Ölemeyen ağaçlar diyarı Çernobil

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Nisan 2016

Foto: Pripyat - O.Gurbuz
Çernobil kazasının üzerinden 30 yıl geçti. Bir daha böyle bir kaza olmaz diyorlardı; Fukuşima oldu. Sovyet teknolojisi diyorlardı, güvenlik kültüründen yakınıyorlardı; Japonya’da örnek gösterilen güvenlik kültürü ve Amerikan yapımı nükleer reaktör kaza yaptı. Çernobil’in koruma kabı yoktu, o yüzden radyasyon sızıntısı oldu diyorlardı; Fukuşima’da koruma kabı vardı ama yine radyasyon sızıntısı oldu. Çernobil olduğunda Türkiye’de radyasyonlu çay kemiklere iyi gelir diyorlardı.30 yıl sonra, “tüpgaz da patlar”, “bekarlık nükleer santraldan daha tehlikeli” diyorlar.

Aradan geçen 30 yıla rağmen kilometrelerce toprak hâlâ kullanılamaz durumda. Çernobil nükleer santralini merkez alan 30 km yarıçapındaki bir alana artık izinsiz girilemiyor. Kazadan sonra temizlik çalışmalarına katılan 800 bin kişiden en az 25 bininin öldüğü biliniyor. Radyoaktif serpinti, Belarus’un tarım arazilerinin yüzde 22’sini, ormanlarının ise yüzde 21’ini kirletti. Ukrayna’da ormanların yüzde 40’ı radyasyona bulandı. Nazım haklı çıktı, yaprağına değen ölüyor. Bugün yüzlerce işçi, çökmek üzere olan dört numaralı reaktörün üzerini yeni bir beton duvarla örmeye çalışıyor. Reaktörün içinde 200 ton erimiş nükleer yakıt var ve etrafında koruma kabı olmaması, radyasyonun yeniden bölgeye yayılması demek. Radyasyon bu tüpgaz değil, etkisinin geçmesi için yüzlerce, binlerce yıl geçmesi gerek.

Foto: Pripyat - O.Gurbuz
İnsanların boşalttığı bölge bazen orada yaşayan vahşi hayvanlarla gündeme geliyor. Nükleer enerjiyi savunanlar bazen bunu ‘yaşam geri döndü’ diyerek nükleer enerjinin lehine kullanmaya bile çalışıyor. Amerika’daki ‘USA Today’ gazetesine konuşan Güney Karolina Üniversitesi’nden Prof. Timothy Mousseau ise durumun hiç de söylendiği gibi olmadığına dikkat çekiyor. Onlarca kez Çernobil’de araştırma yapan bilim insanı, bölgedeki birçok canlıda genetik hasara yol açtığını söylüyor. Kuşların birçoğunda hasarlı sperm görülürken yüzde 40’a yakının kısır olduğu saptanmış. Nedeni suya, havaya ve toprağa bulaşmış iyonize radyasyon. Ağaçların çok yavaş büyüdüğü, ölen ağaçların da radyasyon yüzünden büyüyemeyen mantar, kurt ve bakterilerin yokluğu nedeniyle daha geç çürüdüğünü gözlemlenmiş. Ölemeyen ağaçların ülkesi artık Çernobil. Profesör Mousseau, aynı araştırmaları Fukuşima’da da yaptıklarını ve benzer sonuçlarla karşılaştıklarını da söylüyor. Bu da hayvanlarda görülen genetik bozuklukların başka nedenlerden değil radyasyondan kaynaklandığını gösteriyor. Çernobil’de yaptıkları onlarca araştırma da aslında bunu kanıtlamak için tekrar edilmiş.

Nükleer, kaza olmasa da tehlikeli
Nükleer santrallerin tek tehlikesinin kaza olduğunu sananlar, arızasız çalışan bir reaktörden her yıl çıkan ve binlerce yıl radyoaktif kalan nükleer atıkların doğayla en ufak bir temasta bile bu sonuçları doğuracağını unutmamalı. Nükleer santraldeki küçük sızıntılardan ancak ülkedeki otorite isterse haberiniz olacağını unutmayın. Sosyal medyada en ufak bir eleştiriyi bile yasaklayan bir hükümetin, nükleer santraldeki her sızıntıyı size haber vereceğini mi sanıyorsunuz?

