Elektrikli araçların sayısı artıyor

ABD'de elektrikli araç sayısı 300 bine yaklaşmış. Sadece 2014'te 120 bin elektrikli araç satılmış. Elektrikli araçlar çevreyi petrol ve gazla çalışan rakiplerine göre daha az kirletiyor ama bir şartla. O araçları mutlaka yenilenebilir enerji kaynaklarından (rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle vb.) sağladığımız elektrikle şarj etmeliyiz. Yoksa bir anlamı yok. Asıl çözümün de daha fazla yürümekte, bisiklette ve toplu taşımada olduğunu unutmayalım. Kısacası, aküsünü güneş enerjisiyle dolduran elektrikli otobüsleri yine otomobillere tercih etmeliyiz. Belediyeler de toplu taşıma filolarını buna göre organize etmeli.

Yaşasın tekbir

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Kasım 2015

İngiltere hükümeti iklim değişikliğine yol açan kömür santrallerini 2025’e kadar kapatacağını açıkladı. Bizim Enerji Bakanlığı duyuyor mu olan biteni bilmiyorum. Tek bildiğimiz onlarca kömür santrali kurmayı planladıkları. Adana, Zonguldak, Aliağa ve Çanakkale civarında beşer onar termik santral planları var. Ne halka soruluyor ne de doğru dürüst çevre etkileri araştırılıyor. Oradaki insanlar ne yapacak, nerede yaşayacak, nasıl bir hava soluyacak belli değil. Türkiye’nin iklim değişikliğine katkısı da ortada. Dünyanın en çok elektrik üreten 20. ülkesiyiz. Ürettiğimiz elektriğin yüzde 70’ten fazlasını termik santrallerden (doğalgaz ve kömür) sağlıyoruz. Her yıl sellerde insanlarımız ölüyor, kuraklık yüzünden tarlalarda ürünler kavruluyor ama tek yaptığımız iş olan biteni seyretmek. Ha, bir de aklımıza geldikçe tekbir getiriyoruz. Statta, okulda, sokakta tekbir. Maşallah!

İngiltere’de sanayi devrimini gerçekleştiren iki hammadde vardı; kömür ve demir. İngiltere işte bu iki hammaddenin birinden vazgeçiyor. Sadece İngiltere değil, gelişmiş ülkelerin hemen hemen hepsi aynı yönde ilerliyor. İsveç, Danimarka gibi ülkeler çoktan petrolsüz, kömürsüz bir gelecek için planlarını yaptı. Ekonomisi bize yakın ülkeler de boş durmuyor. Örneğin Portekiz; elektrik üretiminin yüzde 60’dan fazlası yenilenebilir enerjiden sağlanıyor.

OECD bile kömür santrallerinin verimsizlerine ihracat kredilerini kesme konusunda anlaşmaya vardı. Yakında detaylar ortaya çıkacak. Kısacası dünyada yeni bir çağ başlıyor, adına güneş çağı diyelim. Türkiye bu çağın neresinde? Biz devre tekbir getirerek başlamıştık, tekbir getirerek devam ediyoruz. Arada da kayda değer bir şey yok. Ya Allah yola devam ama gittiğimiz yolun sonu yok farkında değiliz.

Filmler bize yol gösteriyor
Yalnız değiliz. İş mücadeleye gelince bu dünya çok küçük. Yeni otoyollara, havaalanlarına, sofranıza kadar uzanan genetiği değişmiş organizmalara (GDO), kentleşmeye karşı direnen çiftçilere sadece Türkiye’de rastlanmıyor. Dünyanın dört bir yanında insanlar benzer kavgaları veriyor. Amaçları aynı, yaşam hakkını savunmak, yaşamı sürdürülebilir kılmak. Farkları ise buldukları çözüm yolları.

