Nükleer enerji toplantısına protestolar damgasını vurdu.

Özgür Gürbüz / 19 Ocak 2008

İstanbul'da düzenlenen Nükleer Enerji Arenası nükleer karşıtlarının protestosuna sahne oldu. Enerji Bakanı Hilmi Güler'in de katıldığı toplantı başlamadan önce İstanbul'daki Lütfi Kırdar Kongre Merkezi önünde toplanan nükleer karşıtları, nükleer santral kurma planlarını protesto etti. Kongre merkezi önünde basın açıklaması yapan Küresel Eylem Grubu üyeleri, kapalı kapılar ardında nükleer ihaleye girmeyi planlayan şirketlerin ihaleyi kapmak için yarıştığına dikkat çekti ve nükleer enerjiye pahalı, tehlikeli ve küresel ısınmaya çözüm olmadığı için karşı çıktıklarını söylediler. Nükleer santral planlarını iptal ettirmek için Çernobil kazasının 22. yıldönümünde Kadıköy'de büyük bir miting düzenleyeceklerini söyleyen grup olaysız bir şekilde dağıldı.

"Ecevit 2 defa söz verdi; çocuk yaptık"
İkinci nükleer karşıtı protesto ise toplantı başladıktan sonra meydana geldi. Adları Timur Danış ve Ayşen Eren olan iki eylemci toplantı salonunun kapısına kadar geldiler. İçeri girmeleri için 670 dolar giriş ücreti ile KDV istenen eylemciler daha sonra bakanlık korumaları ve yetkililer tarafından kongre merkezinin dışına çıkarıldılar. Eylemcilerden Timur Danış, “Nükleer santral olan bir ülkede sağlıklı çocuklar yetiştirmek mümkün değil. Bilerek, bilimsel temellerde nükleere karşı çıktıklarını” söyledi ve Enerji Bakanı'na soruları olduğunu ancak bu parayı ödeyemeyeceğini belirtti. Danış şöyle devam etti: “Benim çocuğum var 7 yaşında. Ben eşimle evlendiğimde biz nükleer santral kurulmasını engellemiştik. Eşim Avusturyalı, orada da nükleer santral yok. Eşim bu ülkeye güvendi. Sayın Ecevit 2 defa söz verdi. Biz bu ülkeye nükleer santral yapılmayacak dendiği için güvendik, çocuk yaptık. Bu ülke çok güzel bir ülke ve uranyum tartışmalarıyla kirletilmesini istemiyoruz”.

Elinde nükleer öldürür yazılı bir pankart tutan Ayşen Eren ise bir çocuk annesi olduğunu ve binlerce yıl radyoaktif kalan atıkların çözümsüz olması nedeniyle nükleer santrallere karşı olduğunu belirti.

Eroğlu: Kyoto'yu imzalayacağız

Dünya Bali'de Kyoto sonrasını tartışırken, Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, Türkiye'nin özel şartları kabul edilirse Kyoto'ya imza atacaklarını söylüyor. Çalışmaların sürdüğü bilgisini veren Eroğlu, Türkiye'nin emisyonlarını çok aşağıya indirmesi istenirse, hayır diyeceklerinin altını çiziyor.

Özgür Gürbüz - Global Enerji / Ocak 2008

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Kyoto'ya olumlu bakıyoruz" açıklamasına Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'ndan da destek geldi. Global Enerji'nin sorularını yanıtlayan Eroğlu, "Kyoto'ya, özel şartlarımız kabul edildiği takdirde imza atacağız. Şu anda çalışmaları yapıyoruz, süreci yakından takip ediyoruz. Onlar istediği için değil yapılması gerektiğine inandığımız için yapıyoruz. Örneğin AB ile ilgili bazı kriterler gündeme geliyor. Bakıyoruz, makul şeyler varsa, ülkenin refah seviyesine katkıda bulunacaksa yapıyoruz" açıklamasını yaparak Kyoto konusunda çalışmaların hız kazandığını doğruluyor.

Değişik bakanlıkların en üst seviyesindeki yetkililerinin katılımıyla toplanan İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu'nda da konunun görüşüldüğünü belirten Eroğlu, "Biz vazifemizi yapıyoruz. Eğer kontrol etmezsek karbondioksit emisyonları yükselmeye devam edecek. Ormanları arttırarak, katı atık tesisleri yaparak emisyonları belli bir seviyede tutacağız" diyor. Eroğlu, Koordinasyon Kurulu'nun son toplantısına katılarak, çoğunluğunu müsteşarların oluşturduğu 30-40 kişiye Kyoto konusunda talimat verdiğine değiniyor. Türkiye'nin özel şartlarını, hangi koşullarda anlaşmaya "evet" diyeceğini, eline kağıt kalem alarak sade bir grafikle şöyle anlatıyor. Eroğlu'na göre, Türkiye pazarlık masasına, 1990 yılından bu yana dünya rekorları kırarak artan sera gazı emisyonlarını bundan böyle belli bir seviyede tutma sözüyle oturacak. Kabul edilirse anlaşma imzalanacak. Eğer, Türkiye'den bugünkü gelinen seviyenin kontrolünün ötesinde, yani ciddi indirim istenirse, "imza" garanti değil. Eroğlu, emisyon rakamlarının çok aşağılara indirilmesi istenen bir senaryoya hayır diyeceklerinin sinyalini veriyor.

Ağaçlandırma seferberliği
Türkiye'de kişi başına düşen emisyonların yılda 4.1 ton olduğunu, Avrupa ve ABD'de bu rakamın 3 veya 5 kat fazla olduğunu belirten Eroğlu, "Hesap yaptık, dünyadaki emisyonların yanında bizim emisyonumuz ihmal edilecek düzeyde ama biz yine de bu vazifeleri yapıyoruz" diyor. Türkiye'nin Kyoto'ya hazırlandığının en büyük kanıtı da Resmi Gazete'de yayınlanan 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma Seferberliği Kanunu. Kanunla birlikte Cumhuriyet tarihinin en büyük ağaçlandırma seferberliğini başlattıklarını belirten Eroğlu, 2008-2012 yılları arasında 2 milyon 300 bin hektar alanın ağaçlandırılacağı bilgisini veriyor. Bu Belçika'dan biraz daha küçük, yaklaşık Trakya kadar bir alan. Çevre Bakanlığı sadece ağaçlandırma yapmayacak, koordinasyonu da sağlayacak. Birçok kurumla protokol imzalanıyor; Genelkurmay Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri gibi. Eroğlu, kampanyanın kontrolünün nasıl yapılacağıyla ilgili olarak, "81 ilden 3 ayda bir rapor alacağız. Biz de Sayın Başbakan'a her yıl rapor vereceğiz" yanıtını veriyor. Ağaçlandırma seferberliğinin Kyoto'nun ilk dönemi olan 20082012 yılları arasında yapılması bir rastlantıdan çok provaya benziyor. Ağaçlar karbondioksit emerek fotosentez yaptıkları için küresel ısınmayı durduracak "yutak alanlar" olarak ifade ediliyor. Eroğlu, şu an Türkiye'nin ormanlarının her yıl 70 milyar tona yakın karbondioksit emdiğini ve bu kampanyayla rakamın 100 ila 120 milyar ton civarına çıkacağını söylüyor.

"Nükleer konusunda tereddüdüm yok"
Nükleer enerji konusundaki sorularımıza, "Türkiye'de nükleer enerji şarttır, elzemdir" diyerek yanıt veren Eroğlu, "Türkiye'nin enerji projeksiyonunu bizzat çizen bir kişiyim. Enerji ihtiyacı yılda yüzde 8 artıyor. Bu talebi karşılamak için hidroelektrik kaynakları sonuna kadar kullanacağız. Bin 200'den fazla özel sektör hidroelektrik santrale müracaat etti. Buradan 1015 bin megavat gelir. Rüzgârdan da 10 bin gelse toplam 25 bin megavat eder. Bu da 60 milyar kilovat saat demek. Ama yetmez" açıklamasını yapıyor. Nükleer enerji konusunda hiçbir tereddüdü olmadığının altını çizen Çevre ve Orman Bakanı, geçtiğimiz aylarda Türkiye'yi ziyaret eden Almanya Çevre Bakanı'nın aksi görüşte olduğunu anımsatmamız üzerine, "Fransa'da ise destekliyorlar. Konu tartışılıyor. Herhangi bir çevre riski oluşturmaz, yeter ki atıklar için bertaraf tesisi kurulsun. Biz gerekli kontrolleri yapacağız. Yapılacak şey, ileri teknolojileri seçmekten ibaret" açıklamasını yapıyor.

Çok başlılık suda sıkıntıya neden oldu
Prof. Veysel Eroğlu'na, DSİ'nin Çevre ve Orman Bakanlığı'na bağlanmasına kadar varan birçok yapısal değişikliğin nedenlerini de sorduk. Eroğlu süreci şöyle özetledi: "Geçen yıl yaşanan kuraklık, suyun tek elden yönetilmesinde etkili oldu. Su konusunda çok başlılık epey sıkıntı yaratıyordu. Çevre ile suyun birleşmesi konusu seçimlerden önce de tartışılmıştı ama seçimlerden sonra yapılması uygun görüldü. Suyun yağıştan başlayarak atık su arıtma tesislerine kadar tek elden yönetilmesi gerek. Yönetimsel değişikliğin yüzde 90'ı gerçekleşti. Başka kurumlara ait olan bazı birimlerin de bakanlığımıza bağlanması gerek. Onun üzerinde çalışıyoruz ama şu anda isim vermek doğru olmaz." Çevre Bakanı olmadan önceki görev yeri DSİ'deki çalışmalarını da değerlendiren Eroğlu, "DSİ'de biz çok köklü bir anlayış değişikliği yaptık. Zamanla yarışan, halka hizmet eden bir kurum yarattık; 'Ne zaman biterse biter' anlayışından, 'Şu gün, şu tarihte bitecek' anlayışına geçtik. Baraj inşaatından içme su arıtma tesislerine kadar modern teknolojiyi kullanan bir kurum yarattık. Dost düşman herkes bu çalışmalarımızı takdir etti. 4.5 yılda 366 tesis açtık. 1520 yılda bitecek tesisleri biz çok kısa sürede bitirdik" diye konuşuyor.

‘Evlerimiz yıkılmasaydı torunum kömür olmazdı’

Özgür Gürbüz - Sabah / 12 Ocak 2008

Fotoğraf: Cenk Ertekin

Silivri’nin Alibey Mahallesi’ndeki belediye konutlarının tam arkasında sayıları 300’ü bulan çingeneler 10 aylık Yaşam bebeğe ağlıyor. 2 Ocak gecesi, Yaşam bebeğin plastik ve kartondan yapılmış çadırında çıkan yangın hem onun hem de onu kurtarmak isteyen Amcası Yılmaz Güreşir’in canını aldı. Yaşam’ın iki buçuk yaşındaki kardeşi Mert’i kucağından düşürmeyen annesi Gürcan Güreşir, sadece “Bir tek bu (Mert) kaldı” diyebiliyor. Babası Kadir’in ağzını bıçak açmıyor. Kardeşi Yaşar, “Yeni ev yapacağız dediler evlerimizin yıkılmasına itiraz etmedik. 3 aydır çadırdayız” diyerek kızgınlığını dile getiriyor. Yaşam’ın anneannesi Ayşe Bakırcı ise ekliyor: “Evlerimiz yıkılmasaydı torunum kömür olmazdı”.

Uzun yıllardır yaşadıkları bu arsaya kurdukları gecekonduları Ekim ayında “okul yapılacak” gerekçesiyle yıkılmış. Onlar da mecburen tek geçim yolları olan çöpten topladıkları plastik ve kağıtlardan çadırlar kurarak başlarını sokacak yeni bir yer yapmışlar. Önce kasım ayında Silivri’yi sular altında bırakan selle boğuşmuşlar sonra da bu yangın felaketi ile sarsılmışlar. Silivri Belediye Başkanı Hüseyin Turan’a tepkililer. Okul yapılacak diye evlerinin yıkımına ses çıkarmadıklarını söyleyen Çingeneler, daha sonra zemin uygun olmadığı için okul yapımından vazgeçildiğini öğrenmişler. Turan’a şikayetlerini iletip kendilerine ev yapacak arsa istediklerinde ise, “Nereden geldinizse oraya gidin” yanıtını aldıklarını söylüyorlar. Ayrım yapıldığını anlatan çadır kentin sakinleri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş’a “yardım etmesi” için çağrıda bulunuyor.

40 aileye konteynır ev
Belediye Başkanı Turan, ise “Biz onların evlerini yıkmadık” diyor. Gördüğümüz yıkıntıların bir tarafı tuğladan diğer tarafı naylondan ibaret yapılar olduğunu söylüyor, ev olarak kabul etmiyor. 40 aileye “konteynır ev” verileceğini belirten Turan, Çingenelerin kaldığı bölgenin tam dere yatağının üzerinde olduğunu ve sel tehlikesiyle karşı karşıya oldukları için orada kalmalarının doğru olmadığını belirtiyor. Konteynır ev haberinin yangından hemen sonra 5 Ocak’ta açıklanmasının talihsizlik olarak niteleyen başkan, “Sanki yangınla örtüşüyormuş gibi oldu” açıklamasını yapıyor. Turan, “Ev yıkım olayı kesinlikle olmadı. Biz, 2004 seçimlerinden önce sizlere ev vereceğiz dedik. Bunu duyan Keşan’daki, Edirne’deki Roman vatandaşlar Silivri Belediyesi ev verecek diye buraya geldi. 40-50 hane birden 100’e çıktı. Biz onları geri göndereceğiz. Onları kabul etmiyoruz. Muhtardan kayıtları aldık ve Çeribaşı ile protokol imzaladık” açıklamasını yapıyor.

