Özgür Gürbüz-BirGün/17 Haziran 2016
Enerji sorunu her geçen gün daha çetrefilli bir hâl alıyor. Endüstriyel enerji tüketimi sürdükçe tüketime yanıt verecek kaynaklar belli. Bunlar, petrol, kömür, doğalgaz ve nükleer gibi fosil yakıtlarla zararı tartışılan veya sınırlı olan güneş, rüzgar, jeotermal, biyokütle, dalga ve Türkiye’de iyiden iyiye kirli enerji sınıfına koyulan hidroelektrik gibi yenilenebilir enerji kaynakları. Hepsi ayrı ayrı, projeden projeye tartışılabilir ama eldeki teknolojiler bunlar.
Kurduğumuz
kentler, tercih ettiğimiz yaşam biçimi bizi endüstriyel enerji tüketimine
mecbur kılıyor. Bugün cep telefonundan, evdeki işlem görmüş plastik sürahiye
kadar her şey endüstri ürünü ve doğadan sağladığımız hammadde dışında yukarıda
saydığımız enerji kaynakları kullanılarak üretiliyor. Doğaya dönersek elbette
bu mecburiyetten büyük ölçüde kurtulmak mümkün ama bunu kaçımız istiyor ya da
gerçekten yapabilir orası belli değil.
Tartışmanın diğer
bir kısmı ise kentte yaşamaya devam ettiğimizde ne yapacağımızla ilgili. Bu
durumda enerji tüketimimizi azaltmak ve kalan ihtiyacı da yenilenebilir enerji
kaynaklarını kullanarak karşılamaktan başka bir seçenek yok. Petrol, kömür ve
doğalgazın iklim değişikliği gibi tüm yaşamı tehlikeye atan bir sorunun kaynağı
olduğunu biliyoruz. Ayrıca, kullanıldıkları alanda da çevre sorunlarına yol
açıyorlar. Nükleer enerji de farklı değil. Elektrik enerjisi üretmek için
hayatınızı riske atmanızı isteyen, pahalı, kaza riski ve nükleer atık sorunu
nedeniyle kabul edilemez bir teknoloji.
Yenilenebilir
kaynaklarla ilgili de şikayetler var. Sadece BirGün’deki haberleri tarasanız, başta
HES’ler olmak üzere, bugüne kadar itiraz edilmeyen yenilenebilir enerji kaynağı
olmadığını görürsünüz. Bu itirazları iyi değerlendirmeli ve çözüm bulmalıyız.
Yoksa geriye 7 milyar 391 milyon 68 bin kişiyi endüstriyel yaşamdan vazgeçirmek
dışında bir seçenek kalmıyor. Bu sizi cezbetse bile geride ikna edilmeyi
bekleyen 7 milyar 391 milyon 67 bin 999 kişi daha var. İkna süreci uzayabilir.
Tartışmayı geliştirmek adına katıldığım toplantılarda çözüm için önerdiğim, beş
maddeden oluşan şu formülü sizlerle de paylaşmak istedim.
1. Gerçek
talebi bulacağız.
Enerji talebi
diye elimize tutuşturulan rakamlar aslında gerçek talebi ya da ihtiyacı
yansıtmıyor. Eğer enerji talebi yaşamı tehdit eder noktaya geldiyse yaşamın
sürmesi için gerekli ihtiyaçlar dışındaki tüm üretim sürecini devreden çıkarabilmeliyiz.
Bu, silah sanayini durdurmak gibi kökten bir hamle olabilir. Enerji sorununu
böyle bir hamleyle ebediyen çözebilirsiniz. Evlerdeki ikinci televizyondan, fazla
giysilerden ve hafta sonu uçakla gidilen yeme-içme turlarından vazgeçerek
tüketimi azaltmak da bir başka yöntem.
2. Yerele
soracağız, halkın onayını alacağız.
Halkın, enerji tüketmeme hakkını da kapsayan bir seçim özgürlüğü
olmalı. Başta yereldekiler olmak üzere, halkın onayını almayan bir projenin
hayata geçirilmemesi gerek. Bu itirazlar daha az enerji üretimine yol açarsa da
sanayiden tüketiciye herkes elini taşın altına koymalı ve tüketimi azaltmak
için gerekli adımlar atılmalı.
3. Çevresel
ve sosyal maliyetleri hesaplayacağız.
Her yeni projede olduğu gibi enerjide de olası sosyal ve çevresel etkiler
bağımsız kuruluşların da katılımıyla hesaplanmalı. Bir termik santralin
maliyeti sadece inşaat ve yakıtından ibaret değil. O santralin yol açtığı
hastalıkların tedavisi, yok ettiği tarım alanları ve üretim kaybı da
değerlendirmeye alınmalı. Yaratacağı istihdam veya turizm üzerindeki olumsuz
etki de karar sürecini etkilemeli.
4. Büyük
santraller yerine küçük, yerinden yönetilen enerji santralleri kuracağız.
Enerji üretimini küçük ve talebinin olduğu yerlere yayarsak, hem büyük
şirketlerin eline geçen tekelleşmiş bir enerji sisteminin hem de çevreye
verilen hasarın önüne geçebiliriz. Yerinde üretimle kayıplar önlenir ve bu
küçük birlikler arasında başka bir ticaret ve sağlıklı ilişkiler başlar.
5. Tüketen
bizsek üreten de biz olacağız!
Son ama işin olmazsa olmazı da bu. Yerelde üretimi birlikte
gerçekleştirmek. Enerji, özellikle de elektrik üretimi, halkın bir araya
gelerek kurduğu enerji kooperatifleriyle, çatısına veya bahçesine kurduğu güneş
panelleriyle, köylerdeki biyogaz tesisleri ve çiftçilerin tarlalarındaki rüzgar
türbinleriyle yapılmalı. Karar verici halkın kendisi olursa, şikayet ettiği bir
çok soruna yol açmayan en uygun seçenekleri tercih eder. Merkezi idarenin,
sermaye sahiplerinin dayatmalarından kurtulur. Enerji bir rant alanı olmaktan
çıkar, gerçek ihtiyacı karşılamaya yönelir.
Köklü bir
politika değişikliği olmadıkça sizin başınızdan savdığınız termik santral başka
bir yere kurulabiliyor. Yırca’da öyle oldu örneğin. Enerji devriminin
gerçekleşmesi için hem direnişlerin yayılması hem de çözüm önerilerinin ülke
çapına yayılarak politika değişikliğini zorunlu kılması gerekiyor.