Ergene’deki kirliliğin sorumlusu bulundu

Özgür Gürbüz-BirGün/31 Aralık 2019

Çevre kirliliği denince ilk akla gelen yerlerden biri Ergene Havzası. Havzanın tüm yükü de Ergene Nehri’nin omuzlarında. Istranca Dağları’ndan gelen temiz su zehir olup akıyor. Bu suyun tarımda kullanılmasıyla da başta kanser olmak üzere çeşitli hastalıklar yediğimiz yiyeceklerle evimize kadar geliyor. Neyse ki kirliliğin sorumlusu bulundu, yazının sonunda o ismi açıklayacağım.

2011 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığı şikâyetler üzerine Ergene Havzası Koruma Eylem Planı’nı hazırladı. Sekiz yıl geçti, yapılan işler var ama sorun çözülmüş değil. Marmara Belediyeler Birliği geçen ay yayımladığı raporunda, planda belirtilen eylemlerin 2019 yılı içerisinde başarıyla sonuçlandırılması “uzak bir ihtimal” demiş.

Birligin raporuna göre Ergene Nehri’ne arıtılmadan deşarj edilen atıksu miktarı günde 460 bin metreküp. Ergene Havzası’na bırakılan atık suyun yüzde 65’i endüstriyel, yüzde 35’i ise evsel. Nüfusu 10 binin üzerindeki 13 yerleşim yerinde evsel ileri atıksu tesisi yapılması planlanmıştı. Hepsi bitmiş. Sanayide ise sorun devam ediyor. Beş organize sanayi bölgesinde (OSB), 2017’ye kadar bitirilmesi gereken atıksu arıtma tesislerinden sadece Muratlı OSB’de hem kolektör hattı hem de tesis tamamlanmış.

Arıtma tesisiyle de iş bitmiyor. Sanayide arıtılan suyun derin deniz deşarj sistemiyle Marmara’ya verilmesi de sorunu gözden ırak bir yere taşımaya benziyor. Sivil toplum örgütleri bu konuda endişeli.

Belediye tarafında sorun başka. Belediyeler atıksu arıtma tesislerinden çıkan çamuru bertaraf etmekte zorlanıyor. Maliyetinden dolayı kurutma işlemi, yönetmeliklerle ilgili sorunlar yüzünden kompost yapılamıyor. Sorunun kaynağına eğilmedikçe, çözüm zor. Sorunun kaynağını yukarıda belirttiğim rapor beş maddede özetlemiş. “Plansız sanayileşme ve şehirleşme, yetersiz altyapı, tarımda bilinçsiz ve denetimsiz kimyasal ve su kullanımı, evsel ve endüstriyel atık suların kaliteli bir şekilde arıtılmaması ve yeraltı suyu rezervinin tüketilmesi sebebiyle aşırı derecede bozulması.”

Sorunların kaynağını anladık şimdi sorumluları yazalım, raporda o kısım eksik. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, bölgedeki valilikler, belediyeler, sağlık müdürlükleri… Elbette sayıları üç bine yaklaşan sanayi tesislerini de unutmayalım.

Dr. Bülent Şık
Peki, bu sorunla ilgili hakkında dava açılan kişi kim? Yukarıdaki sorumlular değil, yediğimiz üründe zehir var, marulda bile kanserojen berilyum elementi bulundu diyen Dr. Bülent Şık. Bülent Şık’ın tek yaptığı, 2011-2016 yılları arasında Sağlık Bakanlığı’na bağlı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun yürüttüğü bir araştırmanın halk sağlığını tehdit eden bulgularını açıklamak.

“Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi” adı verilen araştırmanın sonuçları, Şık’ın bir KHK ile atılmadan önce çalıştığı Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi’nde analiz ediliyor. Bülent Şık, sonuçların halk sağlığını ciddi derecede tehdit ettiğini görüyor. Raporun Sağlık Bakanlığı’nca açıklanacağını düşünüyor, bekliyor ama Sağlık Bakanlığı hiçbir açıklama yapmıyor.