Okul mu olacak park mı?
Belediye Başkanı’na Çingenelerin yaşadığı bölgede ne yapılacağını sorusuna “Dereyi islah etmek zorundayız. Sel tehlikesi var. O bölgeyi yaya yürüyüş alanları ve çevre düzenlemesiyle park yapacağız” yanıtını alıyoruz. Park yapılacak alanın etrafında Belediye Konutları da dahil olmak üzere blok blok yapılar var. Turan, diğer yapılaşmaların da yanlış olduğunu, dere yatağına yapılan toplu konutlardan birkaçının 1999 depreminde zarar gördüğünü açıklıyor ancak bu konutlarla ilgili çok da fazla bir şey yapamıyoruz diyor. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden aldığımız bilgi ise yapılması düşünülen okul projesinin zemine uygun olmaması nedeniyle müteahhit ve bakanlık tarafından onaylanmadığını, başka bir yere taşındığı yönünde. Yine de okul yapacağız diyen yetkililer, temeli daha derine inen projeyi 2008’de hayata geçireceklerini söylüyor.

Çingeneler taksitle arsa istiyor
Silivri’deki çingenelerden Selçuk Kıymaz, 5 yıldır burada yaşadığını ve biriktirdiği 5 bin YTL’yi kendisine verilecek bir arsa için vermeye hazır olduğunu söylüyor. Gerisini 200-300 taksitle ödeyebileceğini söylüyor. Yılmaz, “Halk gününde konuştum. Başkanım, 5 milyarım var bana 150 metrekare yer ver dedim. Bana trilyonda versen sana yer vermem dedi. Herkes geldiği yere gidecek. Şimdi kiraya çıksam elimdeki para ancak bu kışı geçirmeye yeter. Çöpten topladıklarım bana günde 10-15 lira ancak getiriyor” diyor. Annesi Hamide Kıymaz ise “Nerden geldiyseniz oraya gidin” sözüne içerlemiş: “O zaman benden alsınlar bu TC numarasını. Türk nüfus kağıdını da alsınlar. Nereye aitsem oraya göndersinler. Ben Türk vatandaşı değil miyim? Hüseyin Turan da biryerlerden gelme buraya, Başbakanımız da. Şart değil ki anam babam beni Silivri de doğursun”. Silivri Belediye Başkanı Hüseyin Turan, arsa taleplerine “Yerimiz olsa verirdik” yanıtını veriyor ve konteynır evlerin arazisinin de Hazine’den sağlandığına dikkat çekiyor.

Atık yağları toplamayanın peşine belediyeler düşecek

Özgür Gürbüz - Sabah / 11 Ocak 2008

Türkiye'de kullanılan 1 milyon 650 bin ton bitkisel yağın her yıl 350 bin tonu atık yağ olarak lavabolardan, kanalizasyona oradan da su kaynaklarına gidiyor ve büyük bir çevre sorunu teşkil ediyor. Tarım Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Nevzat Artık, 350 bin tonu bulan atık yağların sadece yüzde birinin geri toplanabildiğini söylüyor. Atık yağların toplanması için 19 Nisan 2005’te çıkan yönetmeliğe ek olarak, Çevre ve Orman Bakanlığı, 1 Ocak 2008 tarihinden itibaren İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve 9 ilçe belediyesine denetleme ve ceza kesme yetkisi verdi. Bağcılar, Bayrampaşa, Silivri, Şişli, Eminönü, Fatih, Sarıyer ve Eyüp belediyeleri, bitkisel atık yağ üreten otel, lokanta, yemek fabrikaları gibi yerleri artık denetleyebilecek. Belediyeler ayrıca evlerden kızartmalık yağları toplamak için gerekli sistemi kurmak ve halkı bilgilendirmekle de yükümlü olacak.

İstanbul’da gerçekleşen “Bitkisel Atık Yağların İnsan Sağlığı ve Çevreye Etkileri, Biyodizelin Önemi” başlıklı sempozyumda biraya gelen bürokratlar ve sektör temsilcileri atık yağ konusundaki sorunları ve fırsatları tartıştı. ALBİYOBİR (Alternatif Enerji ve Biyodizel Üreticileri Birliği) Başkanı Tamer Afacan atık yağlardan biyodizel elde edilmesi halinde çevresel bir problemin çevresel bir avantaja dönüştürüleceğini söylüyor. Afacan, “Ülkemizde tahmini rakamları bir kenera bırakırsak ve 100 bin ton kullanılmış yağın toplandığını varsayarsak bundan 75 milyon dolarlık petrol eşdeğeri akaryakıt elde edebileceğiz” diyor. İstanbul İl Çevre ve Orman Müdürü Mehmet Emin Birpınar ise, yüzde birlik oranın azlığından yakınıyor ve denetimleri sıklaştırılması gerektiğini belirtti. Birpınar, “2007 yılında sadece 2 bin 500 ton atık yağ toplanmış. 350 bin tondan biyodizel yapılsa 750 milyon dolarlık bir akaryakıtın dünyadan satın alınması önlenir” diyor ve ekliyor: “Toplanan atık yağlardan sabun yapılıyor Kaçak olarak yeniden yağ olarak kullanılıyorsa çok kötü”.

Gıda denetimleri sıklaştı
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Nevzat Artık ise Türkiye’de gıda güvenliğine Avrupa ülkelerinden daha çok önem verildiğini söyledi ve 2007 yılında yapılan denetimler hakkında bilgi verdi. 2007 yılında tüm Türkiye’de 5 bin 400 gıda denetçisi tarafından 81 ilde 66 bin 158 denetim yapıldı. Toplu gıda tüketimi yapılan yerlerden 298 tanesine idari para cezası kesilirken, 92 tanesi savcılığa sevk edilmiş. Denetlenen 2638 yemek fabrikasından da 179’una idari para cezası kesildi, 42 tanesi savcılığa sevk edildi.

Nükleer karşıtı bir megastar!

Doğa Derneği'nin yeni yüzü olan ve üç yıl derneğe gönüllü hizmet edecek olan Tarkan sıkı çevreci çıktı! Megastar, 1993'te de nükleer santral karşıtlarına destek olup konser vermiş ve gelirini bağışlamış.

Özgür Gürbüz - Günaydın / 8 Ocak 2007

Metamorfoz' albümü ile günlerdir gündemden düşmeyen Tarkan şimdi de Doğa Derneği ile beraber çalışarak çevrenin korunmasına yardımcı olacak.

Konser vermişti
Boz ayılardan telli turnalara, Silifke Kirpifaresi'nden Toros Kurbağası'na kadar birçok soyu tükenmekte olan hayvan ve bitki türünü korumak için mücadele eden derneğin yeni yüzü olan Tarkan, bundan yıllar önce de 'nükleer' karşıtlarına destek olmuştu. Tarkan; Mersin Akkuyu'da kurulması düşünülen nükleer santrale karşı mücadele eden çevrecilere destek olmak amacıyla, 9 Ekim 1993 tarihinde Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda bir konser vermişti. Konserin gelirini nükleer karşıtlarına bağışlayan Tarkan, bu hareketiyle çevrecilerin gönlünde taht kurmuştu. Tarkan konserinden elde edilen gelir, 12-15 Ekim 1993 tarihinde Ankara Altınpark'ta düzenlenen 'Türk Rock Müzik Sanatçıları Atom Santraline Karşı' adlı konserin masraflarına harcandı. 'Nükleer Enerji Sonun Başlangıcı' yazılı tişörtüyle de kameralara poz veren Tarkan, tam 15 yıl sonra yine nükleer karşıtı fotoğraflarla ortaya çıktı. Tarkan yeni albümünün tanıtımını çevrecilerin nükleer santral yerine kurulmasını tercih ettikleri rüzgar türbinlerinin önünde gerçekleştirdi.

Doğanın yeni yüzü oldu
"Tarkan Doğa Derneği'nin yeni yüzü olacak" diyen Doğa Derneği Genel Müdürü Güven Eken, bu birlikteliğin uzun soluklu olacağını söylüyor. Bu ayın sonunda Tarkan ile birlikte bir basın açıklaması yapacak olan Doğa Derneği, bir yıllık detaylı bir plan hazırladıklarını ve misyonlarının üç yıllık bir birliktelik olduğunu belirtiyor.

Altın madeni çevreci, içme suyu barajı değil!

Özgür Gürbüz / 6 Ocak 2008

İzmir’in Menderes İlçesi Efemçukuru yöresinde açılmak istenilen altın madeni alanı için Bakanlar Kurulu’ndan kamulaştırma kararı çıkması ve altın madenine olumlu ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporu verilmesi ortalığı karıştırdı. Kanadalı Eldorado Gold firmasının Türkiye’deki şirketi olan Tüprag tarafından işletilecek maden, aynı zamanda İzmir’in içme suyu ihtiyacını karşılamak için yapılması düşünülen Çamlı Barajı’nın su toplama alanı içerisinde kalıyor. Baraj yapılırsa altın madeni, altın madeni açılırsa da barajın yapılması mümkün değil.

Çamlı Çayı üzerine kurulması planlanan barajın yıllık kapasitesi 21,5 milyon metreküp. Tüm büyük kentler gibi su sorunu yaşayan İzmir için bu yaklaşık 300 bin kişinin içme suyu anlamına geliyor. Baraj alanı için gerekli olan kamulaştırma dahil 80 milyon YTL’ye mal olacak barajın tamamlandığında yıllık 25 milyon YTL gelir getireceği öne sürülüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi de barajın yapılmasını istiyor ancak daha önce barajdan yana olan DSİ’nin karar değiştirmesi ve 29 Aralık 2007 tarihinde baraj inşaatının çevreye uygun olmadığına dair verilen ÇED raporu baraj inşaatına adeta taş koydu. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Stratejik Planı’na göre, Çamlı Barajı’nın yapımı 2007 yılı programına alınmış, ihalesinin 2007 yılında yapılarak aynı yıl inşaatının yüzde 9'luk kısmının bitirilmesi planlanmıştı. Önceki gün Resmi Gazete’de yayınlanan kamulaştırma kararı da umutları iyiden iyiye azalttı. Altın madeni için hızlı bir şekilde kamulaştırma çıkarılması ve kamulaştırma kararının Kamulaştırma Yasası’nın 27’nci maddesine yani yurt savunması ihtiyacına dayatılması da ayrı bir tartışma konusu oldu.

Ege Çevre ve Kültür Platformu Dönem Sözcüsü Avukat Arif Ali Cangı, DSİ’nin 2002 nisan ayına kadar barajdan yana olduğunu daha sonra ise altıncıların baskısıyla görüş değiştirdiğini öne sürüyor. Cangı, “2002’den sonra Tüprag her duruşmada baraj zaten yapılmayacak savunması yaptı ve bugün geldiğimiz noktada şirketin dediği doğru çıktı” diyor. Cangı, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin su sorununu çözmek için Çamlı Barajı’nın zorunlu olduğunu söylediğine de dikkat çekiyor.

Ankara'da tarantula Urfa'da zehirli kobra

Özgür Gürbüz - Sabah / 5 Ocak 2008

İklim değişikliği birçok hayvan türünü göçe zorluyor. Sıcak bölgelerde yaşamaya alışmış olan hayvanlar, kuzeydeki bölgelerinin ısınmasıyla kendileri için uygun yaşam koşulları buluyor ve göç ediyor. Türkiye’de izine ikinci defa rastlanan Mısır Kobrası ve normalde Akdeniz’in sıcak ikliminde yaşayan “Doğu Akdeniz Tarantulası”nın Ankara’da bulunması iklim değişikliğinin etkilerini gösteren güncel ipuçları olarak kabul ediliyor.

Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Abdullah Bayram, iklim değişikliklerinin bazı türlerin ortadan kalkmasına neden olacağını bazı türleri de göçe zorlayacağını söylüyor. Bayram, “Mezopotamya’da, Arap Yarımadası’nda yaşayan bazı türler sıcakların bastırmasıyla kuzeye gitme eğilimi gösterecek. Örneğin Mısır Kobrası uzun yıllar burada hiç gözükmezken; Mısır’da Kuzey Afrika’da yaygınken, Şanlıurfa’da ortaya çıktı. Ürdün, Lübnan, Filistin üzerinden sıcakların artışına bağlı olarak bize kayışlar olmuş” açıklamasını yapıyor. Bayram’ın sözünü ettiği Mısır Kobrası ilk olarak Uludağ Üniversitesi’nden Doç Dr. İsmail Hakkı Uğurtaş tarafından 2001 yılında Şanlıurfa’da bulunuyor. Kobra’nın bir başka örneğine ise ikinci kez 2005 yılında Viranşehir’de bir mağara girişinde bulunması göç olasılığını kuvvetlendiriyor. Bayram’a göre Türkiye’nin Suriye ve Irak üzerinden Kuzey Afrika ve Arap yarımadasına ait elementlerinin, İran ve Afganistan üzerinden de Güney Asya’ya ait canlıların göçüne uğraması olası.

