Özgür Gürbüz-BirGün/20 Nisan 2014
Kemerköy ve Yeniköy termik santralleri iki gün önce
özelleştirildi. IC İçtaş adlı şirket 2 milyar 671 milyon dolar vererek bu iki
santrali Elektrik Üretim A.Ş.’den (EÜAŞ) satın aldı. Ankara’da iki santralin
ihalesi yapılırken, 2013 Haziran ayında özelleştirilen Seyitömer termik
santralinde işten çıkarmalar başladı. 109 işçi işsiz kaldı. Kemerköy, Yeniköy
ve Yatağan işçileri de 10 Nisan’dan beri Ankara’da. Birçoğu Kütahya’da olduğu
gibi işlerini kaybetmekten korkuyor.
Sırada Afşin-Elbistan ve Yatağan’ın da aralarında
bulunduğu 13 termik santral daha var. Sadece kömür ve doğalgaz santralleri
değil, EÜAŞ’ın elinde bulunan HES’lerin 28 tanesi de satışta. EÜAŞ son
özelleştirmelerden önce, 2013 yılında, 80 milyar kilovatsaat elektrik üretmiş.
Türkiye elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 30’u. Özelleştirmeler tamamlanırsa
devletin elektrik üretimindeki payı yüzde 20’nin altına düşecek. Peki,
yaratılan gerçekten bir serbest piyasa mı? Değil.
Özelleştirmenin kendisi kadar, yaratılmak istenen serbest
piyasanın ne kadar serbest olduğu da tartışılır. Termik santraller kolay
satılsın diye Elektrik Piyasası Kanunu’na konan geçici maddeyi unuttunuz mu? Bu
maddeyle termik santrallere en temel çevre yükümlülüklerini yerine getirmeleri
için 2019’a kadar ek süre verilmişti. Düpedüz teşvik. Serbest piyasada çevreyi
kirletmeme, teknoloji geliştirme gibi bir neden olmadan, bir kaynak lehine
teşvik olur mu? Aynı teşvik nükleer santraller için de geçerli. Devlet, Mersin
ve Sinop’taki santrallerde üretilecek elektriğin büyük bir bölümü için satın
alma garantisi verdi. Akkuyu’da bu süre 15, Sinop’ta 20 yıl. Dahası var… Enerji
Bakanı Taner Yıldız, Sinop’taki nükleer santralde EÜAŞ’ın yüzde 35 payı olacağını
söylüyor. Elektrik üretiminde termik santralleri satarak payını azaltan devlet,
nükleere girerek payını arttırıyor. Devlet elektrik üretiminden çekiliyor diye
işsiz bıraktığınız işçilere bu durumu açıklamak zorundasınız. Bu ne perhiz bu
ne lahana turşusu?
Nükleere alım garantisinin serbest piyasaya aykırı
olduğunu sadece ben söylemiyorum. İngiltere de aynı bizimkine benzer bir model
denedi. Avrupa Birliği bu alım garantisinin adaletsiz olduğunu belirterek geniş
kapsamlı bir resmi soruşturma başlattı. Projenin AB’den onay almaması kimseyi
şaşırtmayacak.
Özelleştirmeyi tümden reddeden sol/sosyalist gruplar için
bu anlattıklarımız detay olabilir. Kontrollü serbest piyasa tezini savunan
sosyal demokrat ve yeşiller için de bence durup düşünme zamanı geldi. Önce şu
soruya yanıt bulmak zorundayız. Su, gıda ve enerji gibi bugünkü toplumun temel
ihtiyaçlarını, giderek güçlenen ve devletleri kontrol eder hale gelen şirketlerin
tekeline bırakmak ne kadar doğru? Günümüzdeki uygulamalar, özel sektör
tekelinin devlet tekelinden daha iyi olduğunu göstermiyor. Bizi ilgilendiren
güncel bir örnek vereyim. Almanya’nın nükleerden vazgeçip, kömür ve doğalgaz
kullanımını azaltarak, elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payını
2050’de yüzde 80’e çıkaracağını açıklaması RWE, E.ON, EnBW ve Vattenfall gibi
dört dev elektrik üreticisini çileden çıkarttı. Kârları düşen şirketler
Almanya’yı kararından vazgeçirmek için her yolu deniyor. Termik ve nükleer
santrallerinden eskisi gibi kâr edemediğini söyleyen E.ON Yönetim Kurulu
Başkanı Johannes Teyssen, Ağustos 2013’te santralleri kapatıp Türkiye’ye taşıyacaklarını
söyleyerek adeta Alman hükümetine gözdağı vermişti. E.ON’un 2012 sonunda
Enerjisa’ya yüzde 50 hisseyle ortak olması rastlantı değil.
Serbest piyasaya evet diyenler bile şu soruları sormalı: “İstediğiniz
dev şirketlerin kontrolünde bir serbest piyasa mı? Başka bir yol yok mu?” Evet,
var. Enerji üretiminin devlet veya dev şirketlerin tekelinde olmadığı,
bireylerin, kooperatiflerin küçük santrallere sahip olduğu bir başka yol mümkün.
İnanmadınız değil mi? 2012 başındaki rakamlara göre, Almanya’da yenilenebilir
enerji kaynaklarının yarısının sahibinin bireyler olduğunu söylesem inanır
mısınız? Bunların hatırı sayılır bir kısmının tarlasına rüzgar türbini diken
çiftçiler olduğunu eklesem…