1380 gıda örneğinde, insanlarda çeşitli sağlık sorunlarına yol açan çinko, arsenik gibi maddeler taranıyor. Hemen hepsinde alüminyum, çinko, nikel, manganez ve demire rastlanıyor. 54 gıdada tespit edilebilecek düzeyin üstünde arsenik bulunuyor. 1318 gıda örneğinin yüzde 40’ında pestisit kalıntısına rastlanıyor. Ergene Havzası kaynak sularında adı radyasyonla anılan stronsiyum bulunuyor. Yine kara lahanada, marulda, sarımsakta Çernobil kaynaklı olması muhtemel sezyum görülüyor. Sağlık Bakanlığı tüm bu veriler elinde olmasına rağmen susuyor ama Bülent Şık susmuyor.

Şimdi Bülent Şık’ın 5 ila 12 yıl arasında hapsi isteniyor. Şirketler, sorumlu bakanlar, yetkililer hakkında istenen bir hapis cezası ben duymadım ama Şık’ın hapsi isteniyor. Şimdi anladık mı Ergene’yi kim kirletmiş? Antalya’da yaşayan, insanların sağlığını korumak için hapse girmeyi göze alan bir akademisyen, Dr. Bülent Şık kirletmiş!

Bülent Şık’ın duruşması 7 Şubat saat 10.45’te Çağlayan’da.

Enerji sektörü rotasız bir gemi

Özgür Gürbüz-BirGün / 24 Ocak 2019

Enerji sektörü rotasız bir gemiye benziyor. Bir o deniz, bir bu deniz dolaşıyor. Uzun yıllardır böyle. Çevre açısından baktığınızda gemi çoktan karaya oturdu. Kömür, petrol, nükleer ve doğalgaza bağlı bir sektör hem kirletiyor hem de dışa bağımlı. Üreticilerin ve tüketicilerin halinden memnun oldukları da söylenemez.

Enerji faturaları el yakıyor, özelleştirmelerin faturaları vatandaşa kesiliyor. Elektrik fiyatlarında seçim öncesi yüzde 10 indirim yapılırken, iletim, dağıtım, kayıp ve kaçak bedelleri yüzde 15,7 oranında artırıldı. Şirketler kazandı, vatandaş gizli bir zamla yine kaybetti. Özelleştirirsek kayıp kaçak azalır diyorlardı, azalmadığı gibi şirketlerin sorumluluğu vatandaşın faturasına gizlendi.

Termik santrallara çevreyi kirletme izni veriliyor, “termik alana orman bedava” deniyor. Şirketler daha çok para kazansın diye santrallardaki arıtma tesisleri çalıştırılmıyor. Oradan gelecek yüzde 5-10 fazla elektrik üretiminin hesabı yapılıyor. Doğa, bir ‘promosyon’ malzemesi gibi özelleştirmelerin yanında dağıtılıyor.

Ülkenin iklim hedefi yok. Çevreyi koruma hedefi yok. İnsan sağlığını koruma hedefi yok. Kömürün önünü açmak için teşvik üstüne teşvik veriliyor. Elektrik üretiminde kömürün payı yüzde 40’lara doğru gidiyor; yarısından fazlası da ithal kömür. Ucuz olsun da kim ölürse ölsün poltikası…

2018 yılı verileri geliyor. Elektrik talebi yerinde sayarken, kurulu güç 3 bin 350 megavat daha artmış. Zaten arz fazlası var. En yüksek talep 2017 yazındaydı. O talebin iki katına yakın kurulu güç var.

2018 yılında 626 megavatlık doğalgaz santralı söküldü, kurulu güç rakamlarından düştü. Doğalgazın payının azalmasında sıkıntı yok ama 5-10 yıl önce açılan santralların şimdi sökülüp başka ülkelere götürülmesi yazının başında söylediğimiz rotasızlığa bir işaret. Kimse neyin desteklendiğini, nereye gideceğini bilmiyor. Çevre standartları belli değil. Rüzgar türbini yerleşim yerine ne kadar uzakta olmalı, aynı yere kurulan benzer santralların birikmiş etkileri nasıl ölçülür diye sorsam, bana verebilecekleri bir kurallar kitabı var mı merak ediyorum. ÇED’ler ihtiyacı karşılamıyor, şirketlerin oyuncağı oldu. Karadeniz’deki santrala yazılmış ÇED raporu kopyalanıp Akdeniz’deki için kullanılıyor, mahkemenin sesi çıkmıyor.