Sinop ve Mersin’de nükleere hayır demeyenler, etraflarındaki ağaçlara, kelebeklere, kuşlara ve sevdiklerine son bir kez bakabilir. Hayır diyenler ise zaten ne yapacağını biliyor, 24 Nisan Pazar günü Sinop’taki Uğur Mumcu Meydanı’nda toplanıyor. Sinop NKP Dönem Sözcüsü Zeki Karataş, “Sinop’ta her evde bir kanser vakası var” diyor. Türkiye bu konuyu hiç araştırmadan geçiştirmeye çalışsa da, Karadenizliler, bu acıların nedeninin bir nükleer santral ve Türkiye’ye nükleer santral kurmak için olan biteni halktan gizleyenler olduğunu iyi biliyor. Bin küsur kilometre uzaktaki Çernobil’in acısını yaşayanlar, burunlarının dibine, Sinop ve Mersin’e nükleer santral kurdurmamaya kararlı. Kanserden yitirdikleri dostları, kardeşleri, akrabaları için sokağa çıkıyorlar.

Karadeniz İsyandadır Platformu işi özetlemiş, “Hamsi limonsuz kalmayacak” diyor. Hem Sinop’un hamsisine hem de Mersin’in limonuna sahip çıkıyor. Siz ne yapıyorsunuz bu hafta sonu? Umutsuz ve mutsuz oturup güzel günlerin gelmesini mi bekliyorsunuz yoksa Sinop’a mı gidiyorsunuz?

Yeni Çeltek ve 220 işçi

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Nisan 2016

Yeni Çeltek, genelde 1980’deki işçi direnişi ve 1990 yılında 68 işçinin öldüğü grizu patlamasıyla hatırlanır. Amasya sınırlarındaki bu kömür madeni geçen hafta işçilerin açlık greviyle tekrar gündeme geldi. Madeni işleten, Soma Holding’e ait Gürmin Enerji’nin ocağı kapatıp işçileri Soma’da çalıştırmak istemesi üzerine 220 işçi yerin 1200 metre altında açlık grevine başlamıştı. Grev 10. gününde Enerji ve Çalışma bakanlıklardan gelen heyetlerin sorunların çözümü için verdiği sözler neticesinde sona erdirildi. İşçilerin isteği madenin açık kalması ve Soma’ya göç ettirilmemek.

İşçiler mücadelede bir adım öne geçti ama iş bu noktaya nasıl geldi biz onu konuşalım. Amasya Suluova’daki Yeni Çeltek kömür madeni, Soma’da 301 madencinin öldüğü kazadan tanıdığımız Soma Holding’in bir şirketine ait; Gürmin Enerji’ye. Soma Holding’in ilgisi madendeki kömürle sınırlı değil. Şirket, tarım ve hayvancılığın hakim olduğu bu topraklara kömür santralı da kurmak istiyor. Yöre halkı ise bu karara karşı çıkıyor. Merzifon’da MERÇEP adında bir çevre platformu kuruldu. Merzifon Belediyesi projeye karşı olduğunu açıkladı. Diğer ilçe ve köylerde de benzer sesler çoğalıyor. Duyarlı insanlar bu projeye karşı paneller, yürüyüşler düzenliyor. EPDK ise Cumhuriyet tarihinin en feci maden kazasının olduğu madeni işleten firmaya kömür santralı için ön lisans verdi. Ön lisansın süresi 2017 sonunda bitiyor. Soma Holding’in Yeni Çeltek’teki madeni kapatmasının birçok nedeni olabilir. Şirketin termik santrale karşı çıkanları sindirmek amacıyla, “termik yoksa madeni de kapatırız” diyerek gözdağı verme olasılığı ilk akla gelenler arasında.

Yeni Çeltek maden ocağının kapatılmak istenmesi dünyanın en büyük kömür şirketlerinden Peabody Enerji’nin iflas haberiyle birlikte geldi. Kömür talebinin azaldığı bir dönemdeyiz. Türkiye elektrik piyasasında arz fazlalığı da cabası ancak kömüre teşvik söylentileri firmaların iştahını kabartacak cinsten. Böylesine garip bir ülkedeyiz.

Açık konuşalım. Yeni Çeltek kömür madeninin yeniden açılmasını sorunun çözümü gibi görmek yanılgı olur. Çocukluğumdan beri felaket haberleriyle, korkuyla anılan, işçilerin ocağa dualarla uğurlandığı bu madenin kapanması aslında işin doğrusu. Soma Holding istediği için değil, kömür iklim değişikliğine yol açtığı için, hava kirliliğiyle insan sağlığını riske attığı için ve eğer oraya bir kömürlü termik santral kurulursa bölgedeki tarımsal üretimi etkileyeceği için. Buraya kadar eminim hepimiz aynı fikirdeyiz. Peki, ya işçiler? 220 işçinin bakmak zorunda olduğu aileleri var ve işlerini kaybetmek istemiyorlar. Yoksa kim yerin 1000 metre altında çalışmak ister, Türkiye gibi işçilerin hayatının hiçe sayıldığı, can güvenliği isteyen işçilere tekme atıldığı bir ülkede kim mecbur kalmadıkça bir kömür madeninde çalışmak ister? İster işçi, ister çiftçi, ister orada yaşayan biri olun, sorunun kaynağı belli: Kömür. Eksik olan ise çözüm önerisi.

