termik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
termik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Özelleştirmelere çevre darbesi

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Mayıs 2014

Bu hafta size iyi bir haberim var. Anayasa Mahkemesi’ne CHP’nin açtığı dava sonucunda Elektrik Piyasası Kanunu'nun geçici 8. maddesi iptal edildi. Geçici 8. madde, kamunun elindeki termik santrallerin çevre mevzuatına uymaları için sahiplerine 2019 yılına kadar ek süre tanıyordu. Bakanlar Kurulu onay verirse üç yıllık ek süre de verilebiliyordu. Kamunun elindeki bu santrallerin özelleştirilmesi halinde yeni sahipler de bu ‘gizli’ teşvikten yararlanabiliyordu. Asıl amaç da buydu. Kamu elindeki termik santralleri kolayca satabilmek için, alıcıları çevre cezalarından muaf tutuyordu. Filtre yok, kontrol yok. Olan doğaya ve canlılara olacak ama bizim memlekette şirketin karının yanında hayatın ne kıymeti var ki? Tarihe geçecek bir teşvik, bir anlamda şirketlere öldürme izni veriyorsunuz. Bu maddenin getireceği sakıncaları yanlış anımsamıyorsam ilk BirGün, yine bu köşede duyurmuştu. 3 Şubat 2013’teki yazının başlığı ‘Bir termik alana bir orman bedava’ idi.

O günden bu yana özelleştirmeler hız kazandı. Hamitabat, Kemerköy, Yeniköy, Çatalağzı (B) ve Seyitömer ihalelerle yeni sahiplerine devredildi. Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra işler karıştı. Örneğin, Çatalağzı-B’de baca gazı arıtma tesisi yok. Santrali alan şirket bakalım şimdi ne yapacak? İşler karıştı çünkü ihaleye giren şirketler en azından 2019’a kadar böyle bir yatırımı öngörmüyordu. Türkiye’deki termik santrallerin çoğunda ne kül tutucu elektromanyetik filtre var, ne de kükürdü tutup asit yağmurlarının oluşmasını engelleyecek baca gazı arıtma tesisleri. Bu tesisler santrallere ek maliyet getiriyor. Ucuz kömürün sırrı da burada. Tüm dünyada kömüre verilen teşviklerin bedeli 400 milyar doları geçiyor.

Kömür cenneti Türkiye’de tarladaki ürünü yakmak, insanların sağlığını tehdit etmek, solunum yolu hastalıklarına, kansere mahkum etmek serbest. Bu ülke uzayda olduğu için küresel iklim değişikliğinin bir numaralı yakıtı kömürü yakmanın da bir cezası, vergisi yok. Göz göre göre çevrenin, insan hayatının üzerinden rant elde ediliyor. Sonra bakıp kalıyorsunuz, Soma Holding gibi şirketler bu kadar kısa sürede köşeyi nasıl dönmüş diye. Ucuz kömürün hikayesi sadece madenlerle sınırlı değil. Yeraltında işçiler, yerüstünde doğa ve yaşam sömürüsü kömürü ‘ucuza’ getiriyor. Çünkü bizim buralarda hayat sudan ucuz.

YAZIN BİR KENARA
Soma’daki iş cinayetinden sonra size dünyanın en büyük endüstriyel kazalarına imza atmış, binlerce insanın hayatına mal olmuş nükleer enerjiyi çözüm diye yutturmak isteyenleri.

Adını “Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği” koyup, İstanbul’da 30-31 Mayıs tarihlerinde ‘Nükleer Santraller Zirvesi’ düzenleyen, bir yıl sonra da ‘Uluslararası Temiz Kömür Forumu’ düzenleyecek sözde çevrecileri.

1 gram uranyum 2,5 ton kömüre eşdeğer enerji üretir diyerek, o 1 gramın Fukuşima’da şimdiden 28 milyon metreküpü bulan radyoaktif toprağa neden olduğunu söylemeyenleri.

Nükleer santral yapımı için Fransa, Japonya ve Rusya ile anlaşma yapan Türkiye’de, “Nükleer santral yapmamızı dış güçler istemiyor” diye sağa sola demeç veren nükleer fizikçileri.

Soma’da siyasi sorumluluğu üstüme alıyorum deyip hâlâ istifa etmeyenleri, “Bunun yapısında, fıtratında bunlar var” diyenleri yazın bir kenara.

“Buğday ambarını ateşe vermeyin”

Foto: Elif Sezginer Verün
TEMA Vakfı Konya’nın Karapınar ilçesine kurulmak istenen termik santrale karşı çıktı. Termik santral yapılırsa yılda 350 bin ton buğday üreten bölgede su sıkıntısı başlayacak.

Özgür Gürbüz-Birgün/5 Aralık 2013

TEMA Vakfı, Konya’nın Karapınar ilçesindeki düşük kaliteli linyit rezervlerinin elektrik üretiminde kullanılması için termik santral kurulmasına karşı çıkıyor. Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EÜAŞ) ise bölgede 5 bin 870 megavat gücünde termik santral kurulmasını planlıyor. Farklı alanlarda çalışan dokuz uzmanın hazırladığı ‘Konya Karapınar Kapalı Havzası Termik Santral Etkileri Uzman Raporu’nu bir basın toplantısıyla açıklayan TEMA Vakfı, bölgeye termik santral yapılırsa 60 bin kişinin tarımsal ve içme suyu ihtiyacının riske gireceğine dikkat çekiyor. 30 yıl çalışacak termik santrallerden çıkacak küller de 5 bin 220 futbol sahası büyüklüğünde bir alanı 10 metre yüksekliğe kadar dolduracak.

KONYA HAVZASI SUSUZ KALABİLİR
Basın toplantısında konuşan Adıyaman Üniversitesi Ziraat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erhan Akça, bölgede yıllık yağış ortalamasının metrekare başına 250 mm, çölleşme sınırının da 200 mm olduğuna dikkat çekti. “Akarsu olmayan bir yerde yeraltı sularını kullanıyoruz. Bu yüzden de kuraklık ve obruklar oluşuyor” diyen Akça, yer altı sularıyla oynamanın çok tehlikeli olduğunu söyledi.  İTÜ Kimya Metalürji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Duman ise konuşmasında su kıtlığı ve açık madencilik tehlikesine değindi. Duman santralde kullanılacak soğutma suyu için yer altı sularının kullanılmasının ciddi sorunlara yol açacağına dikkat çekti. Duman, “Karapınar’dan yer altı suyunu çekeyim derseniz tüm Konya Havzası’nın suyunu çekersiniz. Bu bile soğutma kulelerinin su ihtiyacını karşılamıyor. Buğday ambarını ateşe vermeyin” dedi. Kömür rezervinin yer altı sularının altında bulunması da bir başka sorun. Raporda, bölgede çıkarılacak kömürün ortalama 138 metre derinlikte bulunduğu, kömür sahasının olduğu bölgede ise yeraltı su düzeyinin en çok 20 metre derinlikte olduğu yazılı. Bu da yeraltı suyunun pompalarla boşaltılmasını gerektirebilir. Böyle bir uygulamanın yeraltı suyundaki düşüşü hızlandıracağı ve bölgedeki obrukların sayı ve büyüklüğünü arttıracağı öne sürülüyor.

