Özgür Gürbüz-BirGün/6 Kasım 2015
1 Kasım
seçimlerinin analizini yaparken normal bir seçim yaşamış gibi davranmak eblehlik.
Plakasız araçlardan, sandık başındaki baskılara kadar Türkiye’nin gördüğü en
antidemokratik seçimlerden birini yaşadık. Yüzde 10 barajı oradaydı. Medya
hükümetin elindeydi. İktidar partisi televizyonlarda, radyolarda istediği gibi
cirit atarken muhalefete göstermelik süreler verildi. Parti başkanlarını yan yana
tartışırken göremedik. İktidar hesap vermekten kaçtı, konuşacağı gazetecileri
bile kendi belirledi. Bitmedi…
Bir süre
öncesine kadar kendilerinin yanında duran birkaç medya kuruluşuna polis
eşliğinde el konuldu. Hocasını beğenmediler kayyum atadılar. Kapağını
beğenmediler dergiyi toplattılar. Medyada iktidarı eleştirmek fiilen
yasaklandı. Sokakta hükümeti eleştirmek isteyenler canından oldu. Suruç’ta,
Ankara’da bombalar patladı. Ölenler hep hükümete karşı sesini yükselten
muhaliflerdi. Cenazesini buzluklarda saklayan insanlar birkaç hafta sonra
panzer gölgesinde oy kullandı. Bu seçimin demokrasinin “d”siyle uzaktan
yakından ilgisi yok; kimse hikaye anlatmasın.
Yüzde 49’un
oyunu aldığı iddia edenler neden cesaret edip, adil bir seçime evet demezler
bilemiyorum. Herhalde küçümsedikleri o partilerden korkuyorlar. Bugün
Türkiye’de muhalefetin seçim çalışması, seçimi kazanmaktan çok Türkiye’nin hak
ettiği demokratik bir seçimin yapılması mücadelesidir. Oy toplamak için
çalışandan çok oyları korumak için çalışanların olduğu bir ülkeden
bahsediyoruz. Muhalefetin demokrasiye inancı ve inadı bu ülkeyi krizden
kurtaran yegâne güçtür. İktidarın bunun farkına varması ve ülkenin hayrı için
bundan sonra demokratik bir seçimde uzlaşması gerekir. Kimsenin bu tiyatroyu izlemeye
tahammülü kalmadı. AKP demokratik bir seçimden de galip çıkabilir mi? Belki. Hakkıyla
kazanırsa da ülkede demokrasi gelişir, gerilim ve kutuplaşma azalır.
Bu kadar
saptama, şikayet yeter. Şimdi ben de fabrika ayarlarıma döneyim.
Bu seçimin
asıl kaybedeni Kılıçdaroğlu, Demirtaş veya Bahçeli değil. Asıl kaybeden bu
ülkenin hayalleri… Son 13 yılın güzel bir özeti deyince aklıma gelen liste
uzun. Kalabalıklaşan kentler, kirlenen hava, bozulan gelir dağılımı, artan
polis şiddeti ve daha niceleri. Bu ülkenin insanları hayal etmeyi, daha güzel
yaşamayı unuttu. Artık kentlerin havasının temiz olabileceğine, bisikletle
işine gidebileceğine, enerjisini kömürden, nükleerden değil temiz enerjiden
elde edebileceğine inanmıyor. Hırsızlar bu ülkede ayakkabı kutularından önce gerçekleri,
umudu ve hayalleri çaldı.
Artık başka
ülkelerden örnekler verdiğinizde heyecanlanmayan, yeni fikirler, orijinal
çözümler üretmeyen, daha iyi yaşayabileceğine inanmayan, umudunu yitirmiş
insanlarla birlikte yaşıyoruz. İlk işimiz bu umudu yeniden canlandırmak olmalı.
“Yiyorlar ama
çalışıyorlar” diyenlere Uruguay eski Cumhurbaşkanı Mujica gibi yemeden çalışan
onlarca devlet adamını göstermeliyiz.
“Madende ölmek
fıtrat diyene”, Şili’de kurtarılan madencilerin öyküsünü anlatmalıyız.
Petrolsüz,
kömürsüz olmaz diyenlere, Danimarka, İsveç gibi ülkelerin neden “olur” dediğini
ve nasıl bu işi yaptıklarını herkese duyurmalıyız.
Ekonominin
büyümesi için daha çok enerji ve nükleer santral gerek diyenlere, Almanya gibi
dünyanın en büyük ekonomilerinden birinin nükleersiz ve daha az enerji
tüketerek büyümeye devam ettiğini göstermeliyiz.
Güzel bir
çevrede yaşamak zengin ülkelerin işi diyenlere, Çin’den, Hindistan’dan, Ekvador
ve Kosta Rika’dan başarı öyküleri paylaşmalıyız.
Dünyanın en
iyi sağlık sisteminin New York’ta değil Küba’da olduğunun altını yüz kere
çizmeliyiz. Duble yolların değil, iyi bir sağlık sisteminin kanserli
yakınlarımızı kurtarabileceğini anlatabilmeliyiz.
Bunları
defalarca tekrarlamalıyız ki, umudunu ve hayallerini yitirenlere umut ve
tutunacak bir dal olabilelim. Bugün AKP’ye oy verenlerin de aynı trafikte
bunaldığını, aynı havayı soluyarak hasta olduğunu unutmayalım. Şikayet ederek
onlardan biri olabiliriz ama çözümü göstererek ve üreterek, bu ülkenin makus kaderini
yıkan “umut” olabiliriz.