Termik santral yapılmak istenen bölgede hayvancılık ve tarım yaygın. Tarımda da şeker pancarı öne çıkıyor. Pancar şeker eldesi için Amasya Şeker Fabrikası’na gönderilirken küspesi de hayvan yemi için ayrılıyor. Amasya Şeker’in pancardan biyoetanol yapımında da kullanılan etil alkol üretebildiğini biliyoruz. Son yıllarda yapılan bazı araştırmalar, örneğin ABD’deki Worcester Politeknik Enstitüsü’nün yaptığı bir araştırma, şeker pancarının mısıra göre biyoyakıt üretiminde daha uygun bir seçenek olabileceğini gösteriyor. Bu konuda çalışmalar yürütülse, tarımı etkilemeyecek küçüklükte bir tesisle madendeki işçilerin bir bölümüne istihdam sağlamak mümkün olabilir. Yine aynı şekilde hayvan dışkılarını biyogaza çevirecek bir başka tesis, yeni bir iş kapısı ve enerji üretim kaynağı olabilir. İki küçük tesis ve beraberinde ortaya çıkacak istihdam fırsatları 220 işçiye daha güvenli, sağlıklı bir iş bulmaya yetebilir. Hem de Türkiye’ye yeni bir fikir, gelişme fırsatı sunabilir.

Mesele enerji sorununu çözmekse, bölgedeki altyapı, bir yalıtım firmasının fabrikasını kurmaya çok uygun. Bölge Karadeniz’in batı ve doğusuna giden yolların tam ortasında. Yakınındaki büyük yerleşim merkezlerinde Çorum, Samsun, Merzifon, Tokat ve Amasya’da binlerce binanın mantolama ihtiyacını karşılayacak bir üretim tesisi yine istihdam ve enerji sorununun ikisine birden çözüm olabilir. Verilecek yalıtım desteği veya düşük faizli krediler kurulmak istenen santralin üreteceği enerjinin tasarruf edilmesiyle karşılanabilir. Madencinin, çiftçinin ve orada yaşayanların hepsinin sorununu çözecek bir çözüm mümkün. Ne olacağına yapılacak araştırmalardan sonra karar verilmeli elbette ama çözümün ne olmadığı açık. O da kömür.

Almanya'dan yeni bir rekor

Almanya 2015 yılında elektrik tüketimin %32'sini yenilenebilir enerjiden sağladı. Rüzgar (%14,7), biyokütle (%8,3) ve güneş(%6,4).

Almanya'nın hedefi, 2050'ye kadar elektrik enerjisinin yüzde 80'ini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamak.

Uzaydan dünyaya düştü doğayı keşfetti

Özgür Gürbüz-BirGün/8 Nisan 2016

Jasmin Blasco ve Pico Studio
Uzayda doğmuş ilk dünyalıya ne denir? Uzaylı elbette. Yıllardır uzaylıların dünyaya gelip, “ben dostum” demesini bekleyenlerin bu sıralar mırıldandığı bir şarkı var. Şarkının da, “çabuk gelin, yok olmadan” diye bir nakaratı var. Bu şarkının İstanbul Modern’deki “Yok Olmadan” sergisinden ilham aldığı yönünde rivayet çok. Sergi salonlarını doğanın korunması için açan İstanbul Modern’in bu son sergisi oldukça farklı sanatçılardan, bize yaşadığımız çevreyi hatırlatacak, sorunları düşündürecek onlarca eserle dolu. Sergiye Jasmin Blasco’nun, “Uzayda Doğmuş İlk İnsan”ıyla başlayabilirsiniz. Sanatçının kurgusu, bu ‘uzaylı’nın dünyayı ziyaretine hazırlanışını, dünyanın dışarıdan nasıl göründüğünü anlatıyor. Blasco’dan esinlenerek bu sergiyi dünyaya ilk kez adım atan bir insan gibi gezmek, etrafımızdaki zenginliği keşfetmenize çok yarayacak.