HER YIL 13,5 MİLYON TON KÜL ÇIKACAK
Toplantıda dikkat çekilen bir diğer konu ise açık ocak madenciliğiydi. Bölgede 1 milyar 830 milyon ton linyit rezervi tespit edildiğini belirten Duman, EÜAŞ’ın bu rezervin 1 milyar 580 milyon tonunu açık ocak madenciliğiyle çıkartılmasını planladığını,  bu kararın nasıl alındığını bilmediklerini söylüyor.  Açık ocak işletmeciliği tonlarca toprağın kazılması anlamına geliyor.  Duman, “1 m3 kömür çıkartmak için 9,4 m3’lük kazı yapılması, kalan 8,4 m3 toprağın da bir başka yere nakledilmesi gerekiyor” diyor. Bu da, tüm kömür rezervinin çıkarılması için 22 milyar tonluk bir hafriyata denk düşüyor. Bu hafriyatın binde birinin tozlaşarak havaya kalkması 30 yılda 22 milyon ton tozun bölgeye uçuşması anlamına geliyor. Yılda 700 bin ton tozdan bahsediyoruz. Tüm kapasiteyi değerlendirecek termik santrallerin kurulması halinde yakılan kömürlerden çıkacak kül miktarı da yılda 13,5 milyon tonu bulacak.

DEMİR ÇELİK YENMEZ
Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa ise toplantıda termik santrallerin yaratacağı sağlık sorunlarını anlattı. “Bu bir cinayettir, bunun başka bir anlamı yok” diyen Karababa, kömür santrallerin başta solunum yolu hastalıkları olmak üzere çok çeşitli sağlık sorunlarına yol açtığını belirterek, ABD’de termik santral kaynaklı hava kirliliğinin çocukların yüzde 9’undan fazlasında görülen astım ataklarını tetiklediğini söyledi. Karababa, “Endüstriyel hiçbir ürünü yiyemezsiniz. Tarımsal kaynakları koruyabildiğiniz sürece Anadolu’da yaşam devam edecek. Madenden altın çıkarırısınız, demir çelik üretirsiniz ama bunları yiyemezsiniz” dedi. 

Tema Vakfı, kömür madeni ve termik santral projesinden vazgeçilmesini, bölgenin kalkınması için sürdürülebilir tarım uygulamalarının desteklenmesini istiyor.

***

“350 bin ton buğday ürettik”
Muttalip Yıldırım
TEMA Vakfı Karaman Temsilcisi

Rüzgar erozyonu en büyük sorunumuz, toprağımız az, suyumuz yok ama ekonomimiz tarıma dayalı. Karaman bölgesinde üretilen buğday, kuru fasulye ve bakliyat üretimi yeterli. İhracat bile yapıyoruz. 500 bin ton civarı elma üretiyoruz. Geçen yıl 350 bin ton buğday
35 bin ton kuru fasulye ürettik. İşsizlik sorunumuz yok. Çorak alanda zoru başarmışız. Buradaki sanayi de tarıma dayalı. Termik santral yapıldığında tarım zarar görecek, dolayısıyla sanayi de zarar görecek. İşimiz iyi, para kazanıyoruz. Bölgede kişi başına düşen gelir 15 bin doların üzerinde. Bu sistemi neden bozalım? Karaman’da 250 bin kişi yaşıyor.

Kiraz bulamıyorsanız kömür yiyin

Özgür Gürbüz-BirGün/7 Temmuz 2013

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bundan iki yıl önce Türkiye’nin İklim Değişikliği Eylem Planı’nı (İDEP) açıkladı. O gün bugündür “iklim değişikliğini durdurmak için ne yapıyorsunuz” diye sorduğumuzda hükümet bize bu belgeyi gösteriyor, ne yaptığımız ve yapacağımız orada yazıyor diyor. İklim konusunda Türkiye’nin ne yapacağını gösteren tek resmi belgede, her sektör için çeşitli eylemler belirlenmiş. Enerji’de şunu, ulaşımda bunu yapacağız deniyor. İşin garibi, yazılı onlarca eylemden bir tanesi bile küresel ısınmaya yol açan seragazı emisyonlarını şu kadar indireceğiz demiyor! Planın seragazı azaltım hedefinin olmaması, dostlar alışverişte görsün mantığıyla hazırlandığını zaten gösteriyordu. Geçtiğimiz hafta, Tüketiciyi ve İklimi Koruma Derneği’nin (Tüvik-Der), eylem planının ilk iki yılını değerlendiren yeni raporuyla bu defa detaylarıyla kral çıplak dendi.

Tüvik-Der’in işaret ettiği, plandaki “garip” eylemlerden bir tanesi şöyle diyor: “Kapalı sistem sulama yatırımlarının, gerekli ve uygun yerlerde ulusal ve uluslararası kaynaklarla planlanmasına devam edilmesi”. Süregelen bir işe devam edilmesi nasıl oluyor da yeni bir eylem kabul ediliyor, pek anlaşılır değil. Bir başka örnek. Eylem Planı kamu binalarında enerji verimliliğini arttırmak için enerji yöneticisi atanmasını öneriyor. İyi de, bu “eylem” 2008 yılında yayımlanan bir yönetmelikte zaten belirtilmişti. 2011’de İklim Eylem Planı’na da eklenerek adeta sayfa doldurulmuş.

Daha bitmedi. Enerji sektörü iklim değişikliğini körükleyen bir numaralı sektör. Kömür de bir numaralı düşman. Bakın bizim eylem planında bu büyük tehlikeye karşı nasıl önlem alınmış. Enerji bölümünün 3.1. maddesinde, “Yeni kurulacak santrallerde yerli linyitleri kullanacak temiz kömür teknolojileri kriterlerinin belirlenmesi ve uygulamayı özendirici tedbirlerin alınması” öngörülüyor. Çivi çiviyi söker derler, kömür kömürü de söker mi acaba? İklim değişikliğinin bir numaralı nedeni kömürü daha çok kullanarak iklim değişikliğinin nasıl durduracağız? Türkiye’nin iklim mücadelesi böyle tarihi hamlelerle dolu. Türkiye, Çerçeve Anlaşması’na imza attığında da, seragazı emisyonlarını ABD’den ve birçok Avrupa ülkesinden daha fazla arttırdığı için övünen bir basın açıklaması yayımlamıştı. Daha fazla seragazı çıkarmayı bir başarı sanmışlardı.

EYLEM PLANI YALAN OLDU
İşin daha da kötüsü, hükümet bile kendi icraatı olan eylem planını ciddiye almıyor. İDEP’te yer alan bir başka eylem maddesinde, 2014 yılına kadar mevcut kömür santrallerinde temiz teknoloji kullanımından bahsediliyor. Oysa yakın zaman önce değiştirilen Elektrik Piyasası Kanunu’ndaki geçici 8. madde, bu santrallere çevre yükümlülüklerinden muafiyet getirmişti. Kanun, özelleştirilmesi planlanan EÜAŞ’ın elindeki santrallerin çevre mevzuatına uyumuna yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı açısından gerekli izinlerin tamamlanması amacıyla 31 Aralık 2018’e süre tanımıştı. Böylece en basit filtreleri bile 20 yıldır takmayan bu santrallere ceza bile kesilemez hâle gelindi. Bu sürenin üç yıl kadar uzatılması da Bakanlar Kurulu’nun iki dudağı arasında. Böylece hükümet, kendi hazırladığı İklim Eylem Planı’nı da delmiş oldu. Temiz teknoloji kullanımı planda var ama hiçbir zorunluluk yok. Her şey şirketlerin keyfine bırakıldı.

***
KÖMÜR DEĞİL KİRAZ
Tutarsızlık iklim konusuyla sınırlı değil. Bursa’nın Keles ilçesine yapılmak istenen termik santral de bu zihniyetin son marifeti. İlçede geçim tarım ve hayvancılıkla sağlanıyor, çilek ve özellikle de kiraz üretimi yöre halkı için çok önemli. Köylüler hallerinden şikayetçi değil ama “devlet baba” Keles’teki kömür yataklarının kirazdan, çilekten, etten ve sütten daha önemli olduğuna karar verip oraya termik santral yapılması için ihaleye çıktı. Rödevans ihalesini Çelikler Madencilik şirketi kazandı. Santral 13 bin hektarlık bir alan kaplayacak ve Harmanalanı ile Kozaağaç vadilerine yapılacak. Kurulu gücü de 270 MW olacak. Köylü isyanda. 4 Temmuz’daki halkı bilgilendirme toplantısı protestolar nedeniyle yapılamadı. Köylü, Çevre Etki Değerlendirme raporuna imza atan heyete kiraz fırlattı. “Kömür değil kiraz” dedi. Bu ülkeyi yönetenlerin halkın taleplerine verdikleri yanıtlar efsane olacak nitelikte. Park isteyene AVM, kiraz isteyene kömür öneriyorlar. Tarım arazilerini santrallere, toplu konutlara, otoyollara feda ediyorlar. Bir gün bize, “kiraz bulamıyorsanız kömür yiyin” derlerse kimse şaşırmasın.

