Trafik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Trafik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yol yapmazsanız trafik sorunu çözülür

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Şubat 2019

Geçen hafta sonu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin düzenlediği, Yerel Yönetimler ve Çevre Politikaları panelindeydik. Panelde konuşulanların hepsini özetlemek zor ama önümüz yerel seçim olduğu için Prof. Dr. Haluk Gerçek’in ulaşım sorunuyla ilgili verdiği bir örneği anlatmak istiyorum. Belki müstakbel belediye başkanlarının kulağına küpe olur.

Mucize, Güney Kore’nin başkenti Seul’ün göbeğinde gerçekleşiyor. Seul Belediyesi trafik sıkışıklığını azaltmak için günde 170 bin aracın geçtiği Cheonggye Caddesi ve üstünden geçen çevre yolunu yıkmaya karar veriyor. Evet, yanlış duymadınız. Trafik sıkışıklığını azaltmak için yol yapmıyor, olanları yıkıyorlar. Yolu yıkarsanız trafik artar diyenler haksız çıkıyor. Trafik rahatladığı gibi alttaki yolun yıkılmasıyla nehir ortaya çıkıyor ve tüm bölge bir cazibe merkezi haline geliyor.

Merak edip araştırınca detayları da öğrendim. İstanbul’daki Mecidiyeköy’e benzeyen bir yer Cheonggye Caddesi. Üstten çevre yolu, alttan ise araçlarla dolu havasız yolların geçtiği, uzunluğu 5,4 kilometreyi bulan bir koridor. Basit bir iş değil. Hem önyargıları hem de beş kilometrelik dev viyadükleri yıkmak kolay olmuyor. Önce iyi bir planlama sonra ciddi bir iletişim faaliyeti yürütülüyor. Belediye, trafik sıkışıklığı nedeniyle zaten bölgeyi terk etmeye başlamış ticaret merkezlerinin ekonomik kayba uğramaması için her adım öncesi iş yeri sahipleriyle konuşuyor. Yıkım ve inşaat sırasında onlara ucuz otopark, düşük faizli kredi gibi çeşitli avantajlar sağlıyor. Nehrin üstündeki viyadüklerin yerine yenisi yapılmıyor ama yan taraftaki yollara otobüs şeritleri açılıyor. Merkeze özel otomobille gelinmesi caydırılıyor ama metro ve otobüs teşvik ediliyor. Proje 2,5 yıldan kısa bir sürede tamamlanıyor.

Daralan yollara, azalan şerit sayısına rağmen trafik tıkanmıyor. Daha önce ortalama 15,5 kilometre olan trafik hızı sadece 13,6’ya düşüyor. Bölgeye araç girişi yüzde 19 oranında azalıyor. Metro ve otobüs kullanımıysa yüzde 6 ila 10 arasında artıyor.

Çevre açısından da olumlu sonuçlar elde ediliyor. Hava kalitesi iyileşiyor. Azotoksit oranı yüzde 34, partikül madde (PM10) seviyesi ise yüzde 20 oranında azalıyor. Bir rüzgar koridoru oluşuyor, hava temizleniyor. Viyadüklerin sökülmesiyle gürültü kirliliği de azalıyor. Yol boyunca ortalama sıcaklık da düşüyor. Yaz aylarında yakındaki caddelere göre 4 derece daha serin bir yol oraya çıkıyor. Kentlerin başına bela olan ısı adalarına yolları azaltarak çözüm buluyorlar. Darısı Mecidiyeköy’ün başına.

