Özgür Gürbüz-BirGün/31 Temmuz 2015
Barışı
koruma telaşının her konudan daha önemli olduğu günlerdeyiz. Kimsenin kimseyi
öldürmediği, nefret etmediği, sokağa çıkarken başıma ne gelir diye
düşünmeyeceği bir Türkiye kurana dek mücadele etmek bu ülkede yaşayan herkesin artık
görevi. En başta da ülkeyi yönetenlerin ancak şu ana kadar izledikleri
politikalar şiddeti durdurmak yerine körüklüyor.
Ülkede
en basit kuralları bile denetleyecek merci kalmamışa benziyor. Sokağa çıkan
herkes her gün onlarca hak ihlaline uğruyor. Bu ülkede yaşayanların trafikten
yolsuzluğa, adaletten asayişe kadar birçok alanda güvenecekleri bir kurum
kalmadı. Beyzbol nedir diye sorsan bilen olmaz ama milletin arabalarından
beyzbol sopaları, bellerinde silah eksik olmuyor. İstanbul’un göbeği Taksim’de
taksilerin mafya benzeri tavırlarına göz yumuluyor, hastanelerde tedaviyi
beğenmeyen hasta doktor dövüyor.
Meclis’te
kadınları sözlü şiddetle susturmaya çalışanlar, sokakta kadınları döven ve
öldürenlere örnek oluyor. Neyse ki ülkedeki başıbozukluğa karşı duran ve hizmet
aşkıyla yananlar da var; Rize Valisi gibi. 652 bin lirayı daha hızlı hizmet
için makam aracına harcayan valilik, bundan sonra bölgedeki çevre eylemlerine,
‘lüks cipleriyle’ giden eylemcilerden daha hızlı ulaşıp asayişi sağlayabilecek.
Siz
de benim gibi ortada bir başıbozukluk, yönetememe durumu görmüyor musunuz?
Ülkede
aslı astarı olmayan söylentilerden yola çıkan bir grup günlerce ‘çekik gözlü
turist’ avına çıktı. Sokakta turistlere saldıran bu gruptan kimse tutuklandı
mı? Kimse ölmediği için ortada suç da yokmuş gibi davranıldı. Bu ülkede sokakta
sevmediğin birini dövmenin, dövmeye kalkmanın cezası yok mu?
Bunlar
bize hafif gelir diyorsunuz değil mi? Patlayan bombaların, faili meçhullerin
ülkesinde yaşıyoruz. Savaşın ve barışın politikacıların hamasi nutuklarıyla
gelip gittiği, keyfilerine göre gençleri ölüme sürükledikleri Türkiye’de
yaşıyoruz. Futbol taraftarlarının zaferlerini ölerek ve öldürerek kutladığı
Türkiye’de şiddetin hepimiz evinde, belleklerinde ve hayatında yer etmemesi
için hepimize görev düşüyor. Silahlarımızı bırakmalıyız. Sadece eli silahlılar
değil, siviller, eli sopalılar, sözü can yakanlar, dili nefret kokanlar;
hepimiz silahlarımızı bırakmalıyız.
Bu
işe pratik ve somut adımlarla başlamalıyız. İnsanların birbirilerini boğazlamak
üzere olduğu ülkede yasal bir düzenlemeyle tüm silah ruhsatları iptal edilmeli.
Üzerinde silah hatta bıçak ve beyzbol sopası bulundurmanın cezası ciddi şekilde
arttırılmalı. Eline döner bıçağı, pala alıp sokağa fırlamak, hapisle
cezalandırılmalı. Bunlar çoktan yapılmalıydı ama bir politikacı bile çıkıp bu
tedbirleri gündeme getirmedi. Kimsenin gıkı çıkmıyor çünkü uyuşturulduk,
şiddete, kavgaya alıştırıldık. Şiddetle zehirlendik biz.
Sadece
yasal zeminde değişiklikler sorunu çözmeye yetmez. Erkeğin kadına, büyüğün
küçüğe, iktidar ve para sahiplerinin muhalefet ve yoksula şiddet içeren
baskılarına son vermeliyiz. Hem kendi kendimiz terbiye etmemiz hem de bu konuda
yasal düzenlemelere gitmemiz gerekiyor. Başbakanın, valinin, patronun, polis
memurunun ‘vatandaşa’ kötü söz, hakaret söylediğinde cezalandırılması gereken
günlerdeyiz.
Evde
karınıza, kocanıza veya kardeşlerinize, fiziksel şiddet ve kelimelerle
saldırının bitmesi gerekiyor. Şiddetsizlik hareketi her yeri kapsamalı. Sivil
itaatsizlik eylemlerinin üzerine gazla, copla ve sopayla yürüyen polisi de,
polise taş atan eylemciyi de, metroda, trafikte birbirine küfür eden ‘masum’
vatandaşı da.
Gezi’de günlerce Taksim’i işgal edenler hiçbir dükkanı talan etmeyerek, kırıp
dökmeyerek, ‘duran adam’ gibi şiddetsiz eylemleriyle tüm Türkiye’ye bunun
olabileceğini gösterdiler.
Sadece
silahlı örgütler değil herkes silahını bıraksın. Birbirimizi yok ederek sorunu
çözmek dışında başka bir çözüm öneriniz varsa söyleyin. Abarttığımı
düşünüyorsanız sokağa çıkın, okuduğunuz gazeteleri değiştirin ve gerçek
Türkiye’yi görün. Ya silahlarımızı bırakacağız ya da hep beraber bu zehri
tadacağız.