Enerjide hesap döndü

Özgür Gürbüz-BirGün/8 Nisan 2016

Afşin Elbistan - Foto: O. Gurbuz
Sap döner, keser döner, gün gelir hesap döner diye boşuna dememişler. Enerjide öyle oldu. 14 yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının enerjiden rant yaratmaya dayalı modeli çıkışı olmayan bir tünele girdi. Enerji piyasasında hiçbir şey hükümetin istediği gibi gitmiyor.

Hükümetin enerji politikası elektrik talebinin sürekli ve yüksek oranlarda artmasına ve bu talebin aynı şekilde sürekli açılan yeni enerji santralleriyle karşılanmasına bağlıydı. Bu yapay talebin çok uzun sürmeyeceği belliydi. 2003-2007 yıllarında Türkiye’de elektrik talebi yılda ortalama yüzde 7 civarında arttı. 2008’de artış hızı yavaşladı, 2009’da ise talep yüzde -2 oranında azaldı ki, 2001 krizinde bile bu kadar düşmemişti. Son dört yılda ise Türkiye elektrik talebi yılda ortalama sadece yüzde 3,5 oranında arttı. Tahminlerin çok altında kaldı.

Gelişmiş ülkeler enerjiyi daha akıllı ve verimli kullanarak daha az santral kurma yolunda giderken, Türkiye talebi kontrol etmek yerine yeni santrallar yaparak enerji sorununu çözmeye çalıştı. Her dereye HES, her ovaya doğalgaz, her koya ithal kömür santralı ve iki dev nükleer santral için yatırımcıları Türkiye’ye topladılar. Son 14 yılda görev yapan üç enerji bakanının Türkiye’nin enerjide milyarlarca dolarlık yatırıma ihtiyaç duyduğunu tekrar tekrar söylemesi rastlantı değildi. Onların işi, yerli ve yabancı yatırımcıyla finans kuruluşlarını Türkiye’ye çekerek para akışını sağlamaktı. Bu sayede birçok şirket enerji sektörüne girdi, iyi para kazandı. Son Enerji Bakanı Berat Albayrak da aynı yolda ilerliyor. 5 Mart 2016’da, enerji sektöründe 10 yılda 100 milyar dolarlık yatırım gerektiğini söyledi. AKP’nin enerji politikası bir ezbere, gerçek ihtiyaca yanıt vermek yerine ihtiyaç yaratmaya dayanıyor ve bu ezberin artık ne Türkiye’de ne dünyada bir karşılığı var.

Dert bu kadarla da sınırlı değil. Makine Mühendisleri Odası’nın Enerji Görünümü Raporu’nda, şu ana kadar lisans alıp yapımına başlanan 38 bin megavatlık yeni santral olduğu belirtiliyor. Mevcut santralların yarısı kadar santral yolda anlayacağınız. Buna nükleerler dahil değil. Yapımı sürenler bittiğinde talep artmazsa elektrik gerçekten de sudan ucuza satılabilir çünkü arz talebin çok üstünde.

Sorun büyük. Santral sayısı artarken (arz) talep neredeyse yerinde sayıyor. Talebi gereksiz tüketimle artırmak da israftan başka bir şey değil. Arz fazla, talep az olunca da elektrik fiyatları düşüyor. Buna rağmen hükümet bu düşüşü bize yansıtmıyor. Elektriği ucuzlatacağına zam yapıyor çünkü onların derdi kar edemeyen elektrik üreticilerini kurtarmak. Talebin ve fiyatların hep yüksek olacağını düşünen özel sektör ise aldığı riskin bedelini ödemek yerine maliyeti tüketiciye yükleme peşinde.