Bu santralin üreteceği elektrik miktarını güneşle, rüzgarla ya da enerji tasarrufuyla karşılayabiliriz. Güneş enerjisiyle bir kıyaslama yapalım. Keles’e yapılmak istenen santralden üretilecek elektrik miktarı yaklaşık 1 milyar kilovatsaat olacak. Enerji Bakanlığı’nın kabul ettiği güneş enerjisi potansiyeli bunun 380 katı. Tarlaları ziyan etmeye de gerek yok. Otoparkların, çatıların üstüne paneller konulabilir. Hükümet adım atmazsa bir sonraki toplantıda yetkililere kiraz yerine güneş paneli atılabilir, haberiniz olsun. Güneş paneli kirazdan ağırdır.       

Termik santralin gerçek maliyeti

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Nisan 2013 

Türkiye zararlı yatırımlarla karşı karşıya. Yine ne işler çeviriyorsun Özgür dediğinizi duyuyorum. Soruyorsunuz, “Yatırımın zararlısı olur mu” diye. Olur. Törenle temeli atılır, inşallah-maşallahla açılır, Fatiha’yla alır götürür. Termik santral yatırımları tam da bu türden, götürüsü getirisinden bin kat fazla. İzin verin, bu “zararı” rakamlarla anlatayım.

Avrupa Çevre Ajansı’nın 2011 yılında hava kirliliğiyle ilgili bir raporu yayımlandı. “Endüstriyel Tesislerden Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Maliyetini Açıklamak” adlı çalışmada hava kirliliğine neden olan gazların yol açtığı maddi zarar hesaplandı. Çalışmanın sonunda da havayı en fazla kirleten 622 endüstriyel tesis açıklandı. İlk 22’de sadece termik santraller var. İlk 100’de de sonuç benzer. En çok kirleten 100 endüstriyel tesisten 82 tanesi termik santral. Kalan 18 tanesi ise demir-çelik ve rafinerilerden oluşuyor. Listedeki santrallerin çoğu kömürle çalışıyor.

Hesaplamada ağır metaller, partikül maddeler (PM10), kükürt oksitler, azot oksitler ve karbondioksit gibi hava kalitesini etkileyen belli başlı kirleticiler esas alınıyor. Avrupa Birliği’nde endüstriyel işletmeler, Türkiye’nin imzalamayı ısrarla reddettiği Aarhus Konvansiyonu’ndan gelen baskıyla ne kadar kirlettiğini, bu verileri, halkın erişimine açmak zorunda. Verilere ulaşım hakkı, böylesine can alıcı raporların hazırlanmasına olanak sağlıyor.

Peki, neden bu maddelere bakılıyor? Çünkü bu maddeler insan sağlığına ve çevreye ciddi zarar veriyor. Azot oksitler, asit yağmurlarına, sudaki azot ve fosfatın artmasına yol açıyor. İnsanda nefes alma sorunlarına, karaciğer, dalak ve kanla ilgili hastalıklara neden oluyor. Azot oksitler genelde yakıtların yakılmasıyla ortaya çıkıyor.  Partikül maddeler herhalde en tehlikelisi. Solunum sisteminden kalp rahatsızlıklarına, sinir sisteminden üreme organlarına kadar birçok hastalığın kaynağı. Bunlar hava kirliliğinin etkilerine dair sadece birkaç örnek.

Rapor, 2009 verilerine göre zararın tutarının 102 ile 169 milyar avro arasında değiştiğini gösteriyor. 10 bin civarındaki endüstriyel işletmeden alınan rakamlarla hazırlanan rapora göre hasarın yüzde 75’inden isimleri de açıklanan 622 tesis sorumlu. Anlayacağınız, büyükler “büyük” kirletiyor.

SANTRALİN ZARARI 1,5 MİLYAR AVRO
Afşin-Elbistan Termik Santrali
Foto: http://www.afeltesa.gov.tr
Listenin en başında Polonya’daki Belçatov kömür santrali var. 5 bin megavat (MW) kurulu güce sahip, linyit kömürü yakıyor. Onu yine linyit yakan 3 biner MW güce sahip Maritsa Iztok (Bulgaristan) ve Janschwalde (Almanya) termik santralleri izliyor. Raporda detaylı ve ilginç bir hesaplama yöntemi var. Hava kirliliğinin yol açtığı ölümlere ve kısalttığı ömürlere maddi karşılık bulunuyor. Acımasız bir istatistik de olsa rapor gözü paradan başka bir şey görmeyenlere en azından bir mesaj veriyor. Bu hesabın sonucuna göre, Belçatov santralinin neden olduğu ölümlerin maliyeti 1 milyar 550 milyon avro. Santralin insanların hayatından çaldığı yılların parasal karşılığı da hesaba katılırsa toplam maliyet 2 milyar 518 milyonları bulabilir deniyor. Maritsa Iztok’un neden olduğu ölümlerin maliyeti 1 milyar 432 milyon, Janschwalde’nin ise 1 milyar 232 milyon avro.

Gördüğünüz gibi, zararlı yatırım, havayı kirleten tesis deyince akla ilk kömür santralleri geliyor. Bizim hükümet de malumunuz yatırımın zararlısını, havanın puslusunu sever. Afşin-Elbistan’da 8 bin MW gücünde yeni kömür santrali yapmak için Birleşik Arap Emirlikleri’yle anlaşma imzaladı. Afşin’de halihazırda 2 bin 800 MW’lık linyit santrali çalışıyor. Bu zaten Avrupa’nın en kirli santrallerinin kurulu gücüne yakın bir rakam. Kömür ve santral tipine göre çıkan kirleticiler değişse de, ortalama bir hesapla Afşin-Elbistan’ın yol açtığı zararın da 1-2 milyar avro civarında olacağını tahmin edebiliriz. Üstüne 8 bin MW’lık üç yeni santral daha ekleyin, Elbistan’da nefes alamazsınız. Ne karlı yatırım ama!

BEDELİNİ HALK ÖDÜYOR
Amasra’da durum farklı mı? Değil. Hema Grubu 2 bin 640 MW’lık kömür santrali kuracağız diye tutturmuş. Ne yargı dinliyor ne çevre. Gerze’de 1200 megavatlık santralde ısrar eden Anadolu Grubu da farklı değil. Halk aylardır nöbette, devlet bile yan çizmiş ama onlar bir punduna getirip santrali kurma peşinde. Alarko ve Cengiz İnşaat, Çanakkale Biga’da 1200 MW’lık bir başka kömür santrali için kolları sıvadı. Biga zaten termik santral kuşatması altında. Bölgenin oksijen kaynağı Kazdağları’nın altın madenleriyle zehirleneceğini de hesap ederseniz tehlikenin ne kadar büyük olduğunu anlarsınız. Kömür santrallerine her gün övgüler dizen hükümet ve enerji uzmanları bu gerçek yatırım rakamlarını görünce ne diyecekler acaba? Şirketleri hiç sormayın. Bu zarar hesabı şirketlerin umurunda değil çünkü bedelini halk ödüyor.

