Japonya Başbakanı Şinzo Abe, Marmaray’ın tüp geçidini
açmak için önümüzdeki hafta Türkiye’ye gelecek. Abe’nin, ziyareti sırasında
Sinop’ta kurulmak istenen nükleer santralle ilgili anlaşmanın da imzalanacağı
söyleniyor. Mersin’den sonra Sinop’a da nükleer santral kurmak isteyen
“demokratik hükümetimiz” radyasyon tehlikesini ülkenin her yanına eşit dağıtmak
istiyor olabilir. Mersin ve Adana’dakiler kanserden ölürken, kuzeydekilerin
bakması olmaz. Bu hata Çernobil’de istemimiz dışında gerçekleşmişti. Radyasyon
bulutlarını ülkenin her yönüne üfleyememiştik. Şimdi dağıtım merkezleri kurarak
sorunu hallediyoruz. Her yerde nükleer, herkese radyasyon!
Konda’nın Nisan ayında yaptığı araştırmada Türkiye’de nükleere hayır diyenlerin oranı
yüzde 63,4’tü. Fukuşima sonrası bu oran yüzde 80’lerdeydi. Ana akım
medyanın yanlı tutumu, konunun kamuoyunda hiç tartışılmaması nükleer meselesine
ilgiyi azaltsa da Türkiye’de AKP’ye oy veren insanlardan daha fazlasının
nükleer istemediği ortada. Peki, şimdi ne olacak? Halkın fikri hiçe sayılıp, nükleere
evet mi denecek?
Başbakan Erdoğan her fırsatta diktatör olmadığını
söylüyor. Sandıktan, seçimden bahsediyor ama iş çevre meselelerine gelince
ortada demokrasinin “d”sini gören yok. Başbakan’ın her konu için seçimleri
adres göstermesi de komik bir hâl almaya başladı. İki gün önce, “Diktatörsem
beni sandıkta indirsinler” diye gösterdiği adres 30 Mart’taki yerel seçimdi.
Yerel seçimde Erdoğan’ın diktatör olup olmadığını mı oylayacağız yoksa belediye
başkanlarını mı seçeceğiz? Belli ki Erdoğan, yerel seçimlerde belediye
başkanlarının icraatlarını konuşmak istemiyor. Nükleer enerji meselesini
kamuoyunda tartışmak istemediği gibi. Enerji Bakanı’nın televizyonda nükleer
karşıtlarının karşısına çıkıp sorularını cevapladığını hiç gördünüz mü?
Mersinliye, Sinopluya fikrini soran oldu mu? Krallar ve diktatörler gibi sadece
kendileri konuşsun istiyorlar.
Türkiye’de sandıklar yerelin sorunlarına yanıt vermiyor.
Erdoğan’ın demeci itiraf niteliğinde. Seçimler hükümetin güven oylamasına
dönüştürülerek basitleştirilmek isteniyor. Sandığa gidenlerin aklına deresindeki
HES, ilindeki nükleer santral ve kentindeki trafik sorunu gelmesin istiyorlar. İçkiydi,
dindi derken bir beş yılı daha çalacaklar. Halbuki, Gezi’den sonra gündem
değişti. ODTÜ Ormanı ve ulaşım sorunları gibi yerelin gündemi artık her gün
karşımıza çıkıyor. Yaşam hakkımızı konuşuyoruz. Ne olursa olsun, çözüm sandık
diyenlere de 2009 yerel seçimlerini hatırlatalım. Nükleer projeleri
açıkladıktan sonra AKP Sinop ve Mersin’de seçimleri kaybetmişti. Halk nükleer
müjdeden çok memnun olsa hükümete sandık sandık oy atardı. Sandıktan AKP’ye
hayır çıktı ama nükleer projeler iptal edilmedi. Demek ki sandık da sadece
işine gelince...
Hükümetin tüm sorunları genel seçimde çözme fikri ne
kadar eskiyse, nükleer enerjinin elektrik ihtiyacını karşılama konusunda tek
çare olduğu fikri de o kadar eski. 1993’te dünyadaki elektrik üretiminin yüzde
17’si nükleer santrallerden sağlanıyordu. Bu oran yüzde 13’ün altına düştü. 1993’te
rüzgar, güneş ve jeotermal gibi kaynakların küresel elektrik üretimindeki payı
sıfıra yakındı, bugün yüzde 4,5. Nükleerin payı düşerken, yenilenebilir
enerjilerin artıyor. Türkiye’nin en büyük şansı da burada. Nükleer teknoloji ve
yakıt konusunda tamamen dışa bağımlıyken yenilenebilir enerji konusunda çok
ciddi bir potansiyele sahip. Nükleer konuşarak 40 yıldır ihmal ettiğimiz rüzgar
ve jeotermal şu anda elektrik üretimimizin yüzde 4’e yakınını sağlıyor. Başka
söze gerek var mı?