Hükümet kömürü ve nükleeri sonuna kadar destekliyor ama sorarsanız yenilenebilir enerji çok önemli. Çatıları güneşten elektrik üretecek fotovoltaik panellere açacak düzenlemeler bir türlü tamamlanmıyor. Parasını uzun vadede çıkarmayı göze alan bireylerin önü de dağıtım ücretlerine yapılan zamla yine tıkandı. Mahsuplaşma konusu yıllardır çözüm bekliyor. Övünülen YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı) ihalelerinden ikincisi iptal edildi. Kulislerde ilk ihalenin Güney Koreli ortağı Hanwha’nın da çekildiği haberi dolaşıyor. Dev güneş ihaleleriyle vakit kaybetmek yerine, elektrik talebinin düşük, kredi bulmanın zor olduğu günlerde çatıların önünü açacak düzenlemeler neden hayata geçirilmiyor belli değil. Biraz da malum şirketleri değil kendi elektriğini üretmek isteyen vatandaşı destekleyin.

Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması’nın (YEKDEM) 2020 sonrası biteceği açıklandı. Yerine ne gelecek belli değil. Kömüre, doğalgaza, nükleere piyasa fiyatının üzerinde, dolar üzerinden alım garantisi verilirken yenilenebilir enerji yatırımcısı bir yıl sonrasını göremiyor.

Enerji verimliliği konusuna hiç girmiyorum. Onun haftası var, seveni çok ama icraat yok.

Ülkede rotasını kaybeden tek gemi enerji sektörü değil elbette. Diğer sektörlerin gemileri de aynı durumda. Gemi çok, “kaptan” tek olunca böyle…

Termik santrallara çevreyi kirletme izni Meclis’te

Termik santralları çevre mevzuatından iki yıl daha muaf tutacak yasa teklifi ilgili komisyonlardan geçti, Meclis’te görüşülecek. CHP altı yılı bulacak muafiyetle ilgili araştırma önergesi verdi.  

Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Ocak 2019

4 Haziran 2016 tarihinde Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan değişiklikle EÜAŞ’ın sahip olduğu ve özelleştirilen termik santrallar çevre mevzuatından 3,5 yıl boyunca muaf tutulmuştu. TBMM gündemine alınan 2/1410 sayılı torba yasadaki kanun teklifiyle bu süre iki yıl daha uzatılmak isteniyor. Kanun teklifi kabul edilirse, özelleştirilen ve özelleştirilecek santralların çevreyi kirletme hakları 31 Aralık 2021 tarihine kadar uzatılacak. Santrallar baca gazı arıtma tesisi gibi en temel filtreleri olmadan çalışmaya devam edecek. Çevre mevzuatına uymayan santrallara durdurma, kapatma veya para cezası verilemeyecek.

İlgili komisyonlarda AKP ve MHP milletvekillerince kabul edilen, “Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” adlı torba yasa, 5 Şubat’ta biten Meclis tatilinden sonra TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek. Hava kirliliğini artıracağı ve sağlık sorunlarını büyüteceği düşünülen bu muafiyete Meclis’teki görüşmelerde CHP, İyi Parti ve HDP milletvekilleri muhalefet şerhi verdi.

Komisyonlardaki görüşmelerde değişiklik önergeleri veren ve teklifin geri çekilmesini isteyen CHP milletvekilleri, konuyla ilgili bir Meclis Araştırma Önergesi de hazırladı. Araştırma önergesinde, kanun kapsamında bulunan 13 termik santralın son altı yıllık süreçte çevre ve insan sağlığı yönünden tedbirler alıp almadığı; baca gazı arıtma tesislerini, düzenli kül depolama alanlarını, atıksu arıtma tesislerini yapıp yapmadıkları, baca gazı arıtma tesislerini özelleştirmeden sonra düzenli çalıştırıp çalıştırmadıkları, getirilen muafiyetler nedeniyle ek gelir sağlayıp sağlamadıklarının araştırılması istendi.

CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin
Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, yapılmak istenenin termik santral sahibi şirketlere, çevreyi istedikleri kadar kirletip, vatandaşı istedikleri kadar zehirleyebilirsiniz, hatta var olan baca gazı arıtma tesislerini dahi bir gerekçeyle çalıştırmayabilirsiniz, bu yolla daha fazla kâr elde edebilirsiniz demek olduğunu söyledi. Girgin, “AKP, iki yıl daha ben gözlerimi kapadım, görmezden geleceğim, vatandaşın hak arama yolunu da tıkadım, gerisi size kalmış, bildiğiniz gibi davranın” dediğini belirtti. Torba yasa içerisindeki madencilikle ilgili maddeleri de eleştiren Girgin, “Sektör, oda ve sendika temsilcilerinin görüşleri alınmadan sarayın mutfağında hazırlanan ve AKP ile MHP oylarıyla komisyondan geçirilen, önümüzdeki günlerde de Meclis Genel Kurulu’na getirilecek yeni Maden Yasası ne sektörü, ne işçiyi ne de oda ve sendikaları memnun etmiştir. Sorun, madenciliğimizi topyekün bilimsel bir anlayışla ele alarak, rödovans usulünü kaldırarak, havza madenciliğine geçerek, siyasi kayırmacılığa son vererek ve ayrı bir maden kanunu çıkarmak ve bir Maden Bakanlığı kurarak dünya ölçeğinde bir madencilik anlayışı getirilerek çözülmelidir” dedi.

***
Ne olmuştu?
Başta kömürle çalışanlar olmak üzere, termik santrallara diledikleri gibi kirletme hakkı tanıyan bu değişiklik kamuoyunun gündemine ilk kez 2013 yılında, “geçici 8. madde” adıyla geldi. Özelleştirmeleri cazip kılmak için çevre üzerinden taviz veriliyor diye değerlendirilen değişikliği CHP Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Anayasa Mahkemesi de önerilen değişikliği, Anayasa’nın 2, 5, ve 56. maddelerine aykırı olduğu gerekçesi ile 2014 yılında iptal etti. 2016 yılında ise AKP, hemen hemen aynı kapsamda bir değişikliği Elektrik Piyasası Kanunu’nda değişiklik yaparak hayata geçirdi ve termik santrallar 2019 yılı sonuna kadar çevre mevzuatından muaf tutuldu. Geçen 2,5 yıllık süre içerisinde birçok santralda gerekli yatırımların yapılmadığı hatta mevcut arıtma sistemlerinin bile çalıştırılmadığı gözlendi. 5 Şubat’tan sonra TBMM gündemine gelecek 2/1410 sayılı Torba Yasa teklifi kabul edilirse 13 termik santral 2022 yılına kadar çevre mevzuatından muaf tutulacak.

Anayasa Mahkemesi ne demişti?
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı uzun süreli olarak vazgeçilecek haklardan değildir. İnsanın, toplumun ve çevrenin varlık, sağlık ve güvenliği ile bu konuda Anayasa’nın devlete yüklediği görev göz önünde bulundurulduğunda, dava konusu kural­la belirtilen süre zarfında EÜAŞ’a bağlı santraller ile özelleştirilen santrallerin elektrik üretim faaliyetlerinde çevre mevzuatına tabi olmaması kabul edilemez.

Otomobilleri saldım çayıra Mevlam kayıra

Özgür Gürbüz-BirGün / 17 Ocak 2019

Ulaşımda kullandığınız araç hem iklim değişikliğine katkınızı hem de sağlığınıza verdiğiniz zararı belirliyor. Her 1000 kişiden 237’sine bir motorlu araç düşen Türkiye’nin mevcut tercihleri de gelecekte iklim ve sağlık açısından kötü sonuçlar doğuracağa benziyor.

