Soma Holding hâlâ maden işletiyor

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Nisan 2014

Dünyanın hiçbir ‘aklı başında ülkesinde’ 21. yüzyılın en feci maden kazasından sorumlu şirkete başka maden ruhsatı verilmezdi. Daha önceden verilmiş tüm izinler de iptal edilirdi. Soma’da 301 madencinin öldüğü ocağı işleten Soma Holding, sanki hiçbir şey olmamış gibi bu ülkede hâlâ kömür madeni işletebiliyor. Amasya’nın Merzifon ilçesindeki Yeni Çeltek Madeni, Soma Holding A.Ş.’ye bağlı Gürmin Enerji’ye ait. Madende 300’e yakın işçi çalışıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Soma Holding şimdi de bölgede kömürle çalışan bir termik santral kurmak istiyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) şirkete ön lisansı verdi. ÇED süreci tamamlanmak üzere. Üretim lisansı da kapıda. Yarın Soma’daki kazanın mahkemesi görülmeye başlanacak. Bir yanda 301 kişinin ölümünden sorumlu olduğu iddiasıyla yargılayacağınız kişilere öte yanda hiçbir şey olmamış gibi maden işletme lisansı, termik santral kurma izni mi vereceksiniz? Bu zaten onları aklamak demek. O zaman mahkemeye ne gerek var? Dünyanın hiçbir aklı başında ülkesinde bunlar olmaz.

Amasya ilinin yarısı tarım arazisi. Termik santral kurulmak istenen yer Suluova’ya çok yakın. Adı üstünde, sulu ova. Bereketli toprakların olduğu bir yer. Hayvancılık ve tarım sürüyor. Topraklar meyve ve sebze üretmeye elverişli. Şeker pancarından Amasya’nın meşhur misket elmasına, bamyadan kiraza onlarca ürün yetişiyor. Ermeniler Merzifon’u terk etmeden önce kentte bağcılık yaygındı. Merzifon Karası adıyla bilinen meşhur üzümü zamanında İtalya’ya götürülmüş. Orada ‘Marzemino’ adını almış. Mozart üzümü çok beğendiği için ‘Mozart Şarabı’ dendiği de söyleniyor. Aynı üzümü Merzifon’da tekrar üretmek için uğraşanlar var. Amasya, Suluova ve Merzifon gibi tarım cennetini, Türkiye’de hayvancılığın sürdüğü nadir bir bölgeyi kömür karasına bulamak dediğim gibi akıl ve mantıkla açıklanacak bir olay değil. Merzifon, rengini yastan alan kömür karasını değil, siyahını üzümden alan Merzifon Karası’nı hak ediyor. Organik bağları, üretici kooperatifleri ve sürdürülebilir bir hayvancılık politikası Amasyalı gençleri madene inmekten kurtarabiliriz. Bölge, Soma’da yaşananlara yabancı değil. 25 yıl önce grizu patlamasıyla 68 işçinin hayatını kaybettiği bir maden Çeltek.

Kurulmak istenen termik santral orta büyüklükte, 450 megavat (MW) kurulu gücü var. Yatağan Termik Santrali’nden (630 MW) biraz küçük. Bu santralin üreteceği elektrik ülkenin şu andaki tüketiminin yüzde birinden az olacak. Türkiye’nin elektrik tasarrufu/enerji verimliliği potansiyelinin sadece yüzde 1’i değerlendirilse Amasya’daki santrale gerek kalmaz. Resmi verilere göre yüzde 25’e varan tasarruf/verimlilik potansiyeli var. Bölgede illa elektrik mi üretmek istiyorsunuz? Ona da çözüm üretiriz. Tarımsal atıklar ve hayvan dışkılarını biyogaza çevirip elektrik üreten küçük tesisler kuralım. Merzifon, Karadeniz’i Batı’ya ve Ankara’ya bağlayan yol üzerinde. Kentte bir güneş paneli üretim tesisi açalım. İmal edilen fotovoltaik paneller tüm ülkede elektrik üretsin. Madendeki işçiler yer altında değil yer üstündeki fabrikada çalışsın; işsiz kalmasın. Merzifon’daki organize sanayi bölgesi bu yatırıma kucak açacak kapasiteye sahip. Yetmedi mi? Kayadüzü’ndeki rüzgar santralini de mi görmezsiniz? Bölgede halihazırda elektrik üreten ve kimsenin canına kast etmeyen bir örnek var. Yeni bir rüzgar santrali daha kurarız. Rüzgar azaldığında biyogaz çalışır, rüzgar çokken biyogaz depolanır. Alın size 24 saat elektrik.