Ucuz denen kömüre teşvik gündemde
Yılbaşındaki elektrik zammını hükümetten önce haber veren Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir, bu defa da ürettikleri elektrik için alım ve fiyat garantisi istedi. Enerji Bakanı Berat Albayrak da alım garantisinin yerli kömürle çalışan santraller için düşünülen modellerden birisi olduğunu söyledi. Sabancı Holding Enerji Grubu Başkanı Mehmet Göçmen, “Geçtiğimiz 10 küsur yılda hiçbir fiyat garantisi olmadan sektöre 75 milyar dolara yakın para yatırılmış. Bugün itibariyle sektörün borcu 60 milyar dolar. Bunun da 52 milyar doları yerli bankalara. Mali durum bu” diyerek durumu özetliyor. Göçmen de diğer özel sektör temsilcileri gibi, devletin piyasa fiyatının üzerinde bir alım garantisi vererek kendilerini kurtarmasını istiyor.
Özdemir, alım garantisinin rakamını da açıkladı, kilovatsaat için 8 dolar sent isteniyor. İyi işletilemiyor diyerek neredeyse devletin elindeki tüm enerji santrallerini satışa çıkartanlar, şimdi de öngörüsüzlüklerinin ve hükümetin rant yaratma çabalarının fiyaskoyla sonuçlanmasının bedelini bize ödetmeye hazırlanıyor.

Özel sektör bastırdı ve Türkiye, herkesin kirli olduğu için kaçmaya çalıştığı kömüre teşvik vermeyi gündemine aldı. Hem de pahalı dedikleri rüzgar enerjisine verdikleri alım garantisinden (7,3 dolar sent) daha fazlasını havayı kirleten, iklimi değiştiren kömüre vermeyi planlayarak. Hayaldi, gerçek oldu.

Yenilenebilir enerji dünyanın ilk tercihi

Bozcaada Santrali - Foto: O. Gurbuz
İzninizle birkaç basit rakamla dünyada yenilenebilir (temiz) enerjinin gelişimini anlatmak istiyorum. Kıyaslama yapmanız için de ufak bir ön bilgi vereceğim. Türkiye'nin elektrik üreten tüm santrallerinin kurulu gücü 73 bin megavat (MW). Bunu aklınızda tutun lütfen.

2015'te dünyada toplam 134 bin MW gücünde yenilenebilir enerji santrali kuruldu. Yani, Türkiye'nin kurulu gücünün iki katı kadar yeni yenilenebilir enerji santrali kuruldu. Bunların içinde hidroelektrik yok, ağırlık güneş ve rüzgarda. Yatırımın maddi tutarı 286 milyar doları buluyor. Buna karşılık aynı yıl 15 bin MW'lık nükleer, 42 bin MW'lık kömür, 40 bin MW'lık da yeni gaz santrali kuruldu. Bu oldukça önemli bir gelişme çünkü yenilenebilir enerjinin artık bir numaralı tercih olmaya başladığını gösteriyor. İlginç bir nokta da, genelde kömüre yönelen gelişen ülkelerde de yenilenebilir enerji yatırımlarının ilk defa gelişmiş ülkelerden fazla olması. 
 
Kaynak: UNEP

Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde nükleer terör konuşulacak

Özgür Gürbüz-BirGün/1 Nisan 2016

İki yılda bir gerçekleşen Nükleer Güvenlik Zirvesi dün New York’ta başladı. Türkiye zirveyi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yalnızlığı ve protesto edilmesi haberlerinden gördü ancak zirvenin bizi daha fazla ilgilendiren kısmı nükleer terörizm meselesi. Bugün sonlanacak zirvede gözler nükleer silahlardan çok nükleer terör üzerinde olacak. Dünyanın birçok ülkesinden gelen kanlı saldırı haberleri ve IŞİD üyelerinin Belçika’da nükleer santralleri de hedef aldığının ortaya çıkması ‘nükleer terör’ olasılığını artırdı. Nükleer silah yapımında kullanılabilecek nükleer malzemeler ve de ‘kirli bomba’ yapımında kullanılabilecek her türlü radyoaktif materyal artık teröristlerin hedefleri arasında. Nedir kirli bomba? Bir radyoaktif maddenin suya, toprağa veya havaya karışmasıyla yayılmasını sağlayacak her türlü girişim; örneğin bir kentin içme suyu şebekesini radyoaktif maddelerle kirletmek, kirli bombalara bir örnek.

