Nükleer santrallar dış borcu 100 milyar dolar artıracak

Özgür Gürbüz-BirGün/10 Eylül 2018 

Türkiye’nin 460 milyar doları bulan dış borcu yaşadığımız ekonomik krizin tam merkezinde duruyor. Şirketler dolar ve avro üzerinden aldıkları borçları ödeyemez hale geldi. Batan batana ama bu daha başlangıç. Kimsenin hesaba katmadığı 100 milyar doları geçen bir başka dış borç yükü daha pusuda bekliyor. Nükleer santrallar kurulursa dolar üzerinden verilen alım garantileri devreye girecek ve her yıl 6 milyar doları bulan ek bir dış borç kalemi daha listeye eklenecek.
Türkiye Mersin’de Rusya’nın, Sinop’ta ise Japonya ve Fransa’nın yapmak istediği nükleer santrallara alım garantisi verdi. Kasada para olmadığı için sen parayı bul, nükleer santralları yap; biz ürettiğin elektriği belli bir fiyattan satın alma garantisi verir, uzun vadede öderiz dendi. İyi hoş da iki santrala verilen alım garantisinin toplamı Türkiye’nin dış borcunun beşte biri kadar.

Rusya’ya, Akkuyu’daki santralında üreteceği elektriğin yarısını 15 yıl boyunca kilovatsaat (kWh) başına 12,35 dolar sent ödeyerek alma sözü verildi. Akkuyu’da kurulmak istenen santralın yılda 35 milyar kilovatsaat (kWh) elektrik üreteceği tahmin ediliyor. Bunun yarısı alım garantisi kapsamında, yani yılda 2 milyar 160 milyon dolarlık ödeme yapacağız. 15 yılda ödeyeceğimiz miktar 32 milyar doları geçecek. Santralın tüm hisseleri Rusya devlet şirketi Rosatom’a ait. Mersin’de olması hiçbir şeyi değiştirmiyor, alın size dağ gibi dış borç ve dışa bağımlılık.

Sinop’taki anlaşma da farklı değil. Sinop’ta verilen alım garantisi kWh başına yakıt bedeli hariç 10,38 dolar sent. Yakıt bedeliyle Akkuyu’ya yaklaşacak ama bir fark daha var. Sinop nükleer santralı hayata geçerse ürettiği elektriğin yüzde 100’ü hem de 20 yıl boyunca alım garantisi kapsamında olacak. Bu yüzden de Sinop’un yıllık alım garantisi faturası daha ağır; yılda 3 milyar 800 milyon dolar. 20 yılda ödenecek 75 milyar dolardan bahsediyoruz.

Sinop’taki proje şirketinde EÜAŞ’ın yüzde 49 hissesinin olması planlanıyor ama bu pek içinizi rahatlatmasın. EÜAŞ’ın bu kadar hisseye denk gelecek yatırım miktarını nereden bulacağı belli değil. Kim kredi verir, faiziyle ne kadara patlar; meçhul. Kaldı ki proje şirketi vergi cenneti diye bilinen (offshore) Jersey Adası’nda kuruldu. O yüzden de alım garantisinin tamamını değil hepsini ben dış borca yazıyorum. İsteyen 35 milyar dolar kabul etsin.

Özetle iki nükleer santral yüzünden Türkiye’nin yabancı şirketlere ödeyeceği borç miktarı 100 milyar dolar. Hem de devlet borcu, şirketlerin değil. Karşılığında elektrik alacağız elbette ama bu bizi rahatlatmasın. Neden mi? Dört maddede özetliyeyim.

·       Satılan elektrik pahalı. Nükleer santrallardan 12 dolar sent ödeyerek alacağımız elektriğin bugün piyasadaki fiyatı 4,5 dolar sent. Aynı elektriği üçte bir fiyatına almak varken alım garantilerindeki yüksek rakamlar nedeniyle mecburen pahalıya alacağız.