Gördüğünüz gibi, tarımı bitirip halkı üç beş kuruş karşılığında hayatları pahasına madenlerde çalışmaya zorlamak ‘kader’ değil. Başımızdaki yöneticiler şirketlerin değil halkın çıkarını düşünselerdi Soma’da bugün 301 mezar eksik olurdu. Merzifon’da, Suluova’da ve Amasya’da aynı hatayı yapmanın alemi yok. Kömür mecburiyet değil. Onlarca farklı seçenek var. Şirketlerin karını değil halkın çıkarını düşünen bir iktidar olsun yeter.

15 dakika 32 saniye

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Nisan 2015

2013 yılında Almanya’da toplam elektrik kesintisi süresi 15 dakika 32 saniye*. Bir başka deyişle, deprem gibi doğal afetler dışında, üç dakikadan uzun süren kesintilerin toplamı yılda 15 dakika. 31 Mart’taki yaklaşık 10 saatlik (bazı yerlerde daha fazla) kesintinin nedenlerini araştıran Ankara’daki hükümet için bir kez de yazıyla yazayım. On beş dakika otuz iki saniye.

2014 yılında Almanya’da üretilen elektriğin dörtte birinden fazlası yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edildi. Toplam elektrik üretimin yüzde 9’a yakını rüzgardan, yüzde 8’i biyokütleden, yüzde 6’sı güneşten ve yüzde 3’ü de hidroelektrik santrallerden sağlandı. Aniden kesilen rüzgardan, bulut arkasında kalınca sizi karanlıkta bırakan güneşten, ottan çöpten, tavuk dışkısından elektrik üreten biyokütleden. Ben söylemiyorum, memleketin üniversitelerinde, sokakta ve sosyal medyada yenilenebilir enerji hakkında anlatılanlar bunlar. 31 Mart bu palavraların da sonu oldu.

Almanya’nın en güneşli yeri Karadeniz kadar güneş alıyor. Rüzgar enerjisinde de bizim kadar şanslı değiller. Ege ve Marmara’daki rüzgar türbinleri verimlilik açısından dünyanın en iyileri arasında. Buna rağmen Almanya’da güneş ve rüzgardan üretilen elektrik miktarı Türkiye’nin toplam tüketiminin dörtte birinden fazla. Her yıl payları artıyor. Hedefleri 2050’de elektrik tüketiminin yüzde 80’ini yenilenebilir enerjiden sağlamak. Dünyanın en büyük sanayi ülkelerinden Almanya güvenilemez denen rüzgar ve güneşe geçiyor.

Türkiye’de ise dünya tersine dönüyor. Rüzgar diyorsunuz, “rüzgar esmezse elektriksiz kalırsınız” diyorlar. Güneş diyorsunuz, “akşamları mum ışığında mı oturacaksınız” diyorlar. Nükleer termik gibi baz yük santraller olmazsa sistem çöker deyip eski düzeni sürdürmeye çalışıyorlar. Dağ taş termik santral dolu Türkiye’de durmadan elektrikler kesiliyor ama dağ taş rüzgar ve güneşle dolu Almanya elektrik kesintisi tarih derslerinde okutuluyor. Bizim bir günde yaşadığımız elektrik kesintisi Almanların 40 yılda yaşayacakları elektrik kesintilerinin toplamından daha fazla.