Bir termik alana bir orman bedava

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Şubat 2013

Geçici her şey beni korkutur. Bir işe başlarsınız, size en düşük olanından bir “geçici” maaş verirler; daha sonra o para kalıcı maaşa dönüşür. Geçici işleriniz olur, tam alışıp hayatınızı yola koyacak gibi olursunuz; kovulursunuz. Diş hekiminin yaptığı geçici dolgu, bilin ki o koltuğa 3-4 hafta sonra tekrar oturmak demektir. Bir de geçici yasa maddeleri var. Onları da hiç sevmem. Genelde yangından mal kaçırmaya yarar.
 
Yatağan Termik Santrali Foto: O. Gurbuz
Elektrik Piyasası Kanunu Tasarısı şu sıralarda TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda görüşülüyor. Komisyonun adını söylemek görüşmeden zor olsa gerek. İlk iki madde geçti bile. Tasarı, genel hatlarıyla elektrik piyasasında özel sektörün payını artıracak düzenlemeler içeriyor. Ayrıca çevre katliamına davetiye çıkaran geçici bir maddesi var. Geçici Madde 8. Bir kenera not alın, ileride bu maddenin adını sıkça duyacaksınız.
 
Bugün Türkiye'de elektrik üretme kapasitesinin yüzde 40'ından fazlası bir kamu kuruluşu olan Elektrik Üretim A.Ş.'nin (EÜAŞ) elinde. EÜAŞ'ın 27 hidroelektrik ve 18 termik santrali özeleştirme kapsamına alınmıştı. Seyitömer Termik Santrali geçtiğimiz günlerde özelleştirildi, diğerleri de sırada. Hükümet yıllardır bu santralleri satmaya çalışıyor ancak satmakta zorlanıyor. Termik santrallerin çoğu eski. Aralarında Yatağan, Afşin-Elbistan gibi çevre karnesi kırıklarla dolu santraller de var. Böyle olunca alıcı bulmak ya da iyi paraya satmak zorlaşıyor. “Geçici Madde 8” bu sorunu çözebilir. Elektrik Piyasası Kanunu Tasarısı bu haliyle Meclis'ten geçerse, EÜAŞ'a bağlı santrallere, bunların özelleştirilmesi halinde ise onu alacak özel şirketlere 2019 yılına kadar çevresel yükümlülükler konusunda muafiyet getiriliyor. Sürenin uzatılması da Bakanlar Kurulu'nun elinde olacak. Geçici maddede, “çevre mevzuatına uyumuna yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı açısından gerekli izinlerin tamamlanması amacıyla 31 Aralık 2018’e kadar süre tanınır” deniyor. Devamı da var. Bu santraller, ister kamuda kalsın ister özelleştirilsin, çevre mevzuatına uymadıkları takdirde idari para cezası almayacak, elektrik üretim faaliyetleri durdurulamayacak.
 
ASİT YAĞMURLARI GELİYOR
Kömürle çalışan termik santrallerden çıkan kükürt dioksit ve azot oksitler asit yağmurlarına neden olur. Bölgedeki bitki örtüsünü, tarım ürünlerini olumsuz etkiler. Bu yasa geçerse söz konusu işletmeler asit yağmurlarına neden olan kükürt dioksiti tutan baca gazı arıtma (desülfürizasyon) tesisini kurmayabilecekler. Varsa da çalıştırmayabilirler. Ceza yok, kızan yok.
 
Termik santraller havayı, suyu ve toprağı kirletir. Dolayısıyla kirlilik besin zincirine yani gıdalara kadar yayılabilir. Kül dağları kontrol edilmeye çalışılsa bile sorundur. Rüzgarda uçuşur, kilometrelerce toprak küllerle kaplanır. Termik santral atıkları bölgedeki yeraltı ve özellikle yerüstü sularının asitlenmesine, kimyasal açıdan kirlenmesine neden olabilir. Bu da insan sağlığını uzun erimde olumsuz yönde etkiler . Bu yasa geçerse suları kirletmek altı yıl boyunca serbest. İklimi değiştirmenin cezası yok.
 
TEŞVİKİN DANİSKASI
Geçici Madde 8, Meclis'te kabul edilirse Yatağan'da olduğu gibi havayı solunamaz hale getirmek, insanları astım hastası yapmak, akciğer kanseriyle tanıştırmak devlet eliyle desteklenmiş olacak. Kömürcülere sorsanız hiç teşvik almadıklarını, rüzgar, güneş ve jeotermal gibi temiz enerji kaynaklarının ise hep teşvik beklediğini söylerler. Bundan daha büyük teşvik mi olur? Sırf özelleştirmeler gerçekleşsin, işletmeler kısa sürede kâr etsin diye canımızı, doğamızı size feda ediyoruz. Bu teşvik değil, teşvikin daniskasıdır.
 
Enerji Bakanı Taner Yıldız, termik özelleştirmelerinde çevre yatırımı için yatırımcıya süre verilmesi gerekir, kömüre çevreyi kirleten bir enerji kaynağı olarak bakılmamalı diyor ve ekliyor: “Tabii ki çevreyle beraber yapacağımız yatırımlar olacak. Ama yeni başlayan yatırımcının çevre şartlarına uyması için de bir zaman var. Onu da vermiş olacağız”. Anlamak mümkün değil. Güneşe, rüzgara yatırım yapan, santralin çalışmaya başladığı ilk günden itibaren çevreye verdiği zararı en aza indirmiş oluyor çünkü bu santraller zaten bu özellikleriyle tasarlanıyor. Bu yüzden diğerlerine göre daha maliyetli de olabiliyorlar. Temiz enerjiye yatırım yapan bunu ilk günden yapıyor da kömüre yatırım yapan neden yapamıyor? Bu mu serbest piyasa, bu mu ucuz dediğiniz, teşviksiz olduğunu iddia ettiğiniz kömür?
 
Yatırımcının zamana ihtiyacı var kısmı da hiç inandırıcı değil. Yatağan Termik Santrali'nin ilk ünitesi 1982 yılında devreye girdi. Kül barajı 10 yıl sonra 1992'de bitirilebildi. Santral, kükürt tutucu baca gazı arıtma tesisine 2007 yılında kavuştu. Yatağan 25 yıl inim inim inledi. Zeytinlikler, tarlalar zarar gördü. 30 yıldır çalışan santrallere hâlâ hangi zamanı tanımaktan bahsediyorsunuz? Yatırımcıyı bilmem ama insanların ve doğanın sabrı kalmadı. Termik santralleri satacağım diye, santral alana “bonus” niyetine yanında “doğa” verilir mi? Böyle promosyon mu olur?

Erkeklere sıra ne zaman gelecek?

Özgür Gürbüz-BirGün/27 Ocak 2013 

Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı'nın tasarruf ve enerji verimliliği kavramlarını telaffuz etmeye başlamasından dolayı mutluyum. Ülkedeki her dereye HES (hidroelektrik santrali), her koya termik, denize bakan her kıyıya nükleer santral kurmaya çalışarak enerji sorununun çözülemeyeceğini artık anlamalıyız. Bakanlığın gecikmeli de olsa “tasarruf diye bir şey var” demesi hoş. İşin hoş olmayan tarafı ise erkek egemen bakanlığımızın işi yine başkalarına yıkmaya çalışması. Hatırlayacağınız gibi bundan önceki verimlilik kampanyasında idolümüz “EnVer” adlı bir çocuktu.

Eski bakan Hilmi Güler zamanında yıldızı parlayan EnVer çabuk unutuldu. Kafasında kırmızı renkte, tavaya benzer bir şapkası vardı ve bize enerji tasarrufunu anlatıyordu. EnVer'e, “SuVer” adında, su tasarrufu konusunda uzman bir kız kardeş gelmesi de planlanıyordu ama olmadı. O tarihlerde kürtaj konusu gündemde değildi. Hükümet çocuğu aldırmış olmalı ki SuVer'le hiç tanışmadık. Yapması mecburi üçüncü çocuğa da “Yeter” adı konunca bu başarısız tasarruf kampanyalarına ara verildi.