·       Önümüzdeki yıllarda elektrik fiyatı artar, alım garantilerini yakalar diye düşünmeyin. Bugün rüzgar ve güneş gibi kaynaklardan 3-4 sente elektrik üretebiliyoruz. Türkiye’deki ihalelerde çıkan, gerçekleşmiş fiyatlar bunlar. Bu kaynakların fiyatları düşmeye de devam ediyor. Türkiye nükleer ve kömür yerine yenilenebilir enerji ve enerji depolamaya yatırım yaparsa elektrikte büyük fiyat artışlarının olmayacağını öngörebiliriz.

·       Alım garantileri dolar üzerinden. Türkiye Rusya ile anlaşma imzaladığında dolar kuru 1,52 TL’yi gösteriyordu. Şimdi 6,5’lara geldi. Nükleer santrallar bir gün bile çalışmadı ama satacakları elektriğe yüzde 433 zam geldi. Türk Lirası kazananlar bu zammı nasıl karşılayacak? Önümüzdeki 15-20 yıl içinde dolar kurunun nereye gideceği de belli değil.

·       Elektrik arzının beklendiği gibi artmayacağı ortada. Ağustos ayında elektrik tüketimi bir yıl öncesine göre yüzde 3,22 oranında azaldı. Ekonomik kriz nedeniyle de büyümenin iyice yavaşlayacağı ortada. Bu şartlar sürdükçe piyasada fiyatların artması zor.

Atılacak bir adım var. Nükleer projeleri iptal etmek. Hazır çevreciler Akkuyu’nun yer lisansının iptali için dava da açmışken mahkemenin bir kararına bakar bu iş. Sonuçta mahkemelerimiz bağımsız, Rusya itiraz edemez. Yoksa nükleer santral çok pahalıya patlayacak.

Elektrik ve doğalgaza her ay zam

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Eylül 2018

Elektrik fiyatlarına 1 Ağustos’ta yapılan zammın üzerinden bir ay geçtikten sonra bir zam daha geldi. Konutlarda elektrik fiyatları bu ay da yüzde 9 oranında artırılırken, son zamdan sanayici de yüzde 14’lük artışla payını aldı. Doğalgaz zammı da bir önceki ay olduğu gibi yüzde 9 oldu. Elektrik Mühendisleri Odası, “Türk tipi başkanlık sistemiyle” üç ayda bir yapılan gözden geçirme yerine her ay zam düzenine geçildiğine dikkat çekiyor. Anlaşılan padişah sevgisi gıda ve ulaşımdan sonra bir başka önemli ihtiyacı, enerjiyi de erişilmesi zor bir kaynak yapacak.

İşin şakaya gelir yanı yok. Son bir yılda evimizdeki elektrik faturası yüzde 33, sanayi, ticarethane ve tarımsal sulamada ise yüzde 44 zamlandı. Bizler faturaları nasıl ödeyeceğiz diye düşünürken, üretici de enerji maliyetini nasıl karşılayacağını düşünüyor. Doğalgaza bir ay içinde yapılan iki zammı da hesaba kattığımızda, gıdadan giyim ve hizmete her alanda yeni zamların geleceği ortada. Mutfaktaki ateş daha da körüklenecek, herhalde en kötüsü de bu.

Bu zamların arkasındaki nedenlerden biri Türk Lirası’ndaki feci değer kaybı. Türkiye doğalgazı yurt dışından alıyor ve dolarla ödeme yapıyor. Doların artışı işi zorlaştırdı. Zaten yıllardır doğalgazda destekle (sübvansiyon) ayakta duruyorduk, hükümet elektrik üreten santrallara verilen doğalgazda desteğin büyük bir kısmını geri çekti ya da ekonomik kriz yüzünden artık bu yükü taşıyamaz hale geldi. Sanayiciye verilen doğalgazda ise destek şimdilik sürüyor.

İşin seçimleri ilgilendiren bir kısmı da var. Makine Mühendisleri Odası’nın “Elektrik ve Doğal Gaz Fiyatlarına Yapılan Son Zamların Analizi” raporu, Anayasa halk oylamasıyla başlayan ve 24 Haziran seçimiyle biten süre boyunca halkın tepkisini çekmemek için doğalgaz zamlarının nasıl ertelendiğini tek tek açıklıyor. Seçimler bitti, saraylarda oturma garantiye alındı, zamlar da serbest bırakıldı.

