalatta kapısını en çok çaldığımız ülkeler oldu. Hurda metalleri, hurda kâğıt ve karton ürünleri takip etti. 537 bin tona yaklaşan kullanılmış kâğıt ve karton ithalatında öne çıkan ülke ise Bulgaristan.

Atık ticaretinde en çok tepki toplayan kalemlerden biri ise hiç kuşkusuz plastik atıklar. Hurda plastik ithalatı tüm tepkilere rağmen bir yıl öncesine göre artarak 425 bin tona ulaştı. 2023’te 314 bin tondu. Liste bunlarla da sınırlı değil. 222 bin ton organik malzeme, 210 bin ton mineral, 75 bin ton tekstil, 28 bin ton cam, 308 ton kauçuk, 296 ton tahta ve 12 bin ton da belirli bir başlık altında sınıflandırılmayan atık geçen yıl AB-27’den Türkiye’ye gönderildi. 

Atıkların hammadde ihtiyacını karşılamak için ithal edildiği söylense de plastik gibi birçok maddenin Türkiye’deki akıbeti konusunda büyük soru işaretleri var. Bu atıkların ne kadarının geri dönüştürüldüğü ve ne kadarının yeni ürün üretiminde kullanıldığı, bu işlemler sırasında oluşan yeni atıklarla nasıl baş edildiği tartışma konusu. Dönüştürülemeyen atıkların yakıldığı, çimento fabrikalarına gönderildiği veya doğaya bırakıldığı da iddialar arasında. Atık toplanan alanlarda arka arkaya çıkan yangınlar da “çöp kıvamına gelen atıklardan bu yolla kurtulunuyor” şüphesi uyandırıyor. Türkiye’deki geri dönüşüm tesisleri Türkiye’nin atığıyla baş edemezken, belediyeler atıklardan yakarak kurtulmaya çalışırken, yurt dışından gelen atıklar sorunu daha da büyütüyor.

Plastik gibi birçok atığın yakılmasının çevre ve insan sağlığı üzerinde önemli sağlık sorunlarına yol açtığı biliniyor. İş sadece Avrupa’yla da sınırlı değil. AB dışında dünyadan da hurda kapsamında tonlarca atık alınıyor. 2023 yılında Türkiye’ye neredeyse AB’den aldığı atık kadar hurda atık da dünyadan aldı. AB verileri şeffaf ve görünür olduğu için gündeme geliyor ama sorun aslında bildiğimizin iki katı büyüklüğünde. 

Atık ihracatı Türkiye’de olduğu kadar Avrupa’da da tartışılıyor. AB bu konuda bir düzenlemeye de gidiyor. Nisan 2024’te AB Resmi Gazetesi’nde yayımlanan Atık Sevkiyatı Tüzüğü’ne göre atıkların gönderildiği ülkelerde uygun koşullarda işlenip işlenmediği, geri dönüşüm kapasiteleri, o ülkede ithal ettiği atığı işleyebilecek kapasitenin olup olmadığı izlenecek. Atıkların çevreye uygun koşullarda işlenip işlenmediğine, atık ithalatının ülkenin kendi atıklarını toplama ve işlemesini olumsuz etkileyip etkilemediğine bakılacak. Değerlendirmeler olumsuzsa o ülkeye atık sevkiyatı durdurulacak. Tüzüğün plastik atık ihracatına ilişkin hükümleri 21 Kasım 2026 tarihinde, diğer atık türlerinin ihracatına ilişkin hükümleri ise 21 Mayıs 2027’de yürürlüğe girecek.

Bakalım bizim koruyamadığımız doğamızı, insanımızı AB’nin kuralları koruyabilecek mi?

Rusya’nın süresi doldu, hükümetten çıt çıkmıyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 8 Mayıs 2025

Foto: Akkuyu Nükleer A.Ş.
Türkiye ile Rusya 12 Mayıs 2010 tarihinde Akkuyu’da dört üniteli (reaktör) bir nükleer santral yapmak üzere anlaştı. Anlaşma Resmi Gazete’de 6 Ekim 2010 tarihinde yayımlandı. Anlaşma Rusya’ya önemli avanatjlar sunsa, piyasa fiyatının çok üzerinde dolara endeksli bir alım garantisi verse de bir maddesi Rus tarafına işleri sıkı tut diyordu. Madde 6, fıkra 2.

