Özgür Gürbüz-BirGün/15 Ocak 2015
Türkiye’de taraf tutmak insanların o kadar köreltti ki,
“çocuklar ölmesin” deyince, bir taraf hemen size “hangi çocuklar” diye soruyor.
Söyleyeyim hangi çocuklar olduğunu, bizim çocuklarımızdan
bahsediyorum. Dün Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde öldürülen 5 yaşındaki Efe
Açıkgöz’den, geçen ay Cizre’de çatışmalar sırasında hayata gözlerini açamadan,
aramızdan ayrılan üç aylık Miray bebekten. Adlarını tek tek yazmaya kalsam
bitmeyecek o listeden bahsediyorum. Çocuklarımızın sıra arkadaşlarından,
kahvede okeye döndüğümüz oyun arkadaşlarımızın torunlarından, otobüste yan yana
sıkıştığımız, yer verdiğimiz karnı burnunda annelerin çocuklarından. Bizim
çocuklarımızdan. Birbirini sevmek yerine vurmayı öğrettiğimiz o gencecik
insanlardan. Bombalar parçalasın, ciplerin arkasında sürüklensin diye
büyütmediğimiz aslan parçalarından, nur yüzlülerden bahsediyoruz. Hepimiz
anlamalıyız ki, ölen çocuklara, “kimden” diye sordukça bu kan durmayacak.
“Çocuklar ölmesin” demek için bombaların mahallemize
düşmesini beklersek, üzerine titreyecek çocuğunuz da kalmayacak. Türkiye’de
nefret söylemlerine, şiddet eylemlerine, dediğim dedik, astığım astık liderlere
oy verip onlara prim yaptıranlar, şiddettin şiddetle bastırılacağını sanıyorsa
aldanıyor. Nefret edersen, nefret etmeyi öğretirsin, öldürürsen öldürmeyi
öğretirsin. Bizim gibi ölümün ucuzladığı bir coğrafyada insanları
ölmekle, öldürülmekle tehdit edemezsin. Öte tarafa inanan ve öte tarafta daha
çok dostu, tanıdığı olan bir ülkenin çocukları neden korksun ölmekten?
Bu kısır ve kanlı döngüden çıkmanın tek bir yolu var.
Suçluyu aramak, ilk kurşunu kim attı diye sormak bir işe yaramaz. Barış için
ilk adımı kim attı ona bakmalı. Bu ülkede gerçekten barış isteyenler işte bu
yüzden, barış diyen herkesin arkasında durmak zorunda. Öğretmen Ayşe Çelik’in, akademisyenlerin
yanında durmak bu yüzden önemli. Onların karşısında duranlar bize yeni bombalar
ve ölümlerden başka bir şey önermiyor zaten. “Her şey kontrol altında” deyip
duruyorlar ama her yeni güne bir başka bomba ve saldırıyla uyanıyoruz. Aynı
kişiler çok değil bir yıl önce çözüm sürecini anlatıp oy istiyorlardı. AKP, 13
yıllık icraatlarının belki de en az itiraz edilen adımı çözüm sürecini, yanlış
Suriye politikaları ve başkanlık sisteminde inat etmeleri yüzünden çöpe attı. Siyasi
hırsların hayatlarımızı böylesine etkilemesine izin veremeyiz.
Türkiye’nin bu karanlıktan çıkması kolay olmayacak. Bir
dizi adım atılmalı. Dış politikadaki yanlışlardan dönülmesi, öyle kıvırarak,
ucundan, kıyısından dokunarak değil, açık açık ülkedeki kutuplaşmanın üstüne
gidilmesi gerek. Kürt sorununda masaya oturup, oturmadık gibi yapmanın; IŞİD
meselesinde, IŞİD’çilere sınırları açıp, hastanelerde tedavi edip, tırlarla
hediye gönderip daha sonra yapmadık, etmenin demenin artık bir inandırıcılığı
kalmadı. Yayın yasağı koymanın, bombaları koyanların, vuranların kıranların
değil haberini yapanların peşine düşmenin kimseye faydası yok. Ve belki de daha
önemlisi, bu ülkede yaşama umudunun, hayatta kalmanın mutluluğunun yeniden inşa
edilmesi gerekecek. Mahallelerin kuşatıldığı, morgların dolduğu, bombaların
patladığı kentlerde insanların yaşama umudu olmaz. Yaşama umudu, işi, aşkı
olmayan biri her şeyi yapar. Bu durumda suçlu kim? Bu ortamı hazırlayan, ölümü
kanıksatan, umutsuzluğu bu ülkenin kaderi yapanlar suçlu değil mi? Bunun adını
“istikrar” koyup, oy isteyenlerin basiretsizliği değil mi tüm bu şahit
olduğumuz cinayetler? Ona oy verenlerin de artık, hatalarını görmeleri
gerekmiyor mu? Şunun bunun değil, silahın ‘terörist’ kabul edildiği bambaşka
bir Türkiye çizgisi neden çizilmesin. Şiddetten kurtulmanın yolu, onunla
koşullu değil, koşulsuz mücadeleden geçer. IŞİD’in patlattığı bombalar, göz
yumulmuş, eğitilmiş şiddetin kontrol edilemeyeceğinin en trajik örneklerini
sunuyor bize.
Bu şiddet ortamında taraf tutacaksınız liderlerin, size
bir öyle bir böyle diyen ve bugünleri getiren politikacıların değil çocukların
tarafını tutun. Barış diyen çocukların yanında olun yoksa hepimiz kaybedeceğiz.
Başka bir seçeneğimiz yok.