Hilmi Güler'in halefi Taner Yıldız, kafasında tencereyle gezen çocukların halka mesajı iletmekte zorlandığını anlamış olmalı. Onun hedefi ev kadınları ya da kampanyanın diliyle söyleyelim, ev hanımları oldu. Nedeni de basit; enerji tüketicileri arasında ailenin önemi büyük. Proje diyor ki, “Isınma, aydınlatma, temizlik, kişisel bakım gibi faaliyetlerin yürütülmesinde aileler büyük ölçüde enerji tüketmektedirler. Ailede günlük faaliyetlerin sürdürülmesinde ve tüketiminde karar verici kişi olarak ise kadınların önemli bir rolü bulunmaktadır”. Çok doğru. Yemeğin kaç dakika pişeceğine, pantolonun kaç dakikada ütüleneceğine, çamaşırların hangi ısıda yıkanacağına, hangi deterjanın alınacağına hep kadınlar karar veriyor. Çünkü evin bütün “ortak işlerini” kadınların üzerine yıkmakta erkeklerin üzerine yok. Reis beyler otururken “karar verici” hanımlar çalışıyor. Şu karar vericilikte ne çileli işmiş canım. Yetkin mi var, derdin var bu memlekette.

ERKEKLER ÜTÜLESİN
Projenin amacının iyi olması, yapılan bu hatayı örtmeye yetmiyor. Kadını evde temizlikten, çamaşırdan sorumlu tutuyor ve adeta bütün bu işler sadece onun sorumluluğuymuş gibi davranıyor. Ben size enerjiyi gerçekten verimli kullanmaya başlayacağımız zamanı söyleyeyim. Ne zaman erkekler ütü yapmaya başlar, o zaman. Erkekler, haftada 4-5 saati ütü başında geçirince atletlerinden donlarına kadar her şeyi ütülü istemeyi bırakırlar. Erkeklerin yapabileceği bir başka şey de futbol maçlarının gece oynanmasına karşı çıkmak olabilir. Futbolun beşiği İngiltere'de bile çoğu maç gündüz saatlerinde oynanıyor. Maçlar gündüz oynanırsa aydınlatmak için elektrik harcanmaz.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), iktidardaki 10 yılı boyunca sadece arzı yönetmeye çalıştı. Talebi, değiştirilemez veya kontrol edilemez bir etken kabul edip bu talebi karşılamak için onlarca santrale yeşil ışık yaktı. Halbuki, talebi kontrol etmezseniz ölüm fermanınızı da imzalamış olursunuz. Sınırsız bir talebi sınırlı enerji kaynaklarıyla karşılamanız mümkün değil. Olan doğaya ve bu enerji yatırımlarının faturasını ödemek zorunda bırakılan halka oluyor. Sanayi, ulaşım ve kentleşme politikalarınız talebi kontrol etmekte kullanacağınız araçlardır. Enerji kaynaklarınız sınırlıysa (öyle olduğu söyleniyor) çimento, kağıt, demir-çelik sektörlerinde aynı anda yer almaz, bilişim veya tekstil sektörüne ağırlık verirsiniz.

10 YILDIR YERİMİZDE SAYIYORUZ
Okullar cuma günü kapandı, karneler verildi. Gelin biz de hükümete son 10 yılın enerji verimliliği karnesini verelim. Karnenin en önemli dersi enerji yoğunluğu. Enerji yoğunluğu, üretilen hizmet veya ürünü ne kadar enerji kullanarak yaptığınızı gösteriyor. Avrupa İstatistik Bürosu (Eurostat) verileri, 1000 avro değerinde gayri safi yurt içi hasıla (GSYH) yaratmak için ne kadar enerji tükettiğinizi gösteriyor. AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde Türkiye 1000 avro değerinde GSYH yaratmak için 240 kilogram eşdeğeri petrol (kgep) harcıyordu. 2010'da bu rakam sadece 233'e geriledi. Avrupa'nın sanayi devi Almanya'da bu rakam 2002'de 157 kgep'ti, 2012'de 141 oldu. İngiltere'de 134 kgep'ten 111'e geriledi. Avrupa'nın en iyisi İsviçre'de ise 92'den 80'e. Hırvatistan 2002'de bizden kötü durumdaydı şimdi 230'larda. Kabaca söylersek, aynı masayı İsviçre'de Türkiye'den üç kat daha az enerji harcayarak, İngiltere'de ise iki kat daha az enerji harcayarak üretebiliyorsunuz. Gelişmişlik, çokça duyduğumuz gibi kişi başına tükettiğimiz elektrik miktarını artırmaktan değil, az enerjiyle çok iş yapmaktan geçiyor.

Kalkınma Bakanlığı’nın 9. Kalkınma Planı’nda aynen şöyle diyor: “...binalar ve ulaştırma sektörlerinde yapılacak verimlilik uygulamalarıyla hem genel enerji hem de elektrik tüketimlerinin yüzde 20-25 oranında düşürülmesi mümkün görülmektedir”. Yüzde 20 daha az elektrik talep etmek, kurulmak istenen onlarca HES'in, nükleer santralin rafa kaldırılması demek. Erkeklerin çoğunlukta olduğu mecliste doğru politik kararlar alınmadıkça, sorumluluğu “hanımlara” ve çocuklara yüklemek biraz kolaya kaçmak gibi geliyor. Evde yapacağımız tasarruf çalışmaları, ulusal politikalarla da desteklenmek zorunda.

Neden terlediğinizi bilmezseniz terlemeye devam edersiniz

Sadece Amasra değil, adeta tüm Karadeniz feda edilmiş. Sahil yoluyla başlayan seri cinayetler, Sinop'ta termik santral ve nükleer, Zonguldak'ta termik, Samsun'da doğalgaz, Doğu Karadeniz'de ise hidroelektrik santrallerle devam ediyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/29 Temmuz 2012

Türkiye sıcak hava dalgasının etkisi altında, deyim yerindeyse kavruluyor. Herkes, her yerde şıpır şıpır terliyor. Terleyen sadece Türkiye değil. Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) Grönland'daki buz tabakasının beklenmeyen bir biçimde eridiğini tespit etti. Bazı bilim insanları bunun bir sürpriz olmadığını, Mayıs ayında Grönland'ın en güneyindeki meteoroloji istasyonunda sıcaklığın 24,8 dereceye kadar çıktığını söylüyor. Grönland'da sıcaklıklar 1961-90 yıllarında görülen sıcaklıkların ortalamasının 2 ila 4 derece üzerinde seyrediyor. Bilimsel açıklamaları beklemek gerek elbet ama bilim insanlarının büyük bir çoğunluğu küresel iklim değişikliğini ya da halk dilindeki söylenişiyle küresel ısınmayı işaret etmekten çekinmiyor.

Grönland'daki buzulların beklenmedik bir hızla erimesi deniz seviyesinin yükselmesiyle ilgili tahminlerin daha önce gerçekleşmesini sağlayabilir. İngiltere Enerji ve İklim Bakanlığı tarafından İngiltere Meteoroloji Ofisi’ne hazırlattırılan raporun Türkiye kısmında, deniz seviyesindeki yükselmenin Akdeniz’de 428 bin, Ege’de 208 bin, Marmara’da 842 bin ve Karadeniz’de 201 bin kişiyi etkileyeceği yazılı. Bu raporun Türkiye ile ilgili bölümünden çıkardığımız çarpıcı sonuçları 7 Aralık 2011 tarihinde BirGün'e yazmıştık. Grönland'da olup bitenden sonra bu 2 milyona yakın kişinin endişelenmek için daha fazla nedeni var.