Ankara’da Tarantula

Birkaç ay önce kurulan Araknoloji Derneği’nin başkanlığını da yapan Bayram, küresel ısınmanın göçe zorladığı türler için bir başka ipucunun da “Doğu Akdeniz Tarantulası” olarak bilinen örümcek türü olduğunu söylüyor. Tarantula’nın Ankara’da bulunuşunu Bayram şöyle özetliyor: “Botanik Profesörü Ahmet Çetin Bey bana Ankara’da Etlik’te evinin bahçesinde rastladığı bu türü gönderdi. Oğlu bahçede bulmuş. Güneydoğu karakterli bir ürün ama Ankara’ya kadar çıkmış” diyor. “Ortadoğu Tarantulası” olarak da adlandırılan bu tür gerçek tarantula olmamasına rağmen onlar gibi büyük, kalın bacaklı ve iri. Yürüyüşü ve büyüklüğü de tarantulaları anımsatıyor ama vücutları onlar kadar sık tüylerle kaplı değil.

Örümcekgiller hakkında daha ayrıntılı bilgi için Araknoloji Derneği'ne başvurabilirsiniz:
http://www.araknolojidernegi.org.tr/brignoli.php

Avlanması yasak ayıya 'öldürün' izni tepki çekti

Özgür Gürbüz - Sabah / 4 Ocak 2008 *

Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, evcil hayvanlar, bahçeler ve diğer av hayvanlarına zarar verdiği gerekçesiyle, Artvin-Kastamonu ve Karabük illerinde ayı avına izin vermesi, çevrecileri ayağa kaldırdı. Bakanlığın, 4915 sayılı kanunla bozayıyı "av hayvanları" arasına dahil etmeyip, "yaban hayvanı" olarak sınıflandırdığını belirten çevreciler, Türkiye'de sayılarının iki bin 500 olduğu sanılan bozayıların öldürülmesinin ulusal ve uluslararası mevzuata aykırı olduğunu belirten çevreciler, bozayı avının avcılık ticareti yapan birkaç firmanın isteği doğrultusunda yapıldığını öne sürüyor.

Bozayıların avlanmasına karşı çıkan ve güçlerini birleştiren Av ve Yaban Hayatı Koruma, Geliştirme ve Tanıtma Vakfı, Doğa Derneği, Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği, Yaban Hayatı Kurtarma ve Rehabilitasyon Grubu ile WWF-Türkiye, Çevre Bakanlığı’nın ayıların tehlike yarattığı konusunda yanlış yönlendirildiğini söylüyor. Yaban Hayatı Kurtarma ve Rehabilitasyon Grubu, veteriner hekimi Ahmet Emre Kütükçü, vurulması gereken ayı sayısının köylülerin şikayetleri doğrultusunda oluştuğuna dikkat çekerek, “Köylerdeki muhtarlarla av şirketleri anlaşıyor. Bu şikayetlerin çoğu aslında asılsız” açıklamasını yapıyor. Türkiye’de ayı sayısı hakkında ciddi bir envanter olmadığına dikkat çeken Kütükçü, “Ayıların çoğalması gibi bir durum zaten yok. Yaşam alanları daralıyor ve besinleri azalıyor. Bunun sonucunda da ayı sayısı zaten azalıyor” diyor.

Türkiye’de öldürülen her ayı için avcılar Çevre ve Orman Bakanlığı’na 7 bin 500 YTL ödemekle yükümlü. Av turizmi düzenleyen firmalar yabancı avcılardan ise ayı başına 15 ila 30 bin dolar arasında para talep ediyor. Kaçak olarak avlanan bir avcı öldürdüğü ayı içinse 18 bin YTL ceza ödüyor ama bakanlığın ekiplerinin yeterli olmaması bu konuda denetimi zorlaştırıyor. Av ve Yaban Hayatı Koruma, Geliştirme ve Tanıtma Vakfı İkinci Başkanı Süha Umar, yaklaşık 40-50 yıldır konuyla yakından ilgilendiğini ve ayıların can kaybına yol açtıkları bir tek olaya bile rastlamadığını söylüyor. Umar, “Ayıların mala zararı vardır ama bu sözü geçen 3 ilde ayıların tüm yaşam alanlarına müdahale edildi. Yaban erikleri, armut ağaçları kesildi. Böğürtlenler tarla açmak için yakıldı. Kimin kimin yaşam alanına müdehale ettiği tartışılır” diyor. Umar, Türkiye’nin imza attığı Bern Sözleşmesi’ne de aykırı davrandığına dikkat çekerek, ayı avı yüzünden Slovenya ile AB arasında müzakerelerin durduğunu anımsatıyor ve Türkiye’nin başına da benzer bir sorun çıkabilir uyarısında bulunuyor. Çevreciler ayı avı izninin bir daha verilmemek üzere iptalini istiyor.

*Tam metin

"Kesintiden sonra akan ilk su sağlığa zararlı"

Özgür Gürbüz - Sabah / 2 Ocak 2008

Melen Çayı’ndan gelen suyun İstanbul’un Avrupa yakasına ulaştırılması çalışmaları için yapılan kesinti sağlık sorunlarına yol açabilir. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Recep Akdur, İstanbul’da 36 saatlik su kesintisinden sonra akacak suyun temizliği konusunda emin olunmadan kullanılmaması uyarısında bulundu. Akdur, boşalan şebeke içinde oluşan vakum nedeniyle boruların civarındaki yüzeysel ve varsa kanalizasyon sularını emdiğine bunun sonucunda da hastalık tehlikesi oluşturduğuna dikkat çekiyor. Akdur, “Su kesintisinden sonra şebeke tam olarak boşalmış durumda olur. Bu şebekeyi biz kirli kabul ederiz. Tüm şebeke yeniden dolduktan ve bu dolan su da kullanıldıktan sonra su temizlenmiş kabul edilir” diyor.

İstanbulluları kesintiden sonra şebekeye verilen suyun temizliği konusunda emin olmadan kullanmamaları konusunda uyaran Akdur, Büyükşehir Belediyesi’nin şebekenin ne kadar sürede dolup boşaldığı konusunda halkı bilgilendirmesi gerektiğini söylüyor. Kesintiden sonra normalden daha fazla klorlama anlamına gelen “Süper klorizasyon” adlı yöntemin kullanılması gerektiğini salık veren Profesör Akdur, şebeke suyundan ilk saatlerde sağlık müdürlükleri ve belediye tarafından örnek alınarak analiz yapılması gerekliliğinin de altını çiziyor. Akdur, evlerde küvet ve bidonlarda depolanan suyun da 2 günden sonra kirlendiğini de sözlerine ekliyor.

Su temizlenmezse ne olur?
Şebeke suyunun kirlenmesi halinde akan suda her türlü mikrobik kirliliğe rastlanabilir. Özellikle ishale seyreden hastalıklar büyük salgınlar yapabilir. Bunlardan da Hepatit A, Tifo, kolera ve Dizanteri en çok korkulanlarıdır.

Metro güneşi arkasına aldı

Antalya'da yeni bir toptancı marketi açan Metro, 12 bin metrekarelik mağazanın soğutmasını güneş enerjisiyle sağlayarak dünyada bir ilke imza attı.

Özgür Gürbüz – Sabah / 15 Aralık 2007

Metro Toptancı marketlerinin on birincisi ve en çevrecisi dün Antalya'da açıldı. 2007 yılı içerisinde toplam 7 mağaza açarak Türkiye'ye geldiği günden bu yana en hızlı büyümeyi geliştirerek kendi rekorunu kıran Metro Grubu, Antalya'daki mağazasıyla çevre alanında bir dünya rekoruna imza attı. Antalya'da 12 bin metrekare alana kurulu mağazanın soğutması Dr. Ahmet Lokurlu'nun imzasını taşıyan güneş enerjisi sitemiyle sağlanacak.

Mağazanın çatısına kurulan ve güneşi takip eden parabolik panellerle suyu 180 dereceye kadar ısıtan ve elde edilen buharı soğutma makinesine göndererek bir klima işlevi gören sistem 1 milyon YTL'ye mal oldu. Yüzde 50 enerji tasarrufu sağlayacak olan sistemin 6 ile 8 yıl içinde geri ödemesi ve 20 yıl boyunca çalışması bekleniyor. Metro Grubu'nun Real'den sonra Antalya'da yaptığı ikinci yatırım olan markette 30 binin üzerinde ürün bulunacak. Başta Antalya - Kemer arasında sayıları 900’ü bulan oteller olmak üzere yerli ve yabancı müşterilere hitap edecek olan toptancı marketin maliyeti ise kira bedeli hariç 11 milyar Euro. Açıldığı ilk günde kayıtlı müşteri sayısı 48 bine ulaşan market 101 günde inşa edildi ve yaklaşık 10 yıl içerisinde kendisini amorti edecek.

Dünyada bir ilk
Metro Cash&Carry Türkiye Genel Müdür’ü Hakan Ergin açılış töreninde yaptığı konuşmada dünyada ilk kez bir süpermarketin güneş enerjisiyle soğutulduğuna dikkat çekti ve “Bugün yaptığımız yatırımlar umarım çocuklarımız için geri döner” dedi. Antalya’daki hedeflerinin fiyatları düşürmek, kaliteyi yükseltmek ve hijyeni ön plana çıkarmak olduğuna da dikkat çekti. “Antalya son yıllarda büyük atılım içerisinde” diyen Ergin, yıllar önce Antalya’da mağaza açmak istediklerini ancak bazıları kendi hataları olmak kaydıyla bugüne kadar beklemek zorunda kaldıklarını söyledi. Ergin, “Kepez gelişiyor. Uzun dönemde Manavgat ve Kemer’de de mağaza açmayı düşünüyoruz. Türkiye’de mağaza açmak kolay değil, 200 civarı izin almak zorundasınız. Avrupa’da market açmak daha kolay” şeklinde konuştu. Açılış töreninde söz alan güneşle soğutma projesinin yaratıcısı Dr. Ahmet Lokurlu ise, petrol, kömür ve uranyum gibi kaynakların sınırlı olduğuna ve güneş enerjisindeki hızlı ilerlemeye dikkat çekti. Lokurlu, “10 yıl sonra bu devrim yaratan sistem banal olacak. Yazın güneş enerjisiyle soğutma makinelerine gönderilen sıcak su kışın ise ısıtmada kullanılacak. Dünyada ilk kez bir süpermarket güneş enerjisiyle soğutulacak. Metro Roma’da projeye talip oldu ama biz önceliği Antalya’ya verdik. Bu türden ilk uygulama olduğu için çok önemli. Devrim gibi bir proje ve iki yıl uğraştık” diyor.

Metro Grup
1990 yılında Türkiye’ye giren Metro Grubu’nun 25 satış noktası var ve 2006 yılı cirosu 1 milyar Euro. Yaklaşık 5 bin kişinin tam zamanlı çalıştığı grubun Türkiye’den ihracatı 600 milyon ve Türkiye’de gerçekleşen yatırım miktarı da 700 milyon euro. Grubun Türkiye’de Metro Cash&Carry, Real ve Media Markt olmak üzere 3 perakende firması var. Media Markt’ın pazara girişiyle hareketlenen elektronik pazarında atılıma devam etmeyi planlayan firmanın şimdiki hedefi Beylikdüzü’nde dev bir elektronik market açmak. Grubun tüm dünya çapında toplam 30 ülkede 2 bin 400 satış noktası var.


Z. Hakan Ergin
Metro Cash&Carry Türkiye Genel Müdürü

“Çevre konusunda farlılaşmak istemiyoruz”
Çevre konusunda etkin olmamızda hem Almanya kökenli bir firma olmamız hem de Türkiye yönetimin etkisi var. Yalnız biz çevre konusunda farklı olmak istemiyoruz. Herkesin yapmasını istiyoruz. Yaptığımız şey tüm insanlık için yapılmış bir şey. Meyve sebzeyle, ev ürünleriyle farklılaşmak isteriz ama çevre konusunda farklı olmak istemiyoruz. Herkes bunları yapmalı. Bu sadece ticari değil ahlaki bir sorun. Keşke tüm rakiplerimiz de bunları yapsa. Örneğin Antalya’da plastik torbalardan ücret istediğimiz için ilk başta çok şikayet duyacaksınız ama insanlar alışacak.

Dünyada şeffaflık ön plana çıkıyor. Metro’nun gelecek yatırımlarını herkes tahmin ediyordur zaten. Kısa vadeli plnlar bizi çok etkilemiyor. Bizi, bu mağazayı kışın, yanlış bir zamanda açtığımız için eleştiriyorlar. Daha uzun vadeli düşünmek lazım. Eminseniz, formülünüz çalışıyor ve konseptiniz müşteriye bir şey ifade ediyorsa orada tutunursunuz. Rekabetten hiç korkmuyoruz. Biz her konuda farklıyız ve farklı olmaya da devam edeceğiz.

