Almanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Almanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Almanya'da nükleer santralleri kapatmanın bedeli 65 milyar avro

Kaynak: http://bit.ly/1Ftb0bF
Almanya bildiğiniz gibi tüm nükleer santrallerini kapatıyor. Nükleer santralleri kapatmakla iş bitmiyor. Hepsi radyoaktif atık haline gelen reaktörlerin sökülmesi ve diğer radyoaktif atıklarla birlikte doğadan yalıtılarak depolanması gerekiyor. Bu işin yapılabileceği bile şüpheli. Yapılan hesaplar bu işin Almanya'ya maliyetinin 65 milyar avroyu (€) bulacağını gösteriyor.

Almanya'da nükleer santrallerin sökümü ve atıkların depolanması için gereken 65 milyar avronun 34 milyarı özel şirketlere ait. Türkiye'de ise yapılan anlaşmalara göre şirketler elektrik üretimi üzerinden belirli bir miktarı Türkiye'ye ödemekle yükümlü ancak söküm ve depolama işlerinin sorumlusu yok. Yani, Türkiye nükleerde ısrar ederse, santrallerin sökümü ve atıkların depolanması işleri devlete yüklenecek. Hem zor hem de çok pahalı. Çocuklarımız mevcut hükümetin yanlış kararı yüzünden bu borcu ödemek ve binlerce yıl radyoaktif kalan atıklarla uğraşmak zorunda kalacak. Nükleer santral planlarını durdurursak onlara bambaşka bir Türkiye bırakacağız. Her şey bizim elimizde.

Japonya’da 5 nükleer reaktörün kapısına kilit vuruldu

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Haziran 2015

11 Mart 2011’de meydana gelen Fukuşima nükleer kazası nükleer enerji konusunda Japonya ve dünyadaki dengeleri değiştirmeye devam ediyor. Kazadan önce elektrik üretiminin yüzde 30’una yakınını nükleerden sağlayan Japonya’da üç yılı aşkın bir süredir nükleer santrallerden elektrik üretilmiyor.

Bu durumu değiştirmek isteyen nükleer endüstri üç yıldır kapalı durumdaki nükleer santrallerin en azından bir kısmını çalıştırmak istiyor. Halkın tepkisi, yenilenebilir enerji kaynaklarının gelişimi ve yeni yasal düzenlemeler bu süreci geciktiriyor. Nükleer santral işletmecilerinin bazıları yeniden çalıştırılmayı beklemek yerine mevcut nükleer reaktörleri kapatmaya başladı. Dört Japon şirketi beş nükleer reaktörünü bir daha çalıştırmamak üzere kapattıklarını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na bildirdi. Böylece ülkede çalışabilir durumdaki nükleer reaktör sayısı da 43’e düştü. Dünyanın ABD ve Fransa’dan sonra en çok nükleer reaktöre sahip ülkesi Japonya’da Fukuşima kazasından önce 54 nükleer reaktör çalışıyordu.

Fukuşima Nükleer Santrali’nde meydana gelen kaza sonucunda santraldeki altı nükleer reaktör kullanılamaz duruma gelmişti. Radyasyon nedeniyle girilmesi yasak alanda bulunan bir başka nükleer santraldeki dört reaktörün de bir daha çalıştırılabileceği düşünülmüyor. Buna rağmen, işletmeci TEPCO firması henüz resmi kapatma kararı almadığı için bu dört reaktör hala çalışabilir reaktörler listesi içinde yer alıyor. Aslında Japonya’da çalıştırılabilir durumdaki nükleer reaktör sayısı 39.