Bu yıl sekizincisi düzenlenen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali (SYFF) dün başladı. Filmler dünyanın dört bir yanından derlenen güzel fikir ve mücadeleleri önümüze getiriyor. En sevdiğim film festivali SYFF desem abartmış olmam. Filmleri izlerken bazen aynı dertleri paylaştığım bir dostla sohbet ettiğimi düşünüyorum. Festival, yaratıcı fikirler edinmek, sorunlar hakkında bilgi sahibi olmak ve çözüm önerilerini görmek adına dört dörtlük bir fırsat sunuyor bizlere. www.surdurulebiliryasam.org adresinden bilgi alabileceğiniz festival bu yıl 20 ayrı noktada aynı zamanda başlıyor. Festival, Adana, Ankara, Antalya, Artvin, Balıkesir, Bayındır (İzmir), Bodrum (Muğla), Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Eskişehir, Fethiye (Muğla), Giresun, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Trabzon ve Urla’da (İzmir) ücretsiz izlenebiliyor. Festivalin bir özelliği de izleyicileri işin içine katması. Programda sohbet bölümleri de var. Ben de bir tanesine katılacağım. Pazar günü Caddebostan Kültür Merkezi'nde, 16.00'da gösterilecek, ‘Hayatta Kalma Bilgeliği’ adlı filmden sonra izleyicilerle filmi değerlendireceğiz, ilkim değişikliği sorununu tartışırken bu defa sadece insan merkezli bir değerlendirme yapmayacağız. Film ve doğa severleri beklerim.

Yenilenebilir enerji yeter hem de artar

Özgür Gürbüz-BirGün/13 Kasım 2015

Tarifa, İspanya. Foto: O. Gurbuz.
Nükleere, kömüre karşı çıkıp rüzgar dediğimizde, “fırıldaktan elektrik mi üreteceksiniz” dediler.

Daha sonra işin içine güneş girdi. Güneşle tekneleri yürütebilir, evlerinizi aydınlatabilirsiniz dedik, bize “güneşle ampul bile yakamıyoruz” dediler.

Dalga geçtikleri ‘dalga enerjisinin’ dünyadaki kurulu gücü 2012’de 530 MW’ı geçti. Yatağan termik santralinin verimini düşünürsek belki bir o kadar elektrik ‘dalga’dan üretiliyor.

Her söyledikleri yanlış çıktı. İşe yaramaz dedikleri güneş, rüzgar, jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynakları tüm dünyanın, başta iklim değişikliği olmak üzere çevre sorunlarından kurtulma ümidi oldu. Bizimkiler de dil değiştirdi. Önce fırıldak dedikleri rüzgar enerjisine sonraları, “canım, o da olsun ama az olsun” demeye başladılar. Şimdi son kozlarını oynuyorlar. Son haftalarda hem Enerji Bakanı Alaboyun’un ağzından hem de yandaş medyadaki haberlerden şu masalı dinliyoruz. Yenilenebilir yetmez!

Yeter beyefendiler yeter! Yetmeyi bir yana bırakın, artar bile! Şimdi size Enerji Bakanlığı’nın bile elinde olmayan bir teknikle Türkiye’nin elektrik talebini yenilenebilir enerjiyle nasıl karşılanabileceğini hesaplayacağım. Bu tekniğin adı ‘bakkal hesabı’.

Diyorlar ki, 2023’e kadar bu ülkenin 400-450 milyar kilovatsaat (kWs) elektriğe ihtiyacı var (Sabah Gazetesi, 21 Ekim). Bu zamana kadar abarttıkları bu talep tahminleri hep yanıldı. Ne dedilerse azı oldu ama biz yine de bu rakamı doğru kabul edelim. Sekiz yıl sonra 450 milyar kWs elektriğe ihtiyacımız olacakmış gibi yapalım. Türkiye’nin 2014 yılı elektrik üretimi 252 milyar kWs. Geriye 200 milyarlık bir açık kalıyor. Tutun bu rakamı aklınızda, şimdi bakkal hesabını yapmaya başlıyoruz.

Türkiye’nin güneşten elektrik üretme potansiyeli ne kadar? Enerji Bakanlığı’nın Güneş Enerjisi Potansiyeli Atlası’na göre 380 milyar kWs. Yetmeyi bırakın artıyor bile. Gelin iddia edilen açığı sadece güneşten karşılamayalım. Biraz da rüzgar yapalım.

Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü’ne göre Türkiye’de ekonomik  rüzgar enerjisi potansiyeli 48 bin megavata (kurulu güç) denk geliyor. Bu da yılda 150 milyar kWs elektrik üretmek demek. Bakkal hesabı jeotermale, biyokütleye, hükümetin potansiyelin tümünü kullanacağız dediği HES’lere gelmeden bitti. Türkiye’nin değil elektrik açığı fazlası var. Hem de bu hesabı ilk yapmamız gereken işi, enerji tasarrufunu ve verimliliği hiç konuşmadan yaptık. Türkiye’nin yüzde 20-25 oranında tasarruf/verimlilik potansiyeli olduğunu yine devletin kendi raporlarından biliyoruz. Bu potansiyeli değerlendirsek gerçek talep 350 milyar kWs’lere düşecek.

Uzatmayalım, Türkiye aklını kullanırsa ne bu kadar elektriğe ihtiyaç duyacak, ne de üretmek için kömür ve nükleer santrallere muhtaç kalacak. Hesap açık ve net. Buna rağmen, aymazlık mı, fosil yakıt ve nükleer lobilerinin etkisi mi yoksa çıkar meselesi mi bilinmez; hükümet bu ve benzeri sloganlarla kafaları karıştırmaya devam ediyor. Bugün kullandıkları “yenilenebilir yetmez” iddiası işe yaramayınca başkasını bulacaklar. Türkiye’nin kurulu gücünün yüzde 84’ü ‘baz santraliylen, yani günün hemen hemen her saatinde elektrik üretebilme kabiliyetine sahipken, “rüzgar, güneş kesintili, bize baz santral lazım” diyecekler. Bizi bu argümanlarla uğraştırırken, yeşil enerji devriminin Türkiye’ye gelmesini geciktirecek, yapabildikleri kadar kömür santralini, nükleeri, HES’i yapıp, gidecekler.

Hükümet de biliyor, kömürün, nükleerin, dev barajların, merkezi elektrik üretim santrallerinin, halka sormadan yapılan her yatırımın vadesi doldu. Tutarsızlıkları, demeçlerinden okunabiliyor. Hem dışa bağımlılığı azaltacağız diyorlar hem de dışa bağımlılığı azaltabilecek tek seçeneğimiz yenilenebilir enerji kaynaklarına “yetmez” diyorlar. Çelişkinin böylesi görülmedi. Ama olsun, istikrarlı çelişkiler bunlar. 13 yıldır böyle.

AB İlerleme Raporu’nda enerji karnemiz

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi/11 Kasım 2015

Avrupa Birliği’nin (AB) bu yılki Türkiye İlerleme Raporu açıklandı. Siyasi değerlendirmelerin oldukça kötü olduğunu belirtelim. Öyle ki, raporun adı bu gidişle ‘ilerleme raporu’ değil, ‘gerileme raporu’ olacak. Biz işin enerji bölümüne bakalım. Enerji kısmında övgüler de var, yergiler de. Başlık başlık yazalım.

Enerji güvenliği konusunda Türkiye sınıfı geçmiş. AB’nin geçer notunun ardında, elektrik şebekesini komşu ülkelerle birleştiriyor olmamız, Türkmenistan gazını Avrupa’ya götürmek üzere yapılan anlaşmanın onaylanması ve Avrupa Elektrik İletim Sistemi İşleticileri Birliği’yle (ENTSO-E) kalıcı bağlantı anlaşmasının yapılması var. Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) projesindeki ilerlemenin de katkısı unutulmamalı. Enerji güvenliği konusunda olumsuz sayılabilecek tek değerlendirme, Rusya ile ilişkilerin Suriye meselesi yüzünden bozulmasıyla hayata geçirilip geçirilmeyeceği bile tartışılan Türk Akımı projesi. AB bu projenin geleceğini ‘belirsiz’ kabul ediyor. Enerji güvenliği konusunda AB müktesebatıyla uyumlu, adil ve şeffaf bir gaz nakil geçişi için uygun koşulların hazırlanması talep edilmiş. Bu bölüm bana enerji güvenliğinin bizim açımızdan değil daha çok AB açısından değerlendirildiği izlenimini çağrıştırmadı değil.