Seul’deki örneğin benzerleri çok. Londra merkezine girişin paralı yapılmasıyla trafik sıkışıklığının azaldığını herkes biliyor. Plan ilk açıklandığında orada da itirazlar olmuş, yolların araçlara kapatılmasıyla trafiğin sıkışacağı iddia edilmişti. Tersi oldu. Şimdi Londra Belediyesi ücretleri artırmaya devam ediyor, motoru çevreci olmayan araçlara da ek ücret getiriyor. İngilizler artık kent merkezine gidecekleri zaman toplu taşımayı tercih ediyor. Alışma süresi birkaç ay…

Sanılanın aksine, trafik sorunu yol yaparak, kavşak açarak, kentin merkezine otoparklar kurarak çözülmüyor. İnsanlara kentin merkezine gitmeleri için otobüs, tramvay ve metro gibi toplu taşımayla alternatifler sunacaksınız. Otomobillerini kentin dışında park etmelerini ya da yürüyerek, bisikletle istedikleri yere ulaşmalarını sağlayacaksınız. Taşıtlara kapalı alanları artıracaksınız. Yol yaparsanız trafik de peşinden geliyor. İkinci köprüyü hatırlayın, ilk açıldığında hem köprü hem çevresi bomboştu. Size anlatılan hikayeleri unutun. Bu seçimde yola değil, akla oy verin.

Hizmette sınır yok

Özgür Gürbüz-BirGün/4 Haziran 2018

Ankara ile İstanbul arasında sık sık otobüs yolculuğu yapıyorum. İklim değişikliğine katkımı azaltmak için bu gibi kısa mesafeleri otobüsle yapmaya gayret ediyorum. Elimden geldiğince uçağa mahkum edilmiş, çevre düşmanı ulaşım sistemine direniyorum. Son zamanlarda bu yolculuklar işkenceye döndü. Hükümetin seçim meydanlarında “proje”, “icraat” diye anlattığı 3. Köprü yüzünden eskiden beş saat süren bu yolculuğu artık 6,5 saatten kısa bir sürede yapmak mümkün değil. Bir defasında sekiz saate yakın sürdü. 3. Köprü boş kalmasın diye şehirlerarası otobüslere bu köprüden geçme zorunluluğu getirilmesiyle işin tadı kaçtı. 

Büyütmek için haritanın üzerine tıklayın.

Esenler Otogarı’ndan çıkıp Ataşehir civarından yolcu almak isteyen bir otobüs artık adete bir şehir turu yapmak zorunda. 3. Köprü’den geçerse fazladan 70 kilometre yapmak zorunda kalıyor. Ataşehir’e uğramasa da durum pek farklı değil. Esenler Otogarı’yla, Pendik’te O-6 ile Anadolu otoyollarının kesiştiği nokta arası Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nden geçerseniz 53 kilometre. Aynı bağlantı noktasına 3. Köprü’den gidersenizse 100 kilometre. Bir seferde 50 km zarardasınız.

Gidiş dönüş sefer yapan bir otobüs günde fazladan 100-150 km arası fazla yol yapıyor. İthal benzin yakıyor, şoför de yolcular da daha fazla yoruluyor. İstanbul Avrupa yakasından Sakarya, İzmit gibi yerlere giden ve günde iki sefer yapan otobüsleri düşünün. Dahası da var. Otobüsler 3. Köprü’den geçmek için 8 TL fazla para ödüyor. Bütün bunlar da haliyle bilet fiyatına yansıyor.

Hükümetin umurunda mı? Değil! Kendisinden hesap soracak seçmenin ise belki durumdan bile haberi yok. Kontrollerindeki medya bunları yazmıyor.

Köprüyü 10 yıl boyunca işletecek IC İçtaş İnşaat ve Astaldi şirketlerinin umurunda mı? Değil! Onlar yaptıkları anlaşma gereği köprüden araç geçse de geçmese de paralarını devletten alıyor.