Fukuşima nükleer kazası sadece Japonya’daki enerji dengesini değil dünyada nükleer enerjiye bakış açısını da değiştirdi. Nükleer enerjiden 2022 yılına kadar tamamen çıkma kararı alan Almanya son dört yılda 17 nükleer reaktöründen sekizini kapattı. Almanya gibi nükleer karşıtı bir tavır almayan ülkelerde de güvenlik tedbirleri ve diğer enerji kaynaklarının daha ucuza elektrik üretmesi benzer sonuçların görülmesine yol açıyor. Yeni nükleer reaktör yapmayan ancak mevcut reaktörlerle yola devam kararı alan İsveç’te de iki reaktörün ekonomik nedenlerle kapatılması gündemde. E.ON firması, Oskarshamn santralindeki iki reaktörün ilkinin 2017-2019 arasında, ikincisinin ise 2020’ye kadar kapatılmasına yeşil ışık yaktı. Santralleri işleten şirketin (OKG) küçük ortağı Finlandiyalı Fortum şirketi bu karara karşı çıksa da son karar bu yıl sonunda alınacak ve büyük ortak fikrini değiştirmezse ülkedeki reaktör sayısı 10’dan sekize düşecek. İsveç’te hükümetin Almanya gibi nükleer santralleri kapatma kararı yok. E.ON aldıkları kararı, 2020 sonrasında nükleer santralleri işletmeye devam etmenin ekonomik getirisi olmamasıyla açıklıyor.

Nükleer enerji konusunda ısrarını sürdüren AKP hükümeti ise Mersin (Akkuyu) ve Sinop’ta iki nükleer santral kurmak istiyor.  Mersin’deki santralin ilk reaktörünün 2023 yılında devreye girmesi isteniyor.

Atomik kazık

Özgür Gürbüz-BirGün/19 Nisan 2015

Her hafta BirGün için klavyenin başına oturduğumda, “bu hafta nükleer yazmak yok” diyorum. Neredeyse gazeteciliğe başladığım ilk günden beri, 20 yıldan fazla bir süredir, enerji ve çevre üzerine yazılar yazıyorum. Nükleer enerji de herhalde en çok değindiğim konulardan biri. Bu hafta masaya, ‘Türkiye’de elektrik direkleri ve estetik’ üzerine bir yazı yazmak için oturmuştum ama oluru yok. Akkuyu’da göstermelik bir temel atma töreni yapılmışken, reklamda oynatılan oyuncusundan izleyenlere kadar herkes radyoaktif yalanlarla kandırılmışken atomdan bahsetmemek olmaz. Yoksulluğun kader ilan edildiği memleketimde elektrik faturalarımıza yansıyacak ‘atomik kazık’tan bahsetmek zorundayım.

Mersin Akkuyu’ya atom santrali kurmak isteyen Rusya’nın devlet şirketi Rosatom, ülkenin dara düşmüş ekonomisine katkı için önüne gelene nükleer santral satmaya çalışıyor. Avrupa’daki ülkeleri de tavlamaya çalışıyorlar. Rosatom’un Genel Müdür Baş Yardımcısı Kiril Komarov, Brüksel’de yaptığı konuşmada Avrupa’ya ucuz nükleer vaadinde bulundu. 60 yıllık yakıt ve nükleer santralin sökümünü de içeren bir paket satın alınırsa üretilen elektriğin kilovatsaatini 5 dolar sente düşürebileceklerini söyledi (Euronews, 17 Nisan 2015). Türkiye’ye ise aynı şirket, aynı santrali yapmak istiyor ama bir farkla. Bize elektriği satacakları fiyat 12,35 dolar sent. Avrupa’ya önerdikleri fiyatın 2,5 katı! Bizde çok tehlikeli ve zor bir iş kabul edilen söküme de karışmıyorlar. Ufak bir bedel ödeyip, ömrünü tamamladığında dev bir nükleer atığa dönüşen santralin sökümünü de Türkiye’ye bırakıyorlar. Atomik kazık böyle bir şey.

Nükleeri savunanlar genelde, “tüm gelişmiş ülkelerde var” diye savunuyor. Gelişmişlikten kastedilen zengin ülkelerse bu iddia doğru değil. Norveç, İtalya, Portekiz, Avustralya, İrlanda, Danimarka ve Avusturya gibi pek çok ülkede nükleer santral yok. Almanya, Belçika, İspanya, İsviçre gibi ülkeler olanları kapatma kararı almış. Aslında ‘kim yapıyor, kim kapatıyor’ diye bir karşılaştırma yapmak özünde yanlış. Detayları bilmelisiniz. Amerika üzerinden bir örnek vereyim.