Tarımsal ürünlerde ilk olarak yapmak istediğimiz kimyasal kalıntıları olmayan ürünleri öne çıkarmak. Organik ürün daha sonra gelecek. Anlaşmalı çitçilik yaparak bunu sağlamaya çalışıyoruz. TEMA ile yakın ilişki içerisindeyiz, onların know-how’ından yararlanıyoruz. Derneklere çok açığız, ama sonsuz bir bütçemiz yok.


Dr. Ahmet Lokurlu
Solitem’in kurucusu ve Genel Müdürü

“Türkiye yenilenebilir enerjide ihracatçı olabilir”
Türkiye’nin kaynaklarına baktığınızda yenilenebilir kaynaklar ile çok öncü olabilecek bir ülke. Bırakın kendine yeterli hale gelmeyi bu teknolojileri geliştirip dışarıya satma olanağına sahip. İnsan kaynağı var sadece gerekli olan siyasilerin hedef belirlemesi. Yenilenebilir enerji Almanya gibi potansiyelin düşük olduğu ülkelerde geliştirilip yine bizim gibi ülkelere satılıyor. Türkiye, Çin’in yaptığı gibi Almanya’daki şirketlerle işbirliğine gitse, “joint venture” yapsa, kendi kaynaklarını kullanabilir. Enerji giderleri bütçede büyük bir kalem.

O nedenle birkaç ülkenin elinde olan, 40-60 yıllık yakıt (uranyum) rezervi olan nükleer teknoloji yerine yenilenebilir enerjiyle ilgilenilmeli. Bırakın nükleer enerjinin riskini, atıklarla ilgili sorun dünyanın hiçbir yerinde çözülmemiş. Bunu herkes biliyor. Bana uzun vadede atıkları depolamayı başarmış bir tane ülke gösterin. Çünkü Uranyum binlerce yıl radyoaktif kalıyor. Yatırımı çok pahalı. Çalıştığım kurum nükleer teknoloji üzerine çalışıyordu vazgeçip yenilenebilir döndü. Çok kompleks bir olay. Önünüzde bu kadar güzel bir kaynak varken… Türkiye rüzgarı, güneşi “Made in Turkey” yapabilir.

Bir yıl önce Berlin duvarının yıkılacağını kimse tahmin edemezdi. Enerjide de aynı şey söz konusu. Büyük bir atılım var. Etik değerleri göz önüne almasanız bile yenilenebilir enerjinin ekonomik olarak da ciddi bir seçenek. Bugün 6 yılda geri ödeyecek bir teknoloji ama yarın bu süre daha az olacak. Her şeyden önce yerli kaynak. Almanya, İsviçre bunu düşünüyor. Bugün Almanya’da yenilenebilir enerji sektöründe çalışan 220 ile 280 bin kişiden bahsediyoruz. 10 yıl önce kimse yoktu. Almanya gibi ülkelerde herhangi bir sektörde yüzde 20-30 büyüme olmaz. Bu sektör her yıl böyle büyüyor. Türkiye’nin bir sıçrama yapması gerekiyor. Özel sektör hazır. Destek bile değil, hedef koyulsun yeter.

Kyoto’yu imzala, nükleere bulaşma!

Küresel ısınmaya dur demek için dün 100’e yakın ülkede gösteriler düzenlendi. Türkiye’nin Kyoto Protokolü’ne hemen imza atmasını isteyen eylemciler, Türkiye’nin Kyoto’ya imza atıp nükleer santral kurmaktan vazgeçmesini istedi.

Özgür Gürbüz – Sabah/9 Aralık 2007*

Dünya hızla ısınıyor. 83 yaşındaki eski askeri hemşire Vesile Paçal mevsimlerin eskisi gibi olmadığının farkında olmalı ki, kendisini çoğunluğunu kadın ve gençlerin oluşturduğu 7 bin kişiyle birlikte dün Kadıköy Meydanı’na atmış. “Doğaya iyi davranmazsak İkinci Dünya Savaşı sırasındaki gibi her şey karneyle verilecek” diyor. Hitler’i, Mussolini’yi anımsayan Vesile Teyze’ye kulak vermekte fayda var.

Vesile Teyze yalnız değil. Açık Radyo’nun Genel yayın Yönetmeni Ömer Madra, miting alanında yaptığı konuşmasında Bali’de 2 gün önce yüzlerce bilim insanı tarafından yapılan deklarasyona dikkat çekerek Vesile Teyze’nin ne kadar haklı olduğuna işaret ediyor. Madra, “Dünyanın sayılı iklim bilimcileri Bali Deklarasyonu adında bir rapor yayınladı ve seragazlarının önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde tepe noktasına ulaşacağını ve o noktadan düşüşe geçilmezse milyarlarca insanın kuraklık ve sel gibi felaketlerle karşı karşıya kalacağını açıkladı. Küresel iklim değişikliğini durdurmamız için 8 senemiz kaldı. Benim 7 yaşımdaki torunum 15 yaşına geldiğinde yapacak hiçbirşeyimiz kalmayacak. Daha ne olması bekleniyor? Bu konu çevreci ve yeşillerin sorunu olarak görülmemeli. Bugün herkesin harekete geçme zamanı” açıklamasını yaptı.

“Atomu parçalamaktan daha şeytani bir şey olur mu”
Mitinge katılan tek milletvekili olan ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, tek tabanca olmaktan mutlu olmadığını belirtiyor ve diğer 549 milletvekilinin de burada olmasını dilediğini söylüyor. Hükümetin nükleer planlarını eleştiren Uras, “Nükleer pahalı dedik, anlamadılar. Atıkları depolayamazsınız dedik yine anlamadılar. Bir de onların anlayacağı dilden söyleyeyim. Tanrının yarattığı doğanın atomunu parçalamak kadar şeytani bir iş olabilir mi? Meclisin çoğunluğu muhafazakar. Bilimsel açıdan açıkladık anlamadılar belki böyle anlarlar” şeklinde konuştu. Meclis’in kapısının önünde sanatçı ve aydınlarla beraber Kyoto’nun imzalanması için açıklama yaptıklarını hatırlatan Uras, “Merak etmeyin Bali bağımlısı olmazsınız” diyerek Bali’de süren iklim konferansında hükümetin protokole imza atması isteyen çevrecilere destek verdi.

Mitinge Türkiye’nin dört bir yanından katılan çevreciler başta Kyoto ve nükleer santral olmak üzere bölgelerindeki sorunları da meydana taşıdılar. Fındıklı’daki baraj projelerine karşı çıkan Rizeliler, köylerinin yanındaki çimento fabrikalarına hayır diyen Maraş’ın Pazarcık köylüleri ve Munzur Nehri’ne baraj yapılmasını istemeyen Tunceli Dernekleri Federasyonu üyeleri hep oradaydı. Bir şenlik havasında geçen mitinge DİSK, KESK gibi sendikaların yanısıra, Tabibler Odası, Greenpeace, Doğa Derneği, Yeşiller, EMEP, ÖDP ve CHP gruplar halinde katıldı. Küresel ısınmanın yol açacağı afetlerin farkına varmış olmalılar ki, Mahalli Afet Gönüllüleri Derneği tüm şubelerinden geniş bir katılımla kortejde yerini aldı. Küresel ısınmayı durdurmak için çözüm önerileri de meydandaydı. Barışa Pedal Grubu, bisikletleriyle yürüyüşe gelerek küresel ısınmaya yol açmadan yolculuk etmenin de mümkün olduğunu gösterdi. Doğa Derneği’nin Anıtkabir’i çöl olarak gösterdiği pankart da anlamlıydı. Mitinge katılanlar sık sık Kyoto’nun imzalanması için sloganlar attı.

Türkiye ve ABD yalnız kaldı
Avustralya’nın da Kyoto Protokolü’ne taraf olacağını açıklamasıyla Türkiye, artık ABD ile birlikte küresel ısınmaya yol açan seragazlarını azaltma yönünde karar almayan iki ülkeden biri oldu. Mitingde KEG adına konuşma yapan Yeşiller’den Ümit Şahin, "Türkiye utanç verici bir şekilde ABD ile birlikte yalnız kaldı. Avusturyalılar Kyoto’yu bir halk hareketi sonucunda imzaladı. Türkiye, Bali’deki zirve bitmeden imza atıp ABD’yi yalnızlaştırmalı” dedi. Heyecanlı olduğu gözlenen sanatçı Pelin Batu ise yaptığı konuşmada, “Beraber olursak her şeyi değiştirebiliriz ama bu mücadeleyi devam ettirmeliyiz” diyerek birlik mesajı verdi. Miting, Grup Marsis, Zeynep Casalini ve 45’lik Şarkılar gruplarının verdiği konserlerle sona erdi.

Günün sloganları

Ne petrol, ne kömür, ne nükleer. Güneş, rüzgâr bize yeter

Penceremin perdesini havalandıran rüzgar beni nükleerden kurtar

Alma doğanın ahını çıkar aheste aheste

Nükleer mübarek olsa Çernobil’e nur yağardı

Kyoto’yu imzala

Nükleer santral çatlar, patlar!

Kazım’ın katili nükleer lobisi

Exxon Mobil, BP teroristtir

Rize-Fındıklı dereleri özgür akacak


Aysen Ataseven
Türkiye Yeşilleri İklim Değişikliği ve Küresel Ekoloji Sözcüsü

Yaklaşık 190 ülke iklim değişikliğini durdurmak üzere çıtayı yükseltecek hedefler koymayı tartışırken, Türkiye Kyoto sürecinin dışında kalarak artık ancak komik duruma düşebilir. Biz Türkiye’nin bir an evvel bu sürece dahil olmasını talep ediyoruz. Şunu da söylemek gerekiyor. İklim değişikliğine dermandır diye nükleer enerji seçeneğinin önümüze koyulması ne gerçekçi, ne de akılcı. Bu seçeneği asla kabul etmeyeceğiz.

Hilal Atıcı
Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Kampanyası sorumlusu

Türkiye enerji politikalarında çevre ve halk sağlığı aleyhine büyük hatalar yapılıyor. Bir yandan iklim değişikliği hiçbir şekilde ciddiye alınmadan kömürlü termik santrallar teşvik ediliyor. Nükleer reaktör şirketlerine benzeri görülmemiş haklar veriliyor. Diğer taraftan ise öncelikli olduğu iddia edilen yenilenebilir enerji başvuruları sınırlandırılıyor, geri çevriliyor. Zaten yenilenebilir enerjilere tanınan teşvikler kömür ve nükleerin yanında devede kulak kalıyor. Hükümetin görevi iklim değişikliğine karşı halkını korumak. Bunun için Kyoto Protokolü’nü imzalamak ilk samimi adım olacaktır. Ayrıca enerji politikalarına da iklim değişikliği gerçeği yansımalı.

Doç. Dr. Tanay Sıdkı Uyar
Türkiye Çevre Platformu Koordinatörü

Seragazı emisyonlarını azaltmak için fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması gerektiğini söylüyor. Uyar, “Türkiye yenilenebilir enerji kaynakları konusunda dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Halen Türkiye'de en ucuz ve temiz elektrik üretme biçimi rüzgar. 1 Kasım 2007 de yapılan 78.000 MW kapasiteli rüzgar güç santralleri kurma müracaatı bunu kanıtladı. Hiç bir ek yatırım yapmadan ve hiç bir ek maliyet getirmeden Türkiye enerji tüketimini en az yüzde 50 azaltabilecek durumda.

*Orjinal hali

Küresel ısınmaya karşı dünyayla aynı anda...

Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne imza atmasını isteyen çevreciler, bugün saat 12.00'de Kadıköy'de bir yürüyüş düzenleyerek seslerini duyurmaya çalışacak.

Özgür Gürbüz - Sabah / 8 Aaralık 2007

Birleşmiş Milletler tarafından bu 13'üncüsü Bali'de düzenlenen Taraflar Konferansı'nda (COP 13) Kyoto Protokolü'nün geleceği konusunda hararetli tartışmalar sürerken, Türkiye'deki çevreciler de bugün Kadıköy'de bir yürüyüş düzenliyor. Türkiye'nin dört bir yanından gelen çevreciler, başta küresel ısınma olmak üzere çevre konularındaki taleplerini kamuoyuna duyurmayı amaçlıyor. Küresel Eylem Grubu'nun düzenlediği miting, Kadıköy Tepe Nautilus önünde saat 12.00'de başlayacak. Kadıköy Meydanı'nda yapılacak konuşmaların ardından eyleme destek veren Zeynep Casalini, Grup Marsis ve 45'lik Şarkılar tarafından şarkılar seslendirilecek. 2007'yi tarihinin en kurak yıllarından biri olarak hatırlayacak olan Türkiye, küresel ısınmayı gündemine daha çok bu kuraklıktan sonra almaya başladı. Yıllardır küresel ısınma konusunda kamuoyunu uyarmaya çalışan Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra "Artık harekete geçme zamanı hatta geç bile kaldık. Türkiye gelişmelerin çok dışında, karar alıcılar tehlikenin hiç farkında değil. Biz de bu yüzden, onlara bu tehlikeyi duyurmak için dünyayla beraber aynı anda sokaktayız" açıklaması yaptı. Avustralya'nın Kyoto'ya taraf olacağını açıklamasıyla Türkiye ve ABD'nin yalnız kaldığını belirten Küresel Eylem Grubu'ndan Dr. Ümit Şahin ise "Bali'deki görüşmeler bitmeden Türkiye hedef belirtip Kyoto'yu imzalamalı" dedi.