Bugün yaşadığımız sıcaklar istisna değil; 1960'lardan günümüze Türkiye'de bir ısınma eğilimi var. Bir senaryoya göre bu yüzyılın sonuna kadar sıcaklık artışı kuzey bölgelerinde 2,5-3, merkez ve güney/güneydoğu bölgelerinde 3-3,5 ve Türkiye’nin doğusunda ise 4 dereceyi bulacak. 2100’de Türkiye’de su sıkıntısı çeken nüfusunun oranı yüzde 45 olabilir. Bütün bu felaket senaryolarından klimanızın düğmesine basarak kurtulamazsınız. Klima kullanmaya başlarsanız felaketin oluşumuna daha fazla ortak olursunuz. Türkiye'nin elektrik tüketiminde geçtiğimiz hafta rekor kırdığını ve bunda en büyük payın soğutma amaçlı klima kullanımının yaygınlaşması olduğunu hatırlatmakta fayda var. Kurulan her HES, nükleer ve termik santralle düğmesine dokunarak sizi geçici bir süre rahatlatan klimalar arasında net bir ilişki var. Klima kullanımından kaçınmak, kaçamıyorsanız da derecesini 25'lerde tutmak hem çevre hem de elektrik faturalarınız için büyük bir kazanç olacak.

FRANSA'DA 15 BİN KİŞİ ÖLMÜŞTÜ
Küresel ısınmanın şakası yok. 2006 yılında Fransa'da görülen benzer bir sıcak hava dalgasının çoğunluğu yaşlı 15 bine yakın kişinin hayatına mal olduğunu unutmayın. Klima kullanmayarak, toplu ulaşımı tercih ederek, özetlersek enerji tasarrufu yaparak bu yıl yaşadığımız sıcak hava dalgasının tekrarlanmaması için önemli birkaç adım atabilirsiniz. Siz bunları yaparken hükumetlerin de benzer bir duyarlılık göstermesi şart. Küresel ısınmanın ateşini daha çok kömür, petrol ve doğalgaz yakarak körükleyen devletlere dur demenin zamanı geldi. Karadeniz'de termik santrallere karşı mücadele eden Amasra ve Gerzeliler işte tam da bunu yapıyor. Bartın-Amasra'da Hattat Holding'e ait Hema Endüstri A.Ş ilk etapta 1320 megavat (MW) gücünde bir kömür santrali kurmak istiyor. Holding yetkililerinin demeçlerinden asıl hedefin 4 bin megavatı bulmak olduğu anlaşılıyor. Türkiye'nin toplam kurulu gücünün 13'te birine eş gücün Amasra'ya kurulması planlanıyor. Tüm elektrik santrallerin 13'te biri gücünde dev bir kömür santralinden bahsediyoruz. Sinop-Gerze'de ise Anadolu Grubu 1000 MW'lık bir başka kömür santralini yeşillikler içerisine yerleştirmenin sinsi planlarını yapıyor. Her iki proje de henüz ÇED raporu (Çevre Etki Değerlendirmesi) alamadı. ÇED raporu almakta aslında bir şey yok. 1993-2011 yılları arasında Çevre Bakanlığı'na yapılan 38 bin 706 başvurudan sadece 32'si olumlu sonuç almamış. Bence bu 32 proje sahibini tebrik etmek lazım. Nasıl becer(e)mişler merak ettim. Amasra ve Gerze'de santral inşaatlarını durduranın ÇED raporlarından çok halkın baskısı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

AMASRA EKO-TURİZMİ TERCİH EDİYOR
1999'da 150 MW gücünde bir termik santralin Amasra'ya yapılacağı haberinin duyulmasıyla direniş başlıyor. Termik santral planları mücadeleyle birlikte küçüleceğine büyüyor. Santralin kurulu gücü 2007'de 600 MW'a 2012'de ise 4000 MW'a kadar çıkıyor. Halk ikna olmuş değil. “Enerji üssü olacaksınız” diyen şirkete “biz turizm ve doğal güzelliklerin üssü olacağız” yanıtı veriliyor. Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) 2023 Turizm Stratejisi, Bolu, Zonguldak, Bartın, Kastamonu ve Sinop illerini içine alan bölgeyi ekolojik turizmin geliştirileceği bölge olarak belirlemiş. Taş kömürünün eko-turizmin ilgisini ne kadar çekeceği tartışılır. Eko-turizm denen şeyin, yeşili seven adamların birbirine taş kömürü fırlatması olmadığı umarım biliniyordur.

Amasralı termiğe hayır dedikçe santralin çevreci olacağına dair nutuklar da artmış. Santralin teknolojisi bir 'akışkan yatak' olmuş, bir 'süper kritik'. Gerze'de de teknolojiye övgü dizilen benzer masallar söyleniliyor. Dünyanın en ileri teknolojisinden bahsediliyor ama kömürün yakılmasıyla ortaya çıkan ve küresel ısınmaya yol açan karbondioksiti yok edecek bir teknolojinin henüz bulunmadığını kimse söyleyemiyor. Gerze'de durum o kadar vahim ki, Adalet ve Kalkınma Partisi üyeleri şirketin düzenlediği gezilere katılıyor, yurt dışında kömür santralleri görmeye götürülüyor. Döndüklerinde kömüre methiyeler düzen politikacılar haline geliveriyorlar. Ne gariptir ki hiçbiri bugün bizi terleten, bunaltan küresel ısınmadan bahsetmiyor. Termik santral görmeye gittikleri Almanya'nın olmayan güneşinde elektrik üreterek dünya rekorları kırdığından habersiz mi bu politikacılar?

EN BÜYÜK SUÇLU ENERJİ
Bilim çok net. Kömür, fosil yakıtlar içinde küresel ısınmaya yol açan bir numaralı yakıt. Bir kilovatsaat elektrik üretmek için kömür yakarsanız atmosfere yaklaşık 900 gram karbondioksit bırakıyorsunuz. Doğalgaz da kömüre göre yarı yarıya düşüyor. Aynı elektriği rüzgardan elde etseniz bu sadece 11-30 gram arası (rüzgarın emisyonu daha çok türbinlerin üretimi sırasında harcanan enerjiden kaynaklanıyor. İşletmede emisyon miktarı çok az) karbondioksit emisyonuna neden oluyor. Türkiye'nin 2010 yılı toplam karbondioksit emisyonlarının yüzde 85'inin enerji kaynaklı olduğunu da not düşelim.

Amasra'nın, Gerze'nin doğal güzellikleri, denizi, balıkçılığı aynı küresel ısınmanın varlığı gibi hiç konuşulmuyor. Sadece Amasra değil, adeta tüm Karadeniz feda edilmiş. Sahil yoluyla başlayan seri cinayetler, Sinop'ta termik santral ve nükleer, Zonguldak'ta termik, Samsun'da doğalgaz, Doğu Karadeniz'de ise hidroelektrik santrallerle devam ediyor. Aslında ülkenin her tarafında yeni kömür santrallerinin kurulması planlanıyor. Aliağa, Adana, Mersin, Hatay, Çanakkale ve liste uzayıp gidiyor. Uzayan listeyi kısaltmak zorundayız. Enerji ihtiyacımızı azaltarak bize dayatılan tüketim modellerini reddetmeliyiz. Bunları sıcak hava dalgalarında ölmesini istemediğiniz anne ve babalarımız, dede ve ninelerimiz için yapmalıyız. Afrika'da susuzluktan can verecek, o hiç tanımadığınız çocuklar, Bangladeş'te veya Çin'de sel sularında sürüklenecek akranlarımıza yardım eli uzatmak adına hayata geçirmeliyiz. Kâr hırsıyla kurulan, bilimden, planlamadan uzak ev ve şehirlerde yaşayan Samsun'daki bebekler için yapmalıyız. Onları bu yöneticilerin kurtarmayacağı açık. Tersine, onları küresel ısınmadan habersiz yöneticilerden kurtarmak için bugün klimanızı yarın da termik santralleri durdurmamız gerekiyor. Bu sıcaklar bizim kalbimizi durdurmadan.