Mark Dion
Dünya Çevre Günü’ne (5 Haziran 2016) kadar açık olacak sergide sadece karşı karşıya bulunduğumuz çevre sorunlarına dokunuşlar yok; doğanın sanatın içine nasıl işlediğine, birbirlerini nasıl etkilediğine dair çalışmalar da var. Alper Aydın’ın “Taş Kütüphanesi” gibi. Aydın’ın Türkiye’nin dört bir yanından topladığı taş ve ahşap örnekleri, size yanından geçip görmediğimiz bir başka güzelliği hatırlatacak. Francesco Garnier Valletti’nin 1800’lerin ortasında hazırlamaya başladığı balmumu temelli meyve figürleri de Aydın’ın çalışması gibi, doğanın zenginliğinin aynı zamanda kütüphaneler dolusu bir bilgi hazinesi olabileceğini gösteriyor. 20 sanatçının eserlerinden oluşan sergide bu ikisinin yan yana gelmesi rastlantı olmasa gerek. Onlarca çeşit meyveyi, mevsim gözetmeksizin birlikte görmek her uzaylı kadar dünyalıyı da mutlu edecek.

Yok Olmadan sergisini, küratörlerden Çelenk Bafra ile birlikte gezdik. Bafra, gezegene gelişme ve iktidar hırsıyla yaptıklarımızla kendi kendimizi soktuğumuz bu çıkmazdan kolay kolay çıkamayacağımızı düşünüyor. İklim zirveleri gibi küresel politik girişimlerin ve bireysel doğaya dönüş çabalarının yeterli kalacağını düşünmüyor. Doğayla ilişkimize dair yüzeysel ve samimiyetsiz bakış açısının tersyüz edilmesinde sanatçıların katkısının olacağına inanıyor. Bafra, “Biz burada daha yaratıcı zihinlere yer açmak istedik. Hayalci değil, umut dolu bir bakış açısı sunmaya çalıştık” diyor.

Lars Jan
Sergi, performanslardan, resimlere ve deneysel çalışmalara kadar çok farklı teknik ve bakış açısı barındırıyor. Örneğin, geleceğin sanatının, iklim değişikliğine yol açmadan yapılması gerektiğini düşünüyorsanız, Roger Ackling’in doğada bulduğu tahta parçalarını, sadece güneş ışınlarından yararlanarak şekillendirdiği eserleri size ilham verebilir. Karbon ayak izi sıfır! Charles Dellschau adlı kasabın not defterinden çıkanlar uzaylıların dünyaya daha önce bir kasap kılığında gelmiş olabileceğini düşündürebilir. Yerkürenin doğası elbette atmosfer ve uzayla bağlantılı ancak maceracı bir doğa gezisi için o kadar uzağa gitmeye gerek yok. Mark Dion’un ‘Kâr Körlüğü’ adlı çalışması yüz adet kutup ayısı çiziminden oluşuyor. Camila Rocha ise Brezilya’nın yağmur ormanlarını, bizim oralarının tabureleriyle müzeye getirmiş. Evinizi nasıl yağmur ormanına çevirirsiniz, ipuçlarını da vermiş; çiçek sehpalarının yanındaki taburelere biraz oturmanız yetecek. Elbette ve ne yazık ki, bugünkü doğamız sadece organik maddelerden ibaret değil. Canan Tolon, çevremizdeki, insan yapımı eşyaları doğayla buluşturmanın bir yolunu bulmuş. İyi kurgulanmış serginin bir esprisi de bu. Nerede olduğumuzu hatırlatan, hayallerimizi yeniden karşımıza getiren ve doğayı bize gösteren imgelerle dolu. Sergiyi gezerken veya dönüş yolunda hayaller, sorunlar veya çözümlerden hangilerini sarıp kucaklayacağınıza, yanınızda götüreceğinize siz karar verebilirsiniz.
Uzaydan dünyaya inmenin ve gezegenin geleceği için elimizi taşın altına koymanın vakti geldi. Bu sergi, sanatın da bu çabanın bir parçası olabileceğini gösteriyor. Unutmadan söyleyelim, perşembe günleri tüm uzaylılar İstanbul Modern’e ücretsiz girebiliyor.

Yok Olmadan sergisi etkinlikleri
Sergi süresince doğayla ilgili birçok etkinlik de düzenleniyor. 31 Mart’taki, Kütüphanede Ekoloji Buluşmaları adlı etkinlikte doğa ve sürdürülebilir yaşam üzerine odaklanan oluşumlarla tanışmak ve tartışmak mümkün. 7 ve 9 Nisan tarihlerinde ise kentsel tarım üzerinde çalışan Ek Biç Ye İç girişimi ile permakültür üzerine bir atölye gerçekleştiriliyor.