Elektrik tarafında yönetim krizinden de bahsetmek mümkün. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yıllardır ithal doğalgazdan kaçmak için her dereye HES, her ovaya termik santral kurmaya çalışıyor. Bu çabanın bir ölçüde başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Doğalgazın Türkiye elektrik üretimindeki payı 2017’de yüzde 37’e geriledi. Ancak, bir ara yüzde 50’ye yaklaşmış bu oranın azalması AKP’nin iddia ettiği gibi enerjide dışa bağımlılığı azaltmadı. Tasarruf ve enerji verimliliğine büyümeyi etkiler korkusuyla öcü muamelesi yapıldı. Doğalgaz gitti ithal kömür geldi. Enerjide dışa bağımlılık konusunda ithal petrole hiç dokunulmadı. Tersine köprü, havalimanı ve yollarla petrol tüketimi teşvik edildi. Böylece dışa bağımlılık yüzde 75’leri bile görerek rekor kırdı. İthalat yükseldi, dolardaki artış da üzerine tuz biber oldu. Yenilenebilir enerjiden kömüre, petrolden doğalgaza sonuçta tüm alım garantileri, ticaret dolar üzerinden yapılıyor. Tercihler, kilovatsaati 3-4 dolar sente elektrik üreten rüzgar, güneş yerine, 6 sentten elektrik satan kömür olunca fatura daha da kabarıyor. İptal edilmezse nükleer santrala verilen alım garantisinin 12,35 dolar sent olduğunu hatırlatalım. Elektrik zammını asıl o zaman göreceğiz.

Son durum şu. 2018’in ilk sekiz ayında ithal kömür santralları elektrik üretiminin yüzde 20’sini karşıladı, doğalgazla beraber elektriğin yarısı ithal kaynaklardan üretildi. 18 yıl önce Türkiye’de ithal kömürle çalışan bir santral olmadığını hatırlatalım.

Özelleştirme kısmını da atlamayalım. Bugün fon ve vergiler hariç 100 TL’yi bulan bir faturanın 30 TL’si iletim, dağıtım, kayıp ve kaçak bedellerine gidiyor. Dağıtım bölgelerini alan şirketlerin kayıp ve kaçak oranlarını düşürmek için yatırım yapacakları söylenmişti. Türkiye’de kayıp-kaçak oranı Dünya Bankası’nın son verilerine göre yüzde 15. Dünya ortalaması ise yüzde 8. Yedi yıldır bir ilerleme olmadı çünkü bu firmalar ihaleleri almak için dolar üzerinden borçlandılar. 45 milyar doları aşan borçları olduğu söyleniyor. Bırakın yatırım yapmayı, bedellerini bize ödeterek yardım alıyorlar.

Bir başka yazıda devam etmek üzere soralım. Bu özelleştirmeler yapılmasa ve devlet dağıtım şirketlerini elinde tutsaydı, tarihinin en kötü ekonomik krizlerinden birini yaşayan Türkiye’de, kâr derdi olmayacağı için vatandaşa şu son zammı yapmadan elektrik satamaz mıydı?

Sürdürülebilir 17 hedef

Gezegenimiz tüm canlılar için giderek yaşanmaz bir hal alıyor. Birleşmiş Milletler’e (BM) üye 193 ülke, 25 Eylül 2015’te yoksulluğu sonlandırmak, gezegeni korumak ve herkesin refah içinde yaşaması için yeni Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri belirledi. Bu hedeflerin belirlenmesinden üç yıl sonra bir durum değerlendirmesi yapmak için BM Kalkınma Programı (UNDP) İklim Değişikliği ve Çevre Portföy Yöneticisi Nuri Özbağdatlı’yla konuştuk. 