Cargill'e yeniden kapatma gündemde

Özgür Gürbüz - Sabah / 8 Aralık 2007

Türkiye'de yaklaşık 9 yıldır faaliyette bulunan ve 2006 yılında hakkında kapatılma kararı da çıkan Cargill'in başı yine dertte. Bursa ili, Orhangazi ilçesi Karapınar mevkiindeki arazide faaliyet gösteren Cargill A.Ş.'ye ait tesisin tarım dışı amaçla kullanımına izin veren Bursa Valiliği İl Tarım Müdürlüğü'nün izni dün öğleden sonra Bursa 3. İdare Mahkemesi tarafından durduruldu. Cargill, geçtiğimiz yıl 20 Ekim tarihinde kapatılmış 48 gün sonra ise kapatma kararını Danıştay kararıyla bozarak 7 Aralık tarihinde üretime başlamıştı. 31 Ocak 2007'de ise 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu'na eklenen geçici 3. madde ile Cargill'in durumu sağlamlaşmıştı. TMMOB Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası Bursa şubelerinin katılımıyla Bursa Valiliği'ne dava açtı. Açılan davada Cargill'in mısır işleme tesislerinin bulunduğu arazinin tarım dışı amaçla kullanılmasının uygun görülmesine ilişkin Bursa Valiliği İl Tarım Müdürlüğü işleminin dayanağı olan geçici 3. maddenin Anayasa Mahkemesi'nce 19 Şubat 2007 tarihinde yürütmesinin durdurulduğuna dikkat çekildi. Bursa 3. İdare Mahkemesi, Tarım Müdürlüğü'nce yapılan işlemin hukuka uygun bulunmadığını belirterek, yürütmenin durdurulması yönünde karar verdi.

Taksim'e minare için çelişkili açıklama

Özgür Gürbüz - Sabah / 27 Kasım 2007

İstanbul'daki Taksim Meydanı'na cami tartışması dönem dönem gündeme gelirken, meydanda bulunan Taksim Mescit Camisi'nin teneke minaresinin yerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yeni minare yapılacak. Cami, eski Sular İdaresi Binası'nın müze olarak düzenlenmesi sırasında önündeki gazete bayisi kaldırılarak görünür hale getirilmişti.

Beyoğlu Müftüsü Turgut Açari, SABAH'a yaptığı yazılı açıklamada, caminin minaresinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yenileneceğini söyledi. Müftü Açari, "Taksim Mescit Camisi, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olup 1978 yılında ilçemiz müftülüğüne bağlı Taksim Camisi Derneği tarafından yaptırılmış ve ibadete açılmıştır. Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nca yapılan düzenleme çerçevesinde caminin minaresinin yenilenmesi ve dış cephesinin boyanması planlanmaktadır" diyor.

Büyükşehir: Çalışma yok
Sular İdaresi Binası'nı "Cumhuriyet Müzesi" olarak restore eden belediye yetkilileri ise bu açıklamayı doğrulamıyor. Yetkililer, camiyle ilgili çalışma yapmadıklarını ve böyle bir planlarının olmadığını söylüyor. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhcu da, kendilerine mescidin restorasyonuyla ilgili bir kararın ulaşmadığını belirtti.

Felaket faturası kalkan ve pisi balığına çıktı

Özgür Gürbüz - Sabah / 15 Kasım 2007

Azak Denizi'nin Karadeniz'e açıldığı Kerç Boğazı'nda batan gemilerde sızan petrolun yol açtığı çevre felaketinde bölgede yetişen kalkan ve pisi balığının büyük tehdit altında olduğu bildirildi. Rusya'nın müdahalede geç kaldığını ifade eden İÜ Su Ürünleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bayram Öztürk, Rusya'ya ilettikleri yardım talebine dört gündür yanıt alamadıklarını belirtti ve bu tip kazalar konusunda en hazırlıklı ülkenin Türkiye olduğuna dikkat çekti. Kazanın olduğu bölgede ekolojik bir felaket yaşandığını söyleyen Öztürk, özellikle bölgede yetişen kalkan ve pisi balığı gibi balık türlerinin tehlike yaşadığını kaydetti. Karadeniz'de 180 civarı balık ve canlı türünün yaşadığı tahmin ediliyor.

Ortak Eylem Planı Gerekiyor
Şimdiye kadar 30 bin kuşun telefine neden olan petrol sızıntısının önlendiğine dair net bir bilgi yok. Rus yetkililerin olaya müdahalede gecikmesi, çevre felaketinin büyümesine yol açtığını belirten Öztürk, Karadeniz'e sınırı olan ülkelerin ortak bir eylem planına sahip olmaları gerektiğini söylüyor. Daha önce "Volganeft" adlı bir tanker, 1999'da İstanbul Florya'da ikiye bölünmüş taşıdığı petro deniz ve kıyı şeridinde ciddi bir kirliliğe yol açmıştı.

Fransızların nükleer fiyaskosu

Türkiye’de de nükleer santral yapmaya talip olan Fransız Areva şirketinin, Finlandiya’da inşaatına devam ettiği reaktör, standartlara uymadığı için şimdiden 2 yıl gecikti. 2 milyar 500 milyon Euro’ya mal edeceklerini söyledikleri reaktörün maliyeti’de 4 milyar Euro’yu geçti.

Özgür GÜRBÜZ / 13 Kasım 2007

Fransızların dünya devi nükleer firması Areva'nın başı belada. En son teknolojiyle, 2 milyar 500 milyon Euro'ya 4 yılda yaparız dedikleri santralde her gün yeni bir aksilik ve gecikme yaşanıyor. En son olarak da santralin 11 Eylül benzeri bir uçak saldırısına dayanamayacağı ortaya çıktı. Yapımcı firma Finlandiya halkına terorist saldırılara karşı santralin dayanabileceğini garanti etmek amacıyla bu standartı sağlayacağını taahhüt etmişti. Üçüncü. jenerasyon olarak adlandırılan bu en modern reaktörün inşasında daha önce de reaktörü çevreleyen çelik kafesler istenilen kalınlıkta yapılmadığı ortaya çıkmış, projenin gecikeceği açıklanmıştı. Areva firması Türkiye'de yapılması düşününlen santralin de taliplileri arasında. Sinop'ta yapılması düşünülen santralin Finlandiya'dakinin bir kopyası olacağı düşünülüyor ve Fransızların adı geçiyordu.

Maliyeti 2,5 olur dediler, 2 yılda 4 milyar Euro’yu buldu

Tüm bu hatalar, 2011 yılında bitirlimesi düşünülen 1600 Megavat kurulu gücündeki santralin şimdiden 2 yıl geç tamamlanmasına yol açacak. Bunun Finlandiya ve yapımcı firmaya getirdiği mali yük de ayrı bir baş ağrısı oldu. İnşaata başlamadan önce santralin kurulum maliyetinin 2 milyar 500 milyon Euro olacağı söyleniyordu. Aradan 2 yıl geçti, inşaat bitmedi ama maliyet neredeyse ikiye katlandı ve düzeltmelerle gecikmeler yüzünden 4 milyar Euro’yu buldu. Tüm bu olumsuzluklar nükleer enerjinin Avrupa’da zaten iyi olmayan imajını sarstı.


Areva’dan Çernobil’e yeni lahit.

1986 yılında patlayan Çernobil Santrali’nin 4 numaralı reaktöründeki sızıntıyı kontrol altına almak için yeni bir lahit yapılacak. Kazadan sonra tonlarca betonla kaplanan ve lahit olarak adlandırılan dev beton kafes, reaktörün kalbinde kalan ve radyasyon yayan yakıt çubuklarını geçici bir süre için kontrol altına alınması için yapılmıştı. Geçen 21 yılda aşınan ve uzmanların önlem alınmazsa çökeceği ve ikinci bir Çernobil faciasına yol açacağını söylediği lahitin üstüne yenisinin yapılması için en sonunda para bulundu. Fransızların liderliğindeki konsorsiyum, 105 metre yüksekliğinde, 150 metre uzunluğunda ve 20 bin ton ağırlığındaki bu dev kafesi 2014 yılına yetiştirmeye çalışacak. Projenin maliyeti 430 milyon Euro olarak belirleniyor.

Cami meydana çıktı


İstanbul Büyükşehir Belediyesi, tarihi yapıyı müzeye dönüştürürken duvarı yıktı. Sular İdaresi olarak bilinen duvar yıkılınca Taksim Mescidi Camisi de, meydanla birleşti..

Özgür Gürbüz - Sabah / 13 Kasım 2007

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Taksim Meydanı'ndaki eski Sular İdaresi'nde yaptığı restorasyon çalışması, gazete bayisi ve bankamatiklerin arkasında kalan mescidi ortaya çıkardı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, ağustosta yaptığı açıklamada 18. yüzyıldan kalma tarihi Sular İdaresi binasının Cumhuriyet Müzesi olarak restore edileceği haberini vermişti. Restorasyon çalışmasında sona yaklaşılırken inşaatın koruma paravanları kaldırılınca metalden minaresi olan mescit görüntüsü öne çıktı. Önündeki gazete bayisi ve bankamatikler kaldırılırken, yerlerine şeffaf paravanlar yerleştirildi.

Cami Değil Mescit
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhcu, kendilerine yeni bir cami yapımı ya da mescidin restorasyonuyla ilgili bir kararın ulaşmadığını belirtiyor. Muhcu, "1994 yılında cami tartışmaları gündeme gelmiş, uzmanlar projeye itiraz etmişler ve proje gündemden kaldırılmıştı. Uzmanların itirazları hâlâ geçerli" yorumunu yapıyor.

50 Yıllık Tartışma
Bir ikinci tartışma ise Beyoğlu Belediyesi'nin web sayfası dahil birçok kaynakta adı "Taksim Mescidi Camisi" olarak geçen yapının cami olup olmadığı üzerine yapılıyor. Muhcu, bu binanın mescit olduğunun, cami olmadığının da altını çiziyor. Üçüncü Ahmet döneminde İstanbul'un su sorununa çözüm olması için yapılan Sular İdaresi (Taksim Maksemi) binası uzun yıllardır atıl durumdaydı. Sular İdaresi Binası'nın arkasında kalan ve bugün otopark olarak kullanılan alana cami yapılması tartışması ilk kez 1950'li yıllarda gündeme gelmişti.

Bosna ile ticaret 350 milyon doları buldu; hedef 1 milyar dolar.

Bosna-Hersek ile Türkiye arasında imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması'ndan sonra artan ticaret 350 milyon doları buldu. Hedef 1 milyar dolar.

Özgür Gürbüz - Sabah / 9 Kasım 2007*

Yaklaşık 4 yıl süren savaşın izlerini silmeye çalışan Bosna-Hersek’le Türkiye arasındaki ticari ilişkilerde büyük bir sıçrama yaşanıyor. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2007 yılında 2006’nın ilk 6 ayına göre yüzde 153 oranında arttı. Bu yılki ticaret hacminin 350 milyon dolara ulaşması bekleniyor ama ne Türkiyeli ne de Bosnalı işadamları bu rakamın gerçek potansiyeli kapsadığına inanmıyor. Fuarın açılışına katılan Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu’da aynı görüşte. Eroğlu, dış ticaret hacminde hedefin 1 milyar dolar olduğunu söyledi.

İstanbul Ticaret Odası (İTO) tarafından bu yıl üçüncüsü düzenlenen “Türk Ürünleri Fuarı”nın açılışında konuşan İTO Yönetim Kurulu üyesi Şekip Avdagiç, artıştan memnun olduklarını ancak hedeflerinin çifte vergilendirme gibi konularda yaşanan zorlukların ortadan kaldırılmasıyla gerçek potansiyelin ortaya çıkacağını belirtti. Avdagiç, “Türkiye’nin Bosna-Hersek’in dış ticaretindeki payı yüzde 4. Bu kabul edilebilir değil. Hedef yüzde 10 olmalı” açıklamasını yapıyor. Sanayi ve tüketim mallarını tanıtmak isteyen firmaların yoğun ilgi gösterdiği fuara toplam 89 firma katılırken 20 firmanın başvurusu da yer yokluğundan geri çevrilmek zorunda kaldı. Birçok katılımcı 2 yılda bir düzenlenen fuarın oldukça etkili olduğunu ve tanıtım açısından da Türk malları için önemli olduğu görüşünde. İTO’nun sadece radyo, televizyon ve sokak ilanlarına verdiği para 60 bin Avro’yu buluyor.