Anlayacağınız olan vatandaşa oluyor. Trafik olmayan yere köprü yaparsan, yolcu olmayan yerden otobüs geçirmeye zorlarsan böyle olur. Köprüden yılda 135 bin araç geçiş garantisi verdikleri için herkesi o köprüyü kullanmaya zorluyorlar. 2017 Ekim ayında Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan’ın açıkladığı rakama göre, bütün bu zorlamalara rağmen geçiş sayısı günde 80 bin civarında kalmış. Üstünü devlet şirketlere ödüyor. Kaldı ki, zorla İstanbul’daki tüm araçları doğa katili 3. Köprü’den ve ona bağlı çevreyolundan geçirseniz ve geçiş garantisini tuttursanız ne yazar? Oradan geçen her bir araç, yaktığı petrolle, kirlettiği havayla yine ekonomiye zarar verecek. İnsanlar güneyde yaşıyor sizin köprünüz en kuzeyde.

Mesele İstanbul’un kuzeyini ranta açmak elbette. 3. Havalimanı da, Kanal İstanbul da bu planın bir parçası. Trafik sorununu çözmek isteyen trafiğin olduğu yerde, otomobile değil toplu taşımaya yönlendiren çözümler arardı. Boğaziçi Köprüsü’nün altından geçecek bir metro geçişi gibi. Her şeyden önce de İstanbul’daki nüfusu artıracak değil azaltacak projeler yapardı. Koskoca ülkenin beşte birini bir kente toplamaya çalışmazdı. Yönetici beton dökmek için değil bunları planlamak için var. Çılgın ya da mantıklı, proje dediğiniz de böyle bir kavram zaten. Köprü, tünel, bölünmüş yol, havalimanı proje değil bir inşaat çalışmasıdır. Proje ise bir izlencenin yani programın parçasıdır. Örnek verelim. İstanbul’un trafik sorununu çözmek sizin programınızsa hayata geçireceğiniz projeler bellidir. Kentin sınırlarını çizmek, yeni göçe, rant alanlarına fırsat tanımamak ve mevcut ulaşım altyapısını toplu taşımayla güçlendirerek trafik sıkışıklığını azaltmak gerekir. Bu programı hayata geçirmek için daha fazla köprü, yol yapmaz; aksine metro, toplu ulaşım, deniz taşımacılığı gibi projelerle çözüm ararsınız. İstanbul’un el değmemiş bölgelerini imara açmazsınız. Programsız, plansız birbirinden bağımsız projeler şirketlere nakit sağlamaktan, ülkeyi borçlandırmaktan ve petrol bağımlılığını artırmaktan başka bir şeye yaramaz, hiçbir sorunu da çözmez.

Sahi, yeri gelmişken soralım. İstanbul’un trafiği 3. Köprü ve Avrasya Tüneli yapılmasına rağmen neden hâlâ tıkalı?

Üçüncü köprüyü yıkmak gerekecek

Özgür Gürbüz-BirGün/11 Eylül 2017

Foto: Arkitera
Geçen hafta Hasankeyf’in kurtulması için Ilısu Barajı’nın bitirilse bile çalıştırılmaması gerektiğini yazmıştım. DSİ dışında bu öneriye itiraz eden fazla kimse olmadı. Türkiye adına bir ilerleme sayılır çünkü eskiden milyarlarca harcanmış projelerin atıl bırakılması, yıkılması bu ülkede bir tabuydu. Radikalleşen ve faşizmle kol kola giren bir dini ayaklanmayı nasıl, “ama aslında dinimiz böyle değil” diyerek önleyemezseniz, yanlış yatırımların zararlarını da, “yapılmış bir kere, yıkmak olmaz diyerek” kapatamazsınız. Faşizme olduğu gibi ekolojik yıkıma da açıkça karşı durmak gerek. Ekosistem bir bütündür, yarısını feda ederek diğer yarısını kurtaramazsınız.
   