Bir Gerze masalı

Özgür Gürbüz-Birgün / 6 Mayıs 2012 

Gerze Yaykıl Köyü - Foto: O. Gurbuz
Geçen hafta Sinop'ta Sinop Nükleer Karşıtı Platform’un düzenlediği panele katıldım. Bir otelin düğün salonunda düzenlenen panelde 500’e yakın dinleyici vardı. Kentte nükleer santrale karşı duranların sayısı ve direnci görülmeye değerdi. Panelden önce Gerze’nin Yaykıl Köyü’nü ziyaret etme fırsatım oldu. Köyde bir ağaç gördüm, yanında bir tane daha, onun yanında on daha... Yemyeşil bir yamaç ve yine yemyeşil tarlalar gördüm. Sis indi köye, sisin seyreldiği yerde deniz gördüm; masmavi ve hafifinden dalgalı. İstanbul'a geldim hepsi yok oldu. Bin yeşil var idi, bir yeşil kalmadı. Kötü bir masal gibi.

Köyün bir tarafı deniz diğer tarafı alabildiğine yeşillik. Vaat edilen cennet, hadi daha mütevazi olalım, filmlerdeki özlem duyulan köy sanki. Sinop’tan İstanbul’a dönünce Gerze’nin değerini daha iyi anlıyorsunuz. Başka bir dünyadan ödünç alınmış bir hayat gibi yaşadıklarınız; bir varmış, bir yokmuş.

BİR VARDILAR TEZ YOK OLDULAR
Herhalde biliyorsunuz; Efes Pilsen, Komili, Mc Donald’s ve Coca Cola gibi birçok markasını tanıdığınız (ve umarım boykot ettiğiniz) Anadolu Grubu, dört yıldır Gerzelilerin korkulu rüyası oldu. İstanbul'un Gulyabanisi neyse Gerze için de Anadolu Grubu o. Yaykıllılar termik santral istemedikleri için aylardır köy girişinde nöbet tutuyorlar. Nasıl tutmasınlar? 22 Ağustos 2011 tarihinde Anadolu Grubu’na bağlı ekipler gece yarısı köyde sondaj yapmaya gelmişlerdi. Köylüler bir gözü açık uyumanın ödülünü, sondaj ekiplerini geri püskürterek aldılar. Canlarını siper ettiler. 70-80 yaşında dede ve nineler panzerlerin, jandarmanın ve polisin karşısına çıktı. Canları yandı, gözleri biber gazından görmez oldu, gözaltına alındılar, tutuklandılar ama Yaykıl’ı ise ve kömüre boğmak isteyen firmaya geçit vermediler. “Korkunç şeyler gördüm” başlıklı yazımda o saldırıyı, insanlık faciasını yazmıştım. Hatırladıkça yüreğim sızlıyor. Köylü direndi. Jandarma, polis ve sondaj ekipleri bir daha köyün yakınında gözükmedi. Bir vardılar, tez yok oldular.

Gerze Yaykıl Köyü, nöbetteki köylüler - Foto: O. Gurbuz
Yaykıl Köyü girişindeki eylem çadırının kenarında, Şükrü Amca nöbette. Şükrü Akgöz, 82 yaşında. Geceleri eylem çadırına gelemediğinden yakınıyor ama gündüzleri elde baston o da nöbet bekliyor. Panzerleriniz korksun, Şükrü Amca nöbette. Sakalı yok ama masallardaki ermiş dedeler gibi kendisi. Bir geliyor, bir söylüyor, tüm masal aydınlanıyor. Nöbet çadırının ışığıydı Şükrü Amca, beni kendine çekiverdi, içimi aydınlattı.

KÖYE CANAVAR GELMİŞ
Ahmet Tiryaki, köyün muhtarı. Başta köyde termiğe karşı çıkanlar yarı yarıyaydı diyor. İş vereceğiz vaatleri ilk başta pirim yapmış ama sonra köydekiler Elbistan’daki, Adana Sugözü’ndeki termik santralleri gitmiş görmüş. Temiz kömürün masal olduğunu anlamışlar. 6 Ağustos’tan beri nöbette olduklarını söylüyor. Tiryaki, baskının yapıldığı geceyi anlatıyor. O gece Yeşil Gerze Çevre Platformu (YEGEP) şirketin halkı yanına çekebilmek için düzenlediği sünnet törenine misilleme yapmış, iki çocuğu sünnet ettirmiş. Şirket de sünnet düğününe elde sondaj makinesiyle gelmiş. Çocuklar korkmuş tabi ama cesaretlerini toplayıp birlik olarak makineyi de sahte sünnetçiyi de kovmuşlar. Sünnet dediğin ucundan azcık olur, bunlar tüm köyü, köydeki tüm ağaçları kesmeye niyetliymiş. Köye canavar kükreyerek gelmiş, gelmiş ama inleyerek köyü terk etmiş.

Gerze Yaykıl Köyü - Foto: O. Gurbuz
Öykünün bir de kadın kahramanları var. Masallardaki periler gibi göz açıp kapayıncaya kadar Gerze'den Yaykıl'a uçuveriyorlar. Bir bakıyorsunuz eylemdeler, bir bakıyorsunuz dertlerini türkü yapmış söylüyorlar. Sinop'un bu modern amazonları 30 Nisan'da ÇED raporuna itirazlarını sunmak için Ankara'ya gittiler. İller Bankası önünde yeri göğü inlettiler. Uzmanlar ÇED raporunda 57 farklı konuda yanlışlıklar tespit ettiler, 8 binin üzerinde dilekçe verildi. Toplantıda, Karadeniz Sahil Yolu nedeniyle Gerze’nin sağından solundan otoyolların geçeceği, bölgenin doğal özeliğini yitireceği ve ilçede zaten denize bile girilemediği gibi bir sürü asılsız iddia ortaya atılmış. Gerzeliler ise bunların hepsine yanıt vermiş. Sinop Orman Genel Müdürlüğü, DSİ İl Müdürlüğü, Gerze ve Sinop Belediyesi olumsuz görüş bildirmiş. Orman ve su kaynaklarına zarar verir denmiş. Resmi kurumların yarısına yakını ise mazeret belirterek toplantıya katılmamış. Toplantı, şirkete eksik belgelerini tamamlamak için süre verilmesiyle son bulmuş. İki belediye başkanından da detaylı rapor istenmiş. Sürenin ne zaman biteceği de belli değil. Aynı masallardaki gibi, belgeleri üç vakte kadar getir demişler, şirketi azat etmişler.

KÖYLÜLERİN YEMİNİ İSTANBUL'DAN DUYULMUŞ
Gerzeliler termik santrale karşı dayanışma içinde -Foto: O. Gurbuz
Gerzeliler Ankara'ya kadar gitmiş, köye, memlekete boş dönecek değiller. Dönüş yolunda Çatalağzı termik santraline uğramışlar. Termik santral savunucuları öve öve bitiremiyormuş santrali. Gerzeliler santrali görünce gözleri faltaşı gibi açılmış, sinirden elleri kolları zangır zangır titremiş. Çatalağzı'ndaki termik santrali gördükten sonra hep birlikte yemin etmişler. “Biz santrali istemiyorduk ama şimdi ölümüne istemiyoruz” demişler. İçlerinden biri, “Bu uğurda birkaç ceset vermek gerekirse o cesetlerden biri benimki olsun” demiş. Diğerleri de tekrar etmiş, “o ceset benimki olsun!”. Gerzelilerin yemini ta İstanbul'dan Anadolu Grubu'ndan duyulmuş. Ortalığı buz kesmiş. Ankara'da Enerji Bakanlığı'nda bu yemin kulaktan kulağa konuşulur olmuş. Bakan 'Gerze' kelimesinin bakanlıkta konuşulmasını yasak etmiş.