Özgür Gürbüz-Magma/Ağustos 2018
 
Savaşlar, temiz içme suyuna erişim ya da iklim değişikliğinin etkileri... Gezegenin ve üzerinde yaşayan canlıların sorunları saymakla bitmiyor. Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı hâlâ günde iki dolarla geçiniyor. Nüfusun yarısından fazlası kentlerde yaşıyor ve barınmadan trafik sıkışıklığına onlarca ortak sorunla boğuşuyor. Gezegen sadece insanlar için giderek yaşanmaz bir hal almıyor, bu dünyayı paylaştığımız diğer canlılar da zor durumda. İnsan faaliyetleri yüzünden denizlerin yüzde 40’ında kirlilik, su ürünlerinin azalması gibi sorunlar görülüyor. Birçok tür ise yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bilinen 8 bin 300 hayvan türünün yüzde 8’inin soyu tükendi, yüzde 22’sinin de tükenmek üzere. Sürdürülebilir bir yaşamı sağlayan koşulları teker teker kaybediyoruz.

Kimi zaman akıntıya karşı kürek çekmeye benzese de birçok insan sürdürülebilir bir yaşam için ellerini taşın altına koyuyor. Dernekler, kooperatifler ve bazı şirketlerin çabalarının yanı sıra  de sürdürülebilirlik adına bir girişimi var. 25 Eylül 2015’te bir araya gelen 193 ülke, yoksulluğu sonlandırmayı, gezegeni korumayı ve herkesin refah içinde yaşaması için yeni Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri belirledi. 17 ayrı hedefin hepsinin 15 yıl sonra ulaşmayı amaçladığı farklı hedefleri var. 

1. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri'nin belirlemesinin üzerinden neredeyse üç yıl geçti. Mevcut durumu değerlendirdiğinizde yol aldığımızı söyleyebilir miyiz?
Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini tek başına ulaşılması gereken bir göstergeler ve rakamlar silsilesi olarak görmek yerine bir anlayış, yaklaşım ve herkesle birlikte çalışarak ortak fayda sağlayacak bir süreç olarak görüyoruz. Bu bakımdan özellikle bütüncül bakış açısının oluşması, farklılıkların bir bütün için buluşması ve herkesin sesini duyuracak bir platform olarak yapılanması açısından ilerleme kaydedildiği açık. Üç yıl içinde bu bakış açısının oluşmaya başladığını uluslararası, ulusal, yerel ölçekte farklı kurumlarda, finans mekanizmalarında, uygulama yaklaşımlarında görüyoruz. Sorunun bu bakış açısıyla tanımlanabilmesi, bütüncül çözümler oluşturmak açısından umut veriyor. Örneğin Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 2018-2021 stratejisi 6 çözüm üzerinde şekilleniyor. Bunlar yoksullukla mücadele, katılımcı yönetişim, iklim değişikliği ve dayanıklılık, doğayla uyumlu çözümler, enerji ve toplumsal cinsiyet eşitliği. 2018-2021 yılları arasında UNDP’nin odağını belirleyen bu çözümlerin uygulanması için ayrıştırmayıp birleştiren ve herkesin dahil edildiği bir çalışma yöntemi kabul ediliyor. Önümüzdeki 12 sene içinde bu bakış açısıyla oluşturulacak çözümler ile hedeflerin hepsine ulaşmaya çalışılıyor. Artık iklim değişikliğini konuşurken doğanın hakkını, şehirleri konuşurken toplumsal cinsiyet eşitliğini, istihdamı konuşurken yerel kalkınmayı, enerji talebini konuşurken yenilenebilir enerji kooperatiflerini ve bunlar arasındaki ilişkileri somut hedeflerle ilişkilendirebiliyoruz. Özellikle bunu sadece UNDP değil, tüm BM sisteminin, BM üye devletlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, özel sektörün, şehirlerin de dahil olduğu bir platformda yapmak umudumuzu artırıyor.