ABD’de beş nükleer reaktörün yapımı sürüyor. Bu, ABD nükleeri destekliyor anlamına mı geliyor? Hayır. Birkaç gün önce ABD Enerji Bilgi İdaresi (EIA) tarafından açıklanan 2040 yılına dair öngörüler aksini söylüyor. ABD’de 99 reaktör var (iki yıl önce 104’tü) ve toplam elektrik üretiminin yüzde 19’unu karşılıyor. Referans senaryoya göre 2040’a kadar nükleer santral kaynaklı elektrik üretimi yüzde 15’e düşecek. Atomseverlerin sorması gereken soru şu: Nükleer en ucuz, en güvenli ve dışa en az bağımlı kaynaksa ABD neden sahip olduğu teknolojiyi kullanarak eskiyen nükleer reaktörleri yenileriyle değiştirmiyor? Neden onlarca yeni reaktör yapmıyor? Yanıt ABD için basit, nükleer pahalı ve riskli. Aynı soruyu Fransa’yı örnek gösterenlere de sormak lazım. Dünyanın nükleer devi, teknoloji lideri Fransa neden 2025’e kadar elektrik üretiminde nükleer enerjinin bugün yüzde 76 olan payını yüzde 50’ye çekmek istiyor? Neden her gün yeni rüzgar santralleri kuruyor?

Enerji konusuna yabancı olanların Google Baba’ya sorarak, bakın şu kadar ülkede nükleer var demesinin bir anlamı yok. Herkes Almanya gibi yıllar önce kurulmuş nükleer reaktörleri, ekonomik ömrü dolmadan kapatacak finansal güce sahip değil. Bu bir süreç. Gelişmiş ülkelerde kaç nükleer santral var diye sormak yerine kaynaklarının ne kadarını atoma, ne kadarını yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğine ayırıyorlar sorusuna yanıt aramak lazım. Almanya’nın her yıl daha az enerji tükettiğini ve buna rağmen ekonomisini büyüttüğünü göremeyenler atomik kazığı yemeye ve bu yüzyılın dışında kalmaya mahkum. Uyaralım, atomik kazık diğerlerine benzemez, etkisi kuşaklar boyunca sürer.

Takviminize yazın:
Atom santrallerine hayır diyenler 25 Nisan’da Sinop’ta, 26 Nisan’da İstanbul Kadıköy’de sokağa çıkıyor. Çernobil kazasının yıldönümünde nükleere hayır diyenler meydanlara iniyor.     

15 dakika 32 saniye

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Nisan 2015

2013 yılında Almanya’da toplam elektrik kesintisi süresi 15 dakika 32 saniye*. Bir başka deyişle, deprem gibi doğal afetler dışında, üç dakikadan uzun süren kesintilerin toplamı yılda 15 dakika. 31 Mart’taki yaklaşık 10 saatlik (bazı yerlerde daha fazla) kesintinin nedenlerini araştıran Ankara’daki hükümet için bir kez de yazıyla yazayım. On beş dakika otuz iki saniye.

2014 yılında Almanya’da üretilen elektriğin dörtte birinden fazlası yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edildi. Toplam elektrik üretimin yüzde 9’a yakını rüzgardan, yüzde 8’i biyokütleden, yüzde 6’sı güneşten ve yüzde 3’ü de hidroelektrik santrallerden sağlandı. Aniden kesilen rüzgardan, bulut arkasında kalınca sizi karanlıkta bırakan güneşten, ottan çöpten, tavuk dışkısından elektrik üreten biyokütleden. Ben söylemiyorum, memleketin üniversitelerinde, sokakta ve sosyal medyada yenilenebilir enerji hakkında anlatılanlar bunlar. 31 Mart bu palavraların da sonu oldu.

Almanya’nın en güneşli yeri Karadeniz kadar güneş alıyor. Rüzgar enerjisinde de bizim kadar şanslı değiller. Ege ve Marmara’daki rüzgar türbinleri verimlilik açısından dünyanın en iyileri arasında. Buna rağmen Almanya’da güneş ve rüzgardan üretilen elektrik miktarı Türkiye’nin toplam tüketiminin dörtte birinden fazla. Her yıl payları artıyor. Hedefleri 2050’de elektrik tüketiminin yüzde 80’ini yenilenebilir enerjiden sağlamak. Dünyanın en büyük sanayi ülkelerinden Almanya güvenilemez denen rüzgar ve güneşe geçiyor.