İthalat da ihracat da artıyor

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK)’in raporları da bu gelişmeye işaret ediyor. Bosna Hersek’e 2007 yılı ilk altı ayında yapılan ihracat 2006 yılı ilk altı ayına göre yaklaşık yüzde 154 , bu ülkeden yapılmakta olan ithalat da yüzde 145 arttı. Metal işleme, otomotiv ve yan sanayi, ahşap, mobilya, gıda işleme, enerji, inşaat, turizm, finans, emlak, mermer ve petrokimya sanayileri Bosna Hersek’le Türkiye’nin ticari ilişkileri arasındaki en önemli kalemler. Fuara katılan firmaların çoğu da bu alanlarda faaliyet gösteriyor. Şekip Avdagiç ise yatırımcılar için Bosna’da birçok değişik seçenek olduğuna dikkat çekiyor. 1984 yılında kış olimpiyatlarına ev sahipliği yapan Saraybosna’da savaştan sonra zarar gören kış turizmiyle ilgili tesislerin yeniden hayata geçirilmesiyle canlanacak kış turizmi bunlardan biri. Bosna’da halihazırda 40’ı aktif 285 Türk firması var ve şu ana kadar bu firmalar 40 milyon Avro’luk yatırım yapmış durumda.

Türkiye’nin ihracat kalemleri (ABD doları)

Meyve, kabuklu yemiş, turunçgil 4,728,129

Plastik ve plastik eşyalar 3,680,451

Örme giyim eşyası ve aksesuarlar 3,538,633

Kazan, makine ve cihazlar 3,015,690

Elektrikli makine ve cihazlar 2,874,563


Kaynak: TÜİK

*Orjinal halinden daha uzun bir metin

Cennetin yeşil kaynağı: Kaz Dağları

Gözünü altın bürümüş madencilerin tehdidi altındaki Kaz Dağları, aslında bütün Türkiye'deki bitki türlerinin 10'da 1'inin yaşam kaynağı. Son dönemde altı yeni bitki türünün daha keşfedildiği bölgedeki 30 ayrı türün ise dünyada bir eşi daha yok..

Özgür Gürbüz - Sabah / 28 Ekim 2007

Üzerindeki altın arama ve sondaj girişimleriyle gündemi meşgul eden Kaz Dağları, aslında Türkiye için altından daha da değerli denebilecek kadar zengin bitki örtüsüne sahip alanlardan biri. Çünkü bölgede yaklaşık 900 farklı bitki çeşidi yaşıyor. Nitekim son beş yıldır yürütülen bilimsel araştırmalar da, Kaz Dağları'nda hâlâ keşfedilmemiş ve tüm dünyada bir örneği daha olmayan bitkilerin var olduğunu bize gösteriyor. Hatta buna göre, Kaz Dağları'nda tam altı yeni bitki türünün keşfi kesinleşmiş ve belgelenmiş durumda. Bölgeye ev sahipliği yapan Zeytinli Belediyesi'nin de desteğiyle, bu türlerin resimlerinin yer aldığı özel bir kitapçık da bu yıl basılmış. TÜBİTAK'ın üç yıl önce başlattığı proje kapsamındaki bu çalışmalar, Balıkesir Üniversitesi'nden Prof. Dr. Gülendam Tümen, Yrd. Doç. Dr. Fatih Satıl, Yrd. Doç. Dr. Tuncay Dirmenci ve Doç. Dr. Abdullah Soykan'dan oluşan bir ekip tarafından yürütülmüş. Kaz Dağları Milli Parkı'nın endemik ve nadir bitkileri yeniden tespit edilmiş ve türlerin tehlike kategorileri ile koruma önerileri ortaya konmuş. Yrd. Doç. Dr. Satıl, bu bitkilerin 30'unun yalnız Kaz Dağları'na özgü olduğunu söylüyor. Bilim insanı ayrıca, "...Kaz Dağları'nda; Türkiye'de başka bir yerde bulunmayıp yalnız Yunanistan ve diğer Balkan ülkelerinde sınırlı bir yayılış gösteren 31 nadir bitki türü var. Bu özellikleriyle yalnız Türkiye'nin değil, tüm Avrupa kıtasının en önemli bitki alanlarından (ÖBA) biri," açıklamasını yapıyor. Buradaki zenginliği anlamak için, Türkiye'deki bitki envanteriyle ilgili birkaç rakamı anımsamakta yarar görünüyor. Zira Türkiye'de yaklaşık 9 bin bitki türü var. Bu 9 bin türün yaklaşık 3 bini ise, Türkiye için endemik kategoride ve Kaz Dağları'ndaki 900 türün en az 30'u da bu kapsam altına giriyor. Kaz Dağları sadece ender rastlanan bitki türleri için değil nesli tehlike altında olan hayvanlar için de önemli bir yaşam alanı. Bölgede ayı, karaca, yaban kedisi, su samuru, sincap, yarasa, kirpi, tavşan, porsuk, sansar, tilki, yaban domuzu, kartal, doğan, atmaca, şahin, keklik, tahtalı, çulluk, alabalık ve sazan türleri de yaşamlarını sürüyor. Arama çalışmalarını sürdüren madenlere çalışma izni verildiği takdirde, Milli Park ve çevresinde yaşayan birçok bitki ve canlı türünün yaşam alanları tehlike altında olacak. Bu açıdan halihazırdaki manzaraya karşı çıkan yöre halkının turizm, zeytincilik ve tarım gibi diğer kaygıları da eklenince, toprağın üstündeki değerlerin, altındakilerden çok daha fazla olduğu rahatlıkla söylenebiliyor.

Kazdağları'ndaki altı yeni bitki türü ve kaşifleri

Ferulago idaea Özhatay-Akalın,
Ferulago trojana E Akalın-Pimenov,
Prangos ilanae Pimenov, Akalın- Kljuykov,
Nepeta sibtorpii subsp. tumeniana T.Dirmenci,
Acantholimon idaeus, Matthiola trojana T. Dirmenci, F. Satıl & G. Tümen

Bitki örtüsü

Üst tabakada 600-700 rakımlar arasında Kızılçam hakimdir. Üst rakımlarda Karaçam, Kayın, Göknar asli ağaç türleridir. Kestane Meşe, Kızılağaç, Çınar ağaçları bulunmaktadır. Alt tabakada Sistus(Laden), Erika, Karaçalı, Böğürtlen, Sarmaşık bitkileri ile Kekik, Adaçayı, Sumak gibi tıbbi bitkiler açısından da çok zengindir.

Turizmcilerden madenciye tepki

Çevreciler ve yerel yönetimlerden sonra turizmciler de Kazdağları’nda maden arama çalışmalarına tepki gösteriyor.

Özgür Gürbüz - Sabah / 20 Ekim 2007

Kaz Dağı'nda onlarca şirkete maden arama ruhsatı verilmesine turizmcilerden de tepki geldi. Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Güney Marmara Bölgesi Başkanı Hasan Erdem, yıllar önce Uludağ'ın zirvesinde yapılan maden arama çalışmalarını anımsatarak, "Uludağ'ın zirvesini tahrip ettiniz. Elimizde Kaz Dağı kaldı, bari Kaz Dağı'na dokunmayın" diye konuştu. Uludağ'ın zirvesinde uzun yıllar açık kalan volfram madeninin terk edilmesinden sonra bölgenin moloz yığınına döndüğünü belirten Erdem, "Bölge molozlar ve atıklarla dolu. Kaz Dağı'nda rehabilitasyon yapmadan bırakıp gidecekleri kesin. Yeraltından çıkartılmış o topraklarda bitki bile yeşermiyor. Durum içler acısı. Kaz Dağı'nda milyonlarca metreküp toprak dışarı çıkarılacak, kullanılan kimyasal maddelerden dolayı bitki örtüsü ve toprak kirlenecek. Böyle bir şey olabilir mi?" dedi. Kaz Dağı'nın bir oksijen deposu olma özelliği dışında tarihiyle de önemli bulunduğunun altını çizen Erdem, Anadolu'nun en büyük medeniyetlerine ev sahipliği yapan bölgede meydana gelecek bir hasarın telafisinin mümkün olmayacağına dikkat çekti. Erdem, "Maden ocakları plansız ve programsız şekilleniyor. Her yerde terk edilmiş mermer, kireç ocakları var. Halbuki Çanakkale bizim için önemli bir turizm bölgesi. Her yıl onlarca İngiliz ve Anzak geliyor. İç turizm açısından da çok önemli. Buraya gelen turistler günlük gezilerle Kaz Dağı'nı geziyor" dedi.

TEMA, Maden Yasası değişsin, izinler iptal edilsin diyor

TEMA Vakfı, Maden Yasası’nın yeniden düzenlenmesi için ilgili tüm kuruluşlara mutabakat çağrısı yaptı. Maden Kanunu’nda 2004 yılında yapılan değişikliklerin maden arama ve işletme ruhsatı talebinde patlamaya neden olduğunu belirten TEMA Vakfı, Enerji Bakanlığı verilerine dikkat çekiyor. Bakanlık verilerine göre 2004 yılında 3.984 izin talebinde bulunulurken, 2005'te 15.149, 2006'da 18.208, 30.09.2007 itibariyle de 13.908 izin başvurusu yapılmış. TEMA Vakfı, bu çarpıcı veriler ışığında hükümetin üstün kamu yararı ve toplumsal uzlaşının sağlanması adına kamuoyundan yükselen sese kulak vermesi gerektiğini söylüyor ve Maden Yasası’nın konu ile ilgili sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınarak yeniden düzenlenmesini istiyor. Vakıf, bu süre zarfında verilen arama ve işletme izinlerinin iptali için de gerekli yasal düzenlemeler yapılmasını istiyor.

Bir alyans için 18 ton toprak siyanürleniyor

Oxfam ve Earthworks adlı kuruluşların hazırladığı madencilik raporuna göre 1 ton bakır elde edilirken 110, 31 gram altın çıkarılırken de geriye 79 ton atık bırakılıyor. Dünyada tüketilen enerjinin yüzde 10’una yakınını da madenler tüketiyor.

Özgür Gürbüz - Sabah / 19 Ekim 2007*

Kazdağları’ndaki maden arama çalışmalarıyla gündeme gelen madencilik tartışmaları sadece Türkiye’de değil tüm dünyada da çok tartışılan bir konu. Dünyaca ünlü kalkınma ve yardım organizasyonu Oxfam’ın ABD’deki şubesi ve ABD’nin en büyük çevre kuruluşlarından Earthworks’ün hazırladığı “Kirli Metaller” adlı rapor madencilik sektörünün çevre ve ekonomik boyutunu tartışmaya açıyor. Rapora göre, madencilik sektörünün atıkları, enerji tüketimi ve gelişmekte olan ülkelerdeki çevre felaketleri çok ciddi boyutlarda. Bugün değerli metallere ulaşmak için daha derinlere inmek ve birçok kimyasal madde kullanmak gerekiyor. Oxfam’ın raporuna göre 1 ons (31 gram) altın elde edilirken 79 ton madensel atık çıkıyor. 1 ton bakır içinse bu rakam 110 ton. Kazılan kaya ve topak da hesaba katıldığında bu rakam 200 tonu buluyor. Bir başka deyişle, 1 alyans üretmek için 18 ton altın cevheri çıkarıp, siyanürle ayrıştırarak işlemek gerekiyor.

Arsenik atıklarının yüzde 96’sı metal madenlerinden

Açık maden işletmelerinden çıkan en önemli atıklar ise birçoğu canlılar için ölümcül olabilecek toksik atıklar. 2001 yılındaki verilere göre ABD’de metal madenlerinden çıkan toksik atıkların miktarı 1300 ton. Bu rakam aynı yıl ABD’deki tüm endüstrilerden çıkan toksik atıkların yüzde 46’sına denk geliyor. Aynı zamanda tüm ABD’de çıkan arsenik atıklarının yüzde 96’sı, kurşun atıklarının da yüzde 76’sı metal madenlerinden kaynaklanıyor.

Madencilik sektörüne çevre dışında getirilen en büyük eleştirilerden biri de enerji tüketimiyle ilgili. Bugün dünyada tüketilen enerjinin yüzde 7 ile10’unu tüketiyor. Ağırlıklı olarak fosil yakıt kullanıldığı için küresel ısınmaya katkısının büyük olduğu öne sürülüyor. Yine aynı rapora göre, zengin maden rezervlerine sahip gelişmekte olan ülkelerin bu kaynakları kalkınmalarına yansıtmaları her zaman aynı oranda olmuyor. İhracat gelirlerinin yüzde 67’sini yakıt dışı madenlerden sağlayan Nijer’de halkın yüzde 63’ü hala ülkedeki yoksulluk sınırının altında yaşıyor. İhracat gelirinin yüzde 66’sını yine madenlerden sağlayan Zambia’da durum daha da kötü. Halkın yüzde 86’sı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Harward Üniversitesi ekonomistlerinden Jeffry Sachs ve Andrew Warner’ın hazırladığı bir başka rapor ise bir ülke ekonomisinin doğal kaynak ihracatına bağımlılığı ne kadar çoksa kişi başına düşen milli gelirdeki artış hızı o kadar yavaş olur diyor. Madenleri ekonomik kalkınmaya dönüştürme konusunda Şili diğerlerinin önünde geliyor. Toplam ihracatın yüzde 43’ü madenlerden gelirken yoksulluk sınırı altında yaşayanların oranı yüzde 21. Buna rağmen Şili’deki madenlerde yaşanan çevre sorunları gerçek ekonomik getirinin ne olduğu konusunda tartışmaları gündeme getirmeye devam ediyor.