Mesele eldeki kaynakları yönetmek. Adana’da rüzgar yoksa, Bandırma’da var. Güneş battıysa büyokütle santralleri, jeotermal var. Koca koca barajlar yapmışsın. Rüzgar eserken kapakları kapat, suyu yani enerjiyi depola. Rüzgar kesilince aç. Çok mu zora düştün komşudaki rüzgar tarlasından elektrik al, ertesi gün sen ona güneş sat. Son çare de bizde onlarcası kurulmuş doğalgaz santralleri. Almanya işte bunu yapıyor. Yıl sonunda alacaklı bile çıkıyor. Net elektrik ihracatçısı. Büyük ve hantal iletim hattını terk ediyor, değişime çabuk ayak uydurabilen ‘akıllı şebekeleri’ kuruyor. Yeni depolama sistemleri geliştiriyor. Bir yandan da nükleer santralleri bir bir kapatıyor. Öyle yaşı geldiği için falan değil. Pahalı ve riskli oldukları için.

Kesinti konusunda nükleer de çözüm değil. Fransa elektriğinin yüzde 70’den fazlasını nükleerden sağlıyor ama yıllık kesinti süresi Almanya’nın dört katı. Nükleersiz Avusturya, İtalya ve Almanya, Fransa’dan çok daha iyi durumda. Zaten, 31 Mart’taki karanlığın temelinde nükleer gibi büyük santraller var. Bir büyük santral arıza yaptı mı, yerine o büyüklükte başka bir santral koymanız lazım. Koyamazsanız sistem çöküyor. Halbuki bir rüzgar türbini arızalansa kimsenin ruhu duymaz. Elektriği küçük ama çok sayıda santralden üretme dönemindeyiz. Merkezi, tek bir yerden değil.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından, küçük santrallerle yapılan üretim merkezi sistemlerin yerini alıyor. Türkiye’yi yönetenler ise hâlâ 40 yıl öncesinin enerji sistemini savunuyor. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sembolü ampul. O ampulü Edison 1879’da bulmuştu. Avrupa’da üretimi yasaklandı çünkü verimsiz. Aynı elektriği harcayıp 8-10 kat daha fazla ışık vereni var. 31 Mart’taki kesinti bize ders olsun. Sizi karanlıkta bırakan ampulü verimlisiyle değiştirme vakti geldi. Türkiye’nin enerjisini boşa harcamayın. 

*SAIDI ortalama.

Kuzey Ormanları parselleniyor

Özgür Gürbüz-BirGün/29 Mart 2015

Ankara’nın ‘parsel parsel’ satıldığını Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç açıkladı. Bilmiyor muyduk? Biliyorduk elbette. Tapelerde, hasıraltı edilen yolsuzluk kayıtlarında bunlar yok muydu? Vardı. Eskiden bu ‘satış’ hikayelerini gizlice yapılan dinlemelerden, sızdırılan belge ve fotoğraflardan öğreniyorduk. AKP’ye gönül vermiş dostlar ise inkar ediyordu. Olan bitenler sanki bir komploymuş gibi, içinden ‘faiz lobisi’, ‘dış mihrak’, ‘Kabataş’, ‘Cami’de içki’ ve hatta ‘telekinezi’ geçen öyküler yazıp, ele geçirdikleri medya aracılığıyla halka o masalları anlatıyorlardı.    

Parselleyerek satış işini şimdi Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’tan dinledik. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’na, “Gökçek bu yapıya Ankara’yı parsel parsel satmıştır. Zengin işadamlarına okul yaptırmıştır. Yurt yerleri sağlamıştır” dedi. Bence bu da montaj. Bülent’le Arınç’ı almışlar, montajlayıp Bülent Arınç yapmışlar. Yakında Hükümet Sözcüsü’nün söylediklerine de basın yasağı getirirlerse şaşırmayın. Önümüz seçim. İçimizde ne kadar ‘dış mihrak’ var göreceğiz. Vatansever olduğunu iddia edenler, başkenti parsel parsel satanlara mı oy verecek yoksa bu satış işleminin durdurmak için canı pahasına sokağa çıkıp, “hırsız var” diyenlere mi? Bize yıllardır vatanseverlik, ahlak ve dürüstlük nutukları atanların gerçek yüzü bu seçimde ortaya çıkacak. Kul hakkı yemek bu Haziran’da sandıkta oylanacak.  