Temiz bir nehrin değerini bilmeyenler bu yazdıklarımı anlamayacak, biliyorum. Duble yolu gelişme, kentin göbeğindeki parkı boş duran bir arazi gibi gören, dünyanın gittiği yerden habersizler büyük olasılıkla bana ateş püskürecek; olsun. ODTÜ gibi Türkiye’de geleceğin dünyasını anlamaya en yakın kurumlardan birinden, gece baskınıyla yol geçirmeye çalışan Melih Gökçek’in anlayacağını ise hiç sanmıyorum. Yine de yazalım. Türkiye’nin düzgün bir gelecek kurabilmesi, gelecek nesillerin sağlıklı yaşayabilmesi, ekonomik ve çevresel zararlarını azaltabilmesi için bugünkü neoliberal politikaları terk etmek yetmeyecek. Yapılan birçok hatalı projeden vazgeçilmesi, bazılarının da bitmiş olsa bile yıkılması ya da atıl durumda bırakılması şart olacak.

Yapılırlarsa hem pahalı hem de riskli oldukları için, enerji konusunda bilgi sahibi ilk hükümetin kapısına kilit vuracağından emin olduğum nükleer santrallar listenin başında yer alıyor. Ön hazırlıkları için anlaşma imzalandığı söylenen Kanal İstanbul projesi de olur da yapılırsa, tüm ülke kazma kürek elde o kanalı kapatmak için uğraşmak zorunda kalacak. Yaratacağı ekolojik tahribat tartışılamaz boyutta. Proje, İstanbul’da araç kullanan herkesin düşünebileceği bir sorunu da barındırıyor. Şu anda üç köprü, bir yeraltı tüneli ve metroya rağmen İstanbul trafiğini kilitleyen boğaz geçişine bir yenisi eklenecek. Boğaziçi Köprüsü’nden geçtiniz, Trakya’ya gideceksiniz karşınıza bir boğaz daha çıkacak. Yine köprülerde trafiğe takılacaksınız. Bu projeyi ancak İstanbul’da halkın arasında dolaşmayan, helikopterle gezen biri hayal etmiş olabilir. Fatih Sultan Mehmet yaşasaydı, Kanal İstanbul için “görüldüğü yerde doldurula” derdi.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü, üçüncü havalimanı gibi projelerin yıkılması da İstanbul’un kurtuluşu için şart. İstanbul’u kısa zamanda 25 milyon nüfusa ulaştırıp bir ölüm şehri yapacak bu iki projenin alternatif kullanımı bile olamaz.

Bu söylediklerim size çılgınca gelebilir. O zaman sizi şu çılgın hesapla baş başa bırakayım. Bahçeşehir Üniversitesi Ulaştırma Mühendisliği’nin 2015 yılında yaptığı hesaba göre İstanbul’daki trafik sıkışıklığının bedeli yılda 2 milyar avro. Bugünkü kurdan çevirirsek 2,4 milyar dolar ediyor. İstanbul’un kuzeyini imara açacak üçüncü havalimanı ve üçüncü köprü gibi projeler yüzünden kent nüfusu ikiye katlanırsa aynı sorun İstanbul’un kuzeyinde de yaşanacak. İkinci köprü gibi üçüncü köprü de birkaç yıl içinde dolacak. Trafik sıkışıklığı kaynaklı zararın nüfus artışıyla paralel gittiğini varsayalım. Trafik kuzeyde de sıkıştığında yıllık kayıp 4,8 milyar doları bulacak. Çılgın projenin ne kadar çılgın olduğunu asıl o zaman göreceğiz.

Peki, radikal bir karar alır, o köprüyü yıkarsak, İstanbul’un nefes almasına yarayan Kuzey Ormanları’nı imara açmazsak ne kaybederiz?  Kaybımız köprünün maliyeti ve şirketlere verilen taahhüt kadar olur. Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan’ın verilerine göre köprünün yapım maliyeti 3,5 milyar dolar. Köprüden hiç araç geçmezse garanti kapsamında ödenecek miktar yılda 790 milyon dolar. 2019 yılındaki seçimlerde garantinin bitmesine 5 yıl kalacak. Kalan beş yıl için bir 3,5 milyar dolar da şirketlere ödense Hazine’den çıkan para 7 milyar doları bulur. Yıkılmazsa her yıl trafik sıkışıklığından gelecek zarar ise 2,4 milyar dolar. Üç yılda köprüyü yıkmanın masrafını çıkartırız. Ardından da İstanbul’u küçültme projesi devreye girer. Yeni sanayi ve konut projelerine imar izni verilmeyerek işe başlanabilir. Hem kentte yaşayanların sağlığı, hayatı kurtulur, hem de trafik sıkışıklığı azalır. Sizce hangisi çılgın proje? O köprüyü yapmak mı yoksa yıkmak mı?