* Gazetede yayınlanan metnin genişletilmiş hali

Madencilere karşı Zeytin Yasası kartı

Kaz Dağları'ndaki köylüler, "Zeytinlik alanlara 3 kilometre mesafede hiçbir kimyevi tesis kurulamaz işletilemez" maddesine güveniyor.

Özgür Gürbüz - Sabah / 17 Ekim 2007-11-02

Bergama'nın "Hopdediks" lakaplı Bayram Çavuş'u vardı. Kaz Dağları'nın eteklerindeki Bahçedere köyünde ise bir tabur var. "Yaşamak için hava lazım, altın değil" diyorlar. Çanakkale'nin Küçükkuyu beldesine bağlı Bahçedere köylüsünün üzerine titrediği zeytinlikler sadece gelir kapısı değil aynı zamanda altın madenini durdurmak için ellerindeki en büyük koz. Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Yasası'nın 20. maddesi, "Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç; kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez" diyor. Sondaj alanları zeytinlikleriyle burun buruna olan köylüler bu yasaya güveniyor. Maden Yasası'nda yapılan değişikliklerle şirketlere verilen imtiyazlar da korkutuyor. Kaz Dağları'nı Koruma Girişimi altında birleşen maden karşıtları Maden Yasası'nda acilen değişiklik yapılmasını istiyor. Bu konuda Anayasa Mahkemesi'ne üç yıl önce başvuru yapıldı ama henüz sonuçlanmadı. TEMA Vakfı Genel Müdürü Uygar Özemsi de yasanın değişmesinden yana olduklarını belirtiyor ve "Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği"yle ilgili açtıkları davanın Danıştay'da görüşüldüğüne dikkat çekiyor. Özemsi, "Ormanlarımız, madenlerimizden şu aşamada daha önemli. Bu madenler kaçmıyor. Bir gün gelecek doğa dostu yöntemlerle çıkarmayı öğreneceğiz" diyor.

Koza Altın’ın açıklaması
Madenciler ise iddiaların doğru olmadığını söylüyor. Bergama'daki madeni işleten Koza Altın İşletmeleri Ovacık Altın Madeni Genel Müdür Yardımcısı Hayri Öğüt, dünyada çalışır durumda 875 altın madeni olduğunu öne sürüyor. ABD'de 126, Kanada'da 80 ve Avrupa'da 17 madenin aktif olduğunu belirten Öğüt'e göre, önemli olanın çevreye duyarlı bir madencilik anlayışının geliştirilmesi. Öğüt, "Ağaç sorun değil, 1 ağaç yerine 30 ağaç dikilir. Ovacık'ta biz kesilen ve hiçbir ekonomik getirisi olmayan kızılçamların yerine zeytin ve fıstık çamı diktik. Köylüye ek gelir sağladık" diyor. Öğüt, "Bizim birinci sınıf gayrısıhhi müessese işletme ruhsatımız var" diye ekliyor. Ancak bu ruhsat, meskenlerden mutlaka uzak durması gereken işletmelere veriliyor.

'Kaz'ı kazan dağları

Oksijen ve yeşil cenneti Kaz Dağları'nda 11 şirket 37 ayrı noktada altın arıyor. Halk madencileri istemiyor.

Özgür Gürbüz - Sabah / 16 Ekim 2007

 
HAVA: Kullanılacak 400 bin ton siyanürün 100 bin tonu havaya karışacak
TOPRAK:
Bitki örtüsü ve tarım en büyük darbeyi yiyecek
SU:
Sondaj çalışması sırasında bile içme suları bulanmaya başladı

DENİZ: Dere ve kaynakların aktığı deniz bu kirlilikten nasibini alacak

Çanakkale ve Balıkesir arasında dünyada oksijenin en bol üç yerinden biri olarak bilinen Kaz Dağları'nda altın ve diğer değerli metalleri çıkarmak için ruhsat isteyen 11 firma, doğa harikası bölgeyi tehdit ediyor. Homeros'un İlyada adlı eserinde İda (Kaz) Dağı diye bahsettiği bölge; havası, suyu, toprağı ve deniziyle geçmişi MÖ 2000'li yıllara kadar dayanıyor. Truva Savaşları'na tanıklık eden, efsanelere konuk olan Kaz Dağları'nın eteklerinde ise Türkiye'nin en bereketli meyvesi ve sebzesi yetişiyor. Yüksek Jeoloji Mühendisi Tahir Öngür'e göre, Çanakkale, Etili, Bayramiç, Ezine, Ayvacık ve Küçükkuyu bölgelerinde çalışacak olan bu madenler, ömürleri boyunca toplam 300-400 bin ton arası siyanür kullanacak. Öngür, bu rakamın yaklaşık yüzde 30'unun yani 100 bin ton siyanürün havaya karışacağını söylüyor. Ayrıca bu madenler çalıştığı süre boyunca 1 trilyon ton kadar kayayı kazacak ve bütün Çanakkale ve ilçeleri kadar su tüketecek.

Şirket: Çevreye duyarlıyız
Şu ana kadar 37 ayrı noktada altın çıkarmak için ruhsat başvurusu yapan 11 firma arasında Kanada'nın dev maden firması Teck Cominco'nun da ortağı olduğu irili ufaklı çok sayıda firma bulunuyor. Bu firmalar, Gönen'den Çanakkale İl Merkezi'ne, Çan'dan Edremit Körfezi'ne kadar olan bölgenin hemen hemen tümü için arama ruhsatı almış durumda. Global Madencilik şirketi ise başta siyanür olmak üzere yapılan açıklamaların gerçeği yansıtmadığı görüşünde. Siyanür ile ilgili raporların incelenmediğine dikkat çeken yetkililer, "Türkiye'de ithal edilerek kullanılan siyanür ve türevlerinin sadece yüzde 8'i altın madenciliğinde, yüzde 92'si ise çeşitli endüstri dallarında (boya, plastik, fotoğrafçılık, sağlık, ziraai ilaçlama vb.) kullanılmaktadır" açıklamasını yapıyor. Firma yetkilileri sadece Kaz Dağları değil Türkiye'nin tamamının hassas olduğuna inanıyoruz" diyor ve çalışmalarını çevre - insan faktörlerini en üst seviyede koruyarak sürdüreceklerini taahhüt ediyor.

Sorun Maden Yasası’nda
Çanakkale'de nereye gitseniz altın madenlerine karşı bir pankart ya da bir imza kampanyasıyla karşılaşılıyor. Bildiri dağıtan, imza toplayanlara halktan büyük destek var. Aramaların hızlanması turizm, zeytincilik ve halk sağlığıyla ilgili kaygıları artırıyor. Çanakkale ve Balıkesir'e bağlı belediye ve sivil toplum örgütleri birbiri ardına toplantılar düzenleyip, altın arama faaliyetlerinin durdurulması için çalışmaya başladı. Küçükkuyu Seğmen Otel'de 6 Ekim'de düzenlenen panele köy ve kentlerden binin üzerinde insan katıldı. Belediye başkanları ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri 27 Ekim'de Çanakkale'ye gelmesi beklenen Enerji Bakanı Hilmi Güler'den Maden Yasası'nın değiştirilmesini istiyor. 2004'te 5177 sayılı kanunla, Maden Yasası'nda yapılan değişiklikler maden arama çalışmalarına sahil şeridi ya da milli park içinde bile olsa izin veriyor. Kazdağı Koruma Girişimi sözcülerinden Süheyla Doğan, Türkiye'deki ilgili kuruluşlarla birleşerek "Maden Yasası'na Hayır" kampanyası başlatmayı hedeflediklerini belirtiyor.
 
Köylü, “biteriz” dedi madenciyi kovdu
Sondaj sırasında içme sularının kirlendiğini belirten köylüler: "Elde bir şey kalmaz, elbirliğiyle sonuna kadar gideceğiz.".
Bizi Küçükkuyu'da yakalayıp madenlere karşı mücadelenin merkezindeki Bahçedere köyüne götüren 61 yaşındaki Hüseyin Yığın, "Biz biteriz" diyor. Altına isyanın özeti bu. "Ne zeytinlikler kalır ne suyumuz, el birliği edecek sonuna kadar gideceğiz" diye ekliyor. "SABAH gazetesinden gazeteciler geldi" anonsu tüm köyde yankılanıyor; kahve kısa süre içinde pazara inmemiş köylülerle doluveriyor. Her gazeteciye konuşmuyorlar, bazıları Bergama'daki madeni işleten Koza Madencilik'in temsilcileriyle gelmiş köye. "Sağ gösterip sol vurdular" diye kızıyorlar. Gergin bir bekleyiş hâkim. Bahçedere köylüleri, köyün yukarısındaki sondaj çalışmaları sırasında bile sularının kirlendiğini söylüyor.

Kandırdılar
Global Madencilik ve Taşımacılık firması, 38 bin dönüm arazide sondaj yapma izni almış. Köylüler, şirket yetkililerinin köye ilk gelişlerinde altın aradıklarından bahsetmediklerini, tatlı getirip kahvede beraber yediklerini söylüyorlar. Sondajın sonuna doğru altın aradıkları ortaya çıkınca araları bozulmuş. Sürenin dolmasının ardından, birkaç gün önce tekrar sondaj alanına gelen şirket yetkililerini bu defa ormana sokmamışlar. Orman Müdürlüğü, köylüleri haklı bulup izinleri biten madencileri geri göndermiş. Sondaj için orman içinde açılan yol, dozerlerle yıkılan kayın ve çam ağaçları ise Bahçederelileri kızdıran bir başka konu.
 
Homeros İlyada ve İda Dağı
Kaz Dağları’nın bilinen tarihi MÖ 2000'li yıllara kadar dayanıyor. Bu tarihlerde kurulmaya başlayan birçok kent Truva savaşları sırasında yok edilmiş. Homeros, İlyada'sında İda Dağı (Kaz Dağı ) için 'Bol pınarlı vahşi hayvanlar anası' diye bahseder. İda Dağı, mitoloji ve efsaneler dağı olarak biliniyor. Kaz Dağları'ndaki üç ünlü efsaneden biri Yunan efsanesi İlyada diğeri Sarıkız Efsanesi ve Hasan ile Emine'nin aşkını anlatan öyküler. Doğal su kaynaklarıyla ünlü bölgede bin 500 metre yükseklikte bile yaz ve kış kurumayan kaynaklar mevcut.
 
Siyanürle altın ayrıştırmanın yasak olduğu yerler
* Alman Parlamentosu, 2001'de Avrupa Birliği düzenlemelerini gerekçe göstererek siyanür kullanılmasına hiçbir hükümet biriminin izin veremeyeceğine karar verdi.

* Çek Cumhuriyeti 2001'de siyanürlü altın çıkarılmasını yasakladı.

* Yunanistan'da 2002'de siyanürle altın çıkarmak isteyen firmanın ruhsatı iptal oldu ve yasaklandı

* Romanya'da 2000'de yaşanan bir siyanür sızıntısı sonrası Macaristan ve Yugoslavya'dan geçen Tuna Nehri kıyılarına binlerce ölü balık vurdu. Ülke, AB düzenlemelerini kabul ederek siyanürlü altın çıkarılmasını yasaklamaya hazırlanıyor.

* ABD'de ise Wisconsin ve Montana eyaletlerinin hepsinde, Kolarado'nun 5 ayrı bölgesinde siyanür kullanılarak altın çıkarılması yasaklandı.

Son pişmanlık para etmedi

AB fonuna 'hayır' diyen Rize'nin Şimşirli köyü karar değiştirdi ama başvuru tarihini kaçırdı. Köylüler bu kez de imza toplamaya başladı..

Özgür Gürbüz - Sabah / 11 Ekim 2007

Kışın sadece 20 hanede ışıkların yandığı, resmi rakamlara göre nüfusu 325 olan Rize'nin Şimşirli köyü bir anda Türkiye'nin hatta Avrupa Birliği'nin gündemine oturdu. AB'den kanalizasyon yapımı için verilen hibeye aralarında anlaşamadıkları için zamanında başvuramayan köylüler, gecikmelerine rağmen başvurularının kabul edilmesi için bu defa da imza kampanyası başlattı. Şimşirli Köyü Muhtarı Necmi Şimşek, şu ana kadar toplanan 150'ye yakın imzayla başvurularının kabul edilmesine çalışacaklarını söylüyor.

Aşağı Mahalle Karşı

Üç mahalleden oluşan Şimşirli köyünü Türkiye gündemine taşıyan gelişmeler, İkizdere Kaymakamlığı'nın AB'nin yörenin kanalizasyon ve çöp sorunlarını çözmek için 10 proje hazırlamasıyla başladı. Bunlardan sadece Şimşirli köyü kanalizasyon projesi AB'den olur aldı. Her yaz başta ABD ve İsrail'den olmak üzere birkaç otobüs dolusu turistin ziyaret ettiği köyde, 350 bin Euro'luk (yaklaşık 600 bin YTL) hibe haberine, Yukarı ve Orta mahalle sevinirken Aşağı mahalle konuya şüpheyle yaklaştı. Kimileri proje hakkında yeterli bilgilendirilmediklerinden, kimileri ise AB'nin karşılıksız para vermeyeceğini söyleyerek paranın alınmasına karşı çıktı. Dağlık arazide yer alan köyde arıtma tesisinin yapılacağı tek uygun yerin sahibi olan Ekrem Yılmaz, tüm çabalara rağmen ikna edilemedi. Muhtar ve kardeşinin 250 metrekarelik çaylık arazilerini Yılmaz'a vermeleri de sonucu değiştirmedi.