Altıncı maddenin ikinci fıkrasında şöyle yazıyor: Proje Şirketi, Rus Tarafı'nın tam desteği ile NGS inşasının başlaması için gerekli tüm belgeler, izinler, lisanslar, rızalar ve onayların verilmesinden itibaren yedi yıl içinde Ünite 1'i ticari işletmeye alır.” Anlaşmaya göre ilk ünitenin devreye girmesinden sonra birer yıl arayla diğer ünitelerin de devreye alınması gerekiyordu.

Türkiye Akkuyu Nükleer Santralı’nın sahibi Rus proje şirketine gerekli son izni 2 Nisan 2018 tarihinde verdi. Akkuyu Nükleer Santralı’nın 1. ünitesine inşaat lisansı verildi. Bir gün sonra, 3 Nisan 2018 tarihinde de inşaat başladı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın veri tabanında da yazan tarih bu. Rusya’ya tanınan yedi yıllık süre bir ay önce doldu ancak Akkuyu’da elektrik üretimi başlamadı. Peki şimdi ne olacak?

Anlaşmada bu durumda ne olacağı yazılmış. 10. maddenin son fıkrası aynen şöyle diyor: “NGS'nin ünitelerinden herhangi birinin, işbu Anlaşma'da programlanan tarihten daha geç işletmeye alınması halinde, ESA'da öngörülen mücbir sebep durumları hariç olmak üzere, satılacak elektriğin fiyatı ESA hükümlerine göre ayarlanacaktır.” ESA dedikleri Elektrik Satın Alma Anlaşması; özünde de bir al ya da öde hükmü var. ESA’ya göre Türkiye ilk 15 yıl boyunca Akkuyu’da üretilen elektriğin yarısını kilovatsaatine 12,35 ABD Doları sent ödeyerek satın almak zorunda. Bu köşede defalarca yazdık, aynı elektrik için güneş ve rüzgâra kıyasla yaklaşık dört kat daha fazla para ödenecek. Çanakkale, Osmangazi köprülerindeki tuzak burada da var. Kazası, sızıntısı, atığı ve dışa bağımlılığı da bela. Anlaşma imzalandığında dolar kurunun 1,52 TL olduğunu da anımsatalım. Şimdi kur 39 TL’ye dayandı. Akkuyu devreye girerse elektrik faturalarına zam gelmesi kaçınılmaz.

10. maddede belirtildiği gibi, Rusya’nın gecikmesi satın alınacak elektriğin fiyatının ESA’ya göre değiştirilebilmesine fırsat sağlıyor. Eğer bir mücbir sebep yoksa. Almanya’nın Rusya’ya Ukrayna savaşı nedeniyle uyguladığı ambargo mücbir sebep kabul edilebilir. Rusya ambargo nedeniyle Almanya’dan gerekli parçaları alamadığını ve Çin’de yeniden yaptırdığını açıklamıştı. Buraya kadar tamam ama mücbir sebep kabul edilse bile bunun Rusya’ya ne kadar ek süre kazandırdığını bilmiyoruz.

Zaten ESA’nın hükümlerini de bilmiyoruz. EÜAŞ’a (Elektrik Üretim Anonim Şirketi) ESA hükümlerini sordum, beklediğim gibi gizlilik nedeniyle paylaşılamayacağı söylendi. Türkiye anlaşmadan doğan hakkını kullanıp Rusya ile masaya oturdu mu, Rusya mücbir sebep öne sürdü mü ya da iki taraf hangi koşullarda bir uzatma anlaşması yaptı bilmiyoruz. Türkiye pahalı nükleer enerjiden kurtulmak için ayağına gelen fırsatı değerlendirdi mi yoksa geri mi tepti onu da bilmiyoruz. Tüm nükleer süreç gibi bu kısım da şeffaf olmayan bir şekilde yürütülüyor.

Bindik bir alamete gidiyoz kıyamete…

İspanya’yı kim elektriksiz bıraktı?

Özgür Gürbüz-BirGün / 1 Mayıs 2025

Foto: Red Electrica
İspanya, Portekiz ve Fransa’nın bazı bölgelerindeki büyük elektrik kesintisinin ardından herkes suçluyu aramaya koyuldu. Enerji dönüşümüne karşı çıkan nükleer ve termik santral savunucuları araştırma sonuçlarını beklemeden yenilenebilir enerjiyi suçlu ilan etti. Medyayı da kontrol eden bu güçler sayesinde yenilenebilir enerjiyi sorumlu kılan haberler yayılmaya başladı. Halbuki bu kesinlikte bir suçlamayı yapabilecek bilgi şu anda kimsede yok. İddialar mantıklı bir temele de dayanmıyor. 2015’de Türkiye’de, 2003’te ABD ve Kanada’da, aynı yıl İtalya ve İsviçre’de benzer şebeke çökmeleri oldu. Nedeni de yenilenebilir enerji değildi.

Elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payının çok yüksek olması şebekenin çökme nedeni olarak gösteriliyor ancak bu İspanya ve Portekiz için yeni bir durum değil. Elektrik şebekesi çökmeden önceki üretimlere baktım. Güneş enerjisinin üretimdeki payı yüzde 52,67, rüzgârın ise yüzde 14,64’tü. Baz yük olmayan diğer yenilenebilir enerji kaynaklarını da eklesek yüzde 70’i buluyor. Oranlar yüksek ama ilk değil.

İspanya 16 Mayıs 2023’te tam dokuz saat boyunca yüzde 100 yenilenebilir enerjiyle elektrik talebini karşılamıştı. Bu yılın 16 Nisan’ında da yine birkaç saat boyunca sadece yenilenebilir enerji ile elektrik üretimi yapmıştı. Portekiz 2023 yılında altı gün boyunca yüzde 100 yenilenebilir enerjiyle hayatını sürdürdü. Nükleer santralı olmayan Portekiz’de termik santralların elektrik üretimindeki payı geçen yıl sadece yüzde 10’du. Bu deneyimler yenilenebilir enerjinin çok olmasının şebekeyi çökerttiği iddiasına kuşkuyla bakmamıza neden oluyor.

İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, sistemin çökmesinin fazla yenilenebilir ya da az nükleer santralla bir ilgisi olmadığını açıkça söyledi. Bağımsız araştırmaların sonuçlarını bekleyip şebekede reform yapacaklarını da ekledi. Bir parantez açıp elektrik kesintisi nedeniyle nükleer santrallara ne olduğunu da anlatalım. İspanya’daki yedi nükleer reaktörün dördü kesinti sırasında çalışır durumdaydı. Şebekenin çökmesiyle dışardan aldıkları elektrik kesildi ve acil durum ilan edildi. Pek bilinmez ama nükleer santrallar için şebeke bağlantısı elzemdir. Elektrik kesilince santrallardaki dizel jeneratörlerle durumu kontrol altına aldılar. O jeneratörler çalışmasa Fukuşima ya da Çernobil’de yaşananları İspanya’da da görebilirdik.

Resmi analizler olmadan tahminde bulunmak hoş olmasa da sorunun elektrik üretim biçiminden değil şebekenin bu üretime hazır olmamasından kaynaklandığını söylemek mümkün. İspanya’dan bu yönde çağrılar da geldi ama herhalde içinde kamulaştırma geçtiği için ana akım medyada çok da yer almadı. Ecologistas en Acción, özelleştirilen ve beşte bir hissesi kamuda kalan Red Electrica’nın yenilenebilir enerji üretimini büyük firmalarının kaderine bıraktığına dikkat çekiyor. Planlama, elektrik depolama, yer ve kaynak seçimi gibi tercihlerin şirketlere bırakılması sonucu bazı bölgelerde yığılma olduğunu, bunun da sistemdeki dalgalanmalara yanıt vermeyi zorlaştırdığını belirtiyor. İspanya’da olan bitenden dolayı güneşi rüzgârı suçlamak yerine gerekli dersleri çıkarıp, özelleştirilmesi 2026 sonuna bırakılan TEİAŞ’a sahip çıkmaya ne dersiniz?

İklim ve çevre sorunları nedeniyle elektrik üretiminde kullanabileceğimiz kaynaklar belli. Bu kaynakları kullanmak için mikro şebekelere, tüketimle üretimi birbirine yakınlaştırmaya, elektrik depolama sistemlerine ihtiyacımız var. Teknik açıdan bakarsanız bu yapılabilir. Almanya Federal Ağ Ajansı’nın (BNetzA) İspanya ve Portekiz'i karanlığa sürükleyen elektrik kesintisinin bir benzerinin Almanya'da yaşanmasının mümkün olmadığını, elektrik tedarik sistemlerinin birçok koruma mekanizmasına sahip olduğunu söyleyen açıklaması buna işaret ediyor. Ben biraz farklı düşünüyorum. Sorun sadece teknik olsaydı çözümü de bulunurdu elbet ama işin içinde kendimizi kaptırdığımız tüketim toplumu, giderek artan enerji tüketimi ve bunu modern bir dünyayla eş tutan tutarsız bir insan davranışı da var. Sorunun o kısmını çözmek yapay zekadan çok samimi bir devrim gerektiriyor.