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) Başkanı Yukiya Amano, Nükleer Zirve öncesi yaptığı açıklamada bu tehdidi kabul etti. Özetle;

·         Ülke sınırlarında radyoaktif madde kontrolünün artırılması gerektiğini,
·         Nükleer santrallerin ve benzer kuruluşların siber ataklara maruz kaldığını,
·         Bilgisayarların bu saldırılara karşı korunmasının hayati derecede öneme sahip olduğunu,
·         Hastanelerdeki radyoaktif maddelerin çalınmaması için ek önlem alınması gerektiğini söyledi.

Amano’ya göre, Nükleer Maddelerin Fiziksel Korunması Sözleşmesi’nde yapılan son değişikliklerin tamamlanmasıyla, kirli bomba, nükleer saldırılarda sızıntıya yol açacak terör saldırılarına karşı gerekli önlemler alınmış olacak. İşi nükleer enerjiyi savunmak olan Amanu’nun böyle bir açıklama yapması normal ama inandırıcılıktan çok uzak. Kendi sözleri bile tehlikenin ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor.

Amano, UAEK’ye üye ülkelerce radyoaktif maddelerle ilgili rapor edilen olayların sayısının 1995’den bu yana 2 bin 800 olduğunu, bunlardan çok azının nükleer patlayıcı yapmaya yarayabileceğini belirtiyor. Ancak, kaçırılan bazı nükleer maddelerin konvansiyonel patlayıcılarla birleştirilerek kirli bomba yapılabileceğini, bunun da ölümlere ve kitlesel paniğe yol açabileceğini de ekliyor. Gördüğünüz gibi durum ciddi. Ülkemizde daha da ciddi çünkü geçmişte yaşadığımız tecrübeler bize nükleer maddelerin korunması konusunda aldığımız tedbirlerin çok yetersiz olduğunu gösteriyor. 1999 yılındaki İkitelli Kazası’nı hatırlayın. Tıp alanında kullanılan bir cihaza ait radyoaktif madde (Kobalt-60) İstanbul’da, hurdalıkta bulunmuş, o maddeyi parçalayıp satmak isteyen Hüseyin Ilgaz hayatını kaybetmişti. Hurdacılık yapan ailede Murat Ilgaz parmaklarını, birçok aile bireyi de üreme yeteneğini kaybetmişti. İzmir’in göbeğinde, Gaziemir’de gömülü bulunan tonlarca nükleer atığa ne demeli? Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) eski başkanlarından Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre, 1997 yılında, “1150 ton nükleer atık Isparta'ya gömüldü, 800 ton nükleer atık da Konya'da yakıldı” demişti. Özemre, nükleer enerjinin önde gelen savunucularından biriydi ve Çernobil sırasında çaydaki radyasyon ölçümlerini bile gizlemeye çalışmıştı. Bahsettiği atıkları bulmak için günlerce Isparta’da dolaşmıştık ama ne devlet “nerede bunlar” diye sordu, ne biz izini bulabildik. Görüldüğü gibi Türkiye’de nükleer maddelere ulaşmak hiç zor değil. Kontrol yok, ilgilenen yok. Aslında teröristlerin nükleer madde aramasına bile gerek yok, kazsalar karşılarına çıkacak. 

2010 yılında BirGün’e, “Nükleer santral terörün bir numaralı hedefi olacak” başlıklı bir yazı yazdığımızda yaptığımız uyarıları nükleer santralleri karalamak için uydurduğumuz düşünenler olmuştu. Onlara göre nükleer santrallere karşı düzenlenebilecek tek saldırı, 11 Eylül’de olduğu gibi, nükleer santrale uçakla yapılacak bir intihar saldırısı. Reaktörü koruyan binanın bu saldırıya dayanacağını anlatıp durdular. Atoma tapan bu arkadaşlar, üzerine uçak düşen bir nükleer santralde reaktör hasara uğramadıkça her şeyin yolunda gideceğini bile düşünebiliyor. Üzerine yolcu uçağı düşen santralde kaç kişi bir bardak su içip işine hiçbir şey olmamış gibi devam eder, o saldırı sonucu çıkacak yangın ve diğer patlamalar nelere yol açar, düşünebiliyor musunuz? Kaldı ki, bugüne kadar meydana gelen tüm büyük nükleer kazalar gösterdi ki, reaktörü sabote etmek için böyle büyük saldırılara gerek yok. Santrale soğutma suyu pompalamasını durdurun, acil durum için bekleyen dört dizel jeneratörü halledin, reaktörler kontrolden çıkar. 

