Özgür Gürbüz-BirGün/11 Eylül 2017
Foto: Arkitera |
Temiz bir nehrin değerini
bilmeyenler bu yazdıklarımı anlamayacak, biliyorum. Duble yolu gelişme, kentin
göbeğindeki parkı boş duran bir arazi gibi gören, dünyanın gittiği yerden
habersizler büyük olasılıkla bana ateş püskürecek; olsun. ODTÜ gibi Türkiye’de
geleceğin dünyasını anlamaya en yakın kurumlardan birinden, gece baskınıyla yol
geçirmeye çalışan Melih Gökçek’in anlayacağını ise hiç sanmıyorum. Yine de
yazalım. Türkiye’nin düzgün bir gelecek kurabilmesi, gelecek nesillerin
sağlıklı yaşayabilmesi, ekonomik ve çevresel zararlarını azaltabilmesi için bugünkü
neoliberal politikaları terk etmek yetmeyecek. Yapılan birçok hatalı projeden
vazgeçilmesi, bazılarının da bitmiş olsa bile yıkılması ya da atıl durumda
bırakılması şart olacak.
Yapılırlarsa hem pahalı hem de
riskli oldukları için, enerji konusunda bilgi sahibi ilk hükümetin kapısına
kilit vuracağından emin olduğum nükleer santrallar listenin başında yer alıyor.
Ön hazırlıkları için anlaşma imzalandığı söylenen Kanal İstanbul projesi de
olur da yapılırsa, tüm ülke kazma kürek elde o kanalı kapatmak için uğraşmak
zorunda kalacak. Yaratacağı ekolojik tahribat tartışılamaz boyutta.
Proje, İstanbul’da araç kullanan herkesin düşünebileceği bir sorunu da
barındırıyor. Şu anda üç köprü, bir yeraltı
tüneli ve metroya rağmen İstanbul trafiğini kilitleyen boğaz geçişine bir yenisi eklenecek. Boğaziçi Köprüsü’nden geçtiniz, Trakya’ya gideceksiniz karşınıza bir
boğaz daha çıkacak. Yine köprülerde trafiğe takılacaksınız. Bu projeyi ancak
İstanbul’da halkın arasında dolaşmayan, helikopterle gezen biri hayal etmiş
olabilir. Fatih Sultan Mehmet yaşasaydı, Kanal İstanbul için “görüldüğü yerde
doldurula” derdi.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü, üçüncü
havalimanı gibi projelerin yıkılması da İstanbul’un kurtuluşu için şart.
İstanbul’u kısa zamanda 25 milyon nüfusa ulaştırıp bir ölüm şehri yapacak bu
iki projenin alternatif kullanımı bile olamaz.
Bu söylediklerim size çılgınca
gelebilir. O zaman sizi şu çılgın hesapla baş başa bırakayım. Bahçeşehir
Üniversitesi Ulaştırma Mühendisliği’nin 2015 yılında yaptığı hesaba göre İstanbul’daki
trafik sıkışıklığının bedeli yılda 2 milyar avro. Bugünkü kurdan çevirirsek 2,4
milyar dolar ediyor. İstanbul’un kuzeyini imara açacak üçüncü havalimanı ve üçüncü
köprü gibi projeler yüzünden kent nüfusu ikiye katlanırsa aynı sorun
İstanbul’un kuzeyinde de yaşanacak. İkinci köprü gibi üçüncü köprü de birkaç
yıl içinde dolacak. Trafik sıkışıklığı kaynaklı zararın nüfus artışıyla paralel
gittiğini varsayalım. Trafik kuzeyde de sıkıştığında yıllık kayıp 4,8 milyar doları
bulacak. Çılgın projenin ne kadar çılgın olduğunu asıl o zaman göreceğiz.
Peki, radikal bir karar alır,
o köprüyü yıkarsak, İstanbul’un nefes almasına yarayan Kuzey Ormanları’nı imara
açmazsak ne kaybederiz? Kaybımız
köprünün maliyeti ve şirketlere verilen taahhüt kadar olur. Ulaştırma Bakanı
Ahmet Arslan’ın verilerine göre köprünün yapım maliyeti 3,5 milyar dolar.
Köprüden hiç araç geçmezse garanti kapsamında ödenecek miktar yılda 790 milyon
dolar. 2019 yılındaki seçimlerde garantinin bitmesine 5 yıl kalacak. Kalan beş
yıl için bir 3,5 milyar dolar da şirketlere ödense Hazine’den çıkan para 7
milyar doları bulur. Yıkılmazsa her yıl trafik sıkışıklığından gelecek zarar ise
2,4 milyar dolar. Üç yılda köprüyü yıkmanın masrafını çıkartırız. Ardından da
İstanbul’u küçültme projesi devreye girer. Yeni sanayi ve konut projelerine
imar izni verilmeyerek işe başlanabilir. Hem kentte yaşayanların sağlığı,
hayatı kurtulur, hem de trafik sıkışıklığı azalır. Sizce hangisi çılgın proje?
O köprüyü yapmak mı yoksa yıkmak mı?