Öpüşmezsek trafik sorunu çözülür mü?

Özgür Gürbüz-BirGün/10 Kasım 2013

Erkek erkeğe oturdunuz ve İstanbul’daki son yeşil alanın talan edilmesi için bir köprü, bir de üçüncü havalimanı yapılmasına karar verdiniz. O küçücük helikoptere erkek erkeğe sıkışıp, durumu bir de havadan gördünüz. Ağaçları kesen testerelerin iki ucunda da erkekler vardı. Kamyonları erkekler kullandı.

Büyük otomobiller, dev kentler, en gaddar savaş makinaları, erkek erkeğe oynadığınız o ölümcül oyunların araçları değil mi? Kadınların bile erkek gibi düşünenini, maçlarda küfredenini sevdiniz. En çok da itaat edenini beğendiniz. Evde çocuk bakanını, yemek yapanını, politikada sizin istediğiniz zaman ve istediğiniz gibi konuşanını tercih ettiniz. Siz izin verdiğinizde soyundular, siz istediğinizde giyindiler. Böylesini sevdiniz, ‘söz dinleyenini’.

Çocuk doğuran kadınlara cenneti vaat ettiniz ama iş yerlerinde müdürlüğü çok gördünüz. Cennetlik kadınları dövdünüz, erkek erkeğe tecavüz edip, başlık parası için yine erkek erkeğe pazarlık yaptınız. Kadınlara bir kez kulak verseydiniz, kadınlı erkekli oturup konuşsaydınız bugün bu korkunç dünyayı konuşmuyor olurduk. Daha fazla zorlamayın, erkek erkeğe ne yaptığınız ortada.

Kadınlı erkekli ışınlanıyorlar
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü ve Star Gazetesi yazarı Sedat Laçiner, köşe yazısında Yanyana evleri kiralayıp, duvarları delip iki evi tek eve çevirip karma halde kalanları da gördüm...” diye yazmış. Bizim memlekette iki dairenin duvarını delsen bina başına çöker. Çökmezse de ev sahibi, tüm apartman sakinleri orada biter. Belki de öğrenciler kaşıkla kaza kaza eritmiştir duvarı… Varsayalım rektör doğru söylüyor.  Beni asıl, öğrencileri yan dairenin kapısını çalmak yerine duvar kırmaya iten nedenler ilgilendiriyor. Mahalle baskısı mı yoksa Laçiner’in de sık sık övündüğü atalarından aldıkları ilham mı onları bu zor işe koştu? Ferhat’ın Şirin’i görmek için dağları deldiğini hepimiz biliriz, deniz kumu dolu duvarın lafı mı olur?

Laçiner başında bulunduğu üniversiteyi hemen kapatsın. Orası bir ‘bilim yuvası’. Belli mi olur, öğrenciler bu azimle bilim kurgu filmlerde gördüğümüz ışınlamayı bulur, kadınlı erkekli ışınlanıverirler. Bir o evdeler bir bu evde. Aman ha!