Bunları herkes biliyor. Aramızda o derece gözü dönmüş birileri var mı; Belçika’da gördük ki o da var. Çok daha ince planlar yapıyorlar. 2014’te Belçika’da nükleer santralde bir sabotaj gerçekleşmiş, sorumlusunun orada çalışan ve sabotajdan önce IŞİD’e katılan bir işçi olabileceği söylenmişti. Son saldırılar sonucu yapılan aramalarda da, Belçika’nın Nükleer Araştırma Programı Müdürü’nün evine giriş ve çıkışının IŞİD üyelerince filme alındığı ortaya çıkmıştı. Nükleer santrallerin terör saldırılarının hedefi olduğu su götürmez bir gerçek.

ABD’de halkın yüzde 54’ü nükleere hayır diyor

Özgür Gürbüz-BirGün/27 Mart 2016

Gallup araştırma şirketi tarafından yapılan bir araştırma, ABD’de yaşayanların yüzde 54’ünün nükleer enerjiye karşı çıktığını ortaya koydu. Bir önceki yıl yapılan ankette ise Amerika’da nükleer enerjiye evet diyenlerin oranı yüzde 51’di. Bu oran yüzde 44’e gerilerken, nükleer enerjiye karşı çıkanların oranıysa yüzde 43’ten 54’e çıktı. Gallup tarafından 1994’ten beri yapılan araştırmada ilk kez nükleer karşıtlarının oranı, belirgin bir farkla, nükleer enerjiye evet diyenleri geçmiş oldu.

Fukuşima kazasından bir yıl önce (2010) nükleer enerjiyi destekleyenlerin oranının yüzde 62 ile tarihi zirvesini gördüğü ABD’de, Fukuşima kazası sonrasında bile nükleer enerjiye destek yüzde 57 civarındaydı. Araştırma şirketi, bu desteğin 13 puan gerilemesinin ardında enerji fiyatlarının düşmesi ve diğer enerji kaynaklarının devreye girmesi gibi etkenlerin olduğunu düşünüyor. Nükleer enerjiyle ilgili güvenlik endişesi ise bu nedenlerin ardında kalıyor. Petrol ve gaz fiyatlarındaki düşüş nükleer enerjinin rekabet şansını azaltıyor. Yeni nükleer santrallerin yapım maliyetinin kömür ve gaza göre yüksek olması, uzun dönemde nükleer enerjinin daha ucuz bir seçenek olma olasılığını riske sokuyor. Araştırmanın yorumuna göre ABD vatandaşları petrol fiyatları bu kadar düşükken bu ekonomik riski almak istemiyor. Araştırmanın yorum kısmında, Amerikalıların ülkenin enerji sorunu hakkındaki endişelerinin son 15 yılın en düşük seviyesinde olduğu da belirtiliyor.

Nükleer enerji yatırımlarının Çernobil kazasından sonra durma noktasına geldiği ABD’de, en son 1996’da yeni bir nükleer reaktör faaliyete geçti. Şu anda inşaatı süren beş reaktör olsa da, rekabet ve yaşlılık nedeniyle son beş yıl içinde bir o kadar reaktör de kapatıldı. ABD’de yıllar sonra çalışabilir durumdaki reaktör sayısı 100’ün altına indi ve 99 oldu. Ülkedeki 99 reaktörün yaş ortalaması ise 35 ve lisans süreleri 40 yıl. Ülkedeki Nükleer Düzenleme Kurulu, şirketler yenileme çalışmalarını yaparsa, bu reaktörlerin 60 yaşına kadar çalışmasına izin verebiliyor ancak enerji piyasasındaki rekabet lisansını uzatmış reaktörleri bile zorluyor.