AKP’den sonra en çok oy AB muhaliflerine
Toplam kayıtlı seçmen sayısının 235 olduğu köyde, oy dağılımına bakıldığında AB fonunu geri çevirmede 'siyasi tercihlerin' de etkili olduğu fikri akıllara geliyor. Son seçimde sandıktan çıkan geçerli oy sayısı sadece 184. Geçerli 184 oyun 121'i AKP'ye giderken, ikinci parti konumunda 13 oy alan İşçi Partisi var. AB'ye çok sıcak bakmayan diğer partilere giden oylar ise hemen dikkati çekiyor. Şimşirli'de, Aydınlık Türkiye Partisi'ne 6, Halkın Yükselişi Partisi'ne 6, Bağımsız Türkiye Partisi'ne 3, Türkiye Komünist Partisi'ne 2, Saadet Partisi'ne ise 3 oy çıkmış.

10 bin futbol sahası büyüklüğünde orman yandı


Türkiye, 2007 yılında yaklaşık 10 bin futbol sahası büyüklüğünde ormanın alanını yangınlar sonucunda kaybetti. Uzmanlar, yaşanan kuraklık göz önüne alındığında bu rakamın kötü olmadığını söylüyor.

Özgür Gürbüz - Sabah Gazetesi / 2 Ekim 2007

Türkiye her yaz olduğu gibi bu yaz da orman yangınlarıyla yatıp kalktı. Geçtiğimiz beş yıla oranla, daha çok orman alanını yangınlara feda eden Türkiye’nin orman kaybı, 20 Eylül 2007 itibariyle 11 bin 135 hektar. Bu rakam, 10 bin büyük futbol sahasına bedel. Son beş yıla oranla yanan alan armış olsa da uzmanlar, yaşanan kuraklık ve seçim dönemine rağmen büyük bir orman kaybı olmadığına dikkat çekiyor.

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Ali Küçükosmanoğlu, Türkiye’de orman yangınlarıyla mücadelede ilerleme kat edildiğine dikkat çekiyor. 11 bin hektarlık rakam için “Hiç yüksek bir rakam değil” diyen Küçükosmanoğlu, “Özellikle seçim yıllarında orman yangınlarında büyük artışlar oluyor. Bu yıl seçim yılı olmasına rağmen yine de ortalamanın altında kaldığı söylenebilir” açıklamasını yapıyor. Orman yangınları sonucu yanan alan miktarının geçmişe göre azalmasını, Çevre Bakanlığı’nın ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarıyla, ormanları tahrip edenlere verilen cezaların arttırılmasına bağlayan Küçükosmanoğlu, medyanın konuya gösterdiği önemin de etkili olduğunu söylüyor.

Küçükosmanoğlu, “Bir ülkedeki yangın koruma ve savaş organizasyonunun başarısı bir yangına düşen alanla ölçülür. Türkiye’de son yıllarda bu rakam yangın başına 5 hektara kadar düştü, eskiden bu 18-20 hektar civarındaydı. Akdeniz ülkeleriyle kıyaslandığında çok kötü durumdaydık. Akdeniz İklim Kuşağı’nda olduğumuz için mutlaka yangınlar çıkacak. Önemli olan bu yangına kısa zamanda müdahale edip onu söndürmek” açıklamasını yapıyor. Küresel ısınmadan dolayı bu rakamın daha yukarılarda çıkmasından çok korktuğunu söyleyen Küçükosmanoğlu, helikopter sayısının az olduğuna ilişkin eleştirilere de katılmadığını belirtiyor. Küçükosmanoğlu, yangın söndürme konusunda önceliğin her zaman yerden savaş yöntemlerine verilmesi gerektiğini, ikinci aşamanın havadan savaş yöntemlerinde olması gerektiğini öne sürüyor.

Kızıl Ada'nın feneri, gezgin midelerin yeni gözdesi oldu


Fethiye Körfezi’ne yelken açan denizcilere 100 yıldan fazla bir süredir yol gösteren Kızıl Ada’nın beyaz feneri, artık rüzgarın yorduğu denizcilere hem barınak hem de mükemmel bir ziyafet sunacak.

Özgür Gürbüz - Sabah / 30 Eylül 2007
Fotoğraflar: Bülent Tavlı

Marsilya’dan getirilen tuğlalar üst üste konulduğunda 1800’lü yılların sonuydu. Fransızların inşa ettiği fener o gün bugündür Fethiye kıyılarında yolculuk yapan denizcilere yol gösteriyor. Kırmızıya çalan zemininden adını alan Kızıl Ada’yı bulmak için bugün fenerin ışığı dışında başka bir alternatifiniz daha var. Ada’da yeni açılan restoranın mutfağından körfeze dağılan enfes kokular tüm denizcilere akşam yemeği için nereye demir atacaklarını işaret ediyor.

Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün eski fenerleri kiralamaya başladığını duyar duymaz hayallerini gerçekleştirmek için işe koyulan dört işadamı Akdeniz’in ortasında farklı bir projeye imza attı. Kızıl Ada ve fenerini yıllığı 140 bin YTL’den 15 yıllığına kiralayan yatırımcılar, bir restoran ve 9 odadan oluşan butik oteliyle ilginç bir projeye imza atıyor. Restoran şimdiden denizcilerin ve tüm Türkiye’den gelen özel konukların gözdesi olmuş durumda. Müşteriler arasında Koç, Sabancı, Zorlu ve Hakko ailelerinin üyeleri var. Yemeklerin tadına bakmak için yatınızın olması gerekmiyor, rezervasyon yaptıran müşteriler karadan özel teknelerle alınıp adaya getiriliyor ve yemekten sonra ayışığını takip ederek tekrar karaya geri götürülüyor. Gelecek yıl resterasyon ve yapım işlemleri tamamlanacak olan butik otel açıldığında adada gecelemek de mümkün olacak. Yatıyla gelecekler içinse, misafirlerin karşılandığı ve ufak bir asansörle yukarı taşındığı koy, şiddetli dalagalara karşı portatif bir bariyerle güçlendirilerek doğal bir liman haline getirilecek. Adaya ayak bastığınız iskelenin tam arkasında yer alan minyatür koy ise adanın sürprizi olacak. Küçük bir bar ve denize girilebilecek size özel bir koy burada sizi bekleyecek. Sürprizler bununla da bitmiyor. Fethiye’nin en sıcak günlerinde bile ağaçlar altında, esen rüzgarın serinlettiği koltuklarınızda oturabiliyor, güneşin batışını önünüzden geçen yelkenlilerin üstünden izleyebiliyorsunuz.

Dört işadamının ortak rüyası
Kızıl Ada’nın beyaz fenerini turizm merkezine çevirme fikrinin arkasında uzun zamandır Fethiye’de turizm ve ticaretle uğraşan işadamları var. Ortaklardan Mehmet Günel, bugün butik otel olan Beyaz Yunus adlı deniz ürünleri lokantasının işletmecisi. Diğer ortakların ortak özelliği de Mehmet Bey’in müşterisi olması. Hikmet Selçuk, bölgenin en eski kaptanlarından. Yat imalatı ve yat turizminde ilk akla gelen isimlerden biri. Besir Pehlivan yine bölgenin bilinen balıkçılarından ama onun adaya bağlılığı diğerlerine göre çok daha özel. Besir Bey’in ailesi yıllarca adadaki fenerin bekçiliğini yapmış, kendisi okula gitmek için adadan kürek çekerek Fethiye’ye gidip gelmiş. 1980’li yılların başlarında güneş enerjisiyle çalışan otomotik sisteme geçilmesiyle beraber evleri olan adadan geçici bir ayrılık yaşamış olsa da bu projeyle yeniden geri dönmüş. Son ortak Salih Vural ise yıllar önce Fethiye’ye yerleşmiş, kuyumculuk ve hediyelik eşya ticaretiyle uğraşıyor. Salih Vural Kızıl Ada Restoran’ını anlatırken, karlı bir yatırım yapmaktan çok herkesin hayalini kurduğu, düşlediği projeyi gerçekleştirmeye çalıştıklarını söylüyor. Vural, “İşin doğrusu bu. Yazın çalışırken yarım saat buraya kaçsanız buranın keyfini anlarsınız.Yatırımı profesyonel tuttuk. Doğayı bozmamaya çalıştık. Ticari kaygı olsaydı böyle olmazdı. Çok büyük bir getiri beklemiyorduk” diyor. Düşler için de harcanmış olsa, şu ana kadar harcanan yatırımın değeri 2 milyon doları buluyor. Salih Vural bir o kadar daha harcanağını da tahmin ediyor.

Yüksek maliyete rağmen fiyatları karadaki rakipleriyle aynı tutmaya çalışacaklarını belirten Vural, Mehmet Günel’in Beyaz Yunus’taki tecrübesini ve kadrosunu adaya taşıdığını söylüyor. Ağırlıklı olarak balık ve kabuklu deniz ürünleri üzerinde uzmanlaşan restoranda yerli şaraplar tercih edilmiş. Akdeniz mutfağı havasında, biraz Güney Fransa biraz İtalyan. Yörenin balıkları öncelikli tercihler arasında, lahoz, akya, deniz kereviti gibi. Pişirme teknikleri de her restoran benzemiyor, vantuzlarıyla birlikte pişirilen ahtapot gibi. Deniz mahsulü mezeleri özellikle ilgi çekiyor. Yüz kişilik kapasitesi bazen denizden gelen yatçılar bazen ise özel partiler için İstanbul’dan ya da yurt dışından gelen davetliler taraından kullanılıyor. Kapasiteyi arttırmayı düşünseler de iki yüzün üzerine çıkmamaya kararlılar. Konaklama konusundaki prensipleri yemek konusunda da geçerli. Ada küçük bir ada değil ama sadece 9 odalı bir butik otel planlanıyor ve bunların 3’ü zaten fenerin içindeki odaların restorasyonu ile sağlanacak. Fenerin içindeki eski eşyalardan oluşan ufak bir müze fikri de projelerden bir tanesi. Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’de başka fenerlerden getirilen eşyalarla müzeyi zenginleştirecek. Bakalım, Kızıl Ada’nın şimdiden kulaktan kulağa fısıldanan restoranı Akdeniz’in turizm kültürünü bu müze fikri gibi daha da zenginleştirecek mi?

Adanın enerjisi güneş ve rüzgardan
Adaki tesisler ufak bir alana kurularak doğa korunmaya çalışılmış. 250 yeni fidan dikilmiş ve adanın büyük bir bölümüne dokunulmamış. Yaban tavşanları bile bulmak mümkün. Doğa koruma çabası enerji kullanımında da kendisini gösteriyor. Adada kurulu olan güneş panelleri (fotovoltaik) ve rüzgar türbini adanın tüm enerjisini karşılıyor. Akülerle desteklenen bu hibrid sistemin maliyeti 275 bin Avro. Taşıma ve kurulum ücretleriyle 300 bin Avro’yu buluyor. Gelecek yıl açılacak konaklama tesisleri için gerekli olan elektrik enerjisi de yine güneş panellerinden sağlanacak. Bunun için 100 bin Avro’luk ek bir kurulu güç daha sipariş edilmiş. İşletmeciler, ilk yatırım maliyeti büyük olsa da, adada motor çalışmasını istemediği için jenaratör seçeneğine sıcak bakmamış. Uzun vadede hem rüzgardan hem de güneşten nasibini alan adada temiz enerji sistemlerinin karlı bir seçenek olacağı kesin. Hem doğa hem de yatırımcılar kazanacak kısacası.

Salih Vural (Yatırımcı – Kızıl Ada Restoranı )
“Öncelikli müşterilerimiz yabancı yatçılar”
Göcek yat turizminde önemli bir nokta haline geldi. Fethiye’de de tüm marinalar dolu. Yabancılar buraya gelip tekne kiralıyorlar artık. Bütün gün denizde rüzgarla boğuşan bir kişi akşam yemek yapmakla uğraşmak istemiyor. Bizim hedef kitlemizin içinde yabancı yatçılar ön planda. Bu yüzden yatların rahat konaklayabilmesi için denizi uygun hale getireceğiz. Portatif bariyerler getirip, kışın deniz şiddetlendiğinde başka yere götüreceğiz. Kalıcı bir şey güzel olmaz. Zaten Çevre Koruma Kurulu da izin vermez. Sonuçta burası bir ada ve orman var. Burayı tahrip edemezsiniz. Yaptığımız yapılarda çok az taş ama genelde ahşap kullanmak istiyoruz. Beton kullanmaktan kaçınıyoruz. Birkaç odalı butik otel yapacağız çünkü bugün 500 - 1000 odalı otel yapanlar sonra nasıl pazarlayacağım diye düşünüp fiyatları indiriyor ve biraz da boşa çalışıyorlar. Herşeyden önce farklı birşey olsun istedik.