2. Belirlenen 17 hedefi değerlendirdiğinizde hangilerinde daha iyi durumdayız ve hangilerinde geride kaldık?
17 hedefle ilgili durumun değerlendirilmesinde küresel, ulusal ve bölgesel ölçeklerde farklı sonuçlar görüyoruz. Örneğin hedeflerden ilki olan yoksullukla mücadelede küresel ölçekte baktığımızda 1990 yılında günlük 1.90 dolar altında bir gelirle yaşayan dünya nüfusu yüzde 35 oranında iken şu anda bu oran yüzde 10 seviyesinde. Fakat bölgesel ölçekte baktığımızda 1990 yılına göre Sahra Altı Afrika’da yoksul nüfusu artarken Güney ve Doğu Asya ile Pasifik bölgesindeki yoksul sayısı azalmış durumda. Uluslararası yoksulluk tanımına göre Türkiye’de yoksulluk bir sorun olarak ortaya çıkmıyor. Belediye hizmetleri arasında olan atık yönetimi konusunda Türkiye, en iyi 10 ülke arasında yer alırken hava kirliliği konusunda geride kalıyor. İklim değişikliği risklerine göre Avrupa’daki kıyı kentleri karşılaştırıldığında İstanbul ve İzmir 15 Avrupa kıyı kenti arasında birinci ve üçüncü en yüksek risk taşıyan şehirler olarak değerlendiriliyor. Korunan alanların yüzdesine baktığımızda dünyada yüzde 14 olan ortalama değerin çok altında Türkiye. 16. Hedefe baktığımızda 2017 ortasında toplam mülteci sayısı 18,5 milyon kişi ve bu kişilerin 6 milyonu Suriye’den. Suriyelilerin yarısından çoğu ise Türkiye’de yaşıyor. Sonuç olarak her hedefte eksikler var. Öte yandan ilerleme de görülüyor. Bu hedeflerin ülke ölçeğinde rakamlarla karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi bir yana, bireylerin kendi yaşamlarında karşılaştıkları sorunlar ve toplumsal olarak oluşturdukları çözümler ayrı bir önem taşıyor. Eğer bir şehirde iklim değişikliği sorunu çözülürken doğal alanlar kayboluyorsa, ya da kadına karşı şiddet devam ediyorsa sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmış olamayız. Bu nedenle hedeflerin izlenip değerlendirilmesi önemli fakat bütüncül çözümler bireyler tarafından uygulanmadıkça ilerleyemeyiz.

3. Bu hedeflere ulaşırsak bizi nasıl bir dünya bekliyor?
Bu hedefler ile 2030 yılında dünyada barış, adalet, refah ve sağlığın herkes tarafından yaşandığı, doğayla uyumlu ve ayrımcılığın olmadığı bir yaşam biçimi hayal ediliyor. Fakat her ülkenin her şehrin her bireyin sorunları ve önem sırası farklı. Sorunların iç içe olduğu ve birbirini tetiklediği bir durumda çözümlerin de birlikte ve herkes için oluşturulması önem taşıyor. Bizi bekleyen dünya için herkesin bir talebi ve bunun için bir çözüm önerisi var. Bu farklı taleplerin ayrıştırmayıp birleştiren ve farklılıklar arasında tahakküm oluşturmayan bir şekilde gerçekleşmesi için BM’ye üye tüm ülkelerle oluşturulan ve uygulamada katılımcı olan bu hedefler elimizdeki en iyi seçenek.

4. Türkiye bu hedeflerin gerçekleştirilmesi açısından kilit bir ülke mi? Bizim rolümüz ya da üzerimize düşen nedir?
Türkiye her ülke kadar kilit bir ülke. Sosyal, politik, ekonomik, çevresel göstergeler ile bakıldığında Türkiye’ye benzerlikleri olan ülkeler de bulunuyor. Bu ülkelerin bazıları Türkiye’yi rol model olarak görüyor. Hedefler kapsamında küresel ölçekte baktığımızda bazı ülkelerin yaşadığı tecrübelerden ders almak, aynı hataların yapılmasını engelleyebilir. Türkiye’nin çok önemli bir biyolojik çeşitliliği var. Binlerce yıllık bir tarihi ve kültürel zenginliği var. Ülkeler ve toplumlar arasında bir köprü görevi görüyor. Bu köprü fonksiyonu deprem fay hattından mültecilerin geçiş rotasına, kuş göç yollarından enerji hatlarına kadar uzanan farklı konularda hem avantaj hem dezavantaj oluşturuyor. Türkiye’nin toy kuşunu bilmek, ata tohumlarını bilmek, masallarını bilmek, Çatalhöyük gibi tarihi değerlerini bilmek ve bu bilgiyle geleceğe yönelik sürdürülebilir kalkınma hedeflerine katkı koymak yapabileceğimiz en özgün iş olabilir.  