REN 21, Agora Verkehrswende ve GIZ tarafından hazırlanan “Ulaşımı Karbonsuzlaştırmaya Doğru” adlı rapor, G20 ülkelerini mercek altına almış. Ulaşım enerjiden sonra iklimi değiştiren en önemli sektörlerden biri; küresel seragazlarının yüzde 17’sinden sorumlu. Aslan payı karayolunda (%85) onu havayolu (%5,8) izliyor.

Neden G20 ülkeleri özellikle inceleniyor derseniz yanıtı basit. G20 ülkelerinin ulaşım kaynaklı emisyonlardaki payı dünyanın geri kalanına göre çok fazla. Ulaşım emisyonlarının yüzde 70’i, Türkiye’nin aralarında olduğu 20 ülkeden kaynaklanıyor. Bu ülkelerde ulaşım konusunda atılan adımlar yetersiz. Bir yerden bir yere giderken yaptığımız tercihler ya da bize sunulan ulaşım seçenekleri, Paris Anlaşması hedeflerini yakalamaya yetecek, iklim değişikliğini durduracak katkıyı vermekten uzak.

Türkiye’de ulaşım sektöründe kişi başına düşen karbondioksit miktarı yılda 0,98 ton. G20 ortalaması ise 1,1 ton. Buradan bakınca Türkiye G20 içinde çok sorunlu bir ülke gibi görülmüyor ama önümüzdeki döneme ait projeksiyonlar parlak değil. 2030’da bu rakam 1,5 tona çıkabilir çünkü son yıllarda Türkiye’de ulaşım kaynaklı emisyonlar hızla artıyor. Ulaşım emisyonlarının 1990-2016 yılları arasındaki artış oranı yüzde 183.

Türkiye’nin ulaşım sektörü emisyonları ve 2030 yılı projeksiyonu

2011 sonrası bu artışın çok daha hızlandığını görüyoruz. Bu sadece iklimi değiştirmiyor aynı zamanda kullanılan yakıtın neredeyse tamamının petrol kökenli olması nedeniyle hava kirliliğine de yol açıyor. Kutuptaki ayılara neler yaptığınızı göremeyebilirsiniz ama ulaşım tercihlerimizle çocuklarınızdan tüm sevdiklerimize kadar herkesi zehirlediğimizi dikkatlice bakarsanız görebilirsiniz. 

Temel sorunumuz ulaşım tercihlerimiz. Tercih demek de eksik kalır. Çoğu zaman merkezi hükümetin ve yerel yönetimlerin bize sundukları seçenekler nedeniyle tercih bile yapamıyoruz. Karayolu ve havayolu taşımacılığı, deniz ve demiryollarının çok ama çok önünde seyrediyor. Ulaşım kaynaklı emisyonların yüzde 92’si karayolundan geliyor. Yurt içi uçuşların payı da yüzde 5.2’ye ulaştı. Uçaklar da hiç masum değil. Boru hatları ve demiryolları kaynaklı emisyonların payı ise her biri için yüzde 0,9. Petrol ve doğalgaz boru hatlarının demiryolları kadar seragazı emisyonu çıkarması oldukça şaırıtıcı değil mi? Ülkeyi demiryollarıyla değil boru hatlarıyla örmüşüz meğer.

Bir başka sorunumuz da çevre ve sağlığımıza etkileri bilinen bu ulaşım araçları için standartlarımızın olmaması. G20 ülkeleri içerisinde Arjantin, Avustralya, Endonezya, Rusya, Güney Afrika ve Türkiye’de, hafif ve ağır hizmet araçları için enerji tüketimi veya karbon emisyonuna dair sınır değerler bulunmuyor. Türkiye’nin elektrikli araçlar konusunda da bir hedefi yok. Hidrojen enerjisi toplu taşımada önemli bir rol oynayabilir ama birkaç yıl önce bu konudaki neredeyse tüm çalışmalar durduruldu.

Paris Anlaşması’na hâlâ taraf olmayan Türkiye, verdiği zayıf hedefin içine ulaşımla ilgili bir alt hedef de koymamıştı. Köprü ve bölünmüş yollar seçim malzemesi olunca, insan sağlığı ve çevreyi hatırlayan olmuyor sanırım. Özetle söylersek, otomobilleri saldım çayıra Mevlam kayıra!