***
Parselleyerek satış işi sadece Ankara’ya has değil. Kuzey Ormanları Savunması’nın (KOS) İstanbul’da yapılmak istenen 3. Havalimanı’yla ilgili hazırladığı rapor çok değerli bilgiler içeriyor. KOS, “3. Havalimanı için neden 7 bin 650 hektarlık bir alan kapatılıyor” diye soruyor. Dünyanın en yoğun havalimanı Atlanta 95 milyon yolcu kapasiteli ve bin 650 hektarlık bir alana kurulmuş. 150 milyon yolcu kapasitesi olması istenen 3. Havalimanı içinse neredeyse 5 kat büyük bir alan ayrılmış. KOS, yapılmak istenenin aslında bölgeye yeni bir kentleşme alanı açmak olduğunu söylüyor. Gelsin parseller…

Raporda, 2009 yılında istifa eden THY eski Yönetim Kurulu Başkanı Candan Karlıtekin ve TAV Havalimanları Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın’ın geçmiş demeçlerine de yer verilmiş. Karlıtekin, Atatürk ve Sabiha Gökçen havalimanlarına ikişer milyar dolarlık yatırımla iki yeni pist yapılarak 120 milyonun üzerindeki yıllık yolcu talebinin karşılanabileceğini söylüyor. 3. Havalimanı’nın kaynak israfı olduğunu belirtiyor. Hamdi Akın da Atatürk Havalimanı’nın kapasitesinin 100-120 milyona çıkarılabileceğini vurgulamış. Eldeki iki havalimanı sorunu rahatlıkla çözebilecekken, İstanbul’un nefes almasını sağlayan, yegane yeşil alanı, Kuzey Ormanları’nı parsellemenin ne anlamı var? Havalimanı buz dağının görünen yüzü sadece.

***
Akkuyu’da nükleer santral kurmak isteyen Rus şirketi TV reklamlarına başladı. Yüzde 100 yabancı sermayeye ait santralı, milli formayla ve milli enerji sloganlarıyla halka sevdirmeye çalışıyorlar. Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) bu yanıltıcı reklamın yayından kaldırılması için haklı olarak Reklam Kurulu’na başvurdu. Bazı yazarlar da çıkmış EMO’yu demokratik olmamakla eleştiriyor. Ben şimdi bir şişe siyanürü bal gibi gösteren reklam yapsam, o reklam yayınlanır mı? Dışardan getirdiğim ithal otomobili, ‘milli otomobil’ diye satsam diğer otomobil üreticileri ne der? Tüketiciyi yanıltan, yanlış bilgi veren reklam tabi ki yasaklanır. Nükleeri savunmak için ‘demokrasi havarisi’ kesilenlere duyurulur.

***
4 Nisan Cumartesi günü Birleşik Haziran Hareketi’nin Merzifon’da düzenlediği “Çeltek’ten Termiğe” adlı panele katılıyorum. Soma Holding’in Amasya’da kurmak istediği termik santralın tartışılacağı panel Bahçeli Kültür Sarayı’nda saat 13.00’te.

Nükleer santrallerin gerekçesi kalmadı


Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi/28 Mart 2015

Türkiye’nin Mersin ve Sinop’ta kurulmak istenen nükleer santrallere ihtiyacı kalmadı. Ben söylemiyorum, TEİAŞ öyle söylüyor. Azalan elektrik talebi Mersin ve Sinop’ta kurulmak istenen ve kurulu gücü 10 bin megavatı bulan iki nükleer santrali de gereksiz kıldı.