5. Hedeflerin gerçekleşmesinin önündeki engelleri teknolojik veya ekonomik zorluklar şeklinde tanımlayabilir miyiz yoksa sorun sadece politikalarla mı ilgili? Çözüm için neye odaklanmalıyız?
Her sorunun teknolojik, ekonomik, politik, kültürel birçok nedeni var. Bu nedenlerden oluşan sorun yumağını çözmek için bütüncül bakış açısı büyük önem taşıyor. Bütüncül çözümler için iş birliklerine, toplumsal faydaya, dayanışmaya, yenilikçiliğe ve katılımcılığa ihtiyacımız var. Sanat, bilim, kültür, yerel yaklaşımlar bazen daha kolay ve etkili çözümler oluşturabilir. Sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin sihri hiç kimseyi geride bırakmayarak ilerlemekte. Çözüm için bütüncüllüğe odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum.

***
Ayrıntılı bilgi için BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri: https://bit.ly/2yW4iCz

Hedeflerden örnekler

Hedef 2: Açlığa son
Gıda ve tarımda sistematik bir değişikliğe gitmezsek 815 milyonu bulan aç insanı beslememiz mümkün değil. 2050’de bu sayıya eklenecek 2 milyarı da aynı tehlike bekliyor. Hedef, 2030’a kadar dünyada aç insan kalmaması ve tarımsal üretim ve küçük ölçekli çiftçilerin gelirlerini iki kat artırmak.

Hedef 3: Sağlıklı bireyler
Her yıl altı milyondan fazla çocuk beş yaşına gelmeden ölüyor. Yoksul çocukların altı yaşını görmeden ölme olasılığı zenginlere göre iki kat fazla. 2030 yılına gelindiğinde beş yaş altı çocuk ölümlerini binde 25’e düşürülmesi amaçlanıyor.

Hedef 15: Karasal Yaşam
70 milyonu yerli halklar olmak üzere dünyada yaklaşık 1 milyar 600 milyon insanın yaşamı ormanlara bağlı. Ormanlar, karada yaşayan hayvan, bitki ve böceklerin yüzde 80’ine de ev sahipliği yapıyor. 15. hedefin amaçlarından biri de 2020’ye kadar biyoçeşitlilik kaybının durdurulması ve tehdit altındaki türlerin yok olmasının önüne geçilmesi.

Istrancalar bizi çağırıyor

Özgür Gürbüz-BirGün/27 Ağustos 2018

Trakya Platformu Yürütme Kurulu Üyesi Göksal Çidem, Kırklareli ve Trakya’yı tehdit eden projelerin listesini tutmuş. Bir yıkım listesi adeta. Okudukça içiniz kararıyor. Listede taş ocaklarından kömür santralına, Rusya’nın Avrupa’ya doğalgaz satması için yapılan boru hattından Saros Körfezi’ne yapılmak istenen limana kadar çevreye büyük zararlar verecek onlarca proje var.