Enerji piyasasında ise üretim özelleştirmelerinin devamı, Enerji Piyasaları İşletme A.Ş.’nin (EPİAŞ) kurulması ve serbest tüketici sınırlarının düşürülmesi ‘önemli ilerleme’ kategorisinde değerlendirilmiş. Gaz piyasasında da serbest tüketici olma sınırının düşürülmesi olumlu not getirirken, Doğalgaz Piyasası Kanunu’nda değişikliğe gidilmemesi olumsuz not almamıza neden olmuş.

Yenilenebilir enerjide 2023’e kadar kurulu gücün 61 bin megawata (MW) çıkarılması hedefi AB’nin gönlünü kazanmamıza neden olmuş. Olur mu, gerek var mı; hiç sanmıyorum. AB, Türkiye’de başta HES olmak üzere yaşanan çevre sorunlarıyla çok ilgilenmemiş. Yine de yenilenebilir enerjinin gelişiminde AB müktesebatında belirtilen devlet sübvansiyonlarıyla ilgili kırmızı çizgilere dikkat edilmesini istemiş. İyi notlar aldığımız bölümler bunlar. Karnenin gerisi velilere gösterilemeyecek cinsten. Bisikleti unutun.

‘Enerji verimliliği konusunda hiçbir ilerleme yok’ diye yazmışlar. Oldukça net bir sıfır vermişler. Hep söylüyoruz, ölçülebilir, rakamsal hedef vermiyorsanız bir değeri yok diye. AB de aynı şeyi söylemiş. 2015-2019 yıllarını kapsayan stratejik planda belirgin bir hedefin olmadığına dikkat çekmiş. Enerji Verimliliği Kanunu’yla ilgili mevzuatın da uyuşmadığına dikkat çekilmiş.

Nükleer enerji, nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma konularında AB müktesebatına uygun tek bir ilerlemenin dahi olmadığı vurgulanmış. Radyoaktif bir sıfır yazıyoruz karneye. Japonya ile Sinop’a yapılmak istenen nükleer santralle ilgili hükümetlerarası anlaşma imzalanması ve Mersin’de denizle ilgili inşaata başlanmasına rağmen notumuz zayıf. Çok önemli bir uluslararası anlaşmaya Türkiye’nin hâlâ taraf olmadığına dikkat çekilmiş. Bu anlaşma, ‘Kullanılmış Yakıt İdaresinin ve Radyoaktif Atık İdaresinin Güvenliği Üzerine Birleşik Sözleşme’ başlığını taşıyor. Dünyada 42 ülke taraf. Sözleşme, nükleer atık ve yakıt güvenliğiyle kullanılmış yakıtların kontrolünü sağlamayı amaçlıyor. Nükleer atıkların nasıl saklanacağı bu anlaşmayla bir anlamda uluslararası denetime açık hale getiriliyor. Nükleer tesislerden doğaya bırakılan radyoaktif maddeler, nükleer atıkların taşınması gibi konular da sözleşme kapsamında yer alıyor. Kanun tasarısı 2011’den beri Meclis gündeminde ama AB Uyum Komisyonu henüz raporunu vermedi. Nükleer enerji konusunda dikkat çekilen iki konu başlığı daha var. Nükleer Enerji ve Radyasyon Kanun Tasarısı taslağının akıbeti ile ortada bağımsız bir düzenleyici kurumun bulunmaması. Belli ki ne Rus şirket ne de hükümet nükleer enerji konusunda şeffaflık ve denetim istemiyor. AB ise özetle şu yorumu yapıyor: “Nükleer santral yapmak için inşaata başlamak istiyorsun ama ne kendi içinde yasal sürecin hazır ne de Avrupa ve dünyayla uyumlu yasaların var. Sıfırı basıyorum” diyor.