Türkiye’de nükleer santral kurulması için Rusya ile 2011 yılında uluslararası anlaşma yapıldı.  Aynı yıl TEİAŞ tarafından yapılan elektrik talep projeksiyonu, ilk reaktörün devreye gireceği 2020 yılında en düşük elektrik talebinin 398 milyar kilovatsaat (kWs) olacağını tahmin ediyordu. Hükümet bu abartılı talep senaryosunu gerekçe göstererek nükleer santral işine girdi. Yine aynı yıl, Rusya ile Türkiye arasında nükleer santral kurmak üzere anlaşma yapıldı. Sonuçta umulan olmadı. Türkiye'nin elektrik talebi hiç de öyle düşünüldüğü gibi artmadı. Öyle ki, TEİAŞ 2014 yılında açıkladığı yeni projeksiyonda, 2020 için talep tahminini 333 milyar kWs'e düşürdü. Yani, Türkiye'nin 2020 yılındaki elektrik ihtiyacı yaklaşık 65 milyar kWs azaldı. Bu rakam Akkuyu'nun yıllık üretiminin (35 milyar kWs) iki katı! Bırakın Akkuyu'yu, Sinop'ta yapılacak eş güçteki nükleer santrale de gerek kalmadı. Türkiye'de ekonomi yavaşladı, tüketime dayalı modelin yarattığı, üretimden çok israfa giden elektrik artışı da birkaç yıl önce tarih oldu. Yılda yüzde 7’lere yaklaşması beklenen talep artışının abartılmış olduğunu defalarca yazdık. TEİAŞ yeni projeksiyonunda bu oranları (hâlâ yüksek olsa da) yüzde 5’lere çekti. Zaman bizi haklı çıkardı.

TEİAŞ Kapasite Projeksiyonu 2011
2014 yılında yine TEİAŞ’ın yaptığı talep projeksiyonunda aynı yıl (2020) için beklenen elektrik talebini aşağıda görüyorsunuz. Üç yıl arayla yapılan tahminler arasında 65 milyar kWs gibi devasa bir fark var. Türkiye’nin 2014 yılındaki elektrik talebinin (251 milyar kWs) dörtte birine denk düşen bir tahmin hatasından bahsediyoruz. Bu hata ve hükümetin nükleer enerjideki anlamsız ısrarı bizleri iki nükleer santral projesiyle başbaşa bıraktı. Sırada bekleyen doğalgaz, HES ve kömür santrallerini saymıyorum.

TEİAŞ Kapasite Projeksiyonu 2014
Akkuyu’daki proje gecikiyor. Bunun bir nedeni Rusya’nın yaşadığı mali kriz. Projenin ilk yatırım finansmanı 25 milyar doları buluyor ve hepsi Rus devlet şirketi Rosatom tarafından karşılanacak. Santralin mülkiyeti de onlarda kalacak. Rusya’nın kasasında para yok. O yüzden çok acele ettiklerini sanmıyorum ama santral geciktikçe Türkiye’nin projeden vazgeçme riski de artıyor.
Türkiye, Rusya'ya üretilecek elektriği 15 yıl boyunca satın alma garantisi verdiği için şimdi kara kara düşünüyor olmalı. Satın alacağı elektriği talep olmayınca kime satacak? Üstelik Rusya'ya verilen alım garantisi kilovatsaat başına 12,35 dolar sent. Anlaşma imzalandığında Merkez Bankası dolar kuru 1,52 TL’yi gösteriyordu. Çivisi çakılmayan nükleerin üreteceği elektriğe sadece kur farkından yüzde 70 zam geldi! Piyasadaki elektrik fiyatının üstünde ve dolar arttıkça nükleer daha da pahalılaşıyor. Türkiye gecikmeyi bahane ederek anlaşmadan vazgeçerse, bilmeden girdiği bu nükleer bataklıktan ve abartılı talep senaryolarının kendisini düşürdüğü tuzaktan bir anda kurtulabilir. Sinop anlaşması zaten Meclis’ten geçmedi, bu bir şans.

Akkuyu Nükleer A.Ş. bu riskin farkında olmalı. Televizyonlarda gösterdiği reklam filmi, hükümet üzerinde seçim öncesi baskı yaratmayı amaçlıyor gibi. Sanki, “Buyrun size propaganda malzemesi, bizi yolda bırakmayın” diyor. Çivisi çakılmamış santral açılmış gibi reklam filmi çekmişler. Bu film kamuoyu yoklamalarında yüzde 70’leri bulan nükleer karşıtlarının aklını çelemez. Aksine daha fazla kişiyi nükleer maceradan haberdar etti, kızdırdı. Olmayan elektrik talebi de cabası.