Gökten üç yeşil elma düşmüş. Biri Yaykıl Köyü'ne, biri Gerze'ye diğeri de memleketin tüm yayla, ova, dere ve akarsularına.

Enerjide dışa bağımlılık nedir?

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi /

Enerjide dışa bağımlılık herkesin dilinde. İthal kömüre karşı çıkanlar yerine yerli kömür kullanılmasını istiyor. Nedeni enerjide dışa bağımlılık, küresel ısınma da pek umurlarında deaçıkçası. Tüketilen doğalgazın yüzde 99'u dışarıdan geldiği için doğalgazdan yakınanlar nükleer santral istiyor. Nedeni yine enerjide dışa bağımlılık. Rusyadan gaz almayalım nükleer santral alalım diyorlar, mantıksız ama halkın bir bölümü buna inanıyor. Çevreciler nükleere, kömüre karşı çıkarken yenilenebilir enerjiyi savunuyor. Onların bu isteklerinin gerekçelerinden biri de enerjide dışa bağımlılık çünkü rüzgar, güneş, biyokütle ve su yurt dışından aldığınız bir mal değil. Kafanız karıştı değil mi? Karışması normal. O halde enerjide dışa bağımlılığı yeniden tanımlamak gerekiyor ama vatandaşın durduğu yerden.


Foto: Yatağan Termik Santrali - O. Gurbuz
Genelde bir enerji santralinin yerli mi yabancı mı olduğunu tanımlarken üç kıstas öne çıkıyor. Mülkiyeti, yeri ve kullandığı yakıt. Örneğin Yatağan'daki termik santral yerli kömür yakan ve mülkiyeti de EÜAŞ'ta (Elektrik Üretim A.Ş.) olan bir santral. Buradan üretilen elektrik yerli üretim olarak kabul ediliyor. Bu en kolay örnek, santral burada, kömür burada, sahibi de burada. Özelleştirmelerden sonra bu kadar net ayrımlar yapmak zorlaştı. Adana'daki İSKEN Sugözü termik santraline baktığımızda Yatağan için yaptığımız hesabı yapmak zor. Elektrikle ilgili verilere baktığınızda üretim yeri Türkiye olduğu için burada üretilen elektrik “yerli” sayılıyor. Halbuki santral Adana'da ama yakılan kömür yurtdışından geliyor. Santralin sahipleri arasında Türkiye'den OYAK, Almanya'dan da Evonik ve Steag var. Santralin kendisi de yerli imalat değil, Alman firmaları geldi kurdu. Gelin siz karar verin bu santralin yerli mi yabancı mı olduğuna.
Türkiye yıllardır binbir çeşit enerji santrali kuruyor ama bir tane yerli imalat yok, sadece Temsan'ın küçük hidroelektrik santraller için ürettiği türbinler var. O yüzden bugün güneş paneli dışardan getirilecek diyen nükleer ve termikçilerin yakınmalarına aldanmamalı. Rüzgar türbini üretimi için Tübitak'ın çalışmaları var, başarılırsa önemli bir adım atılacak.

Petrol yerine nükleer olur mu?
Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığı dendiğinde aslında doğalgaz ve petrol ithalatına işaret ediliyor. Elektrik ithalatı yok denecek kadar az hatta ihracatın gerisinde kaldığı yıllar bile var. İşte bu bile nükleer santral kurarız enerjide dışa bağımlılığı azaltırız diyenlerin savını çürütmeye yetiyor. Çünkü nükleer santral sadece elektrik üretebiliyor; ne petrolün ne de evinizde ısıtmak için yaktığınız doğalgazın yerine geçebilecek bir kaynak. Nükleeri yerli yapabilmek için tek yapabileceğiniz, ithal doğalgazla çalışan ve elektrik üreten doğalgaz çevrim santrallerini kapatıp yerine nükleerden elektrik üretmek ama bu da politikacıların halkı uyutmak için söylediği bir masal aslında. Bize anlattıkları enerji ihtiyacı rakamlarına kendileri de inanıyorlarsa eldeki hiçbir santralin devre dışı bırakılması mümkün değil. Kaldı ki, özel sektörü milyar dolarlık santrallerini kapatmaya nasıl ikna edecekler o da belli değil. Bir üçüncü sorun ise nükleer santralin kendisi. 20 milyar dolara bir Rus şirketi tarafından kurulacak santral Türkiye'de yapılacak ama yakıtından teknik personeline kadar her şeyi yabancı olacak. Bu santrali enerjide dışa bağımlılığa çare olarak öne sürmek için ya art niyetli olmak lazım ya da bu işten hiç anlamamak. Bir de hükümete sorarlar; madem doğalgaza bağımlılığı azaltmak istiyorsun, jeotermalle ısıtabileceğin kentlere neden doğalgaz boruları döşüyorsun, yeni doğalgaz santrallerine neden lisans veriyorsun diye. “Yalandan kim ölmüş” derler, işte bizimkisi o hesap.

Hangisi yerli?
Vatandaşın gözünden baktığımızda ise durum daha farklı. Enerji piyasasına gün geçtikçe özel şirketler hakim oluyor. Elektrikten doğalgaza, dağıtımdan üretime artık her şey onlardan soruluyor. Bu şirketlerin bazıları Türkiye kökenli, bazıları değil. Türkiye kökenli olanların bazıları da yabancı ortaklı. Şimdi yabancı “A” firması Türkiye'de santral kursa, o santralde üretilen elektriği yabancı “B” firması bana satsa ben yerli elektrik kullanmış, dışa bağımlılığımı azaltmış olur muyum? Onu da geçtim...“A” ve “B” firmalarının ikisi de yerli olsa vatandaş için ne fark eder? Hepsi dev şirketler, vatandaş elektriğini, ısısını kendi üretmedikçe o şirketlere bağımlı. Çatısına güneş panelini koymadıkça, yalıtımla, ısı pompasıyla, doğalgaz kullanımını azaltmadıkça, küçük ve yerel santrallerin kooperatifler aracılığıyla sahibi olmadıkça bu bağımlılık sürer gider. Gerçek bağımsızlık biz vatandaşlar için şirketlerden bağımsızlıktır, gerisi biraz yalan dolan. Hem bize, “sermayenin yerlisi yabancısı olmaz” diye öğretilmedi mi? Şimdi nerden çıkardılar bu enerjide dışa bağımlılığı, yerliyi yabancıyı?

Hükümetin bahsetmediği başka şeyler de var. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılık oranı yüzde 70'lerin üzerinde. Peki, bize örnek gösterilen ve dünyada Amerika'dan sonra en çok nükleer reaktöre sahip ülkesi Fransa'da bu oran kaç? Yüzde 51,4! Ey nükleer santrallere methiyeler dizen gazeteci dostlarım. Nükleerci profesörlerin kulaklarına fısıldadıkları her şeyi ballandıra ballandıra köşe yazılarında anlatan kalemşörler. Elektriğinin yüzde 77'sini nükleerden üreten, 58 nükleer reaktörü olan Fransa'nın dışa bağımlılığı neden bu kadar yüksek hiç merak ettiniz mi? Petrol tüketiminin yüzde 92'sini dışarıdan karşılayan sevgili ülkemizin güzide hükümetine, “neden daha fazla karayolu yapıyorsun, toplu taşımayı teşvik etmiyorsun, enerjide dışa bağımlılığı arttırmaktan korkmuyor musun” diye bir kere olsun sorabildiniz mi? Daha Marmaray bitmeden lastikli geçiş ve üçüncü köprü projelerini kimler ortaya attı acaba? Enerjide dışa bağımlılığı azaltacaksanız önce petrol tüketimini azaltın. Toplu taşımayı teşvik edin, bisiklet yolları açın, çok yakıt harcayan araçların vergilerini arttırın. Bakın bakalım o zaman otomobil ve petrol lobisi size ne yapıyor?

Yazıyı Yeşil Ekonomi'den okumak için tıklayınız.