Özgür Gürbüz-BirGün/24 Nisan 2016
Foto: Pripyat - O.Gurbuz |
Aradan geçen 30
yıla rağmen kilometrelerce toprak hâlâ kullanılamaz durumda. Çernobil nükleer
santralini merkez alan 30 km yarıçapındaki bir alana artık izinsiz girilemiyor.
Kazadan sonra temizlik çalışmalarına katılan 800 bin kişiden en az 25 bininin öldüğü biliniyor. Radyoaktif serpinti, Belarus’un tarım
arazilerinin yüzde 22’sini, ormanlarının ise yüzde 21’ini kirletti.
Ukrayna’da ormanların yüzde 40’ı radyasyona bulandı. Nazım haklı çıktı,
yaprağına değen ölüyor. Bugün yüzlerce işçi, çökmek üzere olan dört numaralı
reaktörün üzerini yeni bir beton duvarla örmeye çalışıyor. Reaktörün içinde 200 ton erimiş nükleer yakıt var ve
etrafında koruma kabı olmaması, radyasyonun yeniden bölgeye yayılması demek. Radyasyon
bu tüpgaz değil, etkisinin geçmesi için yüzlerce, binlerce yıl geçmesi gerek.
Foto: Pripyat - O.Gurbuz |
İnsanların
boşalttığı bölge bazen orada yaşayan vahşi hayvanlarla gündeme geliyor. Nükleer
enerjiyi savunanlar bazen bunu ‘yaşam geri döndü’ diyerek nükleer enerjinin
lehine kullanmaya bile çalışıyor. Amerika’daki ‘USA Today’ gazetesine konuşan
Güney Karolina Üniversitesi’nden Prof. Timothy Mousseau ise durumun hiç de söylendiği gibi
olmadığına dikkat çekiyor. Onlarca kez Çernobil’de araştırma yapan bilim
insanı, bölgedeki birçok canlıda genetik hasara yol açtığını söylüyor. Kuşların birçoğunda hasarlı sperm
görülürken yüzde 40’a yakının kısır olduğu saptanmış. Nedeni suya, havaya
ve toprağa bulaşmış iyonize radyasyon. Ağaçların çok yavaş büyüdüğü, ölen
ağaçların da radyasyon yüzünden büyüyemeyen mantar, kurt ve bakterilerin
yokluğu nedeniyle daha geç çürüdüğünü gözlemlenmiş. Ölemeyen ağaçların ülkesi
artık Çernobil. Profesör Mousseau, aynı araştırmaları Fukuşima’da da
yaptıklarını ve benzer sonuçlarla karşılaştıklarını da söylüyor. Bu da
hayvanlarda görülen genetik bozuklukların başka nedenlerden değil radyasyondan
kaynaklandığını gösteriyor. Çernobil’de yaptıkları onlarca araştırma da aslında
bunu kanıtlamak için tekrar edilmiş.
Nükleer, kaza olmasa da tehlikeli
Nükleer
santrallerin tek tehlikesinin kaza olduğunu sananlar, arızasız çalışan bir
reaktörden her yıl çıkan ve binlerce yıl radyoaktif kalan nükleer atıkların
doğayla en ufak bir temasta bile bu sonuçları doğuracağını unutmamalı. Nükleer
santraldeki küçük sızıntılardan ancak ülkedeki otorite isterse haberiniz
olacağını unutmayın. Sosyal medyada en ufak bir eleştiriyi bile yasaklayan bir
hükümetin, nükleer santraldeki her sızıntıyı size haber vereceğini mi sanıyorsunuz?
Sinop ve
Mersin’de nükleere hayır demeyenler, etraflarındaki ağaçlara, kelebeklere,
kuşlara ve sevdiklerine son bir kez bakabilir. Hayır diyenler ise zaten ne
yapacağını biliyor, 24 Nisan Pazar günü Sinop’taki Uğur Mumcu Meydanı’nda
toplanıyor. Sinop NKP Dönem Sözcüsü Zeki Karataş, “Sinop’ta her evde bir kanser
vakası var” diyor. Türkiye bu konuyu hiç araştırmadan geçiştirmeye çalışsa da,
Karadenizliler, bu acıların nedeninin bir nükleer santral ve Türkiye’ye nükleer
santral kurmak için olan biteni halktan gizleyenler olduğunu iyi biliyor. Bin küsur
kilometre uzaktaki Çernobil’in acısını yaşayanlar, burunlarının dibine, Sinop
ve Mersin’e nükleer santral kurdurmamaya kararlı. Kanserden yitirdikleri
dostları, kardeşleri, akrabaları için sokağa çıkıyorlar.
Karadeniz
İsyandadır Platformu işi özetlemiş, “Hamsi
limonsuz kalmayacak” diyor. Hem Sinop’un hamsisine hem de Mersin’in
limonuna sahip çıkıyor. Siz ne yapıyorsunuz bu hafta sonu? Umutsuz ve mutsuz
oturup güzel günlerin gelmesini mi bekliyorsunuz yoksa Sinop’a mı gidiyorsunuz?