Listenin son gözdesi bir termik santral. Kırklareli Ovası’nın dibine kömürlü termik santral kurmaya çalışmayı akılla mantıkla bağdaştırmak güç. Türkiye bugün saman ve buğday ithal eden bir ülke. Tarımsal ürünlerin ülke içinde üretilmesine hiç olmadığı kadar muhtaç. Kırklareli Ovası ise hâlâ üretim yapan birkaç yerden biri. Kentin meyve, sebze ve hayvansal üretiminin yüzde 30’unu karşılıyor. Ciddi miktarlarda ayçiçek ve buğday üretimi yapılıyor. Plansız programsız enerji yatırımlarıyla ülkede artık arz fazlası var. Enerji sektörünün yeni bir santrala ihtiyacı yok ama Türkiye’nin 1 gram buğday üreten toprağına gözü gibi ihtiyacı var. Ankara’da yemeklerde elektrik yeniyor da bizim mi haberimiz yok?
Istrancalar'daki taş ocaklarının haritası
Liste bu kadarla bitse iyi; bitmiyor… Saros Körfezi gibi doğa harikasına doğalgaz yüklü gemiler için yapılmak istenen liman, İğneada’ya kondurulmak istenen nükleer bela. Göksal Çidem’in listesindeki maden ve rüzgar santralı projelerini saysanız yorulursunuz. Bölgede 26 ayrı yerde madencilik faaliyeti var. Kum ocağı, taş ocağı gırla. Köylüler dava açıp duruyor. Çoğunu da kazanıyorlar ama talan bitmiyor.

Kırklareli ve civarında 30’a yakın ÇED gerekli değildir kararı verilmiş rüzgar santralı (RES) projesi var. RES’e tümden karşı biri değilim ama burada dikkat çekilen önemli bir nokta var. Söz konusu alan kuş göç yollarında önemli bir yere sahip. Örneğin bugünlerde akın akın leylekler geçiyor üzerimizden. Elimizde henüz türbinlerin kuş ölümlerine yol açtığına dair sağlam istatistikler olmasa da, bilimin ihtiyatlılık ilkesi gereği bu bölgeye rüzgar santralı yapmadan önce iki kere düşünmek gerek. ÇED gerekli değildir kararı alınacak bir yer değil burası tam tersine ÇED’in en titizi buradaki projeler için hazırlanmalı. Haddimi aşarak Enerji Bakanlığı’na bir öneride bulunayım. Sırf daha kuvvetli rüzgar akımına sahip yani daha ekonomik diye böylesine kritik yerlere rüzgar santralı kurulmasına hemen izin verilmemeli. Türkiye’nin daha az riskli rüzgar sahaları var. Kuş ölümleri konusunda bilimsel araştırmalar netleşene kadar bu bölgelere dokunmayalım. Teknolojinin gelişmesiyle varsa böyle riskleri ortadan kaldıracak yeni yöntemler bile çıkabilir. Hazır elektrik fazlamız da varken doğayı koruyan bir enerji stratejisini hayata geçirebiliriz. Kömürden nükleerden vazgeçin, halka kulak verin yeter.

Aslında bu durum ülkedeki ekonomik krizin bir işareti. Krizin geldiğini doğa talanının hızlanmasından anlarsınız. Üçüncü dünya ülkelerinde de bu iş böyledir. Doğal varlıklar yok pahasına şirketlere peşkeş çekilir. Rusya’nın doğalgazını Avrupa’ya taşıyacak boru hattı için Kıyıköy’ün en güzel ormanların feda edilmesi buna bir örnek. Satılacak fabrika kalmayınca sıra ağaca, dağa geldi.

Hayatını ÇED dosyalarını takip etmekle geçiren Göksal Çidem, Kırklareli’nin köylüsüyle, kentlisiyle çevre mücadelesinin içinde olduğuna dikkat çekiyor. ÇED süreçlerine en çok itiraz eden illerden biri Kırklareli. Bu başarıda yerel hareketlerin önemli rol oynadığını söyleyen Çidem, “Kentlerde çevre mücadelesi veren örgütlerin bu insanların yanında olduklarını göstermesi gerek. Dağ köylerine kadar ulaşmalıyız. Yereldeki insanlarla birlikte olmak çok önemli” diyor. Bu önemli mesajı, sadece sosyal medya ve imza kampanyalarıyla “çevre mücadelesi” vermekte ısrar edenlere iletelim. Kuzey Ormanları Savunması’nın 15-16 Eylül’de Istrancalar Laladere Piknik Alanı’nda kamp kurduğunu da hatırlatalım. Tivit atacaksak oradan atalım.