Lüferi nasıl
bilirsiniz? Bu soruyu sormaya hazırlanın çünkü bu balığın da cenaze namazını
kılmak üzereyiz. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın yayımladığı balık
avını düzenleyen son tebliğ ile lüferin avlanması için sınır kabul edilen alt
boyu 20 cm’den 18 cm’ye düşürüldü. Halbuki lüferin üremesi için 27 cm’ye
gelmesi gerek. Başka türlü söylersek, yeni düzenleme lüferin denize bir
yavru daha bırakmasına izin vermeden avlanmasına olanak sağlıyor. Akıl ve
mantık ise balığın neslini devam ettirilebilmesi için üremesine izin verilmesi
gerektiğini söyler. Balıkçıların lüferi birkaç yıl değil tüm meslek hayatları
boyunca avlayabilmeleri için de bu gerekli. Balıkçılık, birkaç yıl içinde
köşeyi dönüp, gelecek nesilleri düşünmeyenlerin ellerine kalmadıysa durum böyle
olmalı. Demek ki bu ülkede akıl da, mantık da, balıkçı gibi balıkçı da
kalmamış. Ya da var ama sesleri çıkmıyor, çıkamıyor.
Görünen köy
kılavuz istemez. Dürüst balıkçıların hepsi, lüferin böyle sorgulanmadan
avlanması halinde denizlerimizde nadiren görünen bir tür olacağını zaten
söylüyor. Sivil toplum örgütleri, başta Slow Food Fikir Sahibi Damaklar
Hareketi olmak üzere herkes yıllardır uyarıyor. Rakamlar da ortada.
Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN) doğadaki türleri tek tek takip eden ve
onların durumu hakkında bilgi veren en önemli kurum. 185 ülkeden 1300’ün üzerinde
hükümet kuruluşu ve sivil toplum örgütünün ortak çalışmalarıyla hangi tür
tehlikede, ne kadar tehlikede açıklarlar. Türkiye Cumhuriyeti de bu oluşumun
bir parçası, işin içinde. Ne diyor IUCN? Diyor ki, lüfer bizim “Kırmızı Liste”mizde yer alan, tüm dünyada nesli tehdit
altındaki türlerden biri diyor. Kırmızı Liste’deki durumunu da, nesli
tükenmişten başlayan dokuz risk kategorisi içerisinde, tükenmişten dört sıra
sonra, hassas olarak belirlemiş.
Sadece IUCN
değil ki bu uyarıları yapan. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü de
(FAO) sürdürülebilirlik adına türün en az bir kez üremesine fırsat verilmeli
uyarısında bulunuyor. Bu işten ticari çıkarı olmayan herkes sorunu işaret
ediyor.
Ortada yanıt
bekleyen birçok soru var…
1. Gıda, Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığı, hal böyleyken lüferin avlanma boyunu artıracağına
neden daha da kısalttı ve üreme yaşına gelmeden avlanmasına izin verdi
açıklamak zorunda. Bunun bir bilimsel açıklaması var mı?
2. Aynı
tebliğde orfoz avını yasaklayarak çok doğru bir işe imza atan bakanlık lüfer de
neden bu hataya düştü? Orfoz da lüfer gibi avlanma baskısı altındaydı. Çift
cinsiyetli ilginç bir balık. 12 yaşına kadar dişi ardından erkek oluyor. Bu
nedenle orfozun üreme yaşına gelene kadar avlanmaması gerekiyor. Bakanlık 2020’ye
kadar av yasağı getirerek önemli bir adım attı. Lüferi kurtarmak için benzer
bir tedbiri almak neden bu kadar zor? Kim engelliyor?
3. Bir
açıklamayı da balıkçılar yapmalı. Fikir Sahibi Damaklar Hareketi’nden Defne
Koryürek, tüm iyi niyetiyle hem türü hem de balıkçılıktan geçimini sağlayanları
korumaya çalışırken, ona sosyal medya dahil her fırsatta saldıran “balıkçılar”
kimler?
4. Koryürek’i
FETÖ’cü ilan edip, bu tip çocuksu iftiralarla aradan çıkarmak gibi kimsenin
yutmayacağı oyunlara bile başvuran bu balıkçılar gerçekten de İstanbul’daki
kaptanları, ticari işletmeleri temsil ediyor mu? Ankara’daki devletimiz bu
kişileri muhatap alıyor mu? İstanbul’daki dürüst, denizi seven, onu ekmek
teknesi belleyen balıkçıların bu kişilere söyleyecek bir sözü yok mu?
Bu
sorularımıza yanıt gelirse, bu köşede yayınlarız. Makul bir yanıtınız yoksa
yapılacak tek iş lüferle ilgili kısmı acilen düzeltmek olmalı. Yanıtları
beklerken de yapılacaklar var tabii. Eşkıyanın
deryaya hakim olmaması için iradenizi, tüketicinin gücünü ortaya
koymalısınız. Balık tezgahlarında gördüğünüz lüfere, yavrusu çinekop ve
sarıkanata sırtınızı dönün. Bu kışı başka balıklarla geçirin. Eşe dosta haber
salın. Lüfer alırsan ben yokum deyin. Yoksa sizin de denizin altını üstünü
getirmek isteyen eşkıyadan bir farkınız olmaz.