Özgür Gürbüz-BirGün/27 Mayıs 2016
Başbakan
Binali Yıldırım 65. Hükümet’in programını açıklarken enerji sektörüne özel bir
vurgu yaptı. Son 14 yılda elektrik üreten santrallerin kurulu gücünün
(kapasitesinin) iki kat arttığını söyledi. Sonra da ekledi: “Türkiye büyümüyor diyenlere en büyük cevap
bu. Enerji tüketimi demek, büyümek demek.”
Başbakan Binali
Yıldırım gibi enerji tüketimiyle kalkınma/büyüme arasında doğrudan bir ilişki
olduğunu sanan, bu hataya düşen çokça insan var ülkemizde. Bu söylemi iktidar
partisinin birçok yetkilisinden daha önce de duyduk. Eski Enerji Bakanı Taner
Yıldız, enerji tüketimi rekor kırdıkça medyayla bunu paylaşıp adeta iyi bir
şeymiş gibi anlatıyordu. Demek ki bu yanlış anlayış Binali Yıldırım’a özgü
değil, bizi 14 yıldır yönetenler enerji
meselesini anlayamamış. Bugün yaşadığımız sorunların temelinde de bu yanlış
bakış açısı yatıyor.
Klasik
iktisatta büyüme, mal ve hizmet üretimindeki artıştır. Ülkelerin büyüyüp
büyümediğini anlamak için de gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) artışına
bakılır. Türkiye’de üretilen mal ve hizmetlerin değeri artmışsa büyüme
gerçekleşir. Nereden kaynak bulunduğu, neyin tüketildiği önemli değildir. Bu
zaten iktisadi açıdan hatalı bir gösterge. Faturasıyla silah alıp o silahla
insan öldürseniz, doktoru ve ambulansıyla ekonomiyi büyütüyorsunuz. Hadi, bu
iktisadi yanlış, başbakanı bağlamaz deyip geçelim. İşin enerji tarafı da
hatalı. Basit bir ‘deney’ önerisiyle açıklayalım…
Binali
Yıldırım, elektrik tüketimi artınca Türkiye’nin büyüyeceğine gerçekten
inanıyorsa, yarından tezi yok yeni bir yasa için hazırlıklara başlasın. Bu
yasa, başta hatırı sayılır bir elektrik tüketimine sahip kaçak saray olmak
üzere ülkedeki tüm binaların, sokak lambalarının, alışveriş merkezlerinin
ışıklarının 24 saat açık kalmasını zorunlu kılsın. Böylece bir yıl içinde
elektrik tüketimi iki katına çıkar. Çıkar ama ülke büyümez çünkü tek yaptığınız
enerjiyi boşa harcamak olur. Gündüz
vakti ampulleri yakarak ülkenin kalkınmasına bir faydanız olabilir mi?
Demek ki asıl mesele enerjinin nerede harcandığı, onunla ne üretildiği ve ne
kadar verimli (akıllı) kullanıldığıyla ilgili.
Şimdi soralım.
Peki, Türkiye enerjisini verimli tüketiyor mu? Hayır. Bunu görmek için
Türkiye’nin enerji yoğunluğu verilerine bakmanız yeter. Enerji yoğunluğu, GSYİH
artışı için ne kadar enerji harcandığını gösterir; tam da Başbakan’ın aradığı
veri aslında. Türkiye’nin enerji
yoğunluğu verisi OECD ortalamasının 1,5 katından fazla (UEA, 2011). Bütün dünyada enerji yoğunluğu
düşerken yani, daha az enerjiyle daha fazla gayri safi hasıla elde edilirken,
son 14 yılda Türkiye’deki değişim benzer ekonomilerden ve birçok Avrupa
ülkesinin gerisinde kalmış. G20 içerisindeki benzer ekonomilerden, örneğin
İtalya ve Meksika’dan da geride. Avrupa’daki hemen hemen her ülkede enerji
yoğunluğu rakamları düşüyor. Türkiye ise daha fazla azaltım yapma potansiyeline
sahipken bu ülkelerin ardında kalmış. 2004-2014 arasında İspanya, Hırvatistan,
Avusturya ve Macaristan gibi ülkeler, yüzde 10-20 oranında iyileştirmeler
yapmış.
Büyümenin
yolunun daha çok enerji tüketmekten geçtiğini sananlar Almanya’yı da dikkatle
izlemeli. 2006-2014 arasında Almanya’nın birincil enerji tüketimi yüzde 10
civarında azaldı ama ülke ekonomisinin büyümeye devam etti. Enerjide yeni eğilim daha çok üretip
tüketmek değil, daha az tüketerek üretmek. Bunu anlamazsanız hem ekonomi
hem de doğa zarar görmeye devam edecek.
Türkiye’de ise enerji sektörü, son yıllardaki değişime ayak uyduramadı. Daha az enerjiyle daha çok işi yapacağına durmadan yeni santrallar kurup elektrik tüketimini arttırmaya odaklandı. Bunda hükümetin katkısı çok, enerjiyi ülkeye para getirmenin bir yolu gibi gördüler ve bu eski modeli teşvik ettiler. Türkiye’de 74 bin megavatı bulan santrallerin kurulu gücüne rağmen en çok talebin olduğu zaman (Temmuz, 2015) gerek duyulan güç 43 bin megavat civarında kaldı. Dikkat edilirse en yüksek elektrik talebi hep yaz aylarında, klimaların çalıştığı sıcak günlerde gerçekleşiyor. Türkiye’de elektrik talebi artıyorsa bunu ülkenin büyüyen sanayisine, endüstrisine değil, büyüyen klima sektörüne bağlamak daha doğru olur. Coğrafyaya uygun ev yapamayan, güneş açılarını hesaplayamayan, pencereleri ona göre yapamayan müteahhit ve mimarların da bu büyümedeki katkısı unutulmamalı.