Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine
göre Türkiye’de kişi başına düşen balık tüketimi 7,8 kilogram. Dünya ortalaması
17 kilogramın üstünde. Gelişmiş ülkelerde bu rakam 30 kiloya yaklaşıyor. Bu
demek değil ki her ülke gelişmiş ülkeler kadar balık tüketmeli. İzlandalılar
bizden daha fazla, yılda 91 kilo balık tüketiyor diye ortalığı birbirine
katmanın âlemi yok. Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili olduğu için
tüketim miktarını arttırılabilir ama önemli olan ne kadardan çok nasıl
tükettiğiniz. Dengeli beslenip beslenmediğiniz. Bir de işin çevre boyutu var.
İzlandalılar kadar balık tüketeceğim diye denizde ne var ne yok talan etmenin
de anlamı yok. Bugün balık var, yarın da olmalı.
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Yavaş Balık (Slow Fish) konferansının bugün dördüncü ve son günü. Balıkçılar,
akademisyenler, Lüfer Koruma Timi; konuyla ilgili herkes orada… Sorunun bir
ayağı azalan balık stokları. Denizlerin kirlenmesi, iklim değişikliği, aşırı ve
bilinçsiz avlanma yüzünden birçok tür tehlike altında. Prof. Ertuğ Düzgüneş, denizlerin
dünyanın ortak malı olduğuna dikkat çekiyor ve sorunun çözümü için cesur
kararlar alınmalı, “Bazı türler için bir yıl av yasağı yetmiyorsa beş yıl
avlanma yasağı getirilebilir” diyor. Balıkçıların çoğunluğunun yasak fikrine
sıcak bakmadığını bilmem söylemeye gerek var mı? Fakat durum ciddi. Kolyos, Torik,
Orkinos, Kırlangıç, Mavruşgil, Kupez, Çaça ve Karadeniz Sahil Yolu inşaatı
nedeniyle yaşam alanları yok edilen kaya balıkları artık denizden çıkmıyor. Düzgüneş,
“Bu durum devam ederse, Kızılderili reisin dediği gibi son balığı avlayacağız
ve paranın yenmeyeceğini anlayacağız” diyor.
Bir de balık sorununun öteki yüzüne bakmalı. Tarım
Bakanlığı’nın da desteklediği bir araştırmada Prof. Hasan Güngör, Dr. Mustafa
Zengin ve Yrd. Doç. Günay Güngör, Marmara’daki balıkçıların çalışma ve yaşam
koşullarını incelemiş. Yedi ilde 258 balıkçı teknesinin personeli ve sahibiyle
konuşmuşlar. Teknelerde çalışan tayfaların durumu içler acısı, gelirleri
avlanan balık miktarına bağlı. Satışın yarısı yakıt ve paketleme gibi giderlere
gidiyor, kalanı tayfa arasında yaptıkları işlere göre paylaşılıyor. Yapılan anket gösteriyor ki, tayfaların
yüzde 46’sı yılda 3 ila 6 bin lira arasında bir para kazanıyor. Bu yüzden
de av yasağının olduğu yılın yarısında ek iş yapanlar var. Tarlada
çalışıyorlar, çatı tamir ediyorlar ama bunu yapabilenlerin oranı da yüzde 40’ı
geçmiyor.
Balıkçıların yüzde 60’ının başka bir geliri yok. Yüzde
41’inin evinde bakmak zorunda olduğu dört kişi var. Yarısı ilkokul mezunu ve
yüzde 68’i 40 yaşın altında. Yüzde 70’i başka bir iş bulamadığı ya da elinden
başka bir iş gelmediği için balıkçılık yaptığını söylüyor. Kısaca, teknede
çalışan balıkçılar av sezonunda ne kadar çok avlarlarsa o kadar çok para
kazanıyor. Bu durum, kaçak ve aşırı avlanmayı teşvik ediyor olabilir ancak tek
nedenin bu olduğunu sanmıyorum. Tekne sahiplerinin durumu tayfadan daha farklı.
Eğer 26 metreden büyük bir tekneye sahipseniz aylık geliriniz, tüm masrafları
düştükten sonra 49 ila 81 bin TL arasında değişiyor. Paylaşım konusunda güverteyle
kaptan köşkü arasında bir balina kadar fark var.
Türkiye’de av yasağı ve balıkçılık yapan tekne sayısının
azaltılması gündeme geldiğinde itirazlar yükseliyor. Çoğu karada, 2 milyon 500
bin kişi, geçimini bu sektörden karşılıyor. “Avlanamazsın” dediğin kişiye iş
bulmalı, başka iş sahaları göstermeli. Evet, ama kime? Yılda 6 bin lira kazanan
tayfaya mı yoksa sayıları yüzlerle ifade edilebilecek tekne sahiplerine mi? Balıkçılığın
daha kontrollü yapılmasının önünde kim duruyor? Bu sorunun yanıtını bilirsek
çözüme daha kolay ulaşırız.
***
Mimar ve gazeteci Oktay Ekinci’yi geçen hafta yitirdik. Daha
iyi bir çevre, planlı ve yaşanabilir kentler için tüm hayatı boyunca uğraştı.
Kendisinden çok şey öğrendim ve öğrenmeye de devam edeceğim. Yazıları ve
eserleri bizlere yol gösterecek.