Öpüşmezsek trafik sorunu çözülür mü?
İstanbul’daki trafik sorunu herkesi çıldırtıyor. 20 yıldır kenti idare eden zihniyet, seçimler yaklaşınca her yere metro yapacağız diye reklamlara başladı. 20 yıldır uyuyanlar birden uyandı; inanırsanız. Gariptir, bu toplu taşıma sevmemezlik sadece İstanbul’a has değil. Ankara’da aynı durumda. Kentte metro öyle nadir görülen bir şey ki, metro gören gençler sevinçten ne yapacağını şaşırıp birbirlerini öpüyor. Otomobil ve petrol lobisi ellerini ovuştururken, çılgın kentlerin çılgın başkanları seyrediyor. Halbuki acil alınacak önlemler var.   

Çin’in başkenti Pekin de trafikten dertli bu nedenle özel araç sayısını kısıtlıyor. Birkaç yıl önce alınan kararla kentte her yıl dağıtılan yeni plaka sayısı 240 binle sırlandırılmıştı. 2014’ten itibaren bu rakam 150 bin olacak. Pekin’de plakalar kurayla dağıtılıyor. Şansınız yaver gitse bile uymanız gereken bir kural daha var. Plakanızın son rakamına göre, hafta içi iş saatlerinde trafiğe çıkamadığınız günler var. Bu yasak nedeniyle hafta içinde bir gün araçlar evde bırakılıyor.

İstanbul’da otomobil kullanımına kısıtlama getirmek yerine özel araç kullanımını teşvik edecek yeni tüp geçitten bahsediliyor. Enerjide açıktan yakınıyorlar ama petrol ve otomobil lobilerine diş geçiremiyorlar. Otomobil satışları düşse ihracat tehlikeye girecek ve petrol üzerinden aldıkları vergiler de azalacak. Yanlış ve sürdürülemez büyüme politikaları yüzünden bizi trafik sıkışıklığına mahkum ediyorlar. Önce insan* diyecek cesur bir hükümete ihtiyaç var.
  
Not: Yazımdaki son cümlede, rantın değil insanın ihtiyaçlarına yanıt verilmesi gerektiğini yazmak istemiştim ama bu haliyle, "insan merkezli" bir bakış açısıyla yazılmış gibi duruyor. Okuduğumda beni rahatsız ettiği için en azından e-günlüğe bu notu düşmek istedim.

İstanbullu her gün ağır metal soluyor!

İstanbul’u çevreleyen TEM Otoyolu ve ana arterlerin yanındaki topraklarda yapılan ölçümler, Avrupa Birliği standartlarının çok üstünde ağır metal kirliliğin tespit etti. Taşıt kaynaklı kurşun, çinko ve bakır kirliliği hem araç içindekileri, hem yola yakın oturanları hem de yol kenarlarındaki tarlalarda yetiştirilen ürünleri zehirliyor.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk/7 Mayıs 2009

Avrupa Birliği’nin (AB)bir kilogram toprakta bulunmasına izin verdiği kurşun miktarı en fazla 100 miligram. İstanbul’daki 1. Çevreyolu kenarından alınan toprakta ise bu değer 1572 miligramı buluyor; yani tam 15 katı. Aynı yol üzerinde bulunan en yüksek çinko değeriyse kilogramda 522 mg. Bu da AB sınır değerinin 2,5 katı. 

1. Çevreyolu en kirlisi
Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü Araştırma Görevlisi Mert Güney tarafından hazırlanan yüksek lisans tezinde, İstanbul Anadolu Yakası’ndaki otoyol ve ana arterlerden 40’a yakın toprak örneği alınmış. Bunlardan 16’sı TEM Otoyolu’nun Elmalı Baraj Havzası bölgesindeki Molla Gürani Viyadüğü çevresinden. Sonuçlar, 2007 yılından itibaren yasaklanmasına rağmen, özellikle kurşunlu benzinin kullanıldığı dönemden kaynaklanan ciddi çevre kirliliğine işaret ediyor. Bunun dışında fren balatalarından motor yağına kadar birçok noktadan ağır metal kirliliği meydana gelebiliyor. Topraktaki kurşun miktarı, İstanbul 1. Çevreyolu (O1 Otoyolu) civarında sınır değerin 15 kat üzerine çıkıyor. D20 Bağlantı noktasında ise 6,5 kat. Çinko kirliliği de yine 1. Çevreyolu’nda sınır değerin 2,5 kat üzerinde tespit edilmiş. Sadece O2 Otoyolu’ndaki örnek noktalarında, çinko ve kurşun değerleri sınır değerlerin altında kalıyor. Diğer noktalarda ise hep üstünde çıkıyor. 

Kanser Tehlikesi
Mart 2009’da uluslararası hakemli dergide yayımlanan ve kabul gören tezin danışmanı Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Turgut Onay, uzun süre yol kenarında çalışan, yaşayan insanlarla iyi bir havalandırma sistemi olmayan araçlardaki sürücülerde, ağır metallerden kaynaklı solunum ve sinir sistemi hastalıkları görülebileceğini belirtiyor. Bu kirliliğin kansorejen etkilerine dikkat çeken Onay, “Sürekli bu bölgedeki yiyecekleri yiyenler, bu yolları kullanan şoförler ve karayolları ekipleri için tehlike daha da büyük. Bu kişilerde sağlık sağlık taraması yapılmalı” diyor. 

Yol kenarına konut ve tarla olmaz
Tezi hazırlayan Araştırma Görevlisi Güney ise bu kirlikten korunmak için şoförlerin araç içerisinde camlar kapalı seyahat etmesini, havalandırma sistemlerini kullanmalarını ve filtre değişimi gibi gerekli bakım işlemlerini mutlaka yaptırmalarını öneriyor. Güney, “1. Çevreyolu ve E-5 daha kirli. Trafik yoğunluğunun çok olması ve uzun süredir bu yolların kullanılıyor olması bunda etken. Yol kenarlarında, yapılaşma ve tarım amaçlı kullanım için sınırlamalar getirilmeli. Özellikle yolların 10 metre yakınında kesinlikle tarımsal amaçlı kullanım olmamalı” diyor. Buna karşın, E-5 üzerinde birçok noktada yol kenarlarından başlayan tarım alanları görmek mümkün. Yine yol kenarlarında TOKİ dahil birçok inşaat firmalarının bloklar halinde konutlar inşa ettiği de gözlemleniyor. AB, kurşunlu benzini özellikle çocuklarda zeka geriliğine yol açtığı için 1993 yılında yasaklamıştı.

***
Numune Alınan Yer
Kurşun (Azami/Asgari) (Mg/Kg)
Çinko(Azami/Asgari) (Mg/Kg)
O1 Otoyolu
1572,5 / 560,2
522,1 / 407
O2 Otoyolu
88,1 / 50,5
193,2 / 161,3
O4 Otoyolu
227,8 / 128,1
350,3 / 258,4
D100 Otoyolu
133,7 / 78,3
330,1 / 241,7
D20 Bağlantısı
645,8 / 204,9
433,6 / 264,5
O4-D100 Bağlantısı
133,7 / 78,3 3
30,1 / 241,7
Elmalı Baraj Havzası
104,2 /34
275,8 / 138,1
Avrupa Birliği sınır değerleri kurşun için azami 100 mg/kg; çinko içinse 200 mg/kg olarak belirlenmiştir.

***
Otoyolda camı açıp yolculuk yapmayın
Aracınızda camlar açık seyahat etmeyin.Havalandırma sisteminizi düzenli bakımdan geçirin.Klimalarınızın filtrelerini değiştirin, yakıt tasarufu yapacağım diye klimayı kapatıp kendinizi zehirlemeyin.Yola yakın evlerde oturuyorsanız yola bakan camlarınızı açmamaya çalışın.Yol kenarında yetişen sebze ve meyveleri almayın.Evleri hem gürültü hem de ağır metal içeren tozlardan korumak için yol kenralarına tahta perdeler yapılmalı.Yolda çalışan işçiler gerekli tedbirleri almadan çalışmamalı.