Türkiye’de ise dünya tersine dönüyor. Rüzgar diyorsunuz, “rüzgar esmezse elektriksiz kalırsınız” diyorlar. Güneş diyorsunuz, “akşamları mum ışığında mı oturacaksınız” diyorlar. Nükleer termik gibi baz yük santraller olmazsa sistem çöker deyip eski düzeni sürdürmeye çalışıyorlar. Dağ taş termik santral dolu Türkiye’de durmadan elektrikler kesiliyor ama dağ taş rüzgar ve güneşle dolu Almanya elektrik kesintisi tarih derslerinde okutuluyor. Bizim bir günde yaşadığımız elektrik kesintisi Almanların 40 yılda yaşayacakları elektrik kesintilerinin toplamından daha fazla.

Mesele eldeki kaynakları yönetmek. Adana’da rüzgar yoksa, Bandırma’da var. Güneş battıysa büyokütle santralleri, jeotermal var. Koca koca barajlar yapmışsın. Rüzgar eserken kapakları kapat, suyu yani enerjiyi depola. Rüzgar kesilince aç. Çok mu zora düştün komşudaki rüzgar tarlasından elektrik al, ertesi gün sen ona güneş sat. Son çare de bizde onlarcası kurulmuş doğalgaz santralleri. Almanya işte bunu yapıyor. Yıl sonunda alacaklı bile çıkıyor. Net elektrik ihracatçısı. Büyük ve hantal iletim hattını terk ediyor, değişime çabuk ayak uydurabilen ‘akıllı şebekeleri’ kuruyor. Yeni depolama sistemleri geliştiriyor. Bir yandan da nükleer santralleri bir bir kapatıyor. Öyle yaşı geldiği için falan değil. Pahalı ve riskli oldukları için.

Kesinti konusunda nükleer de çözüm değil. Fransa elektriğinin yüzde 70’den fazlasını nükleerden sağlıyor ama yıllık kesinti süresi Almanya’nın dört katı. Nükleersiz Avusturya, İtalya ve Almanya, Fransa’dan çok daha iyi durumda. Zaten, 31 Mart’taki karanlığın temelinde nükleer gibi büyük santraller var. Bir büyük santral arıza yaptı mı, yerine o büyüklükte başka bir santral koymanız lazım. Koyamazsanız sistem çöküyor. Halbuki bir rüzgar türbini arızalansa kimsenin ruhu duymaz. Elektriği küçük ama çok sayıda santralden üretme dönemindeyiz. Merkezi, tek bir yerden değil.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından, küçük santrallerle yapılan üretim merkezi sistemlerin yerini alıyor. Türkiye’yi yönetenler ise hâlâ 40 yıl öncesinin enerji sistemini savunuyor. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sembolü ampul. O ampulü Edison 1879’da bulmuştu. Avrupa’da üretimi yasaklandı çünkü verimsiz. Aynı elektriği harcayıp 8-10 kat daha fazla ışık vereni var. 31 Mart’taki kesinti bize ders olsun. Sizi karanlıkta bırakan ampulü verimlisiyle değiştirme vakti geldi. Türkiye’nin enerjisini boşa harcamayın. 

*SAIDI ortalama.

Almanya kömüre dönmüyor

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Haziran 2014

Soma’daki iş cinayetinin üzerinden bir ay geçti. Dört gün önce Şırnak’ta, yine bir kömür madeninde göçük meydana geldi ve üç işçi daha hayatını kaybetti. Görülüyor ki Soma’dan sonra maden ocaklarındaki denetim arttırılmamış. Enerji ve Çalışma bakanlarının ise hâlâ görevde olduğunu hatırlatmaya bile gerek yok. Halbuki mevcut durumu kontrol etmek için bir süreliğine de olsa tüm ocaklarda üretimin durdurulması ve gerekli kontrollerin yapılması gerekirdi. Fukuşima’daki nükleer kazadan sonra Japonya ülkedeki tüm nükleer santralleri kapattı. Neredeyse üç yıldır ülkede bir tek santral çalışmıyor çünkü denetim, yeni yasal düzenlemeler sürüyor. İşte bizim hükümetin ‘adaleti’ ve ‘kalkınma’ anlayışı bu kadar. Adaleti madende ölen işçiyi değil maden sahibini düşünüyor. Kalkınmak için de işçilerin ölmesi gerekiyor. Bir başka yazımda, AKP’nin ‘büyüme’ adında yeni bir tanrı yarattığını ve bu tanrıyı mutlu etmek için her gün dereleri, ağaçları, ovaları ve insanları ona kurban ettiğini yazmıştım. Soma bunun en büyük örneği oldu. Merak ediyorum, bunun putperestlikten ne farkı var?

Enerjide taşlar yerinden oynuyor. Özellikle elektrik üretiminde bu değişim çok hızlı gerçekleşiyor. Kömür dünyanın elektrik üretiminde en çok kullandığı kaynak ancak vazgeçilmez değil. Tüm mesele, kömürü yakarak ürettiğiniz elektriği, başka kaynaktan yakın fiyata ve çevreye daha az zarar vererek üretebilmek. Almanya bu konuda herkesin merakla izlediği bir ülke çünkü 2050’ye kadar elektrik üretiminin yüzde 80’inin yenilenebilir enerji dediğimiz, rüzgar, güneş ve biyokütle gibi kaynaklardan yapmayı hedefliyor. Fukuşima sonrası aynı anda 8 nükleer reaktörü kapattılar. Kalan dokuz reaktör de 2022 sonuna kadar kapanacak. Yıllardır temiz enerji bir ülkenin ana elektrik üretim kaynağı olamaz diyenler yanılıyor ve panik içinde masallar uyduruyorlar. Nükleerden vazgeçen Almanya’nın kömüre döndüğünü iddia ediyorlar. Heinrich Böll Vakfı’nın hazırladığı son rapor (The German Coal Conundrum) ise durumun öyle olmadığını gösteriyor.

ELEKTRİĞİN YÜZDE 24’Ü TEMİZ ENERJİDEN
Almanya’nın elektrik üretimi 625 milyar kilovatsaati (kWs) geçiyor, Türkiye’nin 2,5 katı. 2003 yılında taşkömüründen 147, linyitten 158 milyar kilovatsaat elektrik üreten Almanya, 2013 yılında aynı kaynaklardan sırasıyla 124 ve 162 milyar kWs elektrik üretti. Linyit aynı kalırken taşkömürü kaynaklı elektrik üretimi azaldı. Aynı dönemde doğalgazın payı değişmedi. Nükleer enerji üretimi ise 165 milyar kWs’ten 97 milyar kWs’e geriledi. Bu açığı da 10 yılda üretimi üçe katlanan yenilenebilir enerji kaynakları kapattı. 2003’te 46 milyar kWs olan üretim, 2013 sonunda 152 milyar kWs’e çıktı ve linyit yakan termik santralleri yakaladı. Almanya, üstüne üstlük elektrik ihracatını da ikiye katladı (33 milyar kWs). Resim ortada. 2013 sonunda yenilenebilir enerji kaynakları Almanya gibi bir sanayi devinin elektrik ihtiyacının yüzde 24’ünü karşıladı. Hedef 2025’te yüzde 40-45’i, 2035’de ise yüzde 55-60’ı tutturmak.

Enerji konusunda plan yaparken, bir başka ülkeyi birebir kopyalamak mümkün değil. Her ülkenin kendi kaynaklarına, tüketim modeline göre bir yol çizmesi gerekir. Bir kaynaktan vazgeçip diğerine geçmek zor ama Almanya örneği gösteriyor ki, kısa zamanda ciddi değişimler mümkün. Bizim gibi enerji üretim kapasitesini yeni kuran ülkelerde ise bu iş daha kolay. Eskiyi söküp yerine yenisini yapmayacağız. Yeni yapılanı doğru yapmak yetecek. Enerji yoğun işletmeleri, ağır sanayisi ve bizden 2,5 kat daha fazla elektrik tüketimine rağmen Almanya bu değişimi yapabiliyorsa Türkiye’de yapabilir. Bizim sorunumuz, değişim yerine statükonun ülke yönetimine hakim olması. Ne bir değişim hedefi, ne de sorunları doğru tanımlayan bir politika mevcut. Göçük altında kalan madenciler de, sele kapılan kentliler de işte bu statükoyu savunan